Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / “Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” – XIII

“Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” – XIII

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” Kitabı – 13

Yazar: Ömer SEVİNÇGÜL

BÖLÜM 056-060

056. İNTİHAR, KATL, ZİNA, İÇKİ, FAİZ, GASP…

‘İslâm dini bazı fiilleri haram kılmıştır. Esasen bunların önemli bir kısmı daha önceki semavi dinlerde de haramdır. Günahlar çoktur. Bunlardan bazıları büyük günahtır. Adam öldürmek, zina etmek, haram içki içmek, ana baba ile alakayı kesmek, kumar oynamak, yalancı tanıklık etmek, dine zarar verecek uydurmalara tarafdar olmak, namazı terk etmek büyük günahlardandır.’

1261. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kendini yüksek bir yerden atarak intihar eden kişi cehennemlik olur, orada sonsuza dek kendini yüksekten atar durur. Zehir içerek kendini öldüren kimse, cehennemde sonsuza kadar elindeki zehri içer. Kendini demirle öldüren kişi, cehennemde ebedîyen karnına demir saplar.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1262. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Hayber gazasında hazır bulunduk. Müslümanlar arasında bulunan bir adam için, Peygamberimiz, “Bu adam cehennemliktir!” buyurdu.
Savaş başlayınca adam şiddetle savaştı ve yara aldı. Sahabelerden biri, “Ya Resûlullah, az önce cehennemlik dediğiniz adam kahramanca savaştı ve öldü!” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, yine, “Cehennemliktir!” buyurdu.
Bu cevap üzerine Müslümanlardan bazıları neredeyse şüpheye düşeceklerdi. Askerler, “O asker henüz ölmemiş, ağır yaralı!” dediler. Gece olunca, adam yaraya dayanamadı. Kılıcının keskin tarafını bedenine dayadı, üzerine yüklendi ve intihar etti.
Durum Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme haber verildi. Bunun üzerine, “Allahuekber! Şahadet ederim ki, ben Allah’ın kulu ve Resûlüyüm!” dedi. Sonra Bilâl radıyallahu anha halk içinde şöyle ilan etmesini emretti:
“Cennete sadece Müslüman kimseler girecek. Şüphesiz, Allah bu dini facir ‘günahkâr’ bir kimseyle de güçlendirir!”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1263. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, intihar eden bir kimse haber verilmişti:
“Ben onun cenaze namazını kılmıyorum!” buyurdu.
Câbir İbni Semûre radıyallahu anh. Ebû Dâvud

1264. “Ya Resûlullah! Ben kâfir bir adama rastlasam, aramızda ölümüne kavga çıksa, kılıcıyla vurup elimin birini kesse, sonra adam zorda kalsa, benden sakınmak için bir ağaca sığınsa, “Allah için Müslüman oldum!” dese, bu sözünden sonra ben onu öldürebilir miyim?” diye sordum.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Hayır! Sakın onu öldürme!” buyurdu.
Ben ısrar ettim, “FakatYa Resûlullah, o benim bir elimi kesti ve sonra Müslüman olduğunu söyledi” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Hayır! Sakın onu öldürme! Öldürürsen, o senin makamını kazanır, sen de onun eski hâline deşersin!” buyurdu.
Mikdad İbni Esved radıyallahu anh. Buharî

1265. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Eğer gökte ve yerde bulunanlar bir araya gelerek bir mümini haksız yere öldürselerdi, Allah her ikisini birden cehenneme atardı!”
Ebû Said radıyallahu anh. Tirmizî

1266. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Müminin öldürülmesi, Allah katında, dünyanın yıkılmasından daha büyük bir olaydır.”
Büreyde radıyallahu anh. Nesaî

1267. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Sarhoşluk veren her içki haramdır!”
Aişe radıyallahu anha. Buharî

1268. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Sarhoş eden her şey hamrdır ve her hamr haramdır. Kim dünyada hamr içer, tiryakisi olur, tevbe etmeden ölürse, ahiret şarabı içemez!”
İbni Ömer radıyallahu anh. Buharî
‘Ahiret şarabının sarhoşluk veren şarapla ilgisi yoktur. Ne sarhoş eder ne de aklı giderir. Esasen, şarap kelimesi “içilen şey” demektir.’

1269. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Dünyada şarap içen, onu ‘cennet içkisini’ ahirette içemeyecektir.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. İbni Mâce

1270. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hamrla ilgili olarak on kişiye lânet etti:
“Üretene, ürettirene, içene, sunana, taşıyana, taşıtana, satıcıya, alıcıya, bağışlayana, parasını yiyene.”
Enes radıyallahu anh. Tirmizî

1271. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ben size deri kaplardan başka kapları yasaklamıştım. Artık her kaptan içebilirsiniz, yeter ki sarhoş edici maddeleri içmeyin.”
Büreyde radıyallahu anh. Müslim

1272. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Miraç gecesi bana iki kadeh getirildi. Birinde şarap, diğerinde de süt vardı. Ben sütü aldım. Melek, “Seni fıtrata irşad eden ‘yaradılışa uygun davranmaya yönelten’ Allah’a hamd olsun! Eğer şarabı alsaydın ümmetin azmıştı” dedi.
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1273. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Her sarhoş edici haramdır. Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır.”
İbni Ömer radıyallahu anh. İbni Mâce

1274. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kim bana çeneleriyle bacakları arasındakiler hususunda garanti verirse, ben de ona cennet hususunda garanti veririm.”
Sehl radıyallahu anh. Buharî

1275. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Zina esnasında kişinin imanı çıkar, başının üstünde bir bulut gibi asılı durur, kişi zinadan çıkınca imanı geri döner.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî

1276. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “En büyük günah hangisidir?” diye sordum.
“Seni yaratmış olduğu hâlde Allah’a ortak koşmandır!” buyurdu.
“Sonra hangisi gelir?”
“Seninle beraber yiyecek korkusuyla çocuğunu öldürmendir!” dedi.
“Sonra hangisi gelir?”
“Komşunun hanımıyla zina etmen!”dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bu sözlerini onaylamak üzere şu ayet nazil oldu:
“Onlar, Allah’ın yanı sıra bir başka ilaha yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Bunları yapan belâsını bulur!”
İbni Mesûd radıyallahu anh. Buharî

1277. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ümmetim için en çok korktuğum şey Lut kavminin amelidir ‘eşcinsellik fiilidir’!” buyurdu.
Câbir radıyallahu anh. Tirmizî

1278. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah, erkeğe temas eden ya da kadınlara arka organından temas eden erkeğe rahmet nazarıyla bakmaz!”
İbni Abbas radıyallahu anh. Tirmizî

1279. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Kadına arka organından temas eden lânetlenmiştir!” buyurdu.
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud

1280. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Mirac gecesi karınları evler gibi iri olan bir kısım insanlar gördüm. Bu karınların içi yılanlarla doluydu ve yılanlar dışardan gözüküyorlardı. “Ey Cebrail, bunlar kimlerdir?”diye sordum. “Bunlar faiz yiyenler!” dedi.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. İbni Mâce

1281. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, faizi yiyene de, yedirene de lânet etti.
İbni Mesûd radıyallahu anh. Müslim

1282. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Faiz veresiyededir!” buyurdu.
Üsame radıyallahu anh. Buharî

1283. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Altın altınla peşin olarak alınıp satılmazsa faizdir. Buğday buğdayla peşin satılmazsa faizdir. Arpa arpayla peşin satılmazsa faizdir. Kuru hurma kuru hurmayla peşin satılmazsa faizdir.”
Hazreti Ömer radıyallahu anh. Buharî

