Ana Sayfa / Yazarlar / Mahzun Bir Ben Değilim -I / Orhan SALCI

Mahzun Bir Ben Değilim -I / Orhan SALCI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

A R A L I K

Orhan SALCI

Mahzun Bir Ben Değilim -I

Firakı, firaktaki hüznü, acıyı, anlatmak ve anlamak dil ehline, hâl ehline bir derece mümkün olsa da yürekteki yangını, nârı ve ızdırabı dile dökmekle tarif etmek; yetmiş kere zemzemle yıkandıktan sonra yeryüzüne ancak bir nebzesi gönderilmiş Cehennem ateşine arzdaki ateşin kıyası gibidir. Sanki kalem ve kelam, yürekteki narın ve ızdırabın zemzemidir. Onu yıkar, arındırır… O yüzden olsa gerek ki, yürekteki hâl, diyeni yaksa da dinleyeni yakmaz, yakmıyor. Bu da bir ihsan-ı İlâhi olsa gerek.

Nur derslerini okurken üstadın ve talebelerinin hayatlarından da pek çok hüzün ve gözyaşı tabloları okuruz. Üstadımızın her hüzün ve ızdırap sahnesinin ardından, Kur’an’dan ve imandan aldığı tesellileri, ilaçları, devaları, nurları öne çıkarıyor oluşu bende sırf o nurları, devaları, tesellileri vurgulamak için o hüzün, ızdırap, firak, azap sahnelerini anlatıyormuş hissi uyandırdığı için Üstad-ı muhteremimizin çektiklerini ya hiç görmeme ya da hafif görme haleti verdiğinin farkına henüz vardım. (Gaflet değilse hâlim, Rabbimizin kalem ve kelama akıttığını düşündüğüm zemzemden kulağıma(kulaklarımıza) da akıtmış olmalı.) Farkına vardım ki bu, bende ezberci bir tesellici hâl oluşmasına sebebiyet vermiş. Oysa devanın büyüklüğü, derdin büyüklüğüyle anlaşılır. Ve üstadımızın ve talebelerinin dertleri, ızdırapları, firakları, figanları talip olunacak dertler değildir. Hissetmeye çalışmadan, sadece iman ve sebatlarının, kahramanlıklarının üzerine vurgu yapıp geçilecek cinsten değildir. Üstadımız, gençlerin düştükleri bataklıklarda çektikleri ızdırapları hissedemeseydi “Gençlik Rehberi”ni, yaşlıların hâl-i pür-melâllerini hissedemeseydi “İhtiyarlar Risalesi”ni, hastaların acınacak acı hallerini hissedemeseydi “Hastalar Risalesi”ni yazabilir, yazsa bile bu kadar müessir devalar olma ihtimali olabilir miydi?

Yananın acısını hissedemeden, haliyle hemhâl olamadan, olma çabasına girmeden, yandığımdan da söndüğümden de habersiz hemen ezberden ilaçlar, devalar, teselliler sıralamışım yıllar boyu ona buna ve kendime..

Acı ve ızdırap tarafına bakan bir gözüm, umursayan bir halim olmalıydı benim. Üstadımızın “yetimane feryatlar” tabiriyle tarif ettiği dünyevi âşıkların dünyadan öte geçmeyen, geçmeyecek olan acı feryatlarına itibar etmez oluşu beni aldattı belki. Ve her feryadı bu tarifin içine atacak bir his uyuşmasına itti. Oysa Efendimiz(s.a.v.) “Göz yaşarır, gönül mahzun olur.” buyurmuşlardı, bunu da anlayamadım.

Bütün bunlara rağmen merhum hasan Feyzi Ağabey’in Üstadımıza yazdığı ayrılık şiiri beni ilk okuduğum andan itibaren derinden etkiledi, çok sevdim.

Çekilip nûr-u hidâyet, yine zindân olacak;

Yine firkat, yine hasret, yine hüsrân olacak.

Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm;

Çünkü hicrân dolu kalbim yine hicrân olacak.

