Mehmet Nuri BİNGÖL |
MAHZUN MABEDDEN MESRUR MABEDE-2
“ Bu bir ma’bed değil ma’buda yükselmiş ibadettir.
Bu bir manzar değil, didara vasıl mevkib-i enzar.” mısralarıyla ilk defa tanışınca aklıma –nedense- Fatih Camii değil de Ayasofya Camii geldi. Çünkü şimdi ezan seslerinden ve secde eden müminlere hicranından mahzun mabedin, Fetih Ordusu’nun “kılçlarının yadigarı”, sadece İstanbul’un değil bütün Anadolu’nun da mührü bir binaydı Ayasofya.
Akla gelebilir elbet; Ayasofya’yı kuranlar hakiki manada İsevi (Nasrani) olmadıklarına göre, bu mabed nasıl “mabuda yükselmiş ibadet” diye tavsif edilebilir? Bize göre, Ayasofya’nın – bir nevi- suru hükmünde olan İstanbul’un fethindeki temel saik, imanlardan kopan “ cihad ruhu”dur. Osmanlı’nın kuruluşundan tutun da, akın ve fetihlerde hep Hristiyan Batı üzerine gitmesi, birkaç defa İstanbul’u muhasara etmesi Allah Resulü (sav)in o meşhur hadisini tahakkuk ettirmek değil midir? Bu nevi bir idealle muhasaralardan birinin de beylikler devrinden biraz önce bağımsız kalan İzmirli Çaka Bey tarafından yapıldığını bir nümune-i şükran olarak belirtmeden geçemeyeceğim.
Hemşehrim ve dostuma bu izahları yaparken fakülte birinci sınıftaydım. Üniversite “sınavına” hazırlanmak için bir yıl misafirimiz olan hemşehrimi açmamamıştı Ayasofya. O, devamlı Fatih Camii ve türbesini merak ediyor; “ Üstadımızın ziyaret mahalli o yerlere gitmek boyun borcumuz diyordu.
Gülerek cevapladım onu:
“ Üstad’ın Ayasofya’da da hutbe verdiğini unutuyorsun galiba…”
Yine de dediğini yapmış, Fatih Camii’nin ruhani iklimine atmıştık kendimizi. Camiin o muhteşem kubbesini seyrederken, avlusundaki çınar altında genç nesilden bir “sabi” ile sohbet eden Üstad’ın resmini ve Fatih türbesinde Fatiha okurken habersizce çekilen fotoğrafı gözümüz önüne geliyordu. Zamanın manevi fatihi olduğunu bilenlere hüsn-ü misal teşkilindeydi; zahir. İstikbalin “heyet-i nuranisi” ve “mübarekler heyeti”nin “mümessili” olanlara da “pişdar” olduğunu isbattaydı; aşikar.
***
“ Sen ki burçlara sancak olacak kumaştasın ,
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.”
Arif Nihad’ın mısralarını nedense hep eksik bulmuşumdur, şimdi de öyle hissediyorum.
Fethin en büyük nişanesi, Fatih Ordusu’nun “kılıç hakkı” olarak camiye, yani “asliyetine” tebdil edilen Ayasofya’dır. Çünkü tam İsevi olmasalar da ilk yapıldığında “tevhid ehli” ellerce bina edildiğinden, “teslis” itikad-ı küfriyesinin devam ettiği bir mekanolarak bırakılması, ilk banilerine ihanet manasına gelirdi.
Orası “teslisin nişanesi haç’ın sembol olarak” değil, Asr-ı Saadet’ten beri tevhidin sembolü olan hilal ile sarınmalı, karanlıkları yırtıp güneşten aldığı ışığı aksettirmeliydi bizlere. Demek ki İstanbul’u fethetmekten murat “Ayasofya’yı asliyetine çevirmek” olmalıydı ki bu mısralar “Fatih’in Ayasofya’yı açtığı – fethettiği- yaştasın.” Olmalıydı.
***
Bir dost meclisindeydik o gün. Ayasofya’nın mahzunluğunun giderilmesi, açılmasıyla alakalı bir mevzu düştü gündeme. Şimdiki ehl-i idarenin, yani “hikmet-i hükumeti bilmediğimiz” ehl-i hal ve’l-akd’in neden yasağını kaldırmayıp müzelikten kurtarmadığını sordular.
Bir diğer dost:
“ Fatih’in laneti meşhur.” dedi. “ Bu lanet ya onu açmayanlara da dönerse…”
“ Sanmam…”dedim red manasında. “İslami bir kaidedir; cebir altında yapılan ya da yapılamayan bir fiilden mesul değildir Müslüman. Eğer bu laneti geçmişteki bütün idarelere teşmil ederseniz, sevdiğiniz ve benimsediğiniz insanlar da mesul olur. Halbuki biliyoruz ki Ayasofya’nın müze yapılması “oranın kiliseye tebdilini” isteyen “galib devletlere” verilen bir “rüşvet-i kelam”dır ki bunun da hangi sebepten yapılğı bellidir.”
“ Halkın şişini indirmek için olabilir mi?” dedi karşımdaki.
“ Tam bilemem ama düşünülebilir elbet.”
Bir diğer dost:
“Bunun bir yolu olmalı…” dedi sıkıntıyla.
“ Evet var” dedi diğeri. “ O da İstanbul’daki ehl-i salatın bir Cuma günü bilet alarak Ayasofya’ya girmek ve Cuma namazı kılmalarıdır. Bu ehl-i idareye de yol açar, ellerinde bir bahane olur. Ağlamayana süt verilmez diye meşhur bir sözümüz ve “Kendi hukukunu bilmeyenler ehl-i hamiyeti bile müstebid eder.” Diye bir kaide var. “
“ Doğru doğru da nerde o insanlar?”
“Gerektiğinde yirmi milyon civarında imza toplayabilen bu millet, herhalde İstanbul’dan 10 000 kahraman bulabilir değil mi?”
“Mi acaba?” diye düşüneden edemedim gene de.
- Cemaat Değil Cemaattan Yana Olmak - 19 Eylül 2024
- Müzeden Ayasofya-yı Kebir’e… - 12 Eylül 2024
- Romancı Olmak – Olmamak – Olamamak - 25 Ağustos 2024
- Vâizler Neden “Etkisiz Eleman”? - 22 Ağustos 2024
- Nur Üstad ve Abdülhamid Meselesi - 11 Ağustos 2024
- Bahardan Sonra Yaz (Öykü) - 5 Ağustos 2024
- Sahabe Bir Sıfat; Hataları İse Ferdidir. - 4 Ağustos 2024
- İsmail Tohumu Fidana, Ardından Ağaca Duracaktır. - 31 Temmuz 2024
- Bazı Dikkatler-2 - 30 Temmuz 2024
- Adem-i Îtimat Meselesi - 29 Temmuz 2024