1284. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hayvanın hayvana karşılık veresiye satışını yasaklamıştır.
Semûre radıyallahu anh. Tirmizî

1285. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“İnsanlar öyle bir devre ulaşacaklar ki, o zamanda faiz yemeyen kalmayacak. Yemeyene de onun buharı ulaşacak.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud

1286. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hükmetme yetkisini kullanırken rüşvet alan ve rüşvet veren kimseyi lânetlemiştir.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî

1287. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zekat toplama işi için bir adam görevlendirmişti. Adam, işini bitirip dönünce, “Bu size aittir, şu da bana hediye edilenler!” dedi.
Bunun üzerine, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem minbere çıktı, Allah’a hamd ve senada bulunduktan sonra şunları söyledi:
“Allah’ın bana emanet ettiği bir iş için içinizden birini görevlendiririm, sonra o gelir, “Bu size aittir, şu da bana hediye edilenler!” der. Bu adam doğru sözlüyse, kendisi babasının veya anasının evinde otursaydı da, hediyesi ayağına gelseydi ya! Vallahi sizden kim haksız bir şey alırsa, kıyamet günü onu boynunda taşır olduğu hâlde Allah ile karşılacaktır. Haksız yere aldığı şey deve ise böğürecek, sığırsa möleyecek, koyunsa meleyecektir!”
Sonra Resûlullah ellerini kaldırdı, o kadar ki koltuk altındaki beyazlık gözüktü: “Allahım tebliğ ettim mi?” dedi ve bu sözünü üç kere tekrar etti.”
Ebû Humeyd radıyallahu anh. Buharî

1288. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim, başkasının arazisinden haksız olarak bir karışlık yer alırsa, kıyamet günü, onunla yedi kat yere batırılır!”
İbni Ömer radıyallahu anh. Buharî

1289. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Hanımını kocasına karşı, hizmetkarı efendisine karşı ayartan bizden değildir!”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud

1290. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Allah buyurdu: “Ben kıyamet günü şu üç kişinin hasmıyım: Benim adıma yemin edip sözünü tutmayan, hür bir kimseyi satıp parasını yiyen, ücret mukabili işçi çalıştırıp ücretini vermeyen.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1291. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kim başkasının kusurunu duyurursa, Allah da onun kusurunu duyurur. Allah, riya ‘gösteriş, ikiyüzlülük’ yapanın riyasını gün yüzüne çıkartır!”
Cündüb radıyallahu anh. Buharî

1292. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kim mümine zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim mümine sıkıntı verirse, Allah da ona sıkıntı verir.”
Ebû Sırma radıyallahu anh. Tirmizî

1293. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Mümine zarar veren veya hile yapan lânetlenmiştir!”
Hazreti Ebû Bekir radıyallahhu anh. Tirmizî

1294. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Sana günah olarak, husumeti devam ettirmen yeter!”
İbni Abbas radıyallahu anh. Tirmizî

1295. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Şeytan, insanda kanın dolaşması gibi dolaşır!”
Enes radıyallahu anh. Ebû Dâvud

1296. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah, kıyamet günü şu üç kişiye rahmet nazarıyla bakmaz, onlarla konuşmaz, günahlarından arındırmaz, can yakıcı bir azap verir: Zina eden ihtiyar, yalancı devlet başkanı, büyüklük taslayan fakir.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim

1297. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ümmetim şu dört cahiliye huyunu bırakmayacaktır: Soyuyla övünmek, nesebi sebebiyle birini ayıplamak, yıldızlardan yağmur ummak, ölünün ardından matem tutmak! Matemci kadın, tevbe etmeden ölürse, kıyamet günü üzerinde katrandan bir elbise ve uyuzlu bir gömlek olduğu hâlde diriltilip kaldırılır!”
Ebû Malik radıyallahu anh Müslim

1298. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah, kıyamet günü şu üç kişiye ne güzel söz söyler, ne rahmet nazarıyla bakar, ne de günahlarından arındırır, onlara can yakıcı bir azap vardır:
Birincisi, sahrada suyu olup da yolcuya su vermeyen kimsedir. Allah, kıyamet günü ona, “Sen dünyada eserin olmayan şeyin fazlasını esirgemiştin, bugün ben de senden lütfumu esirgiyorum!” der.
İkincisi, ikindiden sonra mal satmak amacıyla, bunu şu fiyata almıştım diye Allah adına yalandan yemin ederek müşteriyi inandırıp malını satan kimsedir.
Üçüncüsü, sadece dünyevi menfaati sebebiyle bir imama ‘lidere’ tabi olan kimsedir. Lider onun istediklerini verirse, o da sözüne sadık kalır, vermezse sözünden dönüverir.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1299. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?” buyurdu ve bu sorusunu üç kere tekrar etti.
Biz, “Evet!” dedik.
“Allah’a şirk koşmak, anne baba haklarını gözetmemek, cana kıymak!” buyurdu.
Bunları söylerken ayaktaydı. Sonra yere oturdu, “Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan şahitlik!” dedi.
Bunu o kadar tekrar etti ki, “Keşke bitirse artık!” temennisinde bulunduk.
Ebû Bekre radıyallahu anh. Buharî

057. PİŞMANLIK, TEVBE, İSTİĞFAR, AF…

‘İnsan nefsine uyup günah işleyebilir. Hangi günahı işlemiş olursa olsun ümidini kesmemelidir. Zira, Rabbimizin rahmeti, mağfireti ve affı bütün günahlardan daha büyüktür. Bir mümin günah işlemekle imanını kaybetmez. Yetir ki, inkâr etmesin, hafife almasın ve yaptığından pişmanlık duyup tevbe etsin. Kendisini Rahman ve Rahîm diye tanıtan Allah dilerse her günahı affedebilir. Ancak, “Allah Gafurdur, Rahîmdir, affeder” deyip de günaha dalmak, tevbeyi ihmal etmek ya da ertelemek de tehlikelidir… Tevbe, günahı için af dileyip bir daha işlememeye niyetlenmektir. Güzel tarifleri vardır. Tevbe, kalben pişmanlık, dil ile af dileme, bedenle vazgeçme ve günaha bir daha dönmemeye azmetmektir. Kötülenen fiillerden övülen fiillere dönüştür. Günahı itiraf, günahtan pişmanlık ve vazgeçmedir… İstiğfar, Allah’tan af dilemektir. “İyi işleri azımsayıp çok yapmaya yönelmek ve kötü işleri çok görüp yüz çevirmektir” diye tanımlayanlar da olmuştur. Bir tarife göre de, söz ya da iş bakımından bozuk olan amelin düzeltilmesini istemektir… Af ise, suç, kusur, kabahat, hata ve günahtan dolayı cezalandırmamak, suç işleyeni kınamamaktır.’