*****

Ayrılık ve ayrılıktaki hüznü, ızdırabı bu kadar güzel ifade edebilmek için edip olmak yeter mi? Ayrılan kim, kopan parça ne-kim, alıp götürdükleri neler, yürekte ne kadar yer etmiş, yüreğe ne kadar işlemiş, hayatına ne kadar sinmiş…? Her ayrılık, küçük bir âlem olan insanın âleminden bir şeyler yıkıp, kopartıp götürüyor, göçertiyor gönül köşklerini, saraylarını. Bir ağacın kökleriyle sökülmesi gibi, kökleri sayısınca boşluklar ve ızdıraplar vererek çekiliyor gönül bahçemizden. Canın tenden ayrılması gibi, dikenli tellerin insanın damarlarından çekilmesi gibi, yırtarak, kanatarak, parçalayarak, (başka ayrılık azaplarını da davet ederek) ayrılıyor.

Merhum Hasan Feyzi ağabeyimizin şiir diliyle ifade ettiği manaları hem hatibinden, hem muhatabından ödünç alarak yüreğimin (pek çok yürekle beraber) hüzün diline, haline tercüman etmeyi niyet ettim.

Sanıyorum ne üstadımız, ne de ağabeyimiz kırılmazlar, gücenmezler. Çünkü niyet aynı belki hâlet yine aynı.

Kimlerin hâlli ve kâlli, kimlerin lisanı ıztırarî hükmüne geçmiş makbul dualarının neticesidir bilemiyoruz elbette, ancak mücessem rahmet gibi muhtaç gönülleri Nurlara kandırmak için ihsan-ı ilahi, sevki ilahi ile Üstadımızın ayak izlerini takiben Kastamonu’muza gönderilen; çok hoş, çok tatlı bir hizmet iklimi oluşturup pek çok insanı Nur Risalelerinin tatlı havuzuna daldıran, kana kana içmelerine vesile olan; Risale-i Nur’ların insanımıza ne kadar lazım, insanımızın nurlara ne kadar muhtaç olduklarını; şefkatle, hürmetle, tevazu ve mahviyetle, sadıkane, sebatla hizmet edildiği, hikmetle hareket edildiği zaman memleketimizin her yerinde olduğu gibi Kastamonu’muzda da Risale-i Nurların intişar etmesinin ne kadar kolay (belki çok yerden kolay)olduğunu gösterip ispat ettikten ve fakat Üstad’ın kaldığı süre kadar kalmadan, hizmet süresini ikmal etmeden “ara verip” ayrılan muhterem Yusuf Altınışık abimize; ders halkasına dahil olan, ayrılıklarından pek ziyade müteessir ve mahzun olan tüm kardeşlerinin yüreklerinin samimi hissiyatı olarak merhum Hasan Feyzi ağabeyin şiirini arz ediyoruz, kabul buyururlar inşaallah.

Geç kalışımın sebebi kalemimin ve kelamımın ifrata düşmesinden endişe ettiğimdendir. devamı da gelecek inşallah.

(Mekteb-i fünunda ve ulûm-u İslâmiye’de gayet müdakkik ve kıdemli muallimlerden Hasan Feyzi’nin bir şiiri)

Hazretinize buradan ayrılık söylemiştim

Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak,
Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak.
Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm,
Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak.

Yine göç var diye Mecnuna haber verme sakın!
Yine matem, yine zâri, yine efgan olacak.
Açılan ol gül-ü tevhid, sararıp solsa gerek,
Kapanıp kâbe-i irfan, yine viran olacak.

Haber aldım ki yarın yad olacakmış bize yâr,
Ne büyük yâre ki, kimler buna derman olacak?
Bu büyük derd-i elemden kime şekva edeyim?
İşiten nâlemi, hep ben gibi nâlân olacak.

O şifa-bahş olan envarını sen çeksen eğer,
Bana kim nur verecek, kim bana Lokman olacak?
O temiz pak nefesin, âb-ı hayatı bu çölün,
Onu dûr etme ki her fert ona reyyan olacak.

Hele ol nur-u şerifin kime değmişse eğer,
Küçücük zerre de olsa, meh-i tâbân olacak.
O lütufkâr, o keremkâr eli öptükçe benim
Bu küçük kalb-i hazînim yine handan olacak.

Bab-ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem,
Dahi nezrim bu ki canım sana kurban olacak.
Nazarın erse garip başıma ey nur-u Hüdâ,

“Bugün artık bu hakir bende de umman olacak.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Din Herkes İçin Tebliğ Tüm İnsanlara / Fatma Bayram

Din Herkes İçin Tebliğ Tüm İnsanlara İnsan en sevdikleri için her şeyin en güzelini ister. …

Kapat