Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / “Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” – VI

“Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” – VI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” Kitabı – 6

Yazar: Ömer SEVİNÇGÜL

BÖLÜM 021-025

021. MUCİZELERİ…

‘Mucize, insanların yapamadığı harika, insanın benzerini yapmakta aciz kaldığı iş ya da eserdir. Fevkalade hâdiseler üç kısımdır: Mucize, keramet ve istidrac. Bunlar,  dıştan bakılınca birbirine benzer, ama hükümleri ayrı ayrıdır. İman sahibi olmayan birinin harikulade bir iş yapmasına “istidrac” denir. Bu harika iş, peygamberlik davası gütmeyen şahıstan sudur ederse “keramet” adını alır. Peygamberlik davası güden birinde görülürse “mucize” olur. Meselâ, münafık bir şahsın, kısa zamanda akıl almaz derecede başarılar kazanıp, büyük bir devletin dizginini eline geçirmesi bir istidractır. Geylani Hazretlerinin tavuk kemiklerine “Allah’ın izniyle kalk!” demesi ve kemiklerin tavuk olup sahandan fırlaması bir keramettir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin parmak işaretiyle ayın iki parça olması bir mucizedir. Efendimiz binlerce mucize göstermiştir. Bu bölümde bunlardan bazıları gösterilmiş, bir sonraki bölümde duasının kabulü ve gaybdan haber vermesiyle ilgili hadislere yer verilmiş, sonra da “ayın ikiye yarılması” ve “miraç” mucizeleri nakledilmiştir. Peygamber, risaletini ispat ve ümmetinin imanını takviye etmek için mucize gösterir. Peygamber eliyle meydana gelen her bir mucize Allah tarafından yaratılmaktadır.  Onun sonsuz ilmi, iradesi ve kudreti nazara alınmalı ki akıl “Böyle de olur mi ki!” diye itiraza imkân bulamasın. Kaldı ki, kâinat sayısız mucizelerle doludur. Bir çekirdekten koca ağacın, bir yumurtadan sanatlı bir kuşun, bir damla sıvıdan insanın yaratılması ve daha nice hâdiseler birer mucizedir. İmanla bakan göz bu nevi mucizeleri her yerde görebilir.’

423. Bir gün, elimde birkaç hurma olduğu hâlde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldim, “Ya Resûlullah, şunlara bereket için dua ediverin!” dedim.
Onları bir araya getirip bereketi için dua etti. Sonra, “Bunları al, şu kaba koy. Ne zaman istersen elini daldırıp al. Sakın, içindekileri döküp dağıtma!” buyurdu.
Ben de öyle yaptım. Bu hurmadan bolca sadaka verdim. Hem kendimiz yedik, hem de başkalarına ikram ettik. Onu yanımdan ayırmazdım. Bu durum Hazreti Osman radıyallahu anhın şehit edilme zamanına kadar sürdü.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî)

424. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle beraber bir seferdeydik. Yiyeceğimiz tükenmişti. Bazı insanlar yemek için bineklerini kesmek istediler.
Hazreti Ömer radıyallahu anh, “Ya Resûlullah! Ben cemaatin geri kalan yiyeceklerini toplasam da sen bereket duası etsen!” dedi.
Buğdayı olan buğdayını, hurması olan hurmasını, çekirdeği olan da çekirdeğini getirdi. Resûlullah bereket duası etti, yiyecekler bereketlendi. Herkes kabını doldurdu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve ben Onun Resulüyüm. Bu iki hususta şüpheye düşmeden Allah’a kavuşan kimse cennete gidecektir” buyurdu.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim)

425. Medine kuşatması sırasında hendek kazıyorduk. Resûlullah çok acıkmıştı. Hanımıma, “Yiyecek var mı? Resûlullahı çok aç gördüm” dedim. İçinde iki üç kilo kadar arpa bulunan bir torba çıkardı. Bir de koyunumuz vardı. Hanımım onu kesti. Arpayı öğüttü. Ben işimi bitirinceye kadar o da işini bitirdi. Koyunu parçalara ayırdım. Hanımım, “Sakın beni Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme karşı mahcup etme!” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına döndüm. “Ya Resûlullah! Bir koyun kestik. İki üç kilo kadar da arpa öğüttük. Siz ve yanınızdakiler bize buyurun!” dedim.
Resûlullah yüksek sesle, “Ey Hendek halkı! Câbir size ziyafet hazırlamış! Haydi buyurun!” diye seslendi.
Bana da, “Ben gelinceye kadar tencereyi ocaktan indirmeyin, hamurunuzu ekmek yapmayın!” buyurdu.
Eve döndüm. Hanımım bana, “Yaptığını gördün mü! Beni mahcup edeceksin!” dedi.
Ben de ona, “Senin söylediğini yaptım” dedim.
Öbürlerinden önce Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geldi. Hamur ve et için bereket duası etti. Sonra hanımıma, “Ekmek yapacak bir kadın çağır, seninle ekmek yapsın! Tencereyi ocaktan indirme, eti kepçeyle al!” buyurdu.
Gelenler bin kişi kadardı. Vallahi, hepsi de yedi, doydu, sofradan ayrıldı. Tenceredeki yemek nasılsa öyle kaldı. Hamurumuz da hiç eksilmedi.
(Câbir radıyallahu anh. Buharî)

426. Hudeybiye günü insanlar susadı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldiler. Onun önünde bir su kabı vardı. Abdest aldı. İnsanlar ona yaklaştılar. Bunun üzerine, “Neyiniz var?” diye sordu.
“Abdest almak ve içmek için önünüzdekinden başka suyumuz kalmadı!” dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ellerini kaba koydu. Parmaklarının arasından su kaynamaya başladı, tıpkı pınar gözelerinin kaynaması gibiydi. Hepimiz ondan içtik. Biz, bin beş yüz kişiydik, ama yüz bin kişi de olsak o su yetecekti!
(Câbir radıyallahu anh. Buharî)

427. Biz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mucizelerini bereket sayardık, siz bir korkutma vesilesi sayıyorsunuz.
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle birlikte bir seferde bulunuyorduk. Suyumuz azaldı.
“Bana biraz su bulun!” buyurdu.
İçinde azıcık su bulunan bir kap getirdiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem elini içine daldırdı, “Haydi temiz ve bereketli suya gelin. Bereket Allah’tandır!” buyurdu.
Vallahi, parmaklarının arasından suyun kaynadığını gördüm.
Vallahi biz, yenmekte olan yemeğin tesbihini işitirdik.
(İbni Mesûd radıyallahu anh. Buharî)
‘Siz korkutma vesilesi sayıyorsunuz, yani bir peygamber mucize gösterir de insanlar inanmazsa hemen arkasından musibetler gelir, helak oluruz diye düşünüyorsunuz. İnsanların böyle düşünmelerinin sebebi, eski kavimlerin başlarına gelenlerdir. Gerçekten de o kavmin peygamberi mucize gösterir de onlar inanmazlarsa helak edilirlerdi. Mucizenin ardından helâk gelirdi.’

428. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi ikindi vakti gördüm. Halk abdest alacak su aradı, bulamadı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme abdest suyu getirildi. Elini içine koydu, insanlara ondan abdest almalarını emretti. Su parmaklarının altında kaynıyordu. Halk, en sonuncuya varıncaya kadar abdestini aldı.
(Enes radıyallahu anh. Buharî)

429. Bir bedevi geldi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Senin peygamber olduğunu ne ile bileyim?” dedi.
“Hurma ağacından şu salkımı çağırmamla. O, benim peygamber olduğuma tanıklık eder!” dedi.
Onu çağırdı. Salkım, ağaçtan inmeye başladı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına düştü, “Sana selâm olsun Ya Resûlullah!” dedi.
Sonra, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona, “Haydi yerine dön!” dedi. Salkım yerine döndü, eski yerine bitişti.
Bunu gören bedevi Müslüman oldu.
(İbni Abbas radıyallahu anh. Tirmizî)
‘Sınırsız ilmi, iradesi ve kudreti olan Allah, şu kâinatı ve içindekileri yoktan var etti ve emri altında tutuyor. Her hadise onun emir ve iradesiyle vücuda geliyor. Cansızlar, bitkiler, hayvanlar, hasılı her mahluk onu dinler, itaat eder. İnsanların Rabbi olan Allah, elçisini teyit ve tasdik için bazı kanunlarını yürürlükten kaldırıyor, insan gücünü aşan, alışılmamış olaylar meydana getiriyorsa buna niye şaşmalı! Üstelik, şu mucizelere binlerce sahabe şahit olmuş, içlerinden bazıları naklediyorlar. Yalana tenezzül etmez, hak ve hakikat için canlarını vermekten çekinmez sadık insanlar ittifakla haber veriyorlar ki şurada sıralanan mucizeler vaki oldu. Hangi tarihi hadise var ki bu kadar şahidi bulunsun. Burada zikredilen hâdiseler senetli, belgeli tarihi hakikatlerdir, sahih kitaplara geçmiş, yüz binlerce âlim tarafından tasdik edilmiştir.’

430. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, mescitte bir hurma kütüğüne dayanarak konuşurdu. Ona bir minber yaptılar. Onun üzerinde hitap etmeye başladı.
Bunun üzerine, hurma kütüğü deve iniltisi gibi ses çıkararak ağlamaya başladı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem minberden indi, kütüğün yanına geldi, onu sıvazlayıp okşadı. Kütük de inlemeyi bıraktı, sakinleşti.
(Enes radıyallahu anh. Tirmizî)

431. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin karşısına çıkan her ağaç, her dağ ona selâm veriyor, “Allah’ın selâmı üzerine olsun Ya Resûlullah!” diyorlardı.
(Hazreti Ali radıyallahu anh. Tirmizî)
‘Dağ konuşur mu? Allah dilerse niçin konuşmasın! Her varlığın vekil melekleri vardır, vekalet ettikleri mahluklar namına tesbih ederler. Bu melekler o mahlukların ruhları hükmündedir. Boş, hayatsız sanılan dağlar, ovalar Rabbimizin kullarıyla doludur.’

432. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Dün akşam, cinlerden bir ifrit namazımı bozdurmak için bana saldırdı. Allah imkân verdi, onu altettim, boğazından yakaladım. Sabah olunca hepinizin görmesi için mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. Ancak, kardeşim Süleyman aleyhisselâmın şu sözünü hatırlayınca serbest bıraktım:
“Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimselere nasip olmayacak bir hâkimiyet ver.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)
‘Cinlerin dumansız bir ateşten yaratıldıkları ayetlerle sabittir. Surelerden birinin adı Cin suresidir. Cinler, göz ile görülemeyen ruhani varlıklardır. Zekidirler, nefis sahibidirler. İnsanlardan önce yaratılıp imtihana tabi tutulmuşlardır. Nesilleri şimdi de devam etmektedir. Peygamberimiz onların da peygamberidir. Müslümanları da vardır, kâfirleri de. Cinlerin de hayvanlar gibi bazı türleri bulunur. İfritler cinlerin güçlü, azgın ve tehlikeli kısmındandır.’

433. “Ya Resûlullah! Uhud gazasından daha kötü bir gün yaşadın mı?” diye sordum.
“Senin kavmin bana çok çektirdi! Onlardan en kötü hâl Akabe günü başıma geldi. Nüfuzlu bir adamdan korunma istemiştim, ama o olumlu bir cevap vermemişti. Üzgün bir hâlde yürümeye başladım. Baktım, bir bulut bana gölge yapıyor. Bulutun içinde de Cebrail aleyhisselâm! Bana, “Allah, kavminin sana neler söylediğini, seni nasıl reddettiğini işitti. Sana Dağlar Meleğini gönderdi. Kavmin hakkında ne dilersen ona emret!” dedi. Dağlar Meleği de bana selâm verdikten sonra, “Ey Muhammed! Ne dilersen emret, yapayım! İstersen iki tepeyi üzerlerine kapayayım!” dedi.
“Hayır! Onların soyundan, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın Allah’a kulluk edecek kimseler yaratmasını dilerim” dedim.”
Aişe radıyallahu anha. Buharî
‘Melekler nurdan yaratılmış, normal gözle görülemeyen varlıklardır. İmtihana tabi olmadıkları için makamları sabittir. İradeleri yok hükmündedir. Yalnız ilahî  emirlere itaat ederler. Daima hayır işler, sadece vazifelerini yaparlar. Verilen emrin dışına asla çıkmazlar. Kötülük yapmaya kabiliyetleri yoktur. Meleklerin de kendi aralarında nice türleri vardır. Dört büyük melek onların peygamberleri mesabesindedir. Canlı ya da cansız her varlık için tayin edilen vekil melekler vardır. “Melek-ül Cibal” yani “Dağlar meleği” de bunlardandır.’

434. Resûlullah namaz kılarken, Ebû Cehil boynuna basmak üzere yaklaştı. Fakat birdenbire geri döndü. Ellerini siper ederek kendini korumaya çalışıyordu.
“Ne oldu sana?” dediler.
“Benimle onun arasında ateşten bir hendek, korkunç bir şey ve bir takım kanatlar var!” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Bana yaklaşsaydı melekler onu paramparça edeceklerdi!” buyurdu.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)

435. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir gaza sırasında başından geçen şu olayı anlattı:
“Ben uyurken yanıma bir adam geldi. Kılıcımı asılı yerinden aldı. Hemen uyandım. Adam tepemde dikilmişti. Elinde kınından sıyrılmış kılıç vardı. “Seni benden kim kurtarabilir?” dedi. “Allah!” dedim. Derhal kılıcı kınına soktu. İşte o, şu oturan adamdır!”
Resûlullah adamdan intikam almadı. Bu adam kavminin lideriydi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem affedince, adamlarının yanına döndü.
Ayrılırken, “Vallahi size karşı savaşanlarla beraber olmayacağım!” diye yemin etti.
Câbir radıyallahu anh. Buharî
‘Efendimizin mucizelerinden biri de korunuyor olmasıdır. Şu hadise bu nevi mucizelerden biridir.’