1300. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Günah işledikten sonra abdest alıp iki rekat namaz kılan, sonra da Rabbine tevbe eden her insan mutlaka affedilir.”
Hazreti Ebû Bekir radıyallahu anh. Tirmizî

1301. Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözünü işittim:
“Kim mükemmel bir biçimde abdestini alır, itidal üzere ‘özen göstererek’ namazını kılarsa, önceki günahları affedilir.”
Ebû Eyyüb el-Ensari radıyallahu anh. Nesaî

1302. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“İstiğfar eden kimse, günde yetmiş kere de tevbesinden dönse, günahta ısrar ediyor sayılmaz.”
Hazreti Ebû Bekir radıyallahu anh. Tirmizî

1303. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ey insanlar! Rabbinize tevbe edin! Vallahi ben Rabbime günde yüz kere tevbe ederim.”
Eğarru’l-Müzeni radıyallahu anh. Müslim

1304. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Vallahi ben, Rabbime günde yetmiş kere tevbe istiğfar ediyorum.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1305. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah celle celâlühu, gündüz günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için geceleyin rahmet elini açar. Gece günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için de gündüz rahmet elini açar. Bu durum güneş batıdan doğuncaya kadar devam edecektir.”
Ebû Musa radıyallahu anh. Müslim
‘Güneşin batıdan doğması kıyametin büyük alâmetlerindendir. Dünya yörüngesinden çıkmış, kıyamet süreci başlamış olur.’

1306. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Her insan hata eder, ancak hata yapanların en hayırlısı tevbe edenlerdir.”
Enes radıyallahu anh. İbni Mâce

1307. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kim güneş batıdan doğmadan evvel tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul buyurur.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim

1308. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Son nefesini vermediği sürece, Allah, kulun tevbesini kabul eder.”
İbni Ömer radıyallahu anh. Tirmizî

1309. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Bir kul günah işler, “Rabbim, günahımı affet!” der.
Allah, “Kulum bir günah işledi, arkadan da günahları affeden ya da günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi olduğunu bildi” buyurur.
Sonra, kul tekrar günah işler, “Rabbim, günahımı affet!” der.
Allah, “Kulum bir günah işledi, arkadan da günahları affeden ya da günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi olduğunu bildi” buyurur.
Sonra, kul tekrar günah işler, “Rabbim, beni affeyle!” der.
Allah, “Kulum bir günah işledi, arkadan da günahları affeden ya da günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi olduğunu bildi. Ne dilersen yap, ben seni affettim!” buyurur.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1310. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Pişmanlık tevbedir!”
İbni Mesûd radıyallahu anh. İbni Mâce

1311. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Her nerede olursan ol Allah’tan sakın. Kötülüğün arkasından iyilik yap, bu onu yok eder. İnsanlara güzel ahlâka uygun biçimde davran.”
Ebû Zerr radıyallahu anh. Tirmizî

1312. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir leke oluşur. O hatadan uzaklaşır, af diler, tevbe ederse kalbi cilalanır. Günahı işlemeye devam ederse, kalbindeki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, leke kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Allah’ın: “Hayır! Yaptıkları yüzünden kazandıkları ‘günahlar’ kalplerinin üzerinde pas bağlamıştır” ayetinde sözü edilen pastır.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî

1313. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Allah celle celâlühu meleklerine emreder: “Kulum günah işlemeye niyet ederse, onu yapmadıkça yazmayın. Yaparsa, onu aleyhine bir günah olarak yazın. Eğer benim rızamı düşünerek vazgeçerse, bunu onun lehine bir sevap olarak yazın. Kulum iyi bir iş yapmaya niyet ederse, onu yapmasa bile lehine bir sevap olarak yazın. Yaparsa, en az on misli olmak üzere yedi yüz misline kadar sevap yazın.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1314. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme her ne zaman kısas gerektiren bir dava getirilse, onu mutlaka her seferinde affetmeyi emrediyor gördüm.
Enes radıyallahu anh. Ebû Dâvud
‘Kısas, suçlu kişiyi suçunun aynısıyla cezalandırmaktır.’

1315. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Allah celle celâlühu buyurdu: “Ey insan! Sen bana yalvarıp affımı umduğun sürece yaptıklarına aldırmam, seni affederim.
Ey insan! Senin günahın gökyüzünün bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp af dilesen, çok oluşuna bakmam, seni affederim.
Ey insan! Bana yeryüzü dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir ortak koşmaksızın bana kavuşursan, seni yeryüzü dolusu affımla karşılarım!”
Enes radıyallahu anh. Tirmizî

1316. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi yeryüzünden alır, yerinize günah işledikten sonra tevbe etmeleri sebebiyle affedeceği kimseleri yaratırdı!”
Ebû Eyyub radıyallahu anh. Müslim
‘İnsanın var oluş sebeplerinden biri de, nefis sahibi oluşu ve hür bir iradeyle yaratılışından dolayı, hem sevap hem de günah işleyebilecek yetenekte olmasıdır. Tevvab ve Gafur gibi ilahî isimler günahları iktiza ederler. Günah işlemeyen insanın melekten farkı kalmaz, o zaman yaratılmalarının hikmeti de olmaz. Zira melekler çoktur.’

1317. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Günahlarınız semaya ulaşacak kadar çok da olsa, ardı sıra tevbe etmişseniz, mutlaka affedilir.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. İbni Mâce

1318. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Günahtan tevbe eden günah işlememiş gibidir!”
İbni Mesûd radıyallahu anh. İbni Mâce

1319. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ümmetimin hepsi affedilir, günahı alenen işleyenler hariç. Allah, kulunun geceleyin işlediği günahları örtmüştür. Sabah olunca o, “Ey falan, bu gece ben şu işleri yaptım!” der. Allah örter, o açıp gösterir. İşte bu, günahı aleni işlemenin bir çeşididir.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1320. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Günahı alenen ‘açıktan, utanıp sıkılmayarak’ işleyen hariç, ümmetimin hepsi affedilecektir.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh Buharî

1321. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi işittim, şöyle buyurdu:
“Allah, kendisinin yanı sıra başka tanrılar edinenlerle bir Müslümanı haksız yere öldürenler dışındaki bütün günahkârları affedebilir.”
Ebû Derda radıyallahu anh. Ebû Dâvud

058. TEVBE KISSALARI…

‘Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, ümmetini tevbeye özendirmek için bazı tevbe, istiğfar ve af sahnelerini birer kıssa hâlinde anlatmıştır. Maksat, Rahman, Rahîm, Tevvab ve Gafur olan Rabbimizin nasıl da affedici olduğunu göstermek, günah işlediği için yeise düşerek iman dairesinden çıkabileceklere ümit vermektir. Bu hadislerden anlıyoruz ki, bize küçük gibi görünen bir iyilik bile affa vesile olabilmektedir.’

1322. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Bir fahişe, sıcak bir günde, dilini dışarı çıkarmış susuzluktan soluyan bir köpek gördü. Hemen ayakkabısını çıkararak kuyudan su çekti, ona içirdi. Bu sebeple Allah onu affetti.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim

1323. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Allah, mümin kulunun tevbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: “Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar, ama bulamaz.
Sonunda aç, susuz, yorgun ve güçsüz bir hâlde, “Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım” der. Ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır.
Derken, bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı durmuyor mu! Üzerinde de yiyecek ve içecekleri! Sevincinin şiddetinden şaşırarak şöyle der:
“Allahım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim!”
İbni Mesûd radıyallahu anh. Müslim

1324. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Bir adam, “Vallahi Allah falancayı affetmeyecek!” diye kesin bir söz söyledi.
Allah, “Falancaya affetmeyeceğim hususunda yemin eden de kim? Ben o günahkârı affettim, senin amelini de iptal ettim!” buyurdu.”
Cündeb radıyallahu anh. Müslim

