Ana Sayfa / KASTAMONU / Kastamonu Yazıları / Kuzeyde Bir Osmanlı Dilberi: Kastamonu

Kuzeyde Bir Osmanlı Dilberi: Kastamonu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Mehmet SILAY

Bir hafta sonu Ankara’nın yorgunluğunu üzerimizden atmak arzusuyla beş arkadaş Fayo Baba’nın minyatür minibüsüne doluşarak ve arkadaşım Fethi Acar beyin övmekten bitiremediği sedir ormanları ve karlarla kaplı Ilgaz dağlarına tirmanmaya başladık.. Yaz mevsimine adım attığımız şu günlerde bile beyaz duvakları üzerinden eksik olmayan llgaz dağlarında soluduğumuz hava tertemiz, ve dağ evlerinde insanın içini ısıtan fincanlar dolusu karanfil kokulu salepler doyumsuzdu…

Gündüzleri, zirvelerden Kastamonu vadisini seyreden asırlık çam ormanlarını dolaşıyoruz. Geceleri türkü, şiir ve fıkralar eşliğinde şenleniyor, Urfa isotuyla yoğurduğumuz çiğ köfte tepsilerini diğer misafirler ve personelle paylaşarak zamanı gönül hoşluğuyla değerlendiriyoruz…

Meğer Kastamonu kentinin antik çağdan beri kurulu olduğu vadiye yarım saat mesafedeymişiz. Turistik çevrelerde “Kalesi, kulesi ve deresi”yle meşhur olan bu esrarengiz Osmanlı güzelini, bu kadar yakalaşmışken artık ayaklarına kadar inip yakından görmek bizim için kaçınılmaz olmuştu. Bakımlı fakat dar yoldaki kıvrımlardan göçmen kuşlar gibi süzülerek yemyeşil bir düzlüğe iniyoruz. Jeolojik oluşumların çevreye kazandırdığı muhteşem görüntülerden antik çağa ait kaya mezarları, Pınarbaşı Kanyonu ve Ilgarıni Mağarası görülmeye değer…

Buram buram tarih kokuyor

Kastamonu kalesinin etrafı âlimler, veliler ve gazilerle kuşatılmış. Hele titizlikle korunduğu için günümüze kadar uzanan konaklar birer sanat ve zerafet âbidesi… Daha önce ziyaret edip hayran olduğumuz Safranbolu evlerinin en az beş-on misli fazlası karşımızda duruyor. Fatih Sultan Mehmet’in annesi Hatice Huma Hatun, bu iklimin yetiştirdiği bir “Devletana”. Osman Gazi’den Fatih dönemine kadar devlet-i ebed müddetin sadrazamları Kastamonu’dan çıkmış. Bölgenin oluşturduğu eğitimli askeri birliklerin orduda özel bir yeri ve değeri varmış. Savaşlarda askere komuta eden paşalar, saray nazırları, şehzadeleri eğiten lalalar, hoca ve müderrisler Kastamonu’da yetişmiş. Ne saadet, bu yiğit belde hiçbir zaman düşman işgali görmemiş…

Şehirde ilk akla gelen Osmanlı mührü Nasrullah kadı külliyesi…

Kürsülerinde Mehmet Alkif ve Eşref Edib’in ateşli konuşmalar yaparak çınlattığı ve halkı Kuva-yı Milliye saflarında topladığı Nasrullah Camii kubbeleri. Sekiz yüz yıllık kitabeleriyle sanat tarihine tebessüm eden şadırvanlar… İçinde üniversite eğitiminin verildiği Münire, Numaniye ve Tevfikiye medreseleri.. Milli Tarihe kısa bir yolculuk yapmak isteyenler bu şehri mutlaka ve ibretle gezmeli…

Beylikler döneminden Selçuklu ve Osmanlıyı da aşarak Cumhuriyet dönemine açılan kapıların arkasında yüzyılın beş yıldızlı otelleri kervansaraylar, hanlar, imaretler, misafirhaneler, daruşşifalar, bedestenler, çeşmeler, kütüphaneler, medreseler, Mevlevihaneler ve üzerinden kervanların aheste geçtiği taş körüler uzayıp gider…

Aman Allah’ım, bu ne kültürel zenginlik!

Danişmend ve İsfendiyaroğlu döneminde bile bir ilim kenti olan Kastamonu’da ne hazindir ki bugün bir üniversite yok.

Dün Hisarardı sokaklarında halkı eğiten ve okutan Mürşid-i kâmillerin dolaştığı Şaban-ı Veli ve Seyyit Yahya Şirvani’nin torunlarını, bugün boşuna arryor gözlerimiz..

Diz dize ve göz göze sohbetlerle milleti gaflet ve cehaletten uyandırıp lütfu ile sevindiren, yoksul ve yaralı gönülleri affı ile mesrur, ihsanı ile bermurad eden, şefaat ve dualarıyla da ateşten azad eden hak erenleri neredeler?

Beş yüz yıllık dâruşsifasıyla hastaları sağaltan Yılanlı Külliyesi’nin bugün üzerinde hâlâ şifa ayetlerinin okunduğu giriş kapısı ayakta duruyor. Yılanlı Külliyesi’nde gençler eğitilerek tabipler yetiştirilir ve her türlü hasta tedavi edilirmiş. Bu bina aynı zamanda tıbbiye-i şahanenin bir eğitim hastanesiymiş.