022. DUASININ KABULÜ VE GAYBDAN HABER VERMESİ…

‘Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin dua hususunda da mucizeleri vardır. Dua etmiş, duası derhal kabul buyurulmuş, risaleti bu nevi mucizelerle de teyit edilmiştir… Bu bölümdeki mucizelerden bir kısmı da gaybdan haber vermesiyle ilgilidir. Gayb, dış duyularla hissedilemeyen, gözlem alanına girmeyen demektir. Gaybı Allah’tan başkası bilemez, fakat Allah bildirirse başkaları da bilebilir. Resûlüne bildirmiş, o da insanlara söylemiştir. Bu da onun risaletine, nübüvvetine, peygamberliğine bir delil olmuştur. Onun gaybi haberleri burada nakledilenlerden ibaret değildir, ileriki bölümlerde, bilhassa ahirzamanla ilgili sayfalarda daha başkaları da gelecektir.’

436. Ben, putlara tapmayı sürdüren annemi İslâm’a davet ediyordum, fakat o kabul etmiyordu. Bir gün yine davette bulunmuştum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hakkında hoşuma gitmeyen sözler söyledi. Ağlayarak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına vardım.
“Niye ağlıyorsun?” diye sordu.
“Ya Resûlullah! Annemi İslâm’a davet ediyordum, kabul etmiyordu. Bugün de davet ettim. Bu sefer sizin hakkınızda hoşuma gitmeyen sözler söyledi. Anneme hidayet vermesi için dua edin!” dedim.
Bu talebim üzerine, “Allahım! Ebû Hureyre’nin annesine hidayet eyle” diye dua etti.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin duasına sevinerek huzurundan ayrıldım. Eve geldim. Kapı kapalıydı. Annem ayak seslerimi işitti. “Ebû Hureyre! Biraz bekle!” diye seslendi.
Bir su şırıltısı işittim. Yıkanıyordu. Biraz sonra kapıyı açtı. “Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve şahadet ederim ki Muhammed Allah’ın Resulüdür!” dedi.
Ben hemen Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme döndüm. Bu kez sevinçten ağlıyordum. “Ya Resûlullah! Müjde! Allah duanızı kabul buyurdu. Anneme hidayet nasip etti!” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’a hamd etti ve güzel sözler söyledi.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim)

437. Babam bir Yahudiye olan borcunu ödeyemeden ölmüştü. Borcu ödemek için adamdan biraz süre istedim, ama adam borcu ertelemedi. Ben de Resûlullahın yanına gidip yardım istedim. Resûlullah, alacaklıya bir hurma bahçesinin meyvesini teklif etti, ama o kabul etmedi.
Bunun üzerine, Resûlullah hurma bahçesine girdi, biraz yürüdü. Bana, “Hurmayı topla, ona borcunu öde!” buyurdu.
Meyveleri topladım, borcumu ödedim. Verdiğimin yarısı kadar hurma da bana kaldı. Durumu bildirmek üzere Resûlullahın yanına gittim.
İkindi namazını kılıyordu. Namazı bitince artanı haber verdi. “Bunu Ömer’e anlat!” buyurdu. Gidip söyledim.
Hazreti Ömer radıyallahu anh, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bahçenin içinde yürüyünce hurmanın bereketleneceğini anlamıştım” dedi.
(Câbir radıyallahu anh. Buharî)

438. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kâbe’nin yanında namaz kılıyordu. Ebû Cehil ve arkadaşları da orada oturuyorlardı. Bir gün önce bir deve kesilmişti.
Ebû Cehil, arkadaşlarına, “Kim, devenin işkembesini getirip, secde sırasında Muhammed’in omuzları arasına bırakacak?” dedi. Oradakilerin en bedbahtı söyleneni yaptı! Buna kahkahalarla gülmekten birbirlerinin üzerine devrildiler.
Ben, ayakta durmuş onlara bakıyordum. Eğer bir destekçim olsaydı onu sırtından atardım. Resûlullah secdeden başını kaldırmamıştı.
Derken, biri kalkıp Hazreti Fatıma radıyallahu anhaya haber verdi. O, henüz küçük bir kızcağızdı. Geldi, işkembeyi sırtından yere attı. Sonra da onlara hakaretler savurdu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, namazını tamamladıktan sonra hepsine beddua etti. Resûlullah dua etti mi üç kere tekrar ederdi, bir şey isteyince de üç kere isterdi.
“Allahım, Kureyş kabilesini sana havale ediyorum!” dedi. Bu sözünü üç kez tekrarladı.
Resûlullah’ın sesini işitince gülmeyi kestiler. Korkuya kapıldılar.
Resûlullah devam etti, “Allahım! Ebû Cehil İbni Hişam, Utbe İbni Rebia, Şeybe İbni Rebia, Velid İbni Utbe, Ümeyye İbni Halef ve Utbe İbni Ebi Muayt’ın helaklerini sana havale ediyorum!” dedi. Bir isim daha söylemişti ama onu unuttum.
Muhammed’i hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, Resûlullah’ın adlarını söylediği adamların hepsi Bedir gazasında öldüler. Sürüklenip Bedir kuyusuna atıldılar.
(İbni Mesûd radıyallahu anh. Buharî)

439. İnsanlar kıtlık çekiyorlardı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir cuma günü hutbe verirken, bir bedevi kalkıp, “Ya Resûlullah, malımız helak oldu, ailemiz aç kaldı, bizim için Allah’a dua ediver!” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dua etmek üzere ellerini kaldırdı. Biz gökte bulut göremiyorduk. Nefsim elinde olan zâta yemin ederim ki, daha ellerini indirmeden, gökte dağlar gibi bulutlar peyda oldu. Derken daha minberden inmeden sakalından yağmur damlaları dökülmeye başladı. O gün başlayan yağmur ertesi güne kadar yağmaya devam etti. Daha sonraki günde de yağdı, onu takip eden günde de yağdı, hatta bir sonraki cumaya kadar yağış devam etti.
Sonunda, o bedevi ya da bir başkası kalkıp, “Ya Resûlullah! Binalarımız yıkıldı, mallarımız boğuldu, bizim için Allah’a dua ediver de yağmur kesilsin!” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ellerini kaldırıp, “Allahım, etrafımıza yağsın, üzerimize değil! Allahım, dağlara, tepelere, vadilere, ağaç biten yerlere yağsın!” dedi.
Bu duadan sonra bulut hemen çekildi, biz de çıkıp güneşte yürüdük.
(Enes radıyallahu anh. Buharî)

440. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize sabah namazını kıldırdıktan sonra minbere çıktı. Öğle vakti girinceye kadar konuştu. Sonra, inip namaz kıldı. Tekrar minbere çıkıp ikindi vakti girinceye kadar konuştu. İnip ikindiyi kıldı, sonra tekrar çıktı, güneş batıncaya kadar konuştu. Bu konuşmalarda Kıyamet gününe kadar olacak olayları bize haber verdi. Bunları en iyi bilenimiz, en belleyişli olanımızdır.
(Amr İbni Ahtab radıyallahu anh. Müslim)

441. Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanındayken bir adam geldi, fakirlikten şikayet etti. Derken, biri daha gelip, o da yol kesilmesinden şikayet etti.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana, “Ey Adiyy, sen Hire şehrini gördün mü?” diye sordu.
“Hayır görmedim, ancak işittim!” dedim.
“Eğer ömrün biraz uzarsa, devesine binen bir kadının Hire’den kalkıp Kâbe’yi tavaf edeceğini mutlaka göreceksin. O bu seyahatini yaparken Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak!” buyurdu.
Kendi kendime, “Memlekete dehşet saçan Tayy eşkiyaları nereye gidecek?” dedim.
Resûlullah sözlerine devam etti, “Eğer ömrün olursa Kisra’nın hazinelerinin de fethedildiğini göreceksin!” buyurdu.
“Kisra İbni Hürmüz mü?” diye sordum.
“Evet, İbni Hürmüz olan Kisra! Eğer ömrün uzun olursa mutlaka göreceksin. Kişi, eli altın ya da gümüşle dolu olarak çıkacak, onu kabul edecek adam bulamayacak. Gün gelecek arada bir perde olmaksızın Allah’a kavuşacaksınız. O zaman Allah, “Sana bilgi veren bir peygamber göndermedim mi?” diye soracak. Muhatabı, “Evet gönderdin!” diyecek. Allah, “Ben sana mal vermedim mi, ikram etmedim mi?” diye soracak. Kul, “Evet! Ey Rabbim, verdin!” deyip sağına bakacak cehennemden başka bir şey görmeyecek, soluna bakacak cehennemden başka bir şey görmeyecek.”
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle söylediğini de işittim:
“Bir hurmanın yarısı da olsa onu sadaka olarak vermek suretiyle ateşten korunun! Kim yarım hurma bulamazsa güzel bir sözle korunsun!”
Ben Hire’den kalkıp Beytullah’ı tavaf eden ve Allah’tan başka kimseden korkmayan yaşlı kadını gördüm. Kisra İbni Hürmüz’ün hazinelerini fethedenler arasında ben de bulundum. Eğer sizlerin ömrü uzun olursa mutlaka, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şu söylediğini de göreceksiniz: “Kişi, eli altın veya gümüşle dolu olarak çıkacak, onu kabul edecek adam bulamayacak.”
(Adiyy İbni Hatim radıyallahu anh. Buharî)

442. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“İran hükümdarı Kisra ölünce ondan sonra başka Kisra gelmeyecek. Rum hükümdarı Kayser öldü mü ondan sonra Kayser olmayacak. Nefsimi kudret elinde tutan Zâta yemin olsun, siz her ikisinin de hazinelerini Allah yolunda harcayacaksınız.”
(Câbir İbni Semûre radıyallahu anh. Buharî)

443. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Siz, gözleri küçük, yüzleri ablak bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmayacak. Onların gözleri çekirge gözleri gibi olup yüzleri derilerle kaplı kalkanlar gibidir. Kıldan yapılmış ayakkabılar giyerler. Deriden mamul kalkanlar edinirler. Atlarını hurma ağaçlarına bağlarlar.”
(Ebû Said radıyallahu anh. İbni Mâce)

444. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Siz Mısır’ı fethedeceksiniz. Onlar paraya kırat derler. Halkına hayrı tavsiye edin.”
(Ebû Zerr radıyallahu anh. Müslim)

445. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Muhakkak ki, Allah bu ümmet için, her yüz senenin başında, dini yenileyecek kimseler gönderecektir.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud)
‘Dini yenilemek üzere gelecek olan bu zatlara “yenileyici” manasında “müceddit” denir. Bunlar yeni bir din getirmezler, ancak İslâm dinini kendi zamanlarına göre yeniden yorumlarlar. Zamanla oluşan ve hakikat nurunu perdeleyen sisleri dağıtır, iman hakikatlerini yeni bir üslûpla tebliğ ederler. Bu hadisin haberi aynen tahakkuk etmiş, her zamanda mücedditler bulunmuş, dine büyük hizmetler etmişlerdir. Ahirzaman müceddidi olan zât bunların en büyükleridir.’

023. İSRA, MİRAÇ VE KAMER MUCİZELERİ…

‘İsra, “gece yürüyüşü” demektir. Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin miracının, yani bütün gökleri gezme mucizesinin Mekke ile Kudüs arasındaki kısmına denir. Bütün kâinatı yoktan yaratan, göklere, yere ve ikisi arasındakilere hükmeden Allah, sınırsız ilmi, iradesi ve kudretiyle, bütün insanlar namına, seçkin bir kulunu, sevgili Peygamberini bütün âlemlerde gezdirmiş, saltanatının görkemini ona göstermiştir. Aklımız için kavranması zor olan bu olay, en güzel isimler sahibi Allah için gayet kolaydır. Bu muhteşem hâdisenin en önemli meyvelerinden biri, beş vakit namaz nimeti olmuştur. Otuzbirinci Söz namındaki harika risale Miraç mucizesini misallerle gayet güzel izah ve ispat etmiştir, dileyen oradan okuyabilir.’ 

446. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sahabelerine İsra ve Miracı haber verip buyurdu ki:
“Ben Kâbe’nin avlusunda Hatim denilen yerde yatıyordum. Bana biri geldi, göğsümü yardı, kalbimi çıkardı. İçi imanla dolu bir kap getirildi. Kalbim yıkandı, içi imanla doldurulup yerine kondu. Sonra merkepten büyük katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu, Burak idi. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Beni ona bindirdiler.
Cebrail aleyhisselâm beni götürdü. Dünya semasına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi. “Gelen kim?” denildi. “Cebrail!” dedi. “Yanındaki kim?” denildi. “Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem!” dedi. “O davet edildi mi?” denildi. “Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!” denildi. Kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hazreti Âdem aleyhisselâmı gördüm. “Bu, babanız Âdem’dir! Ona selâm ver!” dendi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukabele etti. Bana, “Salih evlat hoş gelmiş, salih Peygamber hoş gelmiş!” dedi.
Cebrail aleyhisselâm beni yükseltti. İkinci semaya geldik. Kapıyı çaldı. “Bu gelen kim?” denildi. “Cebrail!” dedi. “Yanındaki kim?” denildi. “Muhammed!” dedi. “O davet edildi mi?” denildi. “Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” dediler. Kapı açıldı. İçeri girince, Hazreti Yahya aleyhisselâm ve Hazreti İsa aleyhisselâmla karşılaştım. Onlar teyze oğullarıydı. Hazreti Cebrail, “Bunlar Hazreti Yahya aleyhisselâm ve Hazreti İsa aleyhisselâmdır. Onlara selâm ver!” dedi. Ben de selâm verdim. Onlar da selâmıma mukabelede bulundular. Sonra, “Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih Peygamber” dediler.
Sonra, Cebrail aleyhisselâm beni üçüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. “Bu gelen kim?” denildi. “Cebrail!” dedi. “Yanındaki kim?” denildi. “Muhammed!” dedi. “O davet edildi mi?” denildi. “Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” denildi. Kapı bize açıldı. İçeri girince Hazreti Yusuf aleyhisselâmla karşılaştık. Cebrail, “Bu Yusuf aleyhisselâmdır! Ona selâm ver!” dedi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukabele etti. Sonra, “Salih kardeş hoş gelmiş, salih Peygamber hoş gelmiş!” dedi.
Sonra, Cebrail beni dördüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. “Bu gelen kim?” denildi. “Cebrail!” dedi. “Yanındaki kim?” denildi. “Muhammed!” dedi. “O davet edildi mi?” denildi. “Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” dediler. Kapı açıldı. İçeri girdiğimizde, Hazreti İdris aleyhisselâm ile karşılaştık. Cebrail, “Bu İdris aleyhisselâmdır, ona selâm ver!” dedi. Selâm verdim. O da selâmıma mukabele etti. Sonra bana, “Salih kardeş hoş geldin, salih Peygamber hoş geldin!” dedi.
Sonra, Cebrail beni yükseltti. Beşinci semaya geldik. Kapıyı çaldı. “Kim bu gelen?” denildi. “Cebrail!” dedi. “Yanındaki kim?” denildi. “Muhammed!” dedi. “O davet edildi mi?” denildi. “Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” denildi. Kapı açıldı. İçeri girince, Harun aleyhisselâm ile karşılaştık. Cebrail aleyhisselâm, “Bu, Harun aleyhisselâmdır. Ona selâm ver!” dedi. Ben selâm verdim, o da selâmıma mukabelede bulundu, “Salih kardeş hoş geldin, salih Peygamber hoş geldin!” dedi.
Sonra, Cebrail aleyhisselâm beni yükseltti. Altıncı semaya geldik. Kapıyı çaldı. “Bu gelen kim?” denildi. “Cebrail!” dedi. “Yanındaki kim?” denildi. “Muhammed!” dedi. “O davet edildi mi?” denildi. “Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” dendi. Kapı açıldı. İçeri girince, Hazreti Musa aleyhisselâm ile karşılaştık. Cebrail, “Bu, Hazreti Musa aleyhisselâmdır! Ona selâm ver!” dedi. Ben selâm verdim, o da selâmıma mukabelede bulundu. Sonra, “Salih kardeş hoş geldin, salih Peygamber hoş geldin!” dedi. Ben onu geçince ağladı. Kendisine, “Niye ağlıyorsun?” denildi. “Çünkü, benden sonra bir genç peygamber oldu ki onun ümmetinden cennete gidecekler benim ümmetimden cennete gideceklerden daha çok!” dedi.
Sonra, Cebrail beni yedinci semaya çıkardı ve kapıyı çaldı. “Bu gelen kim?” denildi. “Cebrail!” dedi. “Yanındaki kim?” denildi. “Muhammed!” dedi. “O davet edildi mi?” denildi. “Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” denildi. İçeri girince, Hazreti İbrahim aleyhisselâm ile karşılaştık. Cebrail, “Bu, baban İbrahim aleyhisselâmdır, ona selâm ver!” dedi. Ben selâm verdim. O da selâmıma mukabele etti. Sonra, “Salih oğlum hoş geldin, salih Peygamber hoş geldin!” dedi.
Sonra Sidretülmünteha’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri Hecer testileri gibi iri idi. Yaprakları fil kulakları gibiydi. Cebrail aleyhisselâm bana, “İşte bu Sidretülmünteha’dır!” dedi. Burada dört nehir vardı: İkisi batınî nehir, ikisi zahirî nehir. “Bunlar nedir, ey Cebrail?” diye sordum. Hazreti Cebrail, “Şu iki batınî nehir cennetin iki nehridir. Zahirî olanların biri Nil, diğeri Fırat!” dedi. Sonra bana Beytülmamur gösterildi. Sonra bana bir kapta şarap, bir kapta süt, bir kapta da bal getirildi. Ben sütü aldım. Cebrail aleyhisselâm, “Bu fıtrattır, sen ve ümmetin bu fıtrat üzerindesiniz!” dedi.
Sonra bana, her günde elli vakit olmak üzere namaz farz kılındı. Oradan geri döndüm. Hazreti Musa aleyhisselâma uğradım. Bana, “Sana ne emredildi?” dedi. “Gece ve gündüzde elli vakit namaz!” dedim. “Ümmetinin her gün elli vakit namaza gücü yetmez. Vallahi ben senden önce insanları sınadım. İsrailoğullarına amellerin en şiddetlisini uyguladım. Hemen Rabbine dön, ümmetin için hafifletme iste!” dedi.
Ben hemen döndüm ve istedim. Rabbim on vakit namaz indirdi. Musa aleyhisselâma tekrar uğradım. Yine, “Sana ne emredildi?” dedi. “Benden on vakit namazı kaldırdı!” dedim. “Rabbine dön! Ümmetin için daha da azaltmasını iste!” dedi. Ben döndüm. Rabbim on vakit daha kaldırdı. Dönüşte yine Musa aleyhisselâma uğradım. Aynı şeyi söyledi. Beş vakte inene kadar Hazreti Musa ile Rabbim arasında gidip gelmeye devam ettim.
Sonuncuda Hazreti Musa aleyhisselâma uğradım. Yine, “Sana ne emredildi?” dedi. “Her gün beş vakit namaz!” dedim. “Senin ümmetin her gün beş vakit namaza da takat getiremez. Rabbine dön, hafifletme talep et!” dedi. “Rabbimden çok istedim. Artık utanıyorum, daha da hafifletmesini isteyemem! Ben beş vakte razıyım. Allah’ın emrine teslim oluyorum!” dedim.
Musa aleyhisselâmdan ayrıldıktan sonra, bir seslenici, “Farzımı kesinleştirdim, kullarımdan hafiflettim de! Namazlar beştir. Aynı zamanda ellidir de. Benim katımda hüküm değişmez artık!” dedi.”
(Enes radıyallahu anh. Buharî)

447. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“İsra gecesinde Musa aleyhisselâma uğradım. Kırmızı kum tepesinin yanındaki kabrinde namaz kılıyordu.”
Enes radıyallahu anh. Müslim
‘Ölümden sonra gidilen Berzah aleminindeki ruhların durumu birbirinden farklıdır. Muhtelif hayat tabakaları vardır. Peygamber ruhları sıradan insanların ruhlarına nispetle daha ziyade hayat sahibidirler. Namaz kılmaları bu farkı gösteren alametlerdendir. Keza, şehitlerin de kendine özgü bir hayatları vardır. Bu sebeple “onlara ölüler demeyin, onlar diridirler” buyurulmuştur. Bu nevi ifadeler hayat tabakalarının muhtelif olduğunu sezdirir.’

448. Mekkeliler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden kendilerine mûcize göstermesini istediler. O da onlara ayın ikiye bölünüşünü gösterdi.
(Enes radıyallahu anh. Buharî.)
‘Efendimizin büyük mucizelerinden biri de ayın ikiye bölünmesidir. Kamer suresinde, “Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı” ayetiyle de sabittir. Ay, Peygamberimizin bir parmak işaretiyle ikiye ayrılmış, kısa bir süre sonra tekrar eski hâline gelmiştir. Olaya tanık olan inkârcılar bunu inkâr edememiş, ancak büyü olduğunu söyleyerek uyruklarını kandırmışlardır. Gece gündüz farkı, havanın bulutlu olması, olayın gece gerçekleşmesi, gözlem araçlarının yeterince gelişmemiş olması gibi sebeplerden dolayı bu harika olay bütün tarihlere geçmemiştir.’

