Mâbed ve Mâbed Medeniyeti

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Talha UĞURLUEL

İslâm toplumunda cami, her zaman son derece müstesnâ bir yere sahip olagelmiştir. Orası, sadece insanların ibadetlerini yerine getirdiği mekânlar değil, toplumun sosyal hayatta ihtiyacı olan birçok hayâtî gıdayı alabileceği çok amaçlı mukaddes alanlar olarak işlevini sürdürmüştür.

Samarra Ulu Camii

Kahire’nin bir diğer kısmını oluşturacak olan Fatimiler de kendi anlayışlarını ikame etme adına camili bir medrese kompleksi olan el-Ezher Külliyesi’ni el-Kahira adını verdikleri bu yeni başkentlerine merkez yapacaklar, akidelerini buradan yaymaya çalışacaklardır. Sonunda Selahaddin Eyyûbî’nin birleştirmesi ile büyük Kahire ortaya çıkacaktır. Bugün hâlâ dünyanın en önemli İslâmî eğitim merkezlerinden biri olan el-Ezher tamamen cami etrafında teşekkül etmiş bir üniversitedir.

Daha Hz. Ömer döneminde Şam’ın fethi ile birlikte şehrin merkezine önce bir cami inşâ edilecektir. Şam merkezdeki büyük kilisenin yanına kurulan bu yapı ileride genişleyerek yanındaki kiliseyi de bünyesine alacaktır. Müslümanlar o kadar adaletlidir ki, hâkim güç olmalarına rağmen kiliseyi gayrimüslimlerden isterken şartlarını da sormuşlardır. Onlar da bu kilise karşılığında “Falan yerlere bizim için kilise kurun ve bir caminizi de bize kilise yeri olarak verin.” diyeceklerdir. Bu son madde çok ağırdır ama o günün idarecileri bunu kabul ederler. Ancak bir şartları vardır: “Size verdiğimiz caminin minaresine dokunmayacaksınız. Oradan ezan okunmaya devam edecek.” derler. Öyle de olur. Bir gün Suriye’nin başkenti Şam’da Bâb-ı Şarkî (Doğu Kapısı)’ye yolunuz düşerse orada bir Ortodoks kilisesi göreceksiniz hemen bahçesinde camisiz bir minare. Hâlâ beş vakit ezan okunmaya devam ediyor.

Emevîler döneminde cami denilince aklımıza, başkentleri Şam’da genişlettikleri Şam Emeviye Camii, Halep Emeviye ve Kudüs’teki Mescid-i Aksâ gelmektedir. Bu yapıların her biri yüzyıllarca İslâm medeniyetine hizmet etmiş, çeşitli fonksiyonları bünyesinde barındırmıştır. Meselâ Şam Emeviye’nin avlusunu çeviren binalar, Zeynelâbidîn’den, İmam Gazzâlî’ye nice önemli zatı bünyesinde ağırlamış, nizamiyelerin başöğretmeni İmam Gazzâlî İhyâ-yı Ulûmiddîn adlı dev eserini camiye ait bu odalardan birinde hazırlamıştır.

Abbâsî dönemi camileri denildiğinde akla gelen en önemli örnek, Sâmerrâ Ulu Camii’dir. Türklerin topluluklar halinde İslâmiyet’e girdiği o günlerde Abbâsîler tarafından müslüman Türk topluluklarının barınması için kurdurulan bu şehre, bir de ulucami inşâ edilecektir. Bugün dışa sarmal merdivenli minaresi ile göz dolduran bu devasa eserde, İslâm’a yeni girmiş Türk toplulukları içinden nice kıymetli zat yetişecek, bu kişiler geleceğin önemli devlet adamları, kumandanları olacak ve Allah’ın adını duyurma adına büyük hizmetler îfa edeceklerdir. Mısır’a altın çağını yaşatan Tulunoğlu Ahmed
bunlardan birisidir.

