Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / “Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” – V

“Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” – V

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” Kitabı – 5

Yazar: Ömer SEVİNÇGÜL

BÖLÜM 016-020

016. CENNET, KEVSER, RÜYET, MÜKÂFAT

‘Cennet, inananların dünyadaki güzel amellerine ödül olarak sonsuza kadar kalacakları güzellikler âlemidir. Allah âdildir, her işini adalet üzere yapar, kimseye haksızlık etmez. Bu dünyada iman eden, emir dinleyen, yasaklardan sakınan kullarına ebedî cennetin sözünü vermiştir, elbette bu söz yerine gelecektir. İnsan cennette hem ruhu, hem bedeniyle bulunur, tam lezzet alır. Amellere göre lezzetler de derece derecedir… Kevser, bolluk, bereket, büyük hayır, cennette bir havuz manasına gelir. Allah’ın, Peygamber Efendimize hitaben “Sana kevseri verdik” buyurduğu büyük nimettir. Cennetlikler bu nimetten yararlanacaklar… Rüyet, görmek demektir. Terim olarak, cennetliklerin Rabbini görmesini dile getirir. Bu görme nasıl olacak meselesi bir hayli tartışılmıştır. İmamı Gazali Hazretleri, “Rüyet, marifetin inkişafından ibarettir” diyor. Bu dünyada marifet sahibi olanlar, yani Allah’ı eserleriyle tanıyanlar, ahirette daha ziyade tanıyacak, bu dünyada onun cemâlini, celâlini ve kemâlini eserleriyle müşahede ettikleri gibi, cennette daha yüksek bir derecede müşahede edecekler. Maddeden, cisimden, mekândan ve biçimden münezzeh olan Allah’ın, maddi gözle bir cismin görülmesi gibi görülemeyeceğini anlatıyor. Sözün özü, rüyetullah kesin bir hakikattir, ama mahiyeti bizce meçhuldür.’

329. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir dolunay gecesi, aya baktıktan sonra, “Siz şu kameri nasıl görüyorsanız Rabbinizi de öyle perdesiz göreceksiniz. Onu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz. Gece ve gündüz namazlarını zamanında kılın. Gücünüz yeterse bunu mutlaka yapın!” buyurdu.
(Cerir radıyallahu anh. Buharî) 

330. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennetlikler arasında en düşük olan kişinin bile bahçeleri, eşleri, nimetleri, hizmetçileri, koltukları bin yıllık yürüme mesafesini doldurur. Cennetliklerin Allah katında en değerli olanları ise, sabah akşam Allah’ın güzelliğini seyrederler.”
Sonra, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu ayeti okudu:
“Nice yüzler o gün ışıldar, Rabbine bakar.”
(İbni Ömer radıyallahu anh. Tirmizî) 

331. Aişe radıyallahu anhaya, “Ey anneciğim! Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Rabbini gördü mü?” diye sordum.
Bu soru üzerine dedi ki: “Söylediğin sözden tüylerim ürperdi. Senin üç hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana söylerse yalan söylemiş olur.
Kim sana, “Muhammed Rabbini gördü” derse, yalan söylemiş olur. Çünkü Allah, “Gözler onu kavrayamaz, ama o gözleri kavrar” buyuruyor.
Kim sana, “Muhammed yarın olacak şeyi bilir” derse, yalan söylemiştir. Zira ayette, “Hiçbir nefis yarınki kazancını ne bilemez” buyrulmuştur.
Kim sana, “Muhammed vahyin bir kısmını gizledi” derse, o da yalan söylemiştir. Çünkü ayette, “Ey Elçi! Rabbinden sana indirilen bu Kur’an’ı güzelce ilet. Bunu yapmazsan, Allah’a elçilik etmemiş olursun” buyrulmuştur.
Fakat Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Cebrail aleyhisselâmı iki kez görmüştür.”
(Mesruk rahimehullah. Buharî) 

332. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Sen Rabbini hiç gördün mü?” diye sordum.
“Nurdur, ben onu nasıl görürüm” buyurdu.
(Ebû Zerr radıyallahu anh. Müslim) 

333. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennette yüz derece vardır. İki derece arası, yerle gök arası kadardır. Firdevs cenneti bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Bunun üstünde Arş vardır. Allah’tan Firdevs cennetini isteyin.”
(Ubâde radıyallahu anh. Tirmizî) 

334. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennete girenlerin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler. Bir kuzey rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle güzellikleri artar. Ailelerinin yanına daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Eşleri, “Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin güzelliğiniz artmış!” derler. Onlar da, “Vallahi, biz gittikten sonra siz daha da güzelleşmişsiniz!” diye karşılık verirler.”
(Enes radıyallahu anh. Müslim) 

335. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Cennette bir takım odalar vardır. Dışları içlerinden, içleri de dışlarından görülür” buyurmuştu.
Bunu işiten bir bedevi, “Bu odalar kimlerindir, Ya Resûlullah?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Sözün güzelini söyleyen, yemek yediren, oruca devam eden, gece herkes uyurken namaz kılan kimselerindir!” buyurdu.
(Hazreti Ali radıyallahu anh. Tirmizî)

336. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Yüce Allah şöyle buyurdu: “Âdemoğlu benim hakkımda kötü sözler söylüyor, oysa bu ona yakışmaz. Âdemoğlu beni yalanlıyor, oysa beni yalanlamak ona yakışmaz. Bana söylediği kötü söz, “Allah çocuk edindi” demesidir. Yalanlaması ise, “Allah, beni birinci kez yarattı ama tekrar diriltmeyecek” demesidir. Oysa benim için ikinci kez diriltmek, yoktan var etmeye nazaran daha zor değildir.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî) 
‘Bu bir kudsi hadistir. Resûlullah Efendimiz Rabbimizin sözünü ümmetine nakletmektedir. Bu söz vahiy olmakla birlikte, ayet olmaması sebebiyle hadis olarak anılır ve öbür hadislerden farkı “kudsi” nitelemesiyle belirtilir.’

337. Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Cennette at var mı?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah seni cennete koyarsa, sen de orada dolaşmak istersen, seni kızıl yakuttan bir at üzerinde istediğin her yere uçurur” buyurdu.
Bunun üzerine bir başka adam, “Cennette deve var mı?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona başka bir cevap verdi: “Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey bulunacaktır.”
(Büreyde radıyallahu anh. Tirmizî) 
‘İkinci cevap, cennette şu da var mı, bu da var mı gibi ardı arkası kesilmeyecek soruların tümüne birden verilen külli bir cevap olmuştur. Güzellikler diyarı olan cennette her güzel şey bulunur.’

338. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennetlikler üç kısımdır: Birincisi, kuvvetli, âdil, sadaka veren ve başarılı olanlar. İkincisi, yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yumuşak kalpli olanlar. Üçüncüsü, iffetli, namuslu ve çoluk çocuk sahibi olanlar.
Cehennemliklerse beş kısımdır: Birincisi, aklını kullanamayan zayıflar. Bunlar, size uyanlardır. Ne aileleri vardır ne de malları. İkincisi, açgözlülüğünü gizleyebilen hainler. Bu tür kimseler hangi kapıyı çalsalar mutlaka ihanet ederler. Üçüncüsü, sabah akşam her fırsatta malın ve ailen hususunda seni aldatanlar. Dördüncüsü, cimrilik edenler ve yalan söyleyenler. Beşincisi, kötü huylu, kaba sözlü olanlar. Allah mütevazı olmanızı emretti. Kimse kimseye karşı böbürlenmesin. Kimse kimseye haksızlık etmesin!” 
(Iyaz radıyallahu anh. Müslim) 

339. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Bir kimse cennetlik olarak ölünce, büyük ya da küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında bir kimse olarak cennete girer, artık bu yaş sonsuza kadar değişmez. Cehennemlikler için de durum böyledir.”
(Ebû Said el-Hudri radıyallahu anh. Tirmizî) 

340. “Ya Resûlullah! İnsanlar neden yaratıldı?” dedim.
“Sudan!” buyurdu.
“Peki cennet neden yapıldı?”
“Gümüş ve altın tuğlalardan! Harcı misktir. Çakılları inci ve yakuttandır. Toprağı da zaferandır. Ona giren nimetlere kavuşur. Eziyet görmez. Sonsuza dek kazanır. Artık ölümle karşılaşmaz. Elbisesi eskimez. Gençliği kaybolmaz.”
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözlerine şöyle devam etti: “Üç kişinin duası reddedilmez: Âdil lider, iftarını açan oruçlu, zulme uğrayan. Allah, onun duasını bulutların üstüne çıkarır. Onlara gök kapıları açılır. Allah, “İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da, duanı mutlaka kabul edeceğim!” buyurur.”
(Sa’d radıyallahu anh. Tirmizî) 

341. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Her peygamberin cennette bir havuzu vardır. Ümmeti oraya su almaya gelir. Peygamberler, suya gelenlerin çokluğuyla iftihar ederler. Su almaya gelen ümmeti en çok olan peygamberin ben olacağımı umuyorum.”
(Semûre radıyallahu anh. Tirmizî) 

342. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sahabelerine, “İçinizde cennet için çabalayacak kimse yok mu? Zira cennetin eşi yoktur. Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, cennet, parlayan nurları, güzel kokulu yeşillikleri, yüksek köşkleri, devamlı akan nehirleri, her türden olgun meyveleri, güzel mi güzel gencecik eşleri, pek çok takım elbiseleri ile yüksek, sağlam ve güzel saraylarda mutluluk ve yüz parlaklığı içinde yaşanan sonsuz mekândır” buyurdu.
Sahabeler, “Biz zaten onun için çaba harcıyoruz, Ya Resûlullah!” dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “İnşaallah, deyiniz” buyurdu. Sonra da cihaddan söz açtı, ona teşvik etti.”
(Üsame İbni Zeyd radıyallahu anh. İbni Mâce) 
‘İnşaallah, Allah dilerse demektir. Ayette, “Hiçbir şey hakkında, bunu yarın mutlaka yaparım, deme. Ancak, inşaallah de. Unutursan, hatırlar hatırlamaz hemen Allah’ı an” buyrulmuştur. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu hakikati hatırlatıyor.’

343. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Allah celle celâlühu şöyle ferman etti: “Ben sizin şanı yüce Rabbinizim! İyi kullarım için, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insanın hayal ve hatırından geçmeyen nimetler hazırladım.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)
‘İnsan cenneti hayal edemez. Çünkü muhayyile ancak gözlem alanına girenlerden hareketle yeni bir terkip yapabilir. Gözlemlenemeyen bir âlemi hayal etmesi mümkün değildir. Tıpkı anne rahmindeki bir bebeğin dünyada olan varlıkları hayal edememesi gibi. Ona dünyanın dağları, denizleri, ovaları anlatılsa, güneşten, aydan, yağmurdan söz edilse, o da bunları hayal etmeye çalışsa, bunu başaramayacaktır. İnsan da dünyanın rahminde bir bebek gibidir, ahireti işitir, ama hayal edemez.’

344. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Allah, cennetliklere, “Ey cennet halkı!” diye seslenir.
Onlar, “Ey Rabbimiz, buyur! Emrini bekliyoruz! Her hayır senin elindedir!” derler.
Allah, “Razı oldunuz mu?” diye sorar.
Onlar, “Ey Rabbimiz! Razı olmamak ne haddimize! Yaratıkların arasında bir başkasına vermediğin nimetleri bize verdin!” derler.
Allah, “Ben sizlere bundan daha fazlasını vereyim mi?” der.
Onlar, “Verdiklerinden daha üstün ne olabilir ki?” derler.
Allah da, “Size rızamı helâl kıldım. Artık, size ebediyen gazap etmeyeceğim!” buyurur.”
(Ebû Said radıyallahu anh. Buharî)

345. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennetlikler yüksek kulelerde kalanları görürler. Tıpkı, ufukta doğudan batıya giden inci gibi parlak yıldızları gördüğünüz gibi. Aralarındaki üstünlük farkı onları böyle yukarıda gösterir.”
Sahabeleri, “Ya Resûlullah! Bu söylediğiniz peygamberlerin makamı olmalı, başkaları oraya ulaşamamalı!” dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Hayır! Ruhumu kudret elinde tutan Zâta yemin olsun! Kulelerde bulunanlar, Allah’a inanıp peygamberleri tasdik eden kimselerdir!” buyurdu.
(Ebû Said radıyallahu anh. Buharî) 

346. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennete girenlerin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri sürmelidir. Gençlikleri gitmez. Elbiseleri eskimez.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî) 

347. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennete girenlerin çocuğu olmaz, çünkü doğurmak yoktur.”
(Ebû Rezin radıyallahu anh. Tirmizî)

348. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennete ilk girecek grup, dolunay gecesindeki ay suretindedir. Onu takip eden grup, parlaklık yönüyle gökteki en büyük yıldız gibidir. Cennetlikler, büyük ya da küçük için tuvalete gitmezler, tükürmezler, sümkürmezler. Terleri mistir. Tarakları altından, buhurdanları öd ağacından, eşleri kara gözlü hurilerdendir. Ataları Âdem aleyhisselâmın yaratılışı üzere, altmış zira boyunda, tek bir adam suretinde olacaklar.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)
‘Tek bir adam suretinde, yani boyları, hacimleri, endamları birbirinin dengi olacak. Uzunluk kısalık, şişmanlık zayıflık, sakatlık sağlamlık gibi farklılıklardan azadedirler. Hepsi yakışıklı, güzel, sıhhatli, alımlıdır. Herkes suretinden, hâlinden, konumundan memnundur.’

349. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennette yüz derece vardır. Bunlardan biri bile bütün âlemleri içine alabilir.”
(Ebû Said radıyallahu anh. Tirmizî)
‘Burada da ana rahmindeki çocuk misaline bakabiliriz. O çocuk bütün âlemi ana rahminden ibaret zanneder. Faraza lâf anlasa da ona desek ki, dünyada yüzlerce şehir vardır, biri bile senin annenin karnından daha büyüktür. Bütün annelerin rahimlerini bile içine alabilir. Bu söz doğrudur, fakat çocuğun hafsalası bunu almayabilir. Bu dünya da ahirete nispetle ana rahmi kadar dardır. Malum olduğu üzere, insan kendi gözlemlerinin ve ölçülerinin mahkûmudur.’

350. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennette, yay kadar bir yer güneşin üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)

351. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennettekilerden biri dünyada yaşayanlara görünseydi, onun kolundaki takıların ışıltısı güneşin ışığını bastırırdı. Tıpkı güneşin, yıldızların ışığını bastırması gibi.”
(Sa’d radıyallahu anh. Tirmizî) 

352. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennette siyah gözlülerin toplanma yerleri vardır. Orada, benzerini yaratıkların hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı söylerler. “Bizler ebediyiz, hiç ölmeyiz! Bize nimetler verildi, fakirlik nedir bilmeyiz! Rabbimizden razıyız, asla üzülmeyiz! Mutludur bize sahip olan beylerimiz!” derler.
(Hazreti Ali radıyallahu anh. Tirmizî)

353. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cennette bir çarşı vardır. Orada ne alış ne de satış yapılır. Sadece erkek ve kadın suretleri bulunur. Kim bunlardan bir suret arzu ederse o surete girer.”
(Hazreti Ali radıyallahu anh. Tirmizî)

354. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Cennette mümine yüz kişinin gücü kadar cima ‘cinsî münasebet’ gücü verilir” buyurdu.
(Enes radıyallahu anh. Tirmizî)

355. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Size cennetlikler hakkında bilgi vereyim mi?” diye sordu.
Sahabeleri, “Evet, Ya Resûlullah” dediler.
“Zavallı sayılan zayıf kimsedir. Yemin etse, Allah onun talebini yerine getirir, yeminini boşa çıkarmaz.”
Sonra, “Size cehennemlikler hakkında da bilgi vereyim mi?” dedi.
“Evet” dediler.
“Bunlar kaba, cimri, büyüklük taslayan kimselerdir” buyurdu. 
(Harise radıyallahu anh. Buharî) 

017. CEHENNEM, AZAP, ATEŞ…

‘Cehennem, azgınların öldükten sonra gidecekleri ceza yeri, kâfirlerin devamlı kalacakları, günahkâr Müslümanların da günahları kadar azap görecekleri âlemin adıdır. Evet, kâfirler sonsuza dek cehennemde kalacaklardır. Müminler ise, kötülükleri iyiliklerine baskın gelirse, aradaki fark kadar azap çekecek, sonra cennete gireceklerdir. Cehennem ilahî adaletin bir neticesidir. Allah âdildir, herkese hakkını verir. Oysa bu dünyada tam tecelli etmiyor. Çünkü burası imtihan yeri. Zâlimler keyif içinde, mazlumlar acılar çekerek yaşıyorlar. Ölüm gelip ikisini eşitliyor. Allah elbette mazlumun ahını zalimden alacaktır. Bunu vaat de etmiştir. Burada yaptıkları yüzünden cehenneme giden kimselerin azapları amelleri oranındadır. Hiç kimseye haksızlık edilmeyecek, herkes yaptıklarının cezasını çekecektir. Güya merhamet namına cehennemi lüzumsuz görmek mazluma zulümdür. Rabbini inkâr eden, insanlara akıl almaz zulümler yapan kâfirlere, zâlimlere, azgınlara gereken azap verilecektir. Cehennem de çeşit çeşittir. Sadece ateşten ibaret de değildir. Nitekim, bu husus hadislerle açıklanmıştır.’

356. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Allah, cenneti yarattığı zaman, Cebrail aleyhisselâma, “Git, ona bir bak!” buyurdu.
O da gidip cennete baktı, “İzzetine yemin ederim, onu işitip de girmeyen kalmayacak!” dedi.
Allah, cennetin etrafını çirkinliklerle çevirdi. Sonra, “Git, ona bir daha bak!” buyurdu.
Cebrail aleyhisselâm bir daha baktı, “Korkarım, ona hiç kimse girmeyecek!” dedi.
Cehennemi yaratınca, Cebrail aleyhisselâma, “Git, bir de şuna bak!” buyurdu.
O da gidip ona baktı, “İzzetine yemin ederim, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!” dedi.
Allah, onun etrafını şehveti tahrik edici şeylerle kuşattı. Sonra da, “Git, ona bir kere daha bak!” dedi.
O da gidip ona baktı, “İzzetine yemin olsun, korkarım ona girmeyen tek kişi bile kalmaz!” dedi.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî) 

357. “Sizden cehenneme uğramayacak yoktur” ayeti hakkında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanlar ateşe girerler. Sonra amellerine göre ondan çıkarlar. Onların ilk grubu şimşek hızıyla çıkar. İkinci grup rüzgâr gibi çıkar. Sonra at hızıyla, sonra at binicisi hızıyla, sonra yaya koşusuyla, en sonra da yaya yürüyüşüyle çıkar.” 
(İbni Abbas radıyallahu anh. Tirmizî)

358. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cehennem, Rabbine şikayet ederek, “Ey Rabbim, bir kısmım öbür kısmımı yiyor” dedi. Bunun üzerine, Allah ona iki kez soluklanma izni verdi. Biri yazda, biri kışta. Şiddetli bir biçimde hissettiğin ısı onun yaz nefesidir. En şiddetli soğuk da onun kış nefesidir.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)
‘Bu hadis halihazırda cehennemin ve dolayısıyla cennetin mevcut olduğuna, bunlarla dünya arasında şimdi de bazı münasebetler bulunduğuna delalet etmektedir. Var olan cennet ve cehennem, ileride yaratılacak olan cennet ve cehennemin tohumu mesabesindedir. Âdem aleyhisselâmın ve Havva validemizin cennetten çıkartılması hadisesi de cennetin mevcut olduğuna bir başka karinedir.’

359. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Müminler cehennemden kurtarılıp cennetle cehennem arasındaki köprüde bir süre tutulurlar. Birbirlerine karşı yaptıkları haksızlıklar ödeştirilir. Böylece günahlarından arındırıldıktan sonra cennete girmelerine izin verilir. Canımı kudret elinde tutan Zâta yemin olsun, onlardan her biri, cennetteki evini dünyadaki evinden daha iyi bilir.”
(Ebû Said radıyallahu anh. Buharî)

360. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cehennemi kuşatan surun dört duvarı vardır. Her duvarın kalınlığı kırk yıllık yürüme mesafesi kadardır.”
(Ebû radıyallahu anh. Tirmizî)

361. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Ateşe sadece şaki olanlar girecektir” diye buyurmuştu.
Sahabeler, “Ya Resûlullah, şaki kimdir?” diye sordular.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah için hiçbir ibadet yapmayan ve hiçbir günahı işlemekten geri kalmayan” diye cevap verdi.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. İbni Mâce)

362. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cehennem ateşi bin yıl yakıldı, kıpkırmızı oldu. Sonra bin yıl daha yakıldı, beyazlaştı. Sonra bin yıl daha yakıldı, şimdi siyah ve karanlıktır.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî)

363. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cehennemliklerin en hafif azap göreni, ayağında ateşten bir ayakkabı ve ayakkabı bağı olan kimsedir. Ayağındakiler sebebiyle, tıpkı tencerenin kaynaması gibi, başında beyni kaynar. Öyle büyük bir acı duyar ki, insanların en hafif azap çekeni olduğu hâlde, kendinden şiddetli azap çeken olmadığını zanneder.”
(Numan İbni Beşir radıyallahu anh. Buharî) 

364. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cehennemliklerin tepelerine kaynar su dökülür. Bu su vücutlarının içine işler, karınlarına kadar ulaşır. İçlerinde ne var ne yok hepsini söker atar, ayaklarını delip geçer. Bu olay, “Bununla içlerinde olanlar ve derileri eriyecektir!” ayetinde sözü edilen eritme olayıdır. Sonra eriyen cesetler eski hâline getirilir.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî)

365. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Eğer zakkumdan dünyaya tek damla damlatılacak olsa, bu dünyada yaşayanların yiyeceklerini bozardı. Gıdası ve içkisi zakkum olan cehennemliklerin hâlini varın siz anlayın!”
(İbni Abbas radıyallahu anh. Tirmizî)
‘Zakkum, kökleri cehennemin derinliklerinde olan bir ağacın adıdır.’

366. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kâfirin cehennemdeki bir azı dişi Uhud dağı kadardır. Derisinin kalınlığı da üç gecelik yol mesafesidir.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim) 

367. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Veyl, cehennemde bir vadidir. Kâfir orada, kırk yıl batar da dibe ulaşamaz.”
(Ebû Said radıyallahu anh. Tirmizî)

368. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Yaktığınız ateş var ya, cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır!” buyurdu.
Oradakiler, “Vallahi, bizim ateşimiz bile yeterliydi!” dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Cehennem ateşi öbürüne altmış dokuz kat üstün kılındı. Her bir katın sıcaklığı sizinki kadardır” buyurdu.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)
‘Dünyanın merkezinde bile cehennemin bu yüksek ateşini hatırlatan bir ateş vardır. Her otuz üç metre kazıda sıcaklık bir derece artar. Dünyanın merkezine inildiği zaman bu sıcaklık iki yüz bin dereceyi bulur. Bu ise küçük bir cehennem hükmündedir. Kıyametten sonra o büyük cehenneme katılır, onun bir parçası olur.’

369. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cehenneme girenlerin azapları farklıdır. Bir kısmı vardır, ateş onları topuğuna kadar yakalar. Bir kısmı vardır, dizlerine kadar yakalar. Bir kısmı vardır, kemerine kadar yakalar. Bir kısmı vardır, köprücük kemiğine kadar yakalar.”
(Semûre radıyallahu anh. Müslim)

370. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Kıyamet günü insanlar üç sınıf olarak diriltilirler: Yayalar, binekliler, yüzüstü yürüyenler” diye buyurmuştu.
Sahabeler, “Ya Resûlullah! Bunlar yüzüstü nasıl yürürler?” diye sordular.
“Onları ayakları üzerinde yürüten Allah yüzleri üzerinde yürütmeye de kadirdir. Bu yüzüstü yürüyenler, önlerine çıkan her engele, her dikene karşı kendilerini yüzleriyle korumaya çalışırlar.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî)

371. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Mümin, Allah katındaki azapları bilseydi, cennetten ümidini keserdi. Kâfir, Allah’ın rahmetini bilseydi, cennetten ümidini kesmezdi.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim)

372. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi dinledim, şöyle buyurdu:
“Ağaç altında biat eden sahabelerden hiç kimse inşaallah cehenneme girmeyecektir.”
Bunun üzerine, Resûlullahın hanımı olan Hafsa radıyallahu anha, “Hayır, Ya Resûlullah!” diyerek şu ayeti okudu:
“Sizden ona varmayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin katında yapılmasına kesin karar verilen bir uygulamadır.”
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona şu cevabı verdi:
“Allah şöyle de buyurmaktadır: “Sonra da, içtenlikle inanarak günahlardan sakınanları kurtarır, zâlimleri diz üstü bırakırız.”
(Ümmü Mübeşşir radıyallahu anha. Müslim)
‘Hafsa radıyallahu anhın bu tavrı dikkate şayandır. Resûlullah Efendimizin müsamahasına da güzel bir örnektir. Sahabeler hür fikirli, hür vicdanlı, düşündüklerini rahatça dile getirebilen insanlardı. Efendimiz bu imkânı vermişti onlara, her konuda soru sorabilir, fikirlerini çekinmeden dile getirebilirlerdi. Hafsa validemiz, Peygamber Efendimizin yorumuna itiraz ediyor ve bir ayeti delil olarak ileri sürüyor. Efendimiz de buna kızmıyor, gayet makul bir davranış sergileyerek ayetlerle cevap veriyor, onu ikna ediyor. Ne muhteşem bir tablo!’

373. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Ardında cehennem vardır, orada kendisine irinli su içirilecektir” ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı:
“İrin ağzına yaklaştırılır, ondan ikrah eder, iğrenir. Biraz daha yaklaştırılınca suratı yanar, başının derisi dökülür. İrini içince arkasından çıkıncaya kadar, bağırsaklarını param parça eder.”
Resûlullah bu açıklama üzerine şu ayetleri okudu:
“Hiç bu ateşte temelli kalan ve kendisine bağırsaklarını paramparça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumuyla bir olur mu!”
“Yardım dilediklerinde, kendilerine, erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su ile yardım edilir!”
(Ebû Ümame radıyallahu anh. Tirmizî)

018. RESÛL, NEBİ, PEYGAMBER…

‘Resûl kelimesinin sözlük anlamı “kendisi müdahale etmeksizin eline verileni ileten elçi” demektir. Terim olarak manası ise, “yeni bir kitapla gönderilen peygamber”dir. Kendisine kitap verilmeyen peygambere “nebi” denir. Bu iki kelime bazen birbirinin yerine de kullanılır… Peygamber kelimesi farsçadır, hem nebi, hem de resûl yerine kullanılır. Peygamberimizden önce de pek çok peygamberler gelmiştir. Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselâm, sonuncusu Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemdir. Bütün peygamberlerin temel mesajları aynıdır. Ayrıntılarda farklılıklar görülür. İnsanlık da bir insanın büyümesi, gelişmesi, erginleşmesi gibi belli aşamalardan geçmiştir. Bu sebeple her zamanda, bazen her mekânda ayrı bir peygamber gönderilmiştir. Bu peygamberler o zamanın ve mekânın hususiyetlerine göre ilahî gerçekleri bildirmişlerdir. Nasıl, her mevsimde ayrı bir elbise giyilir, her hastalık için başka ilaç verilir, öyle de her toplumun hususiyetlerine göre dinin ayrıntılarında farklılıklar olmuştur. Peygamberimiz, öbür peygamberlerden farklı olarak, bütün insanlara gönderilmiştir. Zira, onun geldiği zamanda insanlık bir tek hocadan ders alabilecek kıvama erişmiştir. Yine var olan farklılıklar ise içtihatlarla ve bunların bir sonucu olan mezheplerle halledilmiştir. Bu peygamberlerin yirmi beş tanesi Kur’an’da bildirilmiştir. Üç kişininse peygamber mi, veli mi olduğu şüphelidir. Galip ihtimal onlar da peygamberdi.’

374. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ahirette Nuh aleyhisselâm ümmetiyle birlikte gelir. Allah ona, “Dinimi insanlara ilettin mi?” diye sorar.
Nuh aleyhisselâm, “Evet, Rabbim!” der.
Allah, bu kez onun ümmetine sorar: “Nuh size dini iletti mi?”
Onlar, “Hayır, bize peygamber gelmedi” derler.
Bunun üzerine Allah, Nuh aleyhisselâma, “Söylediklerini ispat için şahidin var mı?” der.
Nuh aleyhisselâm, “Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve ümmeti!” der.
Benim ümmetim, “Evet, Nuh aleyhisselâm görevini yaptı” diye tanıklık eder. Şu ayet de bu durumu anlatmaktadır:
“İnsanlar üzerine tanıklar olasınız diye sizi aşırılıklardan uzak olan dengeli bir toplum yaptık.”
(Ebû Said radıyallahu anh. Buharî)
‘Kur’an’ı Kerim bütün ilahî kitapların manasını ihtiva eder. Büyük peygamberlerden bahisler vardır, müminler onları tanır, ayrım yapmaksızın hepsine iman ederler. Sonra da ahirette tanıklık yaparlar.’

375. Ben, Necran’a gelince bana sordular: “Sizler şu ayeti okuyordunuz: “Ey Harun’un kız kardeşi! Baban kötü bir kimse değildi.” Oysa, Musa aleyhisselâm, İsa aleyhisselâmdan yüzlerce yıl önce yaşamıştır.”
Ben de Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme sordum, bana şu cevabı verdi:
“Onlar, çocuklarına kendilerinden önce yaşamış olan peygamberlerinin ve iyi kişilerin isimlerini veriyorlardı.”
(Mugire radıyallahu anh. Müslim)
‘Hitap Hazreti Meryem validemizedir. Kardeşinin isminin Harun olması sebebiyle, Hıristiyanlar Musa aleyhisselâmın kardeşi Harun aleyhisselâmdan söz edildiğini zannetmişler, Resûlullah Efendimiz de konuya açıklık getirmiştir. Hazreti Meryem de İsrailoğulları soyundandır. Kardeşine İsrailoğullarının peygamberlerinden birinin, yani Harun aleyhisselâmın ismi verilmiştir.’

376. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Onu yüce bir yere yükselttik” ayeti hakkında, “Ben, Miraçtayken dördüncü kat semada İdris aleyhisselâmı gördüm” buyurdu.
(Enes radıyallahu anh. Tirmizî)
‘Ayette yedi sema tabiri geçer. Yedi ayrı âlem demektir. Bu hadise göre, İdris aleyhisselâm dördüncü semada, beş hayat tabakasından birindedir.’

377. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, İsa aleyhisselâmın kırmızı çehreli olduğunu söylemedi. Ancak şunu söyledi:
“Ben bir keresinde uyumuştum. Rüyamda Kâbeyi tavaf ediyordum. O sırada düz saçlı, kumral benizli, başından su akar vaziyette, iki kişiye dayanıp ortalarında gitmekte olan birisini gördüm.
“Bu kim?” dedim.
“İsa!” dediler.
Bunun üzerine daha yakından görmek için ilerledim.
Kızıl, iri, kıvırcık saçlı, sağ gözü kör, gözü üzüm gibi pürtlek bir adam daha vardı.
“Bu kim?” dedim.
“Bu da, Deccal!” dediler.
(İbni Ömer radıyallahu anh. Buharî)

378. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Bana geçmiş peygamberler gösterildi. Musa aleyhisselâm ince yapılı bir erkekti. Sanki Şenue kabilesinden birine benziyordu. İsa aleyhisselâmı gördüm, ona en çok benzeyen Urve İbni Mesûd idi. İbrahim aleyhisselâmı gördüm, ona en çok benzeyen bendim. Cebrail aleyhisselâmı da gördüm, ona en çok benzeyen Dıhye İbni Halife idi.”
(Câbir radıyallahu anh. Müslim)
‘Allah, Miraç vesilesiyle Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemi bütün mülkünde gezdirmiş, azametli saltanatını göstermiş, peygamberleri tanıtmış, cenneti ve cehennemi göstermiş, sonra da bazı emirler vermiştir. Kâinatı yoktan yaratıp varlıkta tutan Allah Teala için sevgili peygamberini semalara çıkarıp gezdirmek elbette zor olmaz. Oluş biçimini yeteri kadar anlamasak da iman ederiz ki bu hadise olmuştur. Zira hem Kur’an’da, hem de hadislerde haber verilmiş. Miraç mucizesi Efendimizin en büyük mucizelerinden biridir. “Sözler” kitabında bu mesele harika bir surette izah edilmiştir, dileyen oradan okuyabilir.’

379. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Zekeriyya aleyhisselâm marangozdu.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim)

380. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“İsrailoğullarını peygamberler idare ediyordu. Bir peygamber ölünce, onun yerine ikinci bir peygamber geçiyordu. Benden sonra peygamber yok. Ardımdan birçok halifeler gelecek.”
Orada bulunanlar: “Bize bu konuda ne emredersiniz?” diye sordular.
“Önceki itaatinize sadakat gösterin. Onlara haklarını verin. Onlar üzerindeki haklarınızı Allah’tan isteyin. Allah, yönetilenlerin haklarını onlardan soracaktır” buyurdu.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)

381. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah hiçbir peygamber göndermedi ki koyun çobanlığı yapmamış olsun” buyurdu.
“Sen de mi, Ya Resûlullah?” diye sordular.
“Evet, ben de bir miktar ücret mukabili Mekkelilerin koyunlarını güttüm” diye cevap verdi.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)

382. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“İsa aleyhisselâm, hırsızlık yapan bir adam görmüştü. “Hırsızlık mı yaptın?” dedi.
Adam, “Asla! Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim” diye cevap verdi.
İsa aleyhisselâm, “Allah’a inandım, gözlerimi yalanladım!” dedi.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)
‘Allah adına edilen yemini kendi gözleminden üstün tuttu.’

383. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ben insanların, dünyada da, ahirette de İsa aleyhisselâma en yakın olanıyım. Benimle onun arasında başka peygamber yoktur. Peygamberler, anneleri ayrı, babaları bir kardeştirler. Dinleri de birdir.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)
‘Âdem aleyhisselâmdan beri bir tane din vardır. Bütün peygamberler insanları bu yola davet etmişlerdir. Farklılık bazı uygulamalardadır. Temsil de ne kadar güzel! Anne ayrı, baba bir kardeş… Tarlalar farklı da olsa tohum bir. Nerede ve ne zaman gelmiş olursak olalım biz biriz. Birimiz neysek hepimiz oyuz.’

384. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Benim Yunus aleyhisselâmdan hayırlı olduğumu söylemesi bir kul için uygun olmaz. Onun nesebi de babasınadır.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)

385. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Yunus aleyhisselâmın balığın karnındayken yaptığı dua şu idi: Lâilahe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn.” Bununla dua edip de cevap verilmeyen kimse yoktur.”
(Sa’d radıyallahu anh. Tirmizî) 
‘Bu duayı akşam ile yatsı namazları arasında otuz üç kere okumanın pek çok fazileti vardır. Meali şudur: Allahım! Senden başka ilâh yoktur, seni her çeşit kusurdan tenzih ederim. Ben kendine zulmedenlerden oldum.’

386. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Dâvud aleyhisselâma okuma işi kolaylaştırılmıştı. Böylece, hayvanının eyerlenmesini emreder, eyerleme işi bitene kadar okuması gerekeni okurdu. O, kendi el emeğiyle kazandığından başka bir şey yemezdi.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)
‘Dâvud aleyhisselâm demircilik yapar, saltanat sahibi olmasına rağmen el emeği göz nuruyla kazandıklarını yerdi.’

387. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Dâvud aleyhisselâmın dualarından biri de şuydu: “Allahım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameli istiyorum. Allahım! Senin sevgini kendimden, ailemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl.”
(Ebû Derda radıyallahu anh. Tirmizî)

388. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Hızır’a, yeşillik anlamında “Hızır” denilmesinin sebebi şudur: Otsuz, kuru bir yere oturmuştu. Onun ardı sıra o yer hemen yeşilleniverdi.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)

389. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“İki kadın vardı. Yanlarında iki de bebekleri vardı. Bir kurt gelerek bu bebeklerden birini kapıp kaçırdı.
Kadınlardan biri, öbürüne, “Kurt seninkini kaçırdı!” dedi.
Öbürü, “Hayır, seninkini alıp gitti!” dedi.
Dâvud aleyhisselâma dava açtılar. Dâvud aleyhisselâm, büyük kadın lehine hüküm verdi. Küçük, hükme razı olmayınca davayı Süleyman aleyhisselâma götürdüler.
Süleyman aleyhisselâm, “Bir bıçak getirin, bebeği ikiye böleyim, size birer parça vereyim!” diye hükmetti.
Küçük kadın, “Böyle yapma! Allah sana rahmet etsin! Bebek onundur!” dedi.
Süleyman aleyhisselâm, bu cevap üzerine bebeğin küçük kadına ait olduğuna hükmetti.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)
‘Süleyman aleyhissalam Dâvud aleyhisselâmın oğludur. Kendisi de babası gibi hem peygamber, hem de devlet başkanıdır. Gerçekten anne olan kadının bebeğin ölümüne razı olmayacağını bildiği için ortadan ikiye ayırma kararı vermiş, bu yolla hak sahibini ortaya çıkarmıştır.’

390. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Musa aleyhisselâm: “Ey Rabbim! Bizi de, kendini de cennetten çıkaran Âdem aleyhisselâmı bize bir göster!” diye niyazda bulundu.
Allah da Âdem aleyhisselâmı ona gösterdi.
Musa aleyhisselâm ona, “Sen babamız Âdem misin?” diye sordu.
Âdem aleyhisselâm, “Evet!” dedi.
“Yani sen, Allah’ın kendi ruhundan üflediği kimsesin. Sana bütün isimleri öğretti, meleklere emretti ve onlar da sana secde ettiler, öyle değil mi?”
“Evet!”
“Öyleyse sen niye bizi ve kendini cennetten çıkardın?”
“Peki sen kimsin?”
“Ben Musa’yım!”
“Yani sen, Allah’ın peygamberlik vererek seçkin kıldığı kimsesin. Sen İsrailoğullarının peygamberi, Allah’ın perde arkasından konuştuğu kişisin. Allah seninle kendi arasına yaratıklarından bir elçi de koymadı değil mi?”
“Evet!”
“Öyleyse sen, ben yaratılmadan önce bütün olup bitenlerin kader kitabında yazılmış olduğunu görmedin mi?”
“Evet!”
“Benden önce hükmü verilmiş bir konuda beni niye kınıyorsun?”
Böylece, Âdem aleyhisselâm, Musa aleyhisselâmı ilzam etti.”
(Hazreti Ömer radıyallahu anh. Ebû Dâvud)

391. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Peygamberlerden birini diğerine üstün kılmayın.”
(Ebû Said radıyallahu anh. Ebû Dâvud)
‘Bunun aksini yapmak edebe aykırıdır. Bu nevi hususlarda ayetler ve hadisler ne diyorsa onu dile getirmekle yetinmek gerekir. Nitekim, sıradaki iki hadis uygun davranış biçimini bize göstermektedir.’

392. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme bir adam gelip, “Ey yaratılmışların en hayırlısı!” diye hitap etmişti.
Resûlullah, “Bu söylediğin İbrahim aleyhisselâmın sıfatıdır” diyerek karşı çıktı.
(Enes radıyallahu anh. Müslim)

393. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Her peygamberin peygamberlerden dostları vardır. Benim dostum, atam ve Rabbimin dostu olan İbrahim aleyhisselâmdır” dedikten sonra şu ayeti okudu:
“İnsanların İbrahime en yakını, ona uyanlar, bu Peygamber ve onun gibi inananlardır. Allah da inananların dostudur.”
(İbni Mesûd radıyallahu anh. Tirmizî)

019. HAZRETİ MUHAMMED SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM…

‘Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek ismi olan “Muhammed” kelimesinin manası, “pek çok övülen, tekrar tekrar medhedilen”dir. Daha başka isimleri de vardır. İsmiyle birlikte söylenmesi gereken kelimelerin anlamı ise kısaca şudur: “Hazret” büyük birinin adı anılırken isminin önünde söylenen saygı sözüdür. “Cenab” kelimesiyle aynı manadadır. İsmin önüne “Hazreti” ya da “Hazret-i” şeklinde yazılır. “Sallallahu aleyhi ve sellem” ise, salavatın kısaltılmışıdır, “ona salât ve selâm olsun” demektir. “Salât” Efendimize rahmet duasıdır. “Selâm” kelimesinin sözlük anlamı “esenlik, barış, rahatlık, güven, iyilik” demektir. Bir Müslüman salavatı söylemekle Peygamberini kabul ve tasdik ettiğini ilan etmektedir. Bir nevi biattır, yani tabi olduğunu ikrar etmektir. Salavatın faydası bizedir. Bütün ümmetine şefaat edecek olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin manevi makamının yücelmesi ümmetinin her bir ferdini ilgilendirir. İsmi anılınca salavat getirmekle rahmet çeşmesine kabımızı uzatmış oluyoruz.’

394. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çok uzun boylu olmadığı gibi, kısa boylu da değildi, orta boylu bir insandı. Saçları kıvırcık da değildi, düz de değildi, dalgalıydı. Şişman değildi, yuvarlak yüzlü de değildi, yanakları uzuncaydı. Rengi kırmızıya çalan beyazdı. Gözleri siyah, kirpikleri uzundu.
Göğsünde göbeğine kadar inen kıldan bir hat vardı. El ve ayaklarının parmakları kalıncaydı. Eklem yerleri ve iki küreğinin birleşme yeri iriydi.
Bir tarafa dönünce bütün vücudunu çevirirdi. Yürüyünce, yamaçtan iniyormuşçasına öne meylederek yürürdü. İki omuzu arasında peygamberlik mührü vardı.
O, peygamberlerin sonuncusuydu. İnsanların en iyi kalplisi, en kahramanı ve en doğru sözlüsü idi. Ahlâk bakımından herkesten yüce, muaşeret yönüyle de en geçimlisi idi. Onu aniden gören heybetinden ürkerdi. Bilerek beraber olan candan severdi.
Onu tanımlayan şöyle derdi: “Ben ne ondan önce ne de ondan sonra onun gibisini görmedim!”
Çabuk konuşmazdı. Her işitenin anlayacağı şekilde tane tane konuşurdu.”
(Hazreti Ali radıyallahu anh. Tirmizî)

395. Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden daha güzelini hiç görmedim. Sanki güneş mübarek yüzlerinde yürüyor gibiydi. Yürürken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden daha hızlı yürüyen kimse de görmedim. Sanki yer onun ayağı altında dürülüyor gibiydi. Biz, onunla beraber yürürken kendimizi zorlardık.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî) 

396. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iki şey arasında özgür bırakılınca, günah olmadığı sürece, mutlaka kolay olanı tercih ederdi. Eğer iş günah olursa, ondan herkesten fazla uzak dururdu. Kendi nefsi için hiç intikam almaz, lâkin Allah’ın bir haramı çiğnendiğinde, Allah için derhal intikam alırdı.”
(Aişe radıyallahu anha. Buharî)

397. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların en iyisi, en cömerdi ve en yiğitiydi. Bir gece, Medine halkı genel bir korku yaşamıştı. Halk, sesin geldiği tarafa yöneldi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem herkesten önce o tarafa gitmiş, olayı araştırmış, geri dönüyordu. Onları yarı yolda karşıladı. Ebû Talha radıyallahu anhın koşumsuz atına binmişti. Boynunda kılıcı asılıydı. “Korkulacak bir şey yok, korkulacak bir şey yok” diyordu. Sonra, “Bu atı pek hızlı bulduk” dedi. Oysa o at ağır yürürdü.
(Enes radıyallahu anh. Buharî)

398. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem oturup konuştuğu zaman gözlerini sıklıkla gökyüzüne çevirirdi.
(Abdullah İbni Selâm radıyallahu anh. Ebû Dâvud)

399. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zikri çok yapar, yeteri kadar konuşur, namazı uzun hutbeyi kısa tutardı. Dul ve miskinlerle beraber yürümekten ar etmez, onların ihtiyaçlarını mutlaka yerine getirirdi.
(İbni Ebi Evfa radıyallahu anh. Nesaî)

400. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ellerinden daha yumuşak olan ne bir ipeğe ne de bir kadifeye dokundum. Onun kokusundan daha güzel ne bir misk ne de bir anber kokladım. Kırk yaşındayken kendisine vahiy geldi.
(Enes radıyallahu anh. Buharî)

401. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözleri gayet açık ve seçikti. İşiten herkes onu anlardı.
(Aişe radıyallahu anha. Ebû Dâvud)

402. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi dinledim, diyordu ki:
“Hakkımda, Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi aşırı övgülerde bulunmayın. Ben bir kulum. Benim için, “Allah’ın kulu ve elçisi, deyin.”
(Hazreti Ömer radıyallahu anh. Buharî)

403. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi berbere tıraş olurken gördüm. Sahabeleri etrafını çevirmişlerdi. Onun tek kılının bile yere düşmesini istemiyorlar, ellerine düşsün istiyorlardı.
(Enes radıyallahu anh. Müslim)

404. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme kırk yaşında vahiy indirildi. Bundan sonra on üç yıl kaldı. Sonra kendisine hicret emri verildi. Medine’ye hicret etti. Orada on yıl kaldıktan sonra vefat etti.
(İbni Abbas radıyallahu anh. Buharî)

405. Allah yolunda yaptığı savaşların dışında, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, eliyle ne bir kadına ne de bir hizmetçiye vurmamıştır.
(Aişe radıyallahu anha. Buharî)

406. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem altmış üç yaşında vefat etti. Hazreti Ebû Bekir radıyallahu anh altmış üç yaşında vefat etti. Hazreti Ömer radıyallahu anh da altmış üç yaşında vefat etti.
(Enes radıyallahu anh. Müslim)

407. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “İnsan nesillerinin en temizinden süzülerek geldim, içinde bulunduğum nesilde ortaya çıktım” buyurdu.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)

408. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah, İsmail aleyhisselâmın evlatları arasından Kinane’yi seçti, Kinane’den Kureyş’i seçti, Kureyş’ten Haşimiler’i seçti, Haşimiler’den de beni seçti.”
(Vâile radıyallahu anh. Müslim)

409. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Ya Resûlullah! Sana peygamberlik ne zaman verildi?” diye sordular.
“Âdem aleyhisselâm henüz ruhla beden arasındayken!” diye cevap verdi.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî)
‘İnsanları yaratmayı irade eden Allah, onların kaderlerini de tayin buyurmuş, Hazreti Muhammed sallalahu aleyhi ve sellemin peygamber olacağını kader kitabına yazdırmıştı. Hiçbir hadise tesadüfî olmadığı gibi onun peygamberliği de tesadüfî değildi. Bir ağaç dikilirken önce meyvesi düşünülür. Ağaçtan maksat meyvedir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ise insanlık ağacının, hatta varlık şeceresinin en mükemmel meyvesidir. İlk insan, yani genel manada “insan” yaratılırken önce onun en mükemmel ferdi tayin buyurulmuş, peygamberlik nimetiyle serfiraz edilmişti.’

410. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Rabbim! Onlar insanlardan nicelerini saptırırlar. Bundan sonra bana uyan, bendendir. Bana başkaldırana gelince, Sen günahları bağışlayıcısın, merhametlisin” ayetini, sonra da İsa aleyhisselâmın duası olan, “Onlara azap edersen, onlar senin kullarındır, onları bağışlarsan, sen üstün gücü olansın, her işini anlamlı gayeler gözeterek yapansın” ayetini okudu, ellerini kaldırdı, “Allahım! Ümmetim! Ümmetim!” diyerek ağladı.
Allah, “Ey Cebrail, Muhammed’e git! Niye ağladığını sor!” diye emretti.
Cebrail aleyhisselâm gelip niye ağladığını sordu. Sonra onun cevabını Allah’a bildirdi.
Bunun üzerine Allah, “Ey Cebrail! Muhammed’e git, “Seni ümmetin hususunda razı edeceğiz, asla kederlendirmeyeceğiz” de” buyurdu.
(İbni Amr radıyallahu anh. Müslim)

411. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Bana beş şey verildi ki benden önce onlar hiç kimseye verilmemiştir:
Bütün peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderildi, ben ise, kırmızı siyah bütün kavimlere gönderildim.
Benden önce, savaşta elde edilen mallar kimseye helâl olmadı, bana ise helâl kılındı.
Yeryüzü bana tertemiz kılındı ve mescit yapıldı. Namaz vakti nerede gelirse kişi orada namaz kılabilir.
Bir aylık uzaklıktaki düşmanın kalbine korku verilmekle bana yardım edildi.
Bana, şefaat etme yetkisi verildi.”
(Câbir radıyallahu anh. Buharî)

412. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ben kıyamet günü cennetin kapısına gelip açılmasını isterim. Cennetin kapıcısı olan Hazin isimli melek, “Sen kimsin?” diye seslenir. Ben, “Muhammed’im!” derim. Bunun üzerine, “Sana açıyorum. Senden önce hiç kimseye açmamam hususunda bana emir verildi!” der.”
(Enes radıyallahu anh. Müslim)

413. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Benim beş ismim vardır. Ben Muhammed’im. Ben Ahmed’im. Ben, Allah’ın benimle küfrü mahvettiği Mâhi’yim. Ben, insanların ayağı üzerinde dirilip toplanacağı Hâşir’im. Ben, kendinden sonra hiçbir peygamber gelmeyecek olan Akîb’im.”
(Cübeyr İbni Mut’im radıyallahu anh. Buharî)

414. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Her peygambere insanların inandıkları konularla ilgili bir mucize verilmiştir. Bana verilen mucize, vahiydir. Bunu bana Allah vahyetmiştir. Bu sebeple, diriliş günü, diğer peygamberlere nazaran izleyicileri en çok olan peygamberin ben olacağımı umuyorum.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)
‘Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin en büyük mucizesi Kur’an-ı Kerim’dir. Üstelik, Efendimizin vefatıyla sona ermeyen bir mucizedir bu.’

415. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“İbrahim, Allah’ın dostudur. Mûsa, Allah’ın kendisiyle konuştuğudur. İsa, Allah’ın kelimesi ve ruhudur. Âdem, Allah tarafından süzülüp seçilmiştir. Bunlar doğru.
Ben ise, Allah’ın habibiyim. Ama bununla övünmüyorum.
Diriliş gününde hamd sancağını ben taşıyacağım, yine övünme yok.
Kıyamet gününde ilk şefaat edecek olan, benim. Bu yetki ilk kez bana verilecektir, ama yine övünme yok.
Cennet kapısının halkasını ilk kımıldatacak olan, benim. Allah bana, cennet kapısını açıp, evvela beni ve benimle birlikte müminlerin fakirlerini oraya koyacaktır. Buna rağmen yine övünme yok.
(İbn Abbas radıyallahu anh. Tirmizî)

416. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Diriliş gününde ben, peygamberlerin lideri, hatipleri ve şefaat sahipleri olacağım, fakat övünme yok.”
(Ubeyy İbni Ka’b radıyallahu anh. Tirmizî)

417. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hasta haliyle halka hitap ederken, “Allah bir kuluna dünya ile yanındaki arasında tercih hakkı tanıdı, o da Allah’ın yanındakini tercih etti” buyurdu.
Bu söz üzerine Ebû Bekir radıyallahu anh ağlamaya başladı. “Ya Resûlullah! Annelerimiz, babalarımız sana feda olsunlar!” dedi.
Biz, “Bu ihtiyar adama ne oluyor da ağlıyor!” diye hayret ettik.
Meğer burada “tercih hakkı tanınan” Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemmış! Bunu en iyi anlayanımız da Ebû Bekir radıyallahu anh imiş.
(Enes radıyallahu anh. Buharî)

418. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kendisini ölüme götüren hastalığa yakalandığı zaman derdi ki:
“Ey Aişe! Ben Hayber kalesinde yediğim zehirli yemeğin acısını hep hissediyordum. İşte şimdi kalp damarımın kesildiğini hissettiğim anlar geldi.”
(Aişe radıyallahu anha Buharî)

020. PEYGAMBERİMİZ VE EHL-İ KİTAP...

‘Ehl-i Kitap, “Kitap ehli, kendilerine daha önce kitap verilenler” demektir. Bu terkip Kur’an’a özgü terimlerden biridir. “İlahî kitaplardan birine inanan” diye anlaşılmalıdır. Hazreti İsa veya Musa aleyhimesselâmdan birine ve bunlara gönderilen kitaplara inanan Yahudiler ve Hıristiyanlar kastedilmiştir. Gerek Tevrat, gerekse İncil okuyucuları son peygamberi bekliyorlardı. Kitaplarında haber verilmişti. Nitekim, son dönem âlimlerinden merhum Hüseyin-i Cisrî, daha önceki semavi kitaplarda, Peygamberimizden bahseden yüz on dört ibareyi bulmuş, Risale-i Hamidiye adlı kitabında göstermiştir. Kasdî bazı tahriflere ve tercümeler esnasındaki kayıplara rağmen Tevrat ve İncil kitaplarında bu kadar bulunuyor, demek kadim nüshalarda daha fazla varmış, diye hüküm verebiliriz. Evet, onun geleceğini onlar da biliyorlardı, ama her iki kitabın mensupları da son peygamberin kendi aralarından çıkmasını umuyorlardı. Bunlardan bazıları, Peygamberimiz gelince onun beklenen zat olduğunu hemen anlayıp iman etmiş, bazıları ise inatla inkâr yolunu seçmişlerdir. Kur’an diyor: “Kendilerine kitap verdiklerimiz, o Peygamberi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar!” Kitabullahın yanı sıra bu bölümdeki hadisler de meseleye yeteri kadar açıklık getirmektedir.’

419. Babam Ebû Talib şunu anlatmıştı:
Kureyş büyüklerinden bir grubla Şam’a gitmiştik. Muhammed ‘sallallahu aleyhi ve sellem’ de bizimle birlikteydi. Yolculuk esnasında, bir rahibin manastırının yakınında bir yere konakladık. Develerimizi çözmüştük ki rahip yanımıza geldi. Daha önceki gelişlerimizde yanımıza hiç uğramamıştı. Aramızda dolaşmaya başladı. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin elinden tuttu, “Bu, âlemlerin efendisidir!” dedi.
Kureyş büyükleri ona, “Bunu nereden biliyorsun?” diye sordular.
Rahip, “Ben onun özelliklerini bize indirilen kitapta okumuştum! Siz yaklaşırken bütün taşlar, ağaçlar ona secde ediyorlardı. Bu cansız şeyler ancak bir peygambere secde ederler ‘saygı gösterirler’. Onu ayrıca peygamberlik mührüyle de tanıyorum. Bu mühür omuz başına yakın bir yerde bulunur. Elma büyüklüğündedir” dedi.
Sonra bizden ayrıldı. Yemek hazırlayıp getirdi. Muhammed, o sırada develeri gözetliyordu. Yanımıza gelirken üzerinde ona gölge yapan bir bulut vardı. Yaklaşınca, halkın kendinden önce ağacın gölgesini kaptıklarını gördü. O da güneşte oturdu. Ağacın gölgesi onun üzerine meyletti, öbürleri güneşte kaldılar.
Rahip, “Bakın, ağacın gölgesi onun üzerine meyletti. Allah aşkına bu çocuğu Rum ülkesine götürmeyin! Götürürseniz, özelliklerine bakarak onu tanıyıp öldürürler” dedi.
O, bu hususta Allah’ın adını vererek onlara ricada bulunurken, yan tarafına bir göz attı. Manastırına doğru gelen yedi Rum gördü. Onları karşıladı, “Niye geldiniz?” dedi.
“Rahiplerimiz bize Araplar arasında çıkacak bir peygamberin bu ayda memleketimize doğru gelmekte olduğunu söylediler. Her yola bir grup insan çıkartıldı. Biz de senin yoluna gönderildik” dediler.
Rahip, “Sizden daha hayırlı birini geride bıraktınız mı?” dedi.
Onlar, “O şahsın senin yolunun üzerinde olduğu bize haber verildi!” dediler.
Rahip, “Ne dersiniz, Allah bir işi yapmak isterse insanlardan onu geri çevirebilecek biri var mı” diye sordu.
Onlar, “Hayır!” dediler.
Rahip, “Öyleyse şu kimseye biat edin. Zira bu, gerçek peygamberdir” dedi.
Onlar da ona biat ettiler. Rahiple birlikte orada kaldılar. Sonra rahip bize döndü, “Allah için söyleyin, bunun velîsi kim?” dedi.
Beni göstererek, “Şu” dediler.
Rahip bana hususi şekilde, geri dönmemiz için ricada bulundu. Ben de onu geri çevirdim. Rahip ona kek ve zeytinyağından azık koydu.
(Hazreti Ali radıyallahu anh. Tirmizî)