1325. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“İsrailoğulları arasında amelleri birbirine aykırı iki adam vardı. Biri ibadet eder, öbürü günah işlerdi. İbadet eden günah işleyene her fırsatta, “Vazgeç!” derdi.
Bir gün, yine onu günah üzerinde yakaladı, “Bırak şunu!” dedi.
Öbürü, “Beni Rabbimle baş başa bırak. Keyfimin kahyası mısın!” dedi.
Öbürü, “Vallahi Allah seni affetmez! Cennetine koymaz!” dedi.
Bir zaman sonra ikisi de öldü. Rablerinin huzurunda bir araya geldiler.
Allah, ibadet eden adama, “Sen benim adıma nasıl karar verirsin!” dedi.
Günahkâra da, “Git, rahmetimle cennete gir!” buyurdu.
Öbürü için de, “Bunu ateşe götürün!” diye emretti.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud

1326. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Bir adam ileri derecede günahkârdı. Ölümü gelince, oğullarına, “Ben ölünce cesedimi yakın, külümü rüzgâra savurun! Vallahi, Rabbim beni bir yakalarsa hiç kimseye vermediği azabı bana verir!” dedi.
Öldü, vasiyetini yerine getirdiler.
Allah, yeryüzüne, “Sende ondan ne varsa benim için topla!” emrini verdi. Yeryüzü adamın küllerini topladı.
Allah onları bir araya getirip adamı yarattı. “Niye böyle bir vasiyet ettin?” diye sordu.
Adam, “Rabbim, senden korkuyordum da ondan!” cevabını verdi.
Bu cevap üzerine Allah onu affetti.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1327. Bir adam geldi, “Ya Resûlullah! Ben şehrin öbür ucunda cima etmeksizin ‘cinsel ilişkiye girmeksizin’ bir kadına dokundum, kendimi tatmin ettim. İşte buradayım, cezamı ver” dedi.
Hazreti Ömer radıyallahu anh, “Allah seni örtmüş, keşke sen de kendini örtüp açıklamasaydın!” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir cevap vermedi. Adam da kalkıp gitti.
Bir süre sonra, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem peşine bir adam göndererek onu çağırtıp şu ayeti okudu:
“Gündüzün iki ucunda, gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl! İyilikler kötülükleri giderir. Bu, düşünüp kavrayabilen kimselere bir hatırlatmadır.”
Bunun üzerine bir adam, “Ya Resûlullah bu hüküm sadece soru sahibi için mi?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Herkes için!” cevabını verdi.
İbni Mesûd radıyallahu anh. Buharî

1328. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Sizden öncekilerin içinde doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Yeryüzünün en bilgin insanını sordu. Ona, “Falan yerde bir rahip var, git durumunu ona anlat” dediler.
Rahibe gidip, doksan dokuz kişiyi öldürdüğünü, tevbe etse kabul edilip edilmeyeceğini sordu.
Rahip, “Hayır!” deyince, onu da öldürüp, yüze tamamladı.
Yine yeryüzünün en bilgin insanını sordu. Ona, falan yerdedir, dediler. Ona gidip, yüz kişiyi öldürdüğünü, tevbe etse kabul edilip edilmeyeceğini sordu.
Âlim, “Evet, kabul edilir. Kimse buna engel olamaz. Falan yere git, insanlar orada Allah’a ibadet ediyorlar, sen de onlara katıl ve ibadet et! Ayrıca ülkene de bir daha dönme! Çünkü, senin ülken kötü bir ülkedir” dedi.
Bunun üzerine adam yola revan oldu. Henüz o ülkeye varmadan, yol ortasında ölüm gelip ona yetişti.
Onun hakkında, rahmet melekleri ile azap melekleri tartıştılar. Rahmet melekleri dediler ki:
“Onun canını biz alacağız. Çünkü bu adam tevbe etti, tam bir ihlas içinde Allah’a ibadet edilen yere gidiyordu. Suçsuzdur.”
Azap melekleri ise, aksini iddia edip, şöyle dediler:
“O, şimdiye kadar hiçbir hayır yapmamıştır. Nasıl olur da iyi bir adam olabilir. Bu nedenle, onun ruhunu biz alacağız.”
Derken, insan sûretinde bir melek geldi. Onu aralarında hakem tayin ettiler. O şöyle dedi:
“İki ülke arasını ölçün. Hangisi daha yakın ise, bu adam oraya ait olur.”
İki ülke arasını ölçtüler, gitmek üzere olduğu ülkeye daha yakın olduğunu tespit ettiler. Bunun üzerine, onun ruhunu rahmet melekleri aldılar.”
Ebû Said radıyallahu anh. Buharî

1329. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm anlattı:
“Sizden önce yaşayanlar arasında Kifl adında bir adam vardı. Bildiğinden şaşmaz, önüne gelen günahı işlerdi. İhtiyaç içinde olduğunu bildiği bir kadına altmış dinar verdi.
Onunla yatmak üzereyken kadın titreyip ağladı.
“Niye ağlıyorsun?” diye sordu.
Kadın, “Bu benim hiç yapmadığım bir iş. Bu günaha beni razı eden de fakirliğimdir!” dedi.
Kifl, “Allah korkusuyla ağlıyorsun demek! Öyleyse, Allah’tan korkmaya ben senden daha layığım! Haydi git, verdiğim para da senin olsun. Vallahi ben bundan böyle Allah’a asla isyan etmeyeceğim!” dedi.
Adam o gece öldü. Sabah olunca, insanlar onun kapısında şu yazıyı buldular: “Allah Kifl’i affetti!”
Bu duruma şaşıp kaldılar. Allah, o devrin peygamberine Kifl’in durumunu vahiy yoluyla bildirinceye kadar şaşkınlıkları devam etti.”
İbni Ömer radıyallahu anh. Tirmizî

059. RÜYA, RÜYA TÜRLERİ, RÜYA TABİRİ…

‘Rüya, uykudayken girilen misali âlemde görülenlerdir. Her rüya tabire değmez. Bazıları şeytanın telkinidir. Bazıları günlük hâdiselerin hayaldeki yansımalarıdır. Bazıları ise hakikatten haber verir ki, bunlara sadık rüyalar denir. Sadık rüya, uyku hâlindeyken misal âleminden görevli melek vasıtasıyla kalbe yansıtılan görüntülerdir. Bu rüyanın bir hakikati vardır, ama herkes bilemez. Rüyada bir hadise bazen aynen görünür, bazen de sembollerle. Bu sembollerin neye delalet ettiği bilinmeli ki rüyanın sırrı ortaya çıksın. Rüya herkese tabir ettirilmez. “Muabbir” denilen tabircilerin yorumu gerekir. Tabirci, rüya dilini bilen, âlim, güzel ahlâklı, hayırlı, iman nuruyla nurlanmış biri olmalıdır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz rüya hakkında bilgiler vermiş ve bazı rüyaları tabir etmiştir.’

1330. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Zaman yaklaşınca, müminin rüyası, neredeyse yalan söylemeyecek. Esasen müminin rüyası, peygamberliğin kırk altı parçasından biridir.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî
‘Kur’an yirmi üç senede tamamlandı. Bir bölümü rüyalar vasıtasıyla indirildi. Bu durum altı ay kadar sürdü. Yani kırk altıda biri kadar. Hadis bu hakikate atıf yapmaktadır. Ayrıca, bazı rüyalarda hakikat bulunduğuna da delalet eder. Çünkü peygamberlikle ilişkilendirilmiştir.’