024. SÜNNET, BİDAT, FİTNE…

‘Sünnet, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yolu, uygulamaları, geride bıraktıklarıdır… Bidat, Kitaba, Sünnete, dine aykırı olarak sonradan ortaya çıkartılan görüş, davranış, uygulama demektir… Fitne, saptırıcı neden, sınanma aracı, kargaşa, karışıklık demektir. Kendisiyle insanın iyi ve kötü hali ortaya çıkartılan şeydir. Nitekim, altının halis mi, yoksa karışık mı olduğunu anlamak için onu ateşe atar eritir, bu işleme de fitne derler.’ 

449. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Muhakkak, ben her mümine dünya ve ahirette insanların en yakınıyımdır. Dilerseniz şu ayeti okuyun:
“O Peygamber, müminlere öz nefislerinden evladır. Hanımları ise, müminlerin anneleridir.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)

450. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kim bir dalalete ‘sapkınlığa’ çağırır da ona uyulursa, bu kimseye kendine uyanların günahının bir misli aynen verilir, onların günahından da bir şey eksilmez.
Kim de bir hayra çağırır da ona uyulursa, buna da kendine uyanların sevaplarının bir misli verilir, ona uyanların sevabından bir şey eksiltilmez.”
(Enes radıyallahu anh. İbni Mâce)

451. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Sizden birinin, benden rivayet edilen hadisleri rahat koltuğuna kurulmuş vaziyette dinleyip:
“Kur’an oku!” dediğini sakın duymayayım! Söylenen güzel sözü ben söylemişimdir.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. İbni Mâce)
‘Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bu hadisinde, “Kur’an bize yeter, hadise ne gerek var!” diyen sapık bir zümreyi haber veriyor. Bir yandan onları ayıplarken bir yandan da bu gibilere karşı ümmetini uyarıyor. Böyle kimseler daha sonraki zamanlarda aynen zuhur etmiştir.’

452. “Ya Resûlullah, diriliş günü bizi tanıyacak mısınız?” diye sordular.
“Evet” dedi, “Sizin başkasında bulunmayan bir alâmetiniz olacak. Sizler yanıma alnınızda ve ilgili uzuvlarınızda abdestin eseri olan bir nurla geleceksiniz. Ancak, sizden bir grubun benim yanıma gelmesine izin verilmeyecek. Ben, “Ey Rabbim! Onlar benim sahabelerim! Onlar benim arkadaşlarım!” diyeceğim. O zaman bir melek, “Senden sonra onlar ne bidatlar çıkardılar, sünnetine aykırı nice işler yaptılar, biliyor musun?” diye cevap verecek.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim)

453. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kim, dine uymayan bir şey ‘bidat’ uyduracak olursa, bu reddedilir, kabul edilmez”
(Aişe radıyallahu anha. Buharî)

454. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Bidat sahibi bidatını terk etmedikçe Allah onun amelini kabul etmeyecektir.”
(İbni Abbas radıyallahu anh. İbni Mâce)

455. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Şüphesiz, en güzel söz Kitabullahtır. En güzel yol da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin yoludur. İşlerin en kötüsü de dine aykırı olarak sonradan çıkarılanıdır. Size vaat edilen mutlaka yerine gelecektir. Siz Allah’ı âciz bırakamazsınız.”
(İbni Mesûd radıyallahu anh. Buharî)

456. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana, “Ey Ebû Zerr!” diye seslendi.
“Buyurun, Ya Resûlullah, emrinizdeyim!” dedim.
“İnsanlara ölüm isabet edip de kabirlerin ameleler tarafından kazılacağı zaman ne yapacaksın?” buyurdu.
“Benim için Allah ve Resûlü neyi seçerse onu yaparım!” dedim.
“Sana sabrı tavsiye ederim!” buyurdu.
Sonra tekrar seslendi: “Ey Ebû Zerr!”
“Buyurun Ya Resûlullah, sizi dinliyorum!” dedim.
“Zeyt mıntıkasının taşları kanla sulanınca ne yapacaksın?”
“Allah ve Resûlü benim için neyi seçerse onu!” dedim.
“Sana, mensubu olduğun yakınlarını tavsiye ederim!” dedi.
“Ya Resûlullah! Kılıcımı omzuma koymayayım mı?” diye sordum.
“Böyle yaparsan fitnecilerin yaptıklarına ortak olursun!” buyurdu.
“Bana ne emredersiniz!” dedim.
“Evine çekil!” buyurdu.
“Evime girilirse?” dedim.
“Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından korkarsan, elbiseni yüzüne ört. Gelen hem senin günahınla, hem de kendi günahıyla dönsün!” buyurdu.
(Ebû Zerr radıyallahu anh Ebû Dâvud)

457. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ümmetim için saptırıcı imamlardan ‘önderlerden, liderlerden’ korkarım. Ümmetim arasına kılıç bir kere girdi mi, artık Kıyamet gününe kadar kaldırılmaz. Ümmetimden bir kısım kabileler müşriklere katılmadıkça, ümmetimden bir kısım kabileler putlara tapmadıkça Kıyamet kopmaz. Ümmetimde otuz tane yalancı çıkacak hepsi de kendisinin peygamber olduğunu iddia edecek. Halbuki ben peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra peygamber yoktur. Ümmetimden bir grup hak üzere olmaktan geri durmaz. Onlara muhalefet edenler zarar veremezler. Kıyamet, onlar bu hâl üzereyken gelir.”
(Sevban radıyallahu anh. Müslim)

458. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“İsrailoğullarının başına gelenler ümmetimin de başına gelecektir. Onlardan annesine yanaşan olmuşsa, ümmetimden de bu çirkin işi yapan olacaktır. Nitekim, İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya bölünmüştü. Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecek. Bunların biri dışında hepsi ateştedir.”
“Bu fırka hangisidir?” diye soruldu.
“Benim ve sahabelerimin üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!” buyurdu.
(İbni Amr radıyallahu anh. Tirmizî)
‘Kitaba ve Sünnete inanan, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin yolunu yol edinen her mümin hidayet üzeredir. Şahsî günahları buna mani değildir, çünkü insan hatadan, kusurdan, günahtan hali olamaz. Günahkâr olmak başka Efendimizin yolundan sapmak başka şeydir. Bazı kimselerin, kendi mezhep, meşrep, tarikat ve cemaatini hak üzere görüp kendi dışındaki Müslümanları sapıklıkla itham etmeleri büyük bir hatadır. Kitapta ve Sünnette belirtilen hususlara iman eden herkes mümindir, Müslümandır, sünnet ehlidir, kurtulan fırkadandır. Sapık fırkaları bunların dışında aramak gerekir. Daha isabetli olan tavır ise, kişinin kendisini sorgulaması, nefsini ıslahla meşgul olmasıdır.’

025. ŞEFAAT, SALAVAT…

‘Şefaat, bir kimsenin kurtuluşu için aracılık etmektir. Terim olarak, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin, ahirette ümmetine yardımı manasına gelir. Taha suresindeki, “O gün birine şefaat etmek fayda vermeyecek. Rahman izin verir de sözünden razı olursa o başka” ayetinde bir istisna yapılmak suretiyle şefaatin hak olduğu, Rabbimizin bazı has kullarına şefaat yetkisi vereceği bildirilmiştir. Peygamberimizin şefaatine nail olmakta ona salavat getirmenin de ehemmiyeti vardır. Zira, salavat duası Efendimizin manevi servetini artırır, bunun faydası da bizedir. Salavat vasıtasıyla Habibullah sallallahu aleyhi ve sellem ile manevi bir bağ kuran müminin ruhuna dünyada nurlar dolar, en muhtaç olduğu zamanda, yani kabirde ve ahirette yardım görür.’

459. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyenleri içindir.”
(Ebû Said radıyallahu anh. Tirmizî)

460. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Rabbinin seni Makam-ı Mahmuda yükseltmesi umulur” ayetindeki “Makam-ı Mahmud” hakkında bir soru sorulmuştu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Bu, şefaat makamıdır” diye cevap verdi.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî)
‘Makam-ı Mahmud “övülmüş makam” demektir.’

461. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“İnsanlar ölümden sonraki diriliş gününde topluluklar hâlinde olacaklar. Her ümmet kendi peygamberinin peşindedir. “Ey falan bize şefaat et, ey falan bize şefaat et! diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte “Makam-ı Mahmud” budur.”
(İbni Ömer radıyallahu anh. Buharî)

462. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ümmetimden bazıları bir cemaate şefaat eder, bazıları bir kabileye şefaat eder, bazıları bir bölüğe şefaat eder, bazıları da bir ferde şefaat eder, cennete girmesini sağlar.”
(Ebû Said radıyallahu anh. Tirmizî)

463. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Ya Resûlullah, diriliş günü şefaatinden en çok yararlanacak olan kimdir?” diye sormuştum.
Bana, “Hadis’e karşı sende olan aşkı görünce, bu hususta senden önce bana bir başkasının soru sormayacağını tahmin etmiştim” açıklamasını yaptıktan sonra şu cevabı verdi:
“Kıyamet günü şefaatimden en çok yararlanacak olan, samimi olarak ve içinden gelerek ‘Lâilâhe illâllah’ diyen kimsedir.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî) 

464. “Ya Resûlullah, diriliş günü bana şefaat edin!” dedim.
“İnşaallah ederim!” buyurdu.
“Sizi nerede arayayım?” dedim.
“Beni ilk aradığın zaman Sırat üzerinde ara!” buyurdu.
“Bulamazsam..?” dedim.
“Mizan’ın yanında ara!” buyurdu.
“Orada da bulamazsam..?” dedim.
“Öyleyse beni Havuz’un yanında ara! Zira ben üç yerin dışına çıkmam!” buyurdu.
(Enes radıyallahu anh. Tirmizî)
‘Sırat, ahiretteki köprünün adıdır. Her insan bu köprüden geçmek zorundadır. Ameli kötü olan geçemez, cehenneme düşer, ameli iyi olan geçer, cennete gider… Mizan, amellerin tartıldığı terazi demektir. İyi ameli kötü amelinden ziyade olan kurtulur… Havuz, Efendimize verilecek olan Kevser havuzudur. Bunların mahiyetleri bizce meçhul, fakat varlıkları kesindir. Sırata, Mizana ve Havuza iman ahirete imanın cüzlerindendir.’

465. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Her peygamberin kabul edilen bir duası vardır. Benden öncekiler bu duayı yapmakta acele ettiler. Ben, haşir ‘dirilip toplanma’ gününde ümmetime şefaat edebilmek için duamı erteledim. İnşaallah, Allah’ın yanı sıra başka ilâh edinmeksizin ölenler ondan yararlanacaktır.”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî)

466. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Benim şefaatimle bir kısım insanlar cehennemden çıkacak, cennete girecekler. Bunlar cehennemlikler diye anılacaklar.”
(İmran radıyallahu anh. Buharî)

467. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ölümden sonraki diriliş gününde insanlar birbirlerine girecekler ‘yani izdiham yaşanacak’.
Âdem aleyhisselâma gelip, “Evlatlarına şefaat et!” diyecekler.
O, “Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselâma gidin! Çünkü o Allah’ın dostudur” diyecek.
İnsanlar İbrahim aleyhisselâma gidecekler. Ancak o da, “Ben yetkili değilim! Ancak İsa aleyhisselâma gidin. Çünkü o, Allah’ın ruhu ve kelamıdır!” diyecek.
Bunun üzerine ona gidecekler. İsa aleyhisselâm, “Ben buna yetkili değilim. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme gidin!” diyecek.
Böylece bana gelecekler. Onlara, “Evet, ben şefaate yetkiliyim!” diyeceğim. Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isteyeceğim. Bana izin verilecek. Allah’a hamd ettikten sonra secdeye kapanacağım.
Rabbim, “Ey Muhammed! Başını kaldır! Ne dilersen dile, verilecek! Ne isteyeceksen iste, yerine getirilecek! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!” buyuracak.
Ben de, “Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!” diyeceğim.
Rabbim, “Git, kalbinde arpa tanesi kadar iman olanı ateşten çıkar!” buyuracak.
Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönecek, hamd edecek, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek.
Ben, “Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!” diyeceğim.
Bana, “Git, kalbinde hardal tanesi kadar imanı olanları ateşten çıkar!” denilecek.
Ben derhal gidip bunu da yapacak, Rabbimin huzuruna döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım.
Bana, “Başını kaldır!” denilecek.
Ben de kaldırıp, “Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!” diyeceğim.
“Şimdi git, kalbinde hardal tanesinden daha az imanı olanları da ateşten çıkar!” denilecek.
Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, hamd edecek, secdeye kapanacağım.
Bana, “Ey Muhammed! Başını kaldır, ne istiyorsan söyle, sana verilecek! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir!” denilecek.
Ben de, “Ey Rabbim! Bana Lâilahe illallah diyenlere şefaat etmem için izin ver!” diyeceğim.
Rabbim, “Bu hususta sana izin yok! Fakat izzetim, celâlim, kibriyam ve azametim hakkı için Lâilahe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!” buyuracak.”
(Enes radıyallahu anh. Buharî)
‘Bu hadis Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin ümmetine olan şefkatini çok güzel gösteriyor. Aynı zamanda, imanın dereceleri bulunduğunu ve imanı olan herkesin Efendimizin şefaatiyle ve Rabbimizin rahmetiyle cehennemden kurtulacağını dile getiriyor.’

468. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanında amcası Ebû Talib’den söz edilmişti. “Umulur ki, ahirette şefaatim ona fayda eder de cehennemin topuklarına kadar yükselen sığ bir yerine konur, ama yine de ateşten beyni kaynar” buyurdu.
(Ebû Said radıyallahu anh. Buharî)
‘Ebu Talib, Peygamber Efendimizin şahsını ciddiyetle severdi. O zatı ömrü boyunca koruyup gözetmişti. Fakat şahadet getirmeden ölmüştü. Bu himaye ve sevginin karşılıksız kalmayacağı umulur. Zira Allah Âdil ve Rahîmdir. Sevgili Resûlünün şahsını sevip koruyan amcası için cehennem içinde bir hususi cennet yaratabilir, tıpkı çöl ortasındaki serin vaha gibi.’ 