Sarayburnu’ndan Kastamonu’ya sürgün edilen Saat kulesi. Sarayda bir cariye çan sesiyle korkup bebeğini duşürünce taş taş sökülüp Candaroğullarına sürgün edilmiş. Hazin bir hatıra…

Halka hizmet ve ümit veren Yakup Ağa ile Şeyh Şaban-ı Velî külliyeleri bugün hâlâ dimdik ayakta. Aşir Efendi Hanı’yla Cem Sultan Bedesteni ise bugün Kültür Bakanlığı’nın ve belediyenin sıcak ilgisini bekliyor

Karaçomak Deresi üzerinde şehrin iki yakasını birbirine bağlayan altı asırlık Nasrullah Köprüsü üzerinden yoğun şehir trafiği içinde, bugün güvenle geçebiliyoruz.

El sanatları araştırma müdürlüğü eski bir konağı aslına uygun restorasyondan geçirmiş. Şehrin yamaçlarında sivil mimarinin en zarif örnekleri olan rumbalı ve müşebbekli evlerde bugün insanlar yaşıyor. Bizi kapıdan karşılıyorlar. Gençler el dokuması perdeler, masa örtüleri, şark köşesi için kök boya yastık yüzleri, yağlık ipek başörtülerini sergiliyorlar. Fayo Baba’yla, Beyazıt Bey hatıra olarak hanımlarına birer çift alıyorlar. Üst kattaki salonda tahta işçiliğinin el emeği göz nuru ürünleri tıkır tıkır işleniyor…

Küçük bir Kündekâri sehpa, muşabaklı telefonluk, Osmanlı dolabı, çeyiz sandıkları, rahleler, kabartma işlemeli dolap ve tavan göbeği sehpa.

Fatih Sultan Mehmet’in dayısı Candaroğlu İsmail Bey’in yaptırdığı Deve Hanı gibi altı yüz yllık nezih ve seçkin bir mekanda sıcak pastırmalı börekler, han mantısı, han turşusu ve han baklavası gibi birbirinden leziz yöresel yemekler misafirlere ikram ediliyor.

Manilerin manası derin!

Bayraklı medresede sempatik bir işportacı yolumuzu kesiyor.
-Beyefendiler, başka şehirlerin Nene hatunları, Karafatmaları varsa bizim de Şerife bacıyla Hanife çavuşumuz var.!
-Ne mutlu sana!
Yüzündeki üç günlük tıraşla gülümsedikçe gamzeleri derinleşiyor. 
Size bir Kastamonu manisi söyleyeyim mi?
– Söyle bakalım!
Pençiresi muşabak
Muşabaktan dışa bak,
İki dinli sevdüğüm
Ya al beni ya bırak!

Gülüşüyor ve alkışlıyoruz. Etrafımızda bizim gibi gezginler meraklılar çoğalmaya başlıyor. 
-Helal olsun baba, haydi bir tane daha!
Adam daha da iştahlanıyor, dişlerini göstere göstere gülüyor ve sesini yükselterek:
Garanfil deste deste,
Beni bubamdan iste!
Eğer bubam vermezse
Gır atı eyi besle!

Esnaf da çoğalan kalabalığa katılıyor ve hep birlikte neşeyle alkışlıyoruz.
“Haydi bir tane daha söyle!” desek daha saatlerce söyleyecek…

Zamanımız daralıyor… Önce dışa dönük-sıcak kanlı tavrıyla, bu sempatik işportacının gönlünü görüp izin istiyoruz. 

Sonra da kervansarayları, hanları, Mevlevihaneleri, görkemli kubbeleri ve yüzyıllardır lülesinden şeker şerbeti gibi soğuk suların aktığı Nasrullah şadırvanlarını, şehirde önümüzü kesen misafirperver insanlarını ve bu mübarek coğrafyayı tekrar görmek umuduyla yönümüzü Ankara’ya çevirip, Ilgaz yamaçlarına yeniden tırmanmaya başlıyoruz. Doğrusu Kara Çomak Deresi’nin iki yakasına bağdaş kurup, sarp dağlar ve gür ormanlar içerinde yaşayan bir Osmanlı dilberinden ayrılmak bize zor geliyor. Ya size?

Not: Muhterem yazarın yazıyı kaleme aldığı 2003 tarihine nazaran bugün Kastamonu daha bakımlı. Tarihî eserlerinin bir kısmı restore edilmiş durumda. Hilelelerle açılması engellenmiş Tıp Fakültesi eksik olsa da artık bir üniversitesi var. (kastamonur.com)

Anadolu Gençlik Dergisi, Haziran 20003

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Seyyid Kurtşeyh Dede ve Devrekâni

SEYYİD KURTŞEYH DEDE VE DEVREKÂNİ Ülkemizin her köşesi tarih, kültür ve medeniyet barındırmakta. Tarihte önemli …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Safer Ayına Dair Cahiliye Hurafeleri

Safer ayına girdik. Ve yine bu ‘uğursuz ay’dan nasıl korunmak gerektiğine dair mesajlar ortada dolaşmaya …

Kapat