Ana Sayfa / Yazarlar / Levh-i Mahfuzdaki hakîkatlerin kalbe yansıması

Levh-i Mahfuzdaki hakîkatlerin kalbe yansıması

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Güneşin sûreti gözde meydana geldiği gibi, Levh-i Mahfuz’dan âlemin hakîkati ve sûreti kalpte hâsıl olur!..

Çinliler “Biz daha mahir ressamız,” dediler. Rum halkı da dedi ki: “Bizim maharetimiz daha üstündür.”
Padişah “Sizi imtihan edeceğim; bakalım hanginiz davasında haklı” dedi.
Çinlilerle Rum diyarı ressamları hazırlandılar;
Rum diyarı ressamları ilimlerine daha vâkıf kişilerdi.
Çin ressamları “Bize bir hususi oda verin, odanın bir kısmı da rumların olsun” dediler.. Araya perde astılar.
Çinliler, padişahtan yüz türlü boya istediler.
Yüce padişah bunun üzerine hazinesini açtı.
Çinlilere her sabah hazineden boyalar verilmekteydi.
Rum ressamları “Pas gidermekten başka ne resim işe yarar, ne boya!” dediler.
Duvarı cilalamaya başladılar. Gök gibi tertemiz, saf ve berrak bir hale getirdiler.
İki yüz çeşit renge boyanmaktansa renksizlik daha iyi. Renk bulut gibidir. Renksizlikse ay. Bulutta parlaklık ve ziya görürsen bil ki yıldızdan aydan ve güneştendir.
Çinli ressamlar işlerini bitirdiler. Hepsi de yaptıkları resimlerin güzelliğine sevinmekteydiler.
Padişah kapıdan içeri girip odadaki resimleri gördü. Hepsi akıldan, idrakten dışarı, fevkalade güzel şeylerdi.
Ondan sonra Rum ressamlarının tarafına geçti.
Bir Rum ressamı, karşı tarafı görmeye mani olan perdeyi kaldırdı.
Öbür tarafta Çin ressamlarının yapmış oldukları resimlerle nakışlar, bu tarafın cilalanmış duvarına vurdu.
Orada ne varsa burada daha iyi göründü; resimlerin aksi, adeta göz alıyordu!..
-Oğul Rum ressamları sofilerdir…
gönüllerini adamakıllı cilalamışlar, istekten, hırstan, hasislikten ve kinlerden arınmışlardır.
O aynanın saflığı, berraklığı gönlün vasfıdır.
Gönle hadsiz hesapsız suretler aksedebilir.
Gaybın suretsiz ve hudutsuz sureti…
ezelden ebede kadar zuhur ede gelen her yeni nakış, gönle akseder, orada perdesiz, apaçık surette tecilli eder.
…Gönüllerini cilalamış olanlar; renkten, kokudan kurtulmuşlardır.
Her nefeste zahmetsizce bir güzellik görürler.
Onlar, ilmin kabuğundaki nakşı bırakmışlar, Ayne’l-yakin bayrağını kaldırmışlardır!..
Sekiz cennetin nakışları parladıkça onların gönül levhine vurur, orada tecelli eder!..”
(Mesnevi-Mevlana)

“Evet, şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i mâneviyesi hükmündedir.
…insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı…
Elbette ve herhalde, o kalbin Fâtırı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış.

Madem irade etmiş; elbette o kalb dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velâyet merâtibinde zikr-i İlâhî ile tarikat –sünnet- yolunda hakaik-i imaniyeye -yönelmek- teveccüh etmektir.”
Bu seyr ü sülûk-i kalbînin ve hareket-i ruhaniyenin miftahları ve vesileleri, zikr-i İlâhî ve tefekkürdür. Bu zikir ve fikrin mehâsini -güzellikleri saymakla- tâdâd ile bitmez!.. (29. Mektup)

“Evet, Kur’ân’ın hakaik-ı İlâhiyeye dair beyanatı
ve tılsım-ı kâinatı fethedip
ve hilkat-i âlemin muammâsını açan beyanat-ı kevniyesi,
ihbârât-ı gaybiyenin en mühimmidir.
Çünkü, o hakaik-ı gaybiyeyi, hadsiz dalâlet yolları içinde istikametle onları gidip bulmak,
akl-ı beşerin kârı değildir ve olamaz!..
Beşerin en dâhi hükemaları -filozofları- o mesâilin en küçüğüne
akıllarıyla yetişmediği malûmdur.” (25. Söz, 1. Şule)
Kur’an’ın İlahi hakikatlerine dair beyanatı, kainatın yaratılışındaki sebep-netice, vazife, hakikat, mana ve hikmeti v.s meselelerinde gerekli izahatı verir.
Ahiret alemlerini mukaddes bir fihriste gibi, her aşamasını bize harita gibi çizer.
Kabir halinden, berzah âleminden, mahşer dehşetinden, terazi ağırlığından ve sırat tehlikesinden, bilhassa cehennem azabından haber verir!..
Kur’an, ahiret âlemlerinin mukaddes haritasıdır.
Aklen hiç bir insanın ulaşamayacağı ahiret âleminin menzillerinde gezdirir.
Böylece, insanın ufkunu açar.
Şu dünyadan ahireti seyrettirir bir mertebeye getirir.
Onun yüzünü fenâdan bekâya çevirir.

