Ana Sayfa / Yazarlar / Malumat mı, Ümran mı? / Mehmet Nuri BİNGÖL

Malumat mı, Ümran mı? / Mehmet Nuri BİNGÖL

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Malumat mı, Ümran mı? 

Eskilerin  “muktesebat” dediği  “ müşahede  ve birikimime” dayanarak diyorum ki; “ hissi zeka” kavramına işaret eden, çok kere  açıkça dile getirenlerin başında Müslüman İlim adamları var. 

“Arife işaret kafidir” kabilinden birkaç misalle geçiştirelim: Sözkonusu bilginlerin “ Hiss-i ‘Aşere” ( On Hiss)den bazılarının zeka ile alakalı olduğu beyanları (Mesela Reddül-Evham, Muhakemat ), bazılarının meseleyi “hissiyat” kelimesiyle ifadeleri ( Marifetname)… Ayrıca İbn-i Haldun da meseleye “ümran” kelimesinin izahıyla temas eder. 

Bir “insan” ne kadar çok “malumat- bilgi” sahibi olursa olsun, irfan ve ümran (birikimden süzülen sezgi ya da akl-ı selim destekli hissiyat)  sahibi olmazsa (Mukaddeme, İbn-i Haldun), hayatta pek çok yanlışlığa – ya da teriminolojik olarak, dalalete- düşer. 

Yıl 1917’dir. Osmanlı’nın yıkıldığı ve 1.Cihan Harbi’ni kaybettiği  -ya da kaybettirildiği-  senelerdir. İstanbul’da hala siyasi çekişmeler gırla gitmekte; İtilaf fırkası taraftarları ile İT propagandistleri  şiddetli mücadele halindedir.  

Bir İtilafçı Din Alimi, kendi siyasi fikrine yardımcı vatan-din düşmanı birini  evliyaymış gibi över, İttihatçılar’ın içinde tek tük kalmış bulunan “mühim bir alimi” de küfürle itham edecek derecede “tezyif” eder. 

Bu anlaşılmaz durumu ortaya çıkaran husus, bilgisizlik ya da  Din-i Mübin-iİslam’a  vurdumduymazlık değil, BENCE hissi  zekadan yoksunluktur. “Tarafgirlik” zehiri de denkleme dahil olunca,  kişinin hedefe kilitlenmesi ve “her yolu mübah” görme hadisesi de baş gösterir. 

“Sezgi” ya da “hissi  zeka” denen “kavramlandırma” ile ilgili çok misallerden biri de İmam-ı Şafii Hazretlerinin şu hikmetidir: “ Eğer haklı kuvvetleri bulmakistiyorsan DÜŞMANIN oklarını takip et yeter.” 

Bu denenmiş ve her zaman isabetli çıkmış gerçek, “malumat”la ya da “bilgi birikimi” ile elde edilemeyecek bir hal. Sırf bilgi birikimi  ve eskilerin “zekavet-i betra” [Bediüzzaman] ( Kısır ve batıla yönlendirici cerbezeli ve şeytani zeka) ile bir kişiyi yanıltarak “haksız” veya “siyah”dan yana yapabilirsiniz. Ama “hiss-i‘aşere”den selim ve olumlu davranmaya tevcih edilmişlerini kullanan insanların en bilgisizini bile, “düşman oklarını takip” ettiği için aldatamazsınız. 

Daniel Goleman hissi zeka mefhumunu nazariyede değil hem “deney”lerle hem de türlü “uygulamalarla” hayata geçiren bir ilim adamı. 

1946 yılında California, Stockton’da doğan Amerikalı psikolog ve danışman, özellikle duygusal zekâ (emotional intelligence, EQ) üzerine çalışmalarda bulunmuştur. The New York Times’da davranış ve beyinbilimleri konularında uzmandır. Makaleleri dünya çapında yayınlanmaktadır. Duygusal zekâ ile ilgili yazdığı kitapları farklı dillerdetercüme edilmiştir. Doktora derecesini aldığı Harward Üniversitesi’nde ders vermiştir. Pyschology Today’in baş editörlüğünü yapmıştır. Pek çokeserlerinden bazılarını sayalım: 

Eserleri:  

* With K. R. Speeth: The essential psychotherapies. Theory and practice by the masters New York: New American Library, 1982. 

* Vital Lies, Simple Truths:  the psychology of self deception. NewYork: Simon and Schuster, 1985. 

* The Mediative Mind: Varieties and Mediative Experience. LosAngeles:J.P. Tarcher, 1988. 

* The Creative Spirit. New York: Plume, 1992. 

* Emotional Intelligence: Why it can matter more than IQ. New York:Bantam Books, 1995.

* Working With Emotional Intelligence. New York: Bantam Books, 1998. 

* With R. Boyatzis and A. Mckee Primal Leadership: Realizing the Power of Emotional Intelligence, Boston, MA: Harward Bussiness Pres, 2002. 

Goleman hissi  zekayı; 

 “kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi, ve duygularını hayatı  zenginleştirecek şekilde düzenleyebilme kabiliyeti” olarak tarif ediyor.  

Goleman’a göre beynin bizi düşündüren parçası, beynin duygusal parçasından ürüyor. Beynin düşünen ve duygusal parçaları genelde yaptığımız her şeyde birlikte çalışıyor ve gerek iş yaşamında,  gerekse özel yaşamda başarılı ve mutlu olmak, insanların duygu zekâlarına   bağlıdır. 

Duygu (emotion) sözcüğünün kökü “motere” dir. Latince “hareket etmek”anlamına gelen fiile “e-” ön eki getirildiğinde anlamı uzaklaşmak olur. Bu da, her duygunun kişiyi belli bir harekete yönelttiği fikrini vermektedir.

Tüm duygularımız bizi harekete geçiren ve hedefe ulaşmamızı sağlayan birer vasıtadır. Biz o rehberin  kullanımını çok iyi bilirsek, onu en iyi şekilde yönetebilirsek, hedefimize daha başarılı