Yemen El-Saleh Camii

İslâm sanatının en güzel camilerini şüphesiz Memlüklü toplumu inşâ etmiştir. Bugün Şam’dan Kudüs’e, Kahire’ye bir elmas gibi işlenmiş kubbeler, boğum boğum minareler hâlâ ayakta ve göz kamaştırmaktadır. Memlüklüler ile birlikte caminin fonksiyonları da genişlemiştir. İlk sultanları Baybars’ın devasa boyutlardaki Kahire Camii ile bugün boyut olarak yarışabilecek cami sayısı çok azdır. Berkuk’un yaptırdığı külliye, cami merkezli bir kampüs hükmündedir. Yanlarda üçer katlı öğrenci odaları, arkada öğretmenlerin ikamet ettiği hankâh, kıble tarafında aynı zamanda cami hizmeti veren ana dersane mekânları, ve iki yanda bânîleri olan Berkuk ve eşine ait türbeler. Bir başka Sultan Eşref İnal bu kompleksi daha da büyüolarak bina edilmiştir. Bursa Orhan’dan başlayarak, Yıldırım’ın Bergama Ulu Camii ve Bursa Yıldırım’ı, Çelebi Mehmed’in Yeşil Camii bu planın en güzel örneklerindendir. İstanbul’da Fâtih’in vezirlerinden Mahmud ve Murad Paşaların camileri ile bu dönem kapanacak ve artık ters T’nin yan binaları ana yapıdan koparak birbirinden bağımsız birimler olarak büyük bir külliyeyi oluşturmaya başlayacaklardır.

Farklı binalardan oluşan, cami merkezli ilim, inanç ve irfan yuvalarına en güzel örnek şüphesiz Fâtih Sultan Mehmed’in yaptırdığı Fâtih Külliyesi’dir. Devasa bir cami etrafında sekiz Sahn-ı Semân (Yüksek eğitim okulu), sekiz Tetimme (daha küçük yaş öğrenci okulu) ile on altı tane büyük bina sıralanmakta, caminin kıble tarafında da; imaret, kervansaray ve hastane (şifahane) bulunmaktadır. Caminin kıble duvarı önünde de Fâtih Sultan Mehmed eşi Gülbahar Hatun ile ayrı türbelerde yatmaktadır. 1460’larda inşâ edilen ve bir cami etrafında şekillenen bu büyük kompleks ve geleceği kurgulayan bu büyük şuura ulaşmak sanıyorum kolay olmasa gerektir. Nitekim Fâtih Külliyesi’nin medreselerinde ilk eğitimini alan Mehmed Akif, çocukluk yıllarında cami etrafında şekillenen en dıştaki tetimme, hemen önündeki Sahn-ı Semân ve ortadaki abidevî Fâtih Camii’nin oluşturduğu dağ gibi yüksek kütleye bakarak,
“Onlar (geleceği şekillendirecekler) ilme basıp Allah’a yükselenlerdir.” demiştir. Yani bu kat kat bina silsilesini bir merdiven basamağı gibi görmüştür. İlmin basamakları bir bir çıkan bir kişi, ortadaki caminin kubbesinden hakikate yükselecektir.

II. Beyazıt’ın şehzadelik yıllarının Amasya Beyazıt Külliyesi’nden, Edirne ve İstanbul Beyazıt Külliyeleri’ne Fâtih’in büyük külliye mantığı olgunlaşacak ve Süleymaniye ile zirveleri tutacaktır; çünkü işi bilen eskilerin tabiri ile Süleymaniye ne bir cami, ne de bir külliyedir. İstanbul şehri içinde saklı ikinci bir şehirdir.

İslâm medeniyeti, başlangıcından zirveleri tuttuğu en ihtişamlı günlerine, camiyi hiçbir zaman sadece bir ibadet mekânı olarak görmemiş, ibadet ve inanç merkezli bu yapıları, insanlığın insanlık değerlerini her yönü ile kazanabileceği bereketli Suffa’lar olarak şekillendirmeye çalışmıştır. Bunu başardığı dönemlerde bu kudsî mekânlardan hep çift kanatlı kuşlar yetişmiş ve dünyanın dört bir yanına dağılarak büyük hizmetler görmüşlerdir. Aksine, cami bu büyük fonksiyonunu edâ edemediği dönemlerde, toplumlar kısırlıktan kurtulamayarak ülfet ve kokuşma sürecine girmişlerdir.

Din ve Hayat Dergisi, 2013

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hadislerle İstismar: Değerleri Çıkarlara Alet Etmek

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : …

Kapat