1331. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Müslüman kişinin salih rüyası peygamberliğin yetmiş bölümünden biridir.”
Ebû Said el-Hudri radıyallahu anh. İbni Mâce
‘Arapçada yedi, yetmiş, yedi yüz gibi rakamlar kesretten kinayedir, yani çokluk ifade eder.’

1332. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“En sadık ‘doğru’ rüya seher vakitlerinde görülen rüyadır.”
Ebû Said radıyallahu anh. Tirmizî

1333. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Hoşunuza gitmeyen bir rüya görürseniz, uyandığınız zaman öbür yanınıza dönüp sol tarafınıza üç kez tükürün. Rüyanın şerrinden Allah’a sığınıp ondan hayrını isteyin.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. İbni Mâce

1334. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sadık rüya Allah’tandır. Sıkıntı veren rüya şeytandandır. Öyle ise, sizden biri, sıkıntı veren kötü bir rüya görecek olursa sol tarafına tükürsün ve ondan Allah’a sığınsın. Böyle yaparsa o rüya kendisine asla zarar veremez.”
Ebû Katade radıyallahu anh. Buharî

1335. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Beni rüyada gören gerçekten görmüştür. Çünkü şeytan benim suretime giremez.”
İbni Abbas radıyallahu anh. İbni Mâce

1336. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Müminin rüyası, nübüvvetin ‘peygamberliğin, haberciliğin’ kırk bölümünden biridir. Bu rüya anlatılmadığı sürece bir kuşun ayağında takılı gibidir. Anlatıldı mı hemen düşer.”
Ebû Rezin radıyallahu anh. Tirmizî

1337. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Rüya üç kısımdır: Biri Allah’tan bir müjdedir. Biri nefsin konuşmasıdır. Biri de şeytanın korkutmasıdır. Hoşuna giden bir rüya gören kişi, dilerse onu anlatsın. Eğer hoşuna gitmeyen bir şey görürse, onu kimseye anlatmasın, kalkıp namaz kılsın.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. İbni Mâce

1338. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Rüyada gördüğünüz şeylerin isimlerini, o rüyayı yormada esas alın. Keza gördüklerinizin künyelerini veya kinaye manalarını da dikkate alın. Rüya, ilk yorumcunun yorumuna göre gerçekleşir.”
Enes radıyallahu anh. İbni Mâce

1339. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sahabelerinden bazılarına, Kadir gecesinin ramazan ayının son yedisinde olduğu rüyalarında gösterildi.
Rüyalar kendisine anlatılınca, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Son yedide olması hususunda rüyalarınız birbirini destekliyor. Kadir gecesini aramak isteyen son yedide arasın” buyurdu.
İbni Ömer radıyallahu anh. Buharî

1340. Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Rüyamda başım kesilmişti, ben de onun peşine düşmüştüm” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ona, “Şeytan seninle oynamış! Bu tür rüyaları sakın kimseye anlatma!” dedi.
Câbir radıyallahu anh. Müslim

1341. Muhacirler geldiği zaman Osman İbni Mazun radıyallahu anhı misafir etmek bize nasip olmuştu. Bir süre sonra hastalandı. Tedavimiz sonuç vermedi, vefat etti. Onu rüyamda gördüm. Akan bir çeşmesi vardı. Rüyamı Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme anlattım.
“Bu onun amelidir, onun için akıyor” buyurdu.
Ümmü’l-Ala radıyallahu anha. Buharî

1342. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Rüya gören var mı?” diye sordu.
Bir adam, “Evet ben gördüm. Sanki gökten inmiş bir terazi vardı. Siz ve Ebû Bekir tartıldınız. Sen, Ebû Bekir radıyallahu anhdan ağır geldin. Ebû Bekir ile Ömer de tartıldılar. Ebû Bekir ağır geldi. Sonra Ömer ile Osman tartıldılar. Ömer ağır geldi. Sonra terazi kaldırıldı” dedi.
Rüyayı dinleyen Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yüzünde hoşnutsuzluk gördük.
Ebû Bekre radıyallahu anh. Tirmizî

1343. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Biz öne geçen sonuncularız. Rüyamda bana yeryüzünün hazineleri getirildi. Elime altından iki bilezik kondu. Bunlar benim nazarımda büyüdüler ve beni kederlendirdiler. Bana, “Bunlara üfle!” diye vahyedildi. Ben de üfledim, uçup gittiler. Bunları iki yalancı ‘peygamber’ diye yorumladım.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1344. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Rüyamda saçları karmakarışık siyah bir kadın gördüm. Bunu veba hastalığı olarak yorumladım” buyurdu.
İbni Ömer radıyallahu anh. Buharî

1345. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Benden sonra nübüvvetten ‘peygamberlikten, habercilikten’ sadece mübeşşirat ‘müjdeleyiciler’ kalacaktır!” buyurdu.
Sahabeler, “Mübeşşirat da nedir?” diye sordular.
“Salih rüyadır” diye cevap verdi.
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1346. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Dünya hayatında da, ahirette de onlara müjdeler vardır” ayetini sordum.
“Burada kastedilen müjde salih rüyadır. Mümin kul onu görür ya da kendisine gösterilir” diye cevap verdi.
Ubâde İbni Samit radıyallahu anh. Tirmizî

1347. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme Varaka İbni Nevfel hakkında soruldu.
Hatice radıyallahu anha, “O seni tasdik etti. Sen peygamberliğini açıklamadan önce öldü” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi:
“O bana rüyada gösterildi. Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Şayet cehennemlik olsaydı, beyaz renkli olmayan bir elbise içerisinde olması gerekirdi.”
Aişe radıyallahu anha. Tirmizî

1348. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Bu gece bir rüya gördüm. Ukbe İbni Rafi’nin evindeymişim. Orada bana taze hurma getirildi. Rüyayı şöyle tabir ettim: Dinimiz tamamlandı, dünyada biz yükseleceğiz, ahirette de bizi güzel bir sonuç bekliyor!”
Enes radıyallahu anh. Müslim

1349. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında kim bir rüya görse onu Resûlullaha anlatırdı. O sıralarda ben bekar bir gençtim, mescitte yatıp kalkıyordum.
Rüyamda iki melek geldi, beni alıp cehennemin kenarına kadar götürdüler. Cehennem, kıyısında iki direk dikili bir kuyuya benziyordu. Cehennemde bulunan bazı kimseleri tanıdım. Hemen sığınmaya başladım, üç kere, “Ateşten Allah’a sığınırım!” dedim.
Sonra, beni getiren melekleri bir üçüncüsü karşıladı.
Bana, “Ne var korkacak!” dedi.
Bu rüyayı kız kardeşim ‘ve Resûlullahın hanımı’ Hafsa radıyallahu anhaya anlattım. Hafsa da Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme anlatmış.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Abdullah ne iyi bir insan! Keşke gece namazı da kılsa!” demiş.
İbni Ömer radıyallahu anh. Buharî