“Hem Kur’ân gösterdiği o hakaik-ı İlâhiye ve o hakaik-ı kevniyeyi beyandan sonra
ve safayı kalb
ve tezkiye-i nefisten sonra
ve ruhun terakkiyatından
ve aklın tekemmülünden sonra
beşerin ukulü “Sadakte” deyip
o hakaikı kabul eder, Kur’ân’a “Bârekâllah” der!..” (25. Söz,1. Şule)

“Bu nedenledir ki kalp, bir havuza benzer.
İnsanın beş duyusu, kalp havuzuna akan dereler gibidir.
Takva kalasıyle gözü hariçten çekip, bu dereleri kapamak, kal¬bin derinliklerine dalıp onu temizlemek,
perde tabakalarını (gaflet, riya, masivaya bağlılık) kaldırıp atmak suretiyle,
kalbin bizzat içinden hikmet pınarları akıtarak kalbi doldurmak da mümkündür.

“Eşyanın hakîkatleri Levh-i Mahfuzda
ve mukarreb meleklerin kalblerinde yazılıdır.
Mühendisin, bir inşaatı önceden hazırladığı plana göre yapması gibi,
gökleri ve yeri yoktan var eden Allah da âlem nüshasını evvelinden sonuna kadar Levh-i Mahfuzda yazmıştır…
Bazan Güneşin zâtına, bazan da suda tecelli eden sûretine bakmakla
Güneşin sûreti gözde meydana geldiği gibi,
Levh-i Mahfuz’dan âlemin hakîkati ve sûreti kalpte hâsıl olur!..
Kendisi ile Levh-i Mahfuz arasındaki perde kalktığı zaman,
oradaki eşyayı görür
ve oradan kendisine ilim -ilham- nebean (pınar gibi kaynar) eder!..”
(İhya, Gazali)
Ancak enbiyanın kalpleri, gerçeği, gerçekte olduğu gibi yansıtmıştır.
Evliyaullah’ın ekserisi, hakîkatler âlemini kendi aynalarının rengine göre görmüşlerdir.
“Kabiliyetler başka başka oluyor…Ve istidada göre bazan bir isim galip oluyor, yalnız kendi hükmünü icra ediyor; o istidatta onun hükmü hükümran oluyor.” (24. Söz)
İşte, kalplerin gerek gaybdan, gerek şehadet âleminden birtakım hakîkatlere muhatap olması farklı isimlere mazhariyeti ve fıtratı hasebiyle aynı değildir!…
Niyetlerin farklılığı gibi,
Güzel bir manzaraya karşı tutulan ayna düz bir ayna değilse, o manzarayı gerçekte olduğu gibi yansıtamaz.
Onun gibi, eğri kalplerde doğru hakîkatlerin yansıması mümkün değildir.
Ayrıca, O kalp aynası düz, şeffaf olsa bile, eğer renkli ise, yansıttığı manzarayı da, hakiki rengiyle değil, kendi nazarının rengiyle yansıtacaktır.

“Meselâ,
Zühre namıyla nakışlı bir çiçek….
ve güneşe bakan saffetli bir Reşha’yı farz ediyoruz ki,
herbirisinin bir şuuru, bir kemâli var ve o kemâle bir iştiyakı bulunuyor.
Birincisi:
Ehl-i fikir, ehl-i velâyet, ehl-i nübüvvetin işârâtıdır.(Reşha misali)
İkincisi:
Cismanî cihazatla kemâline sa’y edip hakikate gidenleri;
ve nefsin tezkiyesiyle ve aklın istimâliyle mücahede etmekle hakikate gidenleri;
ve kalbin tasfiyesiyle ve iman ve teslimiyetle hakikate gidenlerin misalleridir.(Zühre misali)”
(24.söz)
İman bir çekirdektir, Susuz ve güneşsiz yaşayamaz.
İman çekirdeğinin suyu İslâm’dır,
Yani Emr-i İlâhiye’ye teslimiyettir, itaattir.
Takva dairesin de, Sünnet kaidesinde, İbadetle tevekkül ve tefekkürdür!..
İmanı tahkikle kemale, ameli ise muhlisane bir salihiyete ulaştırmaktır!..
İman tohumunun güneşi Nübüvvet nurudur ki;
Ruhun ve ruha ait manevi hasselerin hayatiyeti, hidayet vesileleleri olan,
Zikir, fikir, şükür ve niyazdır.
Cevşen-tesbihat gibi, hizbü’l-Kur’an gibi,
zikir ve niyazlar da ekseriyet itibariyle,
sünnet kabilinden olduğundan, ibadet ve dua kapsamına girmekle,
elbette insanın manevi hasse ve kuvvelerinin inkişafında
bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkmasın da
ve terakki etmesinde önemli bir sebep ve unsurdur!…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
2020 Dinî Günler ve Geceler Takvimi

2021 için tıklayınız Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı 2020 yılı dini günler takvimi. 2020 YILI DİNİ …

Kapat