Mehmet Nuri BİNGÖL |
Maarif Hayatıma Mukaddeme – 1
İster “eğitimcilik”, ister irfan, ister içtimaiyatımdaki vetire ve tahlil merhalelerimde tam olarak öğrendiğim bir hakikat var.
“ESKİ HÂL MUHAL. YA YENİ HÂL, YA İZMİHLÂL.”
Yeni ifadelerle bu hikmetli sözün mânası şu: Önceki devir ve dönemlerin şartları, gerekleri, iltizamî hallerin tamamı yeni “durumların” teşkili su götürmez realite haline gelen zamanlar için bir bütün halinde her zaman geçerli olduğunu demek mümkün değildir.
Yeni şart ve sebepler noktasından insanlar ya eski hâlin bütün unsurlarını aynen yaşamaya devam edecek, ya da yepyeni şartlara münasip , Necip Fazıl’ın “eskimez yeni” dediği akli bir muhakeme ile yerinde bir senteze gidecektir. Eğer bunu yapmayıp da “Zaman-ı Dehr” Siad Nursi’nin dediği gibi “dinde mutaassıp muhakeme-i akliyede noksan” insanlar benzeri, meselelere atgözlüğü takmış mahluklar gibi bakıp cihanşümul moral ve manevi değerleri zamana, zemine göre sentezlemezse hem cemiyet, hem ferthem camia, hem de “milletin teşkilatlanmış şekli devlet”, “izmihlal” değil, “izmihlaller” bile yaşayabilir.
Mesleğe başladığım ilk yıllarda, hem eğitim yıllarımda içinde bulunduğum zeminler ve biraz da edebiyatçılığın ve az çok çalakalem yazan biri olarak Mehmet Akif’in şu mısralarını kendime hayat düsturu yapmıştım.
“ŞUDUR BENİN HAYATTA TEK BEĞENDİĞİM MESLEK
SÖZÜM ODUN GİBİ OLSUN HAKİKAT OLSUN TEK…”
Satırları yazan şairimizin hayatının bir bölümünü, “Bir Ariza” şiirindeki “ Son son sen hadi biraz kumda oyna demişler!” mısraında belirttiği gibi bir başka ülkede, “ Mısırın kumistanı”nda geçirmek zorunda kaldığını hatırlarsak, sözkonusu “ilke”nin bütün durumlar için “bitemamiha” (tamamen) doğru olmadığı da anlaşılır- en azından ben böyle anlıyorum. “Her söylediğin hak (doğru) olmalı. Ama her hakkı söylemek senin hakkın değildir.” Mânasındaki söz ve “belağat”ın tarifi de aynı değil midir? “Belağat mukteza-yı hale mutabakattan ibarettir.” Yani “doğru ve güzel söz sanatı ile davranış ilmi” içinde bulunulan halin gereklerine uygun davranmaktır. “Evrensel” doğrulardan taviz vererek değil elbette…
“Atama” haberini beklerken memlekette, Birecik’teydim. Bizim mezun olduğumuz yıllarda KPSS yoktu. Formasyon alan bir Fen-Edebiyat mezunu ve Eğitim Enstitüsü mezunu gibi Milli Eğitim Bakanlığı’nın tayin için istediği belgeleri hazırlayıp Bakanlığa sunar ve “atama” sırasının gelmesini beklerdi.
Hiç yıl kaybetmeden İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı kürsüsünden mezun olduktan sonra, İstanbul’da 6 aylık bir basın hayatı DENEMESİNDEN sonra tayinimi istemiş ve bundan altı ay sonra da 1984’ün Aralık 15’inde “atamam” Kütahya- Gediz Lisesine çıkmış, görevlendirme ile Şaphane nahiyesine gitmiştim. Bu atama isteğimi kolaylaştıran Lise’den arkadaşım, Ankara’da eczacılık okumaya devam eden Hüseyin Ataç dostuma minnetimi belirtmeden geçemeyeceğim.
Şaphane şirin ve “yazı ve tefekkür” hayatım için verimli bir yer olmasına rağmen, “ulaşım” yönüyle oldukça yetersiz bir mekandı. Anayollardan oldukça uzaktı ve oraya tıknefes kalarak ulaşan yol dağlık muhitlerden geçiyor, oldukça da zikzak çiziyordu. Simav’a giden anayoldan kuzeydoğuya sapınca, yaklaşık 15 kilometre tırmanılıyor, bazı deyişlere göre “slalom yapıldıktan” sonra varılıyordu Şaphane’ye. Şimdi belki de düzeltilen yol Akdağlar’a dayandığı noktada kurulmuştu. Elma, vişne, kiraz ağaçlarının bulunduğu ufak topraklarla çevrili yerleşim birimi çıkmaz bir sokağa benziyordu açıkçası.