469. “Ya Resûlullah! Seni amcan için şefaat etmekten alıkoyan nedir? O seni koruyor, senin için kâfirlere kızıyordu” dedim.
“Evet! Şefaatim fayda verecek. O ateşin sığ bir yerindedir. Eğer ben olmasaydım cehennemin en derin yerinde olacaktı” buyurdu.
(Abbas radıyallahu anh. Buharî)

470. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Bana salavat okuyan hiçbir mümin yoktur ki ona melekler rahmet duası etmemiş olsun. Salavat okuması sürdükçe meleklerin duası da sürer gider. Hâl böyle olunca, dileyen az, dileyen çok salavat getirsin!”
(Amr İbni Rabia radıyallahu anh. İbni Mâce)

471. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Cuma günü bana salavatı çok okuyun. Çünkü o gün okunan salavatlar şahitlidir, melekler ona tanıklık ederler. Bana salavat okuyan hiç kimse yoktur ki, o daha okumasını bitirmeden salavatı bana ulaştırılmamış olsun.”
Bunun üzerine, “Siz öldükten sonra da mı?” diye sordum.
“Evet, öldükten sonra da. Peygamberler her zaman diridirler, rızıklanırlar” buyurdu.
(Ebû Derda radıyallahu anh. İbni Mâce)
‘Bu hadis ve daha önce Musa aleyhisselâmla ilgili olarak geçen hadis, ölümden sonra gidilen Kabir âlemindeki hayatın farklılıklar gösterdiğine alâmettir. Peygamberler öbür ruhlara oranla üstün konumdadırlar. Gerçi bedenlerinden ayrılan bütün ruhlar hayat sahibidirler, ancak peygamber ruhları öbürlerine oranla daha diridirler. Rızıklanırlar, namaz kılarlar, bazı yerlerde temessül edebilirlerler. Manen yükselen ruhların onlarla görüşmesi mümkün ve vakidir. Bunun en basit şekli rüyalarda olur. Sıradan müminlerin rüyada gördüklerini veli kullar yakaza âleminde görebilirler.’

472. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Bana bir mümin selâm verdi mi, ona karşılık vermem için, Allah ruhumu bedenime döndürür. Ben de mutlaka selâma karşılık veririm.”
(Enes radıyallahu anh. Ebû Dâvud)
‘Beden ikidir. Biri etten ve kemikten ibaret olan bedendir ki dünyada kalır. Öbürü misali bir bedendir ki ruh ölüm anında çıplak kalmaz, onunla gider. Bu beden latiftir, gözle görülmez.’

473. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Yeryüzünde Allah’ın gezgin melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını bana iletirler.”
(İbni Mesûd radıyallahu anh. Nesaî)
‘Meleklerin pek çok türleri vardır. Bu hadisten anlaşılıyor ki bir kısmı da gezgindir, haber taşırlar.’

474. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavat okuyandır.”
(İbni Mesûd radıyallahu anh. Tirmizî)

475. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, yüzünde bir sevinç olduğu hâlde yanımıza gelmişti.
Kendisine, “Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!” dedik.
“Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: “Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: “Sana salavat okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selâm okuyan herkese de benim on selâm okumam sana yetmez mi?”
(Ebû Talha radıyallahu anh. Nesaî)
‘Salavat, salât kelimesinin çoğuludur, salâtlar demektir. Salât ise, hem namaz manasına gelir hem de rahmet duası demektir. Burada ikinci manası kastedilmektedir. Selâm ise, esenlik, barış, rahatlık, güven, iyilik gibi manalara gelir. Salât ve selâm okuyan mümin, Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme hem rahmet duası ediyor, hem de ona tabi olduğunu dile getiriyor. Onun hakkında söylenen uygunsuz sözleri reddediyor.’

476. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Gerçek cimri o kimsedir ki, yanında adım anılır da o bana salavat okumaz!”
(Hazreti Ali radıyallahu anh. Tirmizî)

477.  Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kim bana salât okursa ‘salavat getirirse’ Allah da ona on salât okur, onun on günahını affeder, mertebesini on derece yükseltir.”
(Enes radıyallahu anh. Nesaî)

478. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kim bana salavat okumayı unutursa cennetin yolunu terk etmiş olur!”
(İbni Abbas radıyallahu anh. İbni Mâce) 

479. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ramazan girip çıktığı hâlde günahları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün!
Anne babasına ya da bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün!
Ben yanında anıldığım zaman bana salavat getirmeyen kimsenin de burnu sürtülsün!”
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî) 
‘Yanında adı anılınca salavat getirmeyen bu levmi hak ederken, güya din namına konuşurken Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek ismini sıradan birinin ismi gibi söyleyip de salavat getirmeyen sözde âlimlerin durumu ne olur, düşünmek lazım!’

480. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Ya Resûlullah, ben sana salavat okumak istiyorum. Duamın ne kadarını sana salavat için ayırayım?” dedim.
“Dilediğin kadar!” buyurdu.
“Dörtte bir yeter mi?” dedim.
“Dilediğin kadar! Artırırsan hakkında daha hayırlı olur!” buyurdu.
“Yarısına ne dersiniz?” dedim.
“Dilediğin kadar! Artırırsan hakkında daha hayırlı olur!” buyurdu.
“Üçte ikiye ne dersiniz?” dedim.
“Dilediğin kadar! Artırırsan hakkında daha hayırlı olur!” buyurdu.
“Duamın tamamını size salât u selâm okumaya ayırayım mı?” dedim.
“Bu takdirde bütün dileklerin kabul edilir, günahların affedilir!” buyurdu.
(Ubeyy radıyallahu anh. Tirmizî)

481. “Ya Resûlullah! Sana nasıl selâm vereceğimizi biliyoruz, fakat sana nasıl salâvat getireceğiz?” diye soruldu.
“Şöyle deyin!” buyurdu:
“Allahümme salli âlâ Muhammedin ve âlâ âli Muhammed. Kema salleyte âlâ ibrahime ve âlâ âli İbrahime. İnneke Hamîdün Mecîd. Allahümme bârik âlâ Muhammedin ve âlâ âli Muhammed. Kema bârekte âlâ ibrahime ve âlâ âli İbrahime. İnneke Hamîdün Mecîd.”
(Ka’b İbni Ucre radıyallahu anh. Buharî) 
‘Namazlarda da okunan bu salavatın kısa meali şudur: Allahım! Muhammed’e ve Muhammed’in nesline rahmet kıl, tıpkı İbrahim’e ve İbrahimin nesline rahmet kıldığın gibi. Muhakkak ki sen Hamid ve Mecidsin! Allahım Muhammed’e ve Muhammed’in nesline mübarek kıl. Tıpkı İbrahime ve İbrahim’in nesline mübarek kıldığın gibi. Muhakkak ki sen Hamid ve Mecidsin! Bu duada “İbrahim nesline benzeme talebi dikkate şayandır. Bunun sebebi, İbrahim aleyhisselamın neslinden gelenlerin enbiya, yani peygamberler, Efendimizin neslinin evliya ‘ermişler’ oluşudur. Zira enbiya evliyadan daima üstündür.’

Önceki bölüm

“Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” – V

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Nedır Bu Dört Mezhep?

NEDİR BU 4 MEZHEP?  Mezhep Nedir? «Mezhep sözlükte gidilen yol demektir. Bir terim olarak ise …

Kapat