420. Bana Ebû Süfyan İbni Harb anlattı:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle aramızda barış olduğu bir sırada Şam’a gitmiştim. Ben oradayken, Herakliyus’a, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden bir mektup getirildi. Mektubu Dıhye getirmişti. Onu Busra emirine teslim etti. O da, Rum ‘Bizans’ kralı Herakliyus’a ulaştırdı.
Herakliyus, “Peygamber olduğunu zanneden şu adamın kavminden buralarda birileri var mı?” diye sordu.
“Evet var!” dediler. Ben, Kureyş kabilesinden bir grupla birlikte çağırıldım. Yanına girdik. Bizi önüne oturttu.
“Ona soy bakımından en yakın olan kimdir?” dedi.
“Benim!” dedim.
Bunun üzerine beni, arkadaşlarım arkamda kalacak şekilde önüne oturttu. Sonra tercümanını getirtti.
“Şunlara söyle, ben buna, o peygamber olduğunu zanneden kimse hakkında sorular soracağım. Eğer cevaplarında bana yalan söylemeye kalkarsa, onu yalanlasınlar!” dedi.
Vallahi, eğer yalanımın bana zarar vereceğinden korkmasaydım cevap verirken yalan söylerdim.
Sonra Herakliyus, tercümanına, “Sor şuna! O zâtın aranızdaki soyu nasıldır?” dedi.
Ben, “O, aramızda asil bir soya sahiptir” dedim.
“Onun ataları arasında kral var mı?” diye sordu.
“Yok!” dedim.
“Siz onu bu iddiasından önce hiç yalanla itham ettiniz mi?” dedi.
Ben, “Hayır!” dedim.
“Ona insanların ileri gelenleri mi tabi oluyor, zayıfları mı? dedi.
“Zayıfları!” dedim.
“Artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?” dedi.
Ben, “Eksilmiyorlar, artıyorlar” dedim.
“Dine girdikten sonra hoşnutsuzluk duyup dönen oldu mu?” dedi.
“Hayır!” dedim.
“Onunla hiç savaştınız mı?” dedi.
Ben, “Evet!” dedim.
“Onunla savaşınız nasıl oldu?” dedi.
“Nöbetleşe oldu. O bize karşı kazandı, biz de ona karşı kazandık!” dedim.
“Verdiği sözden caydığı oldu mu?” dedi.
“Hayır! Ancak, aramızda bir barış var, bu esnada ne yapacak bilmiyoruz!” dedim.
Vallahi, o konuşmamız esnasında aleyhinde bundan başka bir şey söyleme imkânı bulamadım.
Herakliyus sormaya devam etti, “Muhammed’den önce bu sözü söyleyen bir başkası var mıydı?” dedi.
“Hayır!” dedim.
Bunun üzerine tercümanına, “Söyle ona! Ben sana soyunu sordum, sen onun asil biri olduğunu söyledin. İşte peygamberler de böyledir, hep kavimleri arasında soyu güzel olanlardan gönderilirler.
Ben sana “Ataları içinde kral var mı?” diye sordum, “Yok!” dedin. Ataları arasında bir kral bulunsaydı, bu atalarının hâkimiyetini arayan bir adam diyecektim.
Ben, “Cemiyetin zayıf takımı mı yoksa ileri gelenleri mi?” diye ona uyanları sordum. Sen, “Zayıflar!” dedin. Peygamberlere uyanlar işte bunlardır.
Ben sana, “Bu iddiasından önce onu hiç yalancılıkla suçladınız mı?” diye sordum. Sen, “Hayır!” dedin. Böylece anladım ki o, ne insanlara, ne de Allah’a yalan söyleyecek biri değildir.
Ben sana, “Dine girdikten sonra hoşnut olmayarak dönen oldu mu?” diye sordum. Sen, “Hayır!” dedin. İman böyledir, onun neşesi kalplere bir girdi mi bir daha solmaz.
Ben sana, “Onlar artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?” diye sordum. Sen, “Artıyorlar” dedin. İman işi böyledir, tamamlanıncaya kadar artarlar.
Ben sana, “Onlarla savaştınız mı?” diye sordum. Sen, savaştığınızı, savaşın aranızda nöbetleşe olduğunu, onların sizi, sizin de onları yendiğinizi söyledin. Peygamberler de böyledir, sınanırlar, en sonunda galip gelirler.
Ben, sana “Verdiği sözden döndüğü olur mu?” dedim. Sen, olmadığını söyledin. Peygamberler de böyledir, sözlerinden dönmezler.
Ben, “Bu davayı ondan önce güden oldu mu?” diye sordum. Sen, “Hayır!” dedin. Eğer bu sözü ondan önce biri söylemiş olsaydı, “Bu adam, kendinden önce söylenmiş bir sözü tamamlamaya çalışan birisi” diyecektim.”
Herakliyus, “Size ne emrediyor?” diye bir soru daha sordu.
Biz, “Namaz kılmamızı, zekat vermemizi, akraba haklarını gözetmemizi, iffetli davranmamızı” dedik.
Bunun üzerine, Herakliyus dedi ki: “Söylediklerin gerçekse o bir peygamberdir! Ben onun çıkacağını biliyordum. Ancak, sizin aranızdan çıkacağını zannetmiyordum. Eğer, ona kavuşabileceğimden emin olsam karşılaşmayı çok isterdim. Yanında olsaydım ayaklarına su dökerdim. Onun hakimiyeti, ayaklarımın altında olan şu bölgelere kadar uzanacaktır.
Sonra, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mektubunu getirtip okuttu. Şöyle diyordu:
“Bismillâhirrahmanirrahim. Allah’ın Resulü Muhammed’den Rum’un büyüğü Herakliyus’a. Selâm hidayete tabi olanlara olsun. Bundan sonra: Seni İslâm’a çağırıyorum. İslâm’a gir, selâmeti bul! Allah da ecrini iki kat versin. Yüz çevirirsen, bütün halkının günahı senin üzerine olsun. “Ey kendilerine kitap verilenler! Sizinle bizim aramızda olan şu ortak söze gelin: Allah’tan başka ilâh tanımayalım. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim.”
Mektubun okunuşu tamamlanınca, kralın yanında sesler yükseldi. Bize emretti, çıkartıldık.
Ben arkadaşlarıma, “Muhammed’in işi ciddi. Rumların kralı ondan korkuyor!” dedim. Allah bana İslâm’ı nasip edinceye kadar onun galip geleceği inancını içimde taşıdım.
Herakliyus, ileri gelen cemaatini davet etti. Kendisine ait sarayların birinde toplandılar. Onlara, “Ey Rum cemaati! Ebedî bir kurtuluşunuz ve şu saltanatınızın kalıcı olması hususunda ne dersiniz?” dedi.
Bunun üzerine, vahşi eşekler gibi ürküp hep birden kapılara koştular. Fakat bütün kapılar kapatılmıştı.
Herakliyus onları geri çağırdı. “Ben sizin dindeki sağlamlığınızı sınadım. Sizde gördüğüm durum hoşuma gitti!” dedi.
Bunun üzerine, ona secde ettiler ve ondan razı oldular.
İbni Abbas radıyallahu anh. Buharî
‘Herakliyus, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin peygamber olduğunu anladı, tasdik de etti, fakat tâbilerinin tepkisi üzerine geri adım attı, inancını açıklamadı. Halkının tepkisini görmek istedi, saltanatının tehlikede olduğunu görünce lâfı çevirdi, kendini kurtardı!’

421. Habeşistan kralı Necaşi demişti ki:
“Ben şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın Resûlüdür. O, İsa aleyhisselâmın geleceğini müjdelediği zattır. Eğer ben, şu saltanatın başında olmasaydım ve üzerimdeki insanlarla ilgili yük bulunmasaydı onun ayakkabılarını taşımak üzere yanına giderdim.”
(Ebû Musa radıyallahu anh. Ebû Dâvud)
‘Necaşi vefat edince, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, mucize olarak aynı gün haber vermiş, onun için gıyaben cenaze namazı kılmıştır.’

422. Hayber fethedildiği zaman, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme zehir katılmış bir koyun eti hediye edildi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Yahudilere, “Bu koyuna zehir koydunuz mu, koymadınız mı?” dedi.
“Evet, koyduk!” dediler.
“Bunu niye yaptınız?” buyurdu.
“Yalancıysan senden kurtulmayı arzu ettik. Hakiki bir peygambersen, bu zehir sana asla zarar vermez!” dediler.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)
‘Bu hadise de mucizelerden biridir. Cebrail aleyhisselâm gelip zehri haber vermiş, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de onları sorguya çekmiştir. Efendimizin binden ziyade mucizesi vardır ki bunların pek az bir kısmı bir sonraki bölümde gösterilecektir.

Önceki bölüm için tıklayınız.

Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri – IV

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kâmil İman Sahiplerinde Havf ve Recâ Örnekleri

ALLAH KORKUSU, HAVF VE RECA İLE İLGİLİ ÖRNEKLER Îmanda kemâle eren mü’minlerin fârik vasıflarından biri …

Kapat