1350. Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme gelerek şu rüyayı anlattı:
“Bu gece rüyamda buluta benzer bir şey gördüm. Ondan yağ ve bal damlıyordu. İnsanlar da ellerini açıp bu yağmurdan almaya çalışıyorlardı. Azıcık alan da vardı, çokça alabilen de. Derken yerden göğe kadar uzanan bir ip gördüm. Siz o ipe yapışıp çıktınız. Sizden sonra biri daha ona tutunup çıktı. Sonra bir başkası yükseldi, sonra bir başkası daha ipe tutundu, fakat ip koptu. Onun için ipi eklediler, o da yükseldi.”
Hazreti Ebû Bekir radıyallahu anh, “Ya Resûlullah, annem babam sana feda olsun, izin verirseniz ben tabir edeyim!” dedi.
Resûlullah, “ Pekala, tabir et!” dedi.
Hazreti Ebû Bekir radıyallahu anh şunları söyledi: “O bulutumsu gölgelik, İslâm bulutudur. Ondan yağan bal ve yağ Kur’an’dır. Kur’an’ın tatlılığı ve yumuşaklığıdır. İnsanların bundan avuç avuç almaları Kur’an’dan kiminin çok, kiminin az miktarda faydalanmalarıdır. Gökten yere inen ip ise senin getirdiğin hakikattir. Sen buna yapışmışsın, Allah o sebeple seni yüceltecektir. Senden sonra bir adam daha ona yapışacak ve onunla yücelecek, ondan sonra biri daha ona yapışıp o da yücelecek. Ondan sonra biri daha yapışır, fakat ip kopar, ancak onun için ip ulanır o da yapışıp yükselir. Ya Resûlullah, annem babam sana feda olsun, doğru tabir ettim mi, ne dersin?”
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Bazı tabirlerinde isabet ettin, bazılarında hata ettin” buyurdu.
“Vallahi, hatalarımı söyleyeceksin!”
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Hayır! Yemin verme!” dedi.
İbni Abbas radıyallahu anh. Buharî

1351. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize, “Rüya göreniniz yok mu?” diye sorar, görenler rüyalarını anlatırlardı.
Bir sabah bize yine sordu.
“Görmedik” dedik.
“Fakat ben gördüm” dedi. Sonra rüyasını anlattı:
“Bu gece bana iki kişi geldi. Beni alıp “Haydi yürü!” dediler. Yürüdüm. Yatan bir adamın yanına geldik. Yanı başında elinde bir kaya olan bir adam duruyordu. Bazen bu kayayla vurup onun başını yarıyordu. Kaya da sağa sola yuvarlanıp gidiyordu. Adam taşı takip ediyor, gidip tekrar alıyordu. Fakat, yatanın başı eskisi gibi iyileşinceye kadar vurmuyordu. İyileştikten sonra tekrar indiriyor, önceki yaptıklarını aynen yeniliyordu. Beni getirenlere, “Sübhanallah! Bu da ne!” dedim. Dinlemeyip, “Yürü!” dediler.
Yürüdük, sırtüstü uzanmış birinin yanına geldik. Bunun da yanında, elinde demir kancalar bulunan biri duruyordu. Yatanın yüzüne çengeli takıyor, yüzünün yarısını ensesine kadar soyuyordu. Burnu, gözü enseye kadar soyuluyordu. Sonra öbür tarafına geçiyor, öbür yüzünün derisini de ensesine kadar soyuyordu. Bu da, yüz derileri iyileşip eskisi gibi oluncaya kadar bekliyor, sonra tekrar önceki yaptıklarını yapmaya başlıyordu. Ben burada da, “Sübhanallah, bu da ne!” dedim. Cevap vermeyip, “Yürü !” dediler.
Beraberce yürüdük. Fırın gibi bir yere geldik. İçinden bir takım gürültüler geliyordu. Baktık, içeride çıplak kadınlarla erkekler var. Aşağı taraflarından bir alev yükselip onları yalıyordu. Bu alev onlara ulaşınca çığlık koparıyorlardı. Ben yine dayanamayıp, “Kim bunlar?” diye sordum. Bana cevap vermediler, “Yürü!” dediler.
Birlikte yürüdük. Kan gibi kırmızı bir nehrin kıyısına geldik. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da yanında bir çok taş bulunan bir adam duruyordu. Adam bir müddet yüzüp kıyıya doğru yanaşınca, yanında taşlar bulunan adam geliyor, öbürü ağzını açıyor bu da ona bir taş atıp kovalıyordu. Adam bir müddet yüzdükten sonra geri dönüp adama doğru yine yaklaşıyordu. Her dönüşünde ağzını açıyor, kıyıdaki de ona bir taş atıyordu. Ben yine dayanamadım, “Bu nedir?” diye sordum. Cevap vermediler, “Yürü!” dediler.
Beraberce yürüdük. Çok çirkin görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimseyi görmemişsinizdir. Yanında bir ateş vardı. Adam ateşi tutuşturup etrafında dönüyordu. Ben yine, “Bu da ne?” dedim. Cevap vermeyip, “Yürü!” dediler.
Beraberce yürüdük. Kocaman ağaçları olan bir bahçeye geldik. İçinde her çeşit bahar çiçekleri vardı. Bu bahçenin içinde çok uzun boylu bir adam duruyordu. Göğe yükselen başını neredeyse göremiyordum. Etrafında çok sayıda çocuklar vardı. “Bunlar kimdir?” dedim. Cevap vermek yerine, “Yürü!” dediler.
Beraberce yürüdük. Ulu bir ağacın yanına geldik. Bundan ne daha büyük ne de daha güzel bir ağacı hiç görmedim. Yanımdakiler, “Ağaca çık!” dediler. Birlikte çıkmaya başladık. Altın ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre doğru yükselmeye başladık. Derken şehrin kapısına geldik. Kapıyı çalıp açmalarını istedik. Açtılar. Beraberce girdik. Bizi bir kısım insanlar karşıladılar. Bunlar yaratılışça bir yarısı çok güzel, diğer yarısı da çok çirkin kimselerdir. Sanki böylesine güzellik, böylesine çirkinlik görmemişsinizdir. Arkadaşlarım onlara, “Gidin şu nehre dalın!” dediler. Orada bir nehir varmış. Suyu süt gibi beyazdı. Ona dalıp çıktılar. Çirkinlikleri tamamen kaybolmuş olarak geri geldiler. İki tarafları da gayet güzel olmuştu.
Beni dolaştıran arkadaşlarım şu açıklamayı yaptılar: “Şu gördüğün Adn cennetidir. Şu da senin makamındır. Gözümü çevirip baktım. Bu bir saraydı, tıpkı beyaz bir bulut gibi. “Beni gezdirin, içine bir gireyim!” dedim. “Şimdilik hayır! Fakat ileride mutlaka gireceksin” dediler.
“Geceden beri gördüklerim neydi?” dedim. “Sana anlatacağız” dediler ve anlattılar: “Taşla başı yarılan adam, Kur’an’ı bir yana atan, uyuyup da farz namazlarını kılmayan kimsedir.
Ensesine kadar yüzünün derileri, burnu, gözü soyulan adam, evinden çıkıp yalanlar uydurup, etrafa yalan yayan kimsedir.
Fırın gibi bir binanın içinde gördüğün kadınlı erkekli çıplak kimseler, zina yapan erkek ve kadınlardır.
Kan nehrinde yüzüp ağzına taş atılan adam faiz yiyen kimsedir.
Ateşin yanında durup onu yakan ve etrafında dönen pis manzaralı adam, cehennemin bekçisidir.
Bahçede gördüğün uzun boylu adam İbrahim aleyhisselâmdı. Onun etrafındaki çocuklar ise, fıtrat üzere, henüz ergenlik çağına erişemeden ölen çocuklardır.
Cemaatten biri, “Ya Resûlullah! Kâfir çocukları da mı?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Evet, kâfir çocukları da” buyurdu.
Sonra anlatmaya devam etti: “Yarısı güzel yarısı çirkin yaratılışlı olan adamlara gelince, bunlar iyi amellerle kötü amelleri birbirine karıştırıp her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları affetmiştir.”
Semûre radıyallahu anh. Buharî