Meseleyi “eğitim” açısından düşünürsek, ilk bakışta ana-babalarına yardım etmeye mecbur çocukların bu çalışma hayatlarının “eğitim”deki devamlılık “ilke”siyle çatışacağı düşünülebilirdi. Halbuki zaman gösterdiki “İhtiyaç medeniyetin üstadıdır” vecizesini haklı çıkaracak kadar genç kuşak, iş bulmanın zor olduğu muhitten çıkmak için kendini “başarmaya” mahkum biliyor ve ona uygun bir tavır gösteriyordu. Bu “durumu” fark edince “Sizin hoşlanmadığınız hallerde nice güzellikler gizlidir.” diye başlayan İlahi ikazı hatırlamadan edemedim.
Öğretmenliğimin ilk yıllarındaki sosyal şartlar şekilce belki farklıydı ama bir kısım niyetler hep aynı kalıyordu. Onları düzeltici ilk yazımdı kısaltarak aldığım. Sanki bugünü görerek yazıldığını görerek –tekrar okuyunca- hamdediyorum.
“Milyonlarca Anadolu insanı; bir sabır çilesindesin, kendi değer ve iradene, kendinden, içinden, senden olana sahip çıkma fırtınasına yakalanırsın da, bir düşün -şimdi- neler olur, dün neler olmuş, yarın neler olacak? Zira kucak açacaksın, bizzat kendine, Anadolu ile orayla kenetlenmiş yüz milyonlarca insanın gönül köprüsünü bağrına basacak; daha nice yerlerin gaspedilen hakkını doya doya teneffüs edecek, iradesine ve değerlerine ambargo koyan –koymaya çalışan zavallı güruhu- sen Anadolu, kimbilir kaçıncı defa müşahede edip acıyacaksın!
Kendi iradeni yaşayıp yaşatan insanlara – ya da misyona- sahip çıkmanın şerefini – sen Anadolu- kimbilir kaçıncı defa tadacak, mazlumun ahının nasıl aheste aheste çıktığını bilmem kaçıncı defa müşahede edeceksin! Sana yüz binlerce, milyonlarca “evet” yağacak. Çünkü alnı ak Anadolu’sun sen. Horlanan, küçümsenen, adam yerine konulmayan, alaya alınan Anadolu’sun! Analarla dolusun, babalarla ihata edilmişsin, reislerle –şahs-ı manevinin mümessilleri manasında- gömleğin birlikte kesilmiş. Hele yiğitler, hele mertler… Arif ve adil devlet başkanlarını saymaya bile lüzum yok.
Senin kara toprağında bile hayat var; “ak” olanı nelere yarar kimbilir? Semanda nur yağmuru hakimdir. Ufuklarında ezanların saltanatı var. Kur’an bülbüllerinin dillerinden süzülen mânalar o zümrüt örtünü, güzelim dağlarını, sevimli bozkırlarını aydınlatır; haşin ve cahil ellerle kirletilmek istenen garazlara set olurlar.
Sen Anadolu’sun. Senin isteklerine ve iradene her zaman evet. Çünkü bizimlesin; kalp hamulemizdeki hislerle bezelisin, onları yaşamaktasın bilfiil ve hasbice… Gönlümüzdeki sevgilerle müzeyyensin. Hülasa bizden bir uzuv gibisin. Sen davet edersin de bizler reddedebilir miyiz? Bazen Anadolu’nun o köşesinde, bazen bu köşesindesin ama hep bizimlesin.”
- Cemaat Değil Cemaattan Yana Olmak - 19 Eylül 2024
- Müzeden Ayasofya-yı Kebir’e… - 12 Eylül 2024
- Romancı Olmak – Olmamak – Olamamak - 25 Ağustos 2024
- Vâizler Neden “Etkisiz Eleman”? - 22 Ağustos 2024
- Nur Üstad ve Abdülhamid Meselesi - 11 Ağustos 2024
- Bahardan Sonra Yaz (Öykü) - 5 Ağustos 2024
- Sahabe Bir Sıfat; Hataları İse Ferdidir. - 4 Ağustos 2024
- İsmail Tohumu Fidana, Ardından Ağaca Duracaktır. - 31 Temmuz 2024
- Bazı Dikkatler-2 - 30 Temmuz 2024
- Adem-i Îtimat Meselesi - 29 Temmuz 2024