060. ŞİİR, RESİM, SİHİR, FAL, UĞUR…

‘Şiirin sözlük anlamı, “ilim”dir. Terim anlamı ise, uyumlu, anlamlı, ritmik, okuyanı duygusal yönden etkileyen sözlerdir. Mantıkçılara göre şiir, hayal edilmiş şeylerden derlenen kıyastır. Şiirin maksadı, isteklendirerek ve tiksindirerek ruhu etkilemektir. Şiir ve şairler hakkında hem lehte, hem de aleyhte hadisler vardır. Ayetlerde de aynı durum söz konusudur. Şuara, yani şairler adlı surede, iki şair tipi ana çizgileriyle tanımlanmış, birinci tipe uyan şairler yerilmiş, ikinci tiptekiler övülmüştür. Bu ayetler, şiir sanatından ve sanatkârlarından söz etmekle birlikte, bütün sanat dallarını ilgilendiren ilkeler içermektedir. Kur’an’ın ifadesi şudur: “Şairlere gelince, onlara da azgınlarla çapkınlar uyar! Görmez misin, onlar her vadide ‘olmayacak hayallerin peşinde’ şaşkınca dolaşırlar. Yapmayacakları şeyleri söylerler. Ancak, inanan, güzel davranan, Allah’ı çokça anan, kendilerine haksızlık yapıldıktan sonra haklarını savunan başka! Zâlimler, hangi devrimle devrileceklerini yakında bilecekler!” Ayetlerle belirlenen ölçü hadislerde de aynen görülmektedir… Sihir kelimesinin lügat manası, “sebebi gizli olan ince şey”dir. Istılahta, “gizli vasıtalarla yapılan ve kötü sonuçlar veren işlere” denir. Dilimizde, “sihir” kelimesine karşılık “büyü” tabiri de kullanılır. Sihri öğrenmek, öğretmek ve yapmak haramdır. Ancak, şerrinden korunmak için öğrenmeye serbesti veren âlimler de vardır… Bu bölümde resim, fal ve uğur sayma gibi konulardaki hadislere de yer verilmiştir.’

1352. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Şiirde hikmet vardır!”
Übey İbni Ka’b radıyallahu anh. Buharî
‘Hikmet terimi, gaye, fayda, ilim, sır, faydalı söz, gibi manalara gelir.’

1353. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Sizden birinin içine onu bozacak irin dolması, şiir dolmasından hayırlıdır!”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1354. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şair Hassan İbni Sabit radıyallahu anh için mescide hususi bir minber ‘kürsü’ yaptırmıştı. Hassan, oraya çıkar, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi hasımlarına karşı savunur ya da onun adına iftihar şiirleri okurdu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Resûlullahı savunduğu ya da onun adına iftihar şiirleri okuduğu sürece Allah onu Cebrail aleyhisselâmla takviye etmektedir” derdi.
Aişe radıyallahu anha. Buharî

1355. Bir gün ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bineğinin arkasına binmiştim.
Bir ara bana, “Hafızanda Ümeyye’nin ‘Lebid namıyla meşhur ünlü şairin’ şiirinden bir şeyler var mı?” diye sordu.
“Evet, var!” dedim.
“Oku!” dedi. Ben kendisine bir beyt okudum.
“Devam et!” dedi. Ben bir beyt daha okudum.
O yine, “Oku!” diye emretti.
Böylece kendisine yüz beyit okudum.
Şerrid radıyallahu anh. Müslim

1356. Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle yüz defadan fazla birlikte oturdum. Sahabeleri ona şiirler okur, cahiliye devriyle ilgili olaylar anlatırlardı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onları sessizce dinlerdi. Bazen de anlatılanlara onlarla birlikte gülerdi.
Câbir İbni Semûre radıyallahu anh. Tirmizî

1357. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Enceşe adlı bir hizmetkarı vardı. Sesi güzeldi. Ezgiyle şiirler okuyarak kâfilenin yürüyüşünü canlı tutardı.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona, “Ey Enceşe ağır ol! Şişeleri incitme” dedi. Şişe kelimesiyle nazik yapılı kadınları kastediyordu.
Enes radıyallahu anh. Buharî

1358. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kureyza günü, Hassan radıyallahu anha, “Müşrikleri şiirlerinle hicvet ‘taşla’! Cebrail seninle!” dedi.
Bera radıyallahu anh. Buharî

1359. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Şairin söylediği en doğru söz Lebid’in söylediği şu sözdür:
“Haberiniz olsun, Allah’tan başka her şey bâtıldır!”
Ümeyye neredeyse Müslüman olacakmış!”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

1360. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İbni Revaha radıyallahu anhın şiirini okur, “Kendisine azık vermediğin kimseler sana haber getirecek!” mısraını tekrar ederdi.
Aişe radıyallahu anha. Tirmizî

1361. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Şu resimleri yapanlar var ya, kıyamet günü azap çekecekler! Onlara, “Haydi, yaptıklarınızı diriltin!” denilir.”
İbni Ömer radıyallahu anh. Buharî
‘Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin zamanında insanlar putlara taparlardı. Sadece o yörede değil dünyanın pek çok yerinde de uydurma ilahlara tapmak, bazı varlıklara ilahlıktan pay vermek illeti yaygındı. Pagan kültürde resim ve heykelin önemli yeri vardı. İnsanlar, saygı duydukları kimselerin suretlerini yapıyor, ilahlık payesi verip onlara tapıyorlardı. Şirkin kökünü kesmek için kesin tavır almak gerekiyordu. Efendimizin resim ve heykel hususundaki hadisleri okunurken bu hakikatler gözardı edilmemelidir.’

1362. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah, resim yapana azap eder. Kendisinden suretlere ruh vermesi istenir. Ruh üfleyene kadar azabı devam eder. Şüphesiz, hiçbir zaman ruh üfleyemez!”
İbni Abbas radıyallahu anh. Buharî

1363. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem seferdeyken yüklüğün önüne üzerinde resimler bulunan bir bez çekmiştim.
Resûlullah ‘dönüp de görünce’ perdeyi kaldırıp attı. Yüzünün rengi değişmişti. “Ey Aişe! Bilesin, kıyamet günü insanların en çok azap görecek olanları Allah’ın yarattıklarını taklit edenlerdir!” buyurdu.
Aişe radıyallahu anha. Buharî

1364. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“İçerisinde köpek ve timsaller bulunan eve melekler girmezler.
Ebû Talha radıyallahu anh. Buharî

1365. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“İçinde resim, cenabet ve köpek bulunan eve rahmet melekleri girmezler.”
Hazreti Ali radıyallahu anh. Ebû Dâvud
‘Son zamanlarda yetişen âlimler ihtiyaca göre resim yapılması hususunda bazı fetvalar vermişlerdir. Gölgeli ya da gölgesiz suretlere kutsallık izafe etmemek, bir zaruret olmaksızın onları duvarlara asmamak, sanat adı altında nefsin olumsuz duygularını tahrik edici konulara yer vermemek gibi hususlara dikkat etmek kaydıyla resim yapılabilir demişlerdir. Bu meselenin ayrıntıları fıkıh kitaplarında vardır. Bu dallarda çalışmalar yapacak olan Müslüman sanatkârların ilgili hükümleri bilmeleri gerekir.’

1366. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kim bir düğüm vurur, sonra da ona üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa şirke düşer. Kim medet umarak bir şey ‘nazarlık ve saire’ asarsa, o astığı şeye havale edilir.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Nesaî

1367. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme sihir yapılmıştı. Rahatsızlığı sebebiyle yapmadığı bir şeyi yaptım sanıyordu. Bir gün benim yanımda birbiri ardınca dualar etti.
“Ey Aişe, hissettin mi, sorduğum hususta Allah bana çare gösterdi?” dedi.
“Hangi hususta Ya Resûlullah?” dedim.
“İki kişi bana gelip, biri başucumda, diğeri ayak ucumda oturdu.
Biri diğerine, “Bu zâtın rahatsızlığı ne?” dedi.
Öbürü, “Büyü!” dedi.
Önceki, “Kim büyüledi?” diye sordu.
Diğeri, “Lebid adlı bir Yahudi” diye cevap verdi.
Öbürü, “Büyüyü neye yaptı?” dedi.
Arkadaşı, “Bir tarakla saç döküntüsüne. Bir de erkek hurma tomurcuğunun içine!” cevabını verdi.
Diğeri, “Pekala, onlar şimdi nerede?” diye sordu.
Arkadaşı, “Zervan kuyusunda!” cevabını verdi.”
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sahabeleriyle birlikte kuyuya gitti. Baktı, kuyunun üzerinde bir hurma vardı.
Sonra benim yanıma dönüp, “Ey Aişe! Vallahi, kuyunun suyu kına ıslatılmış gibi. Oradaki hurma ağaçlarının başları da sanki şeytanların başları gibiydi!” dedi.
Ben, “Ya Resûlullah! Onu çıkardın mı?” diye sordum.
“Hayır! Allah bana şifa verdi. Ben ondan halka bir şer gelmesine sebep olmaktan korktum!”
Resûlullah onun gömülmesini emretti. Uygun bir yere gömüldü.
Aişe radıyallahu anha. Buharî

1368. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme sihir yapıldı. Bu yüzden günlerce hasta düştü. Sonunda Cebrail aleyhisselâm gelerek, “Bir Yahudi sana büyü yaptı. Yaptığı sihir düğümünü falanca kuyuya attı” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hazreti Ali radıyallahu anhı gönderdi. Hazreti Ali radıyallahu anh düğümü oradan çıkarıp çözdü. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bağdan kurtulmuş gibi kendine geldi. Bunu o yahudiye ne söyledi ne de onun yüzünü gördü.
Zeyd İbni Erkam radıyallahu anh. Nesaî
‘Bu iki rivayetin ayrıntılarında farklar varsa da hadisenin vukuu kesindir, her iki nakil de büyü olayının gerçekleştiğini bildiriyor.’

1369. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kim yıldızlarla ilgili bir ilim öğrenmişse sihirden bir bölüm öğrenmiş demektir. Biri arttı mı öbürü de artar.”
İbni Abbas radıyallahu anh. Ebû Dâvud
‘Günümüzde astroloji adı altında öğretilen ve öğrenilen bilgilerdir bunlar.’

1370. Hudeybiye günüydü. Gece yağmur yağmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize sabah namazını kıldırdı. Namazı bitince, “Rabbiniz ne dedi biliyor musunuz?” diye sordu.
Cemaat, “Allah ve Resûlü bilir!” dediler.
“Allah buyurdu: “Kullarımdan bir kısmı mümin, bir kısmı kâfir olarak sabahladı. “Allah lütfetti de bize yağmur yağdırdı” diyen bana mümin, yıldızları münkir olarak sabahladı. “Falanca yıldız sayesinde bize yağmur yağdırıldı” diyen ise bana kâfir, yıldıza mümin olarak sabaha erdi!”
Zeyd İbni Halid radıyallahu anh. Buharî

1371. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında halk yağmura kavuştu. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “İnsanlar bugün iki grup hâlinde sabaha erdiler. Bir grubu kâfir, bir grubu mümindir. Bazıları, “Allah, rahmetiyle yağmur yağdırdı” dedi. Bazıları da, “Falan yıldızın uğuru doğru çıktı” dedi.”
Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
“Hayır! Birbiri ardınca indirilen ayetlere yemin ederim! Bilirseniz, bu pek büyük bir yemindir! Muhakkak o Kur’an’ı Kerîmdir! Bir kitapta korunandır. Ona iyice arınanlardan başkası dokunamazlar. Bütün varlık türlerini yaratan, hepsine birden hükmeden Rabbinden indirilmiştir. Siz bunu küçümsüyor musunuz! Size rızık vermesinden dolayı ona şükretmeniz gerekirken tek cevabınız onu yalanlamak mı olacak!”
İbni Abbas radıyallahu anh. Müslim

1372. Bir adam, “Ya Resûlullah! Önceki evimizde sayımız çok, malımız boldu. Sonra bir başka eve taşındık. Burada sayımız da azaldı, malımız da” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Orayı terk edin!” buyurdu.
Enes radıyallahu anh. Ebû Dâvud
‘Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin “orayı terk edin” emri vermesi oraya uğursuzluk izafe ettiği manasına gelmez. Ortada bir hakikat vardı, fiili dua kabilinden bir şeyler yapılması gerekiyordu. Yer sahiplerine yeni bir ümit kapısı açmak lâzımdı. Ve daha kim bilir ne hikmetler vardı ki Efendimiz onlara bu emri verdi. Bu hadise insana, “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır” vecizesini de hatırlatıyor.’

1373. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Uğursuz saymak şirktir! Uğursuz saymak şirktir! Uğursuz saymak şirktir! Kalbinde kuruntu bulunanı saymazsak, bizden kimsede bu yoktur. Allah onu ancak tevekkülle giderir.”
İbni Mesûd radıyallahu anh. Ebû Dâvud

1374. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hoşuna giden bir kelime işitince, “Senin uğurunu kendi ağzından işittik!” buyururlardı.
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud

1375. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ne sirayet, ne safer, ne de gul vardır!”
Câbir radıyallahu anh. Müslim
‘Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, halk arasında dilden dile dolaşan hurafeleri, özellikle gulyabani, dev, hayalet ve saire nevinden uydurmaları reddetmiştir.’

1376. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiç bir şeyi uğursuz saymazdı. Bir memur göndereceği zaman ismini sorar, isim hoşuna giderse sevinirdi. Hatta bunun neşesi yüzünde görülürdü. İsimden hoşlanmazsa bu da yüzünden belli olurdu. Bir köye girecek olsa oranın da ismini sorardı. İsim hoşuna giderse sevinirdi, hoşlanmazsa bu da yüzünden okunurdu.
Büreyde radıyallahu anh. Ebû Dâvud

1377. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ne sirayet, ne de uğursuzluk vardır. Fe’l benim hoşuma gider.”
“Fe’l nedir?” diye sordular.
“Güzel sözdür!” buyurdu.
Enes radıyallahu anh. Buharî
‘Fe’l, manası güzel olan bir sözü hayra yormaktır, fal bakmakla karıştırılmamalıdır.’

1378. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir ihtiyacı görmek üzere giderken, “Uğurlar olsun!” ya da “Hayırlı başarılar!” gibi temennileri işitmekten hoşlanırdı.
Enes radıyallahu anh. Tirmizî

Önceki bölüm:

“Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” – XII

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Rûme Kuyusu ve İktisadî Dersler

Soru: Hz. Peygamber (sas) Medine’de hâkim bir zümre olan Yahudilerle nasıl mücadele etti? Bu mücadelenin bugüne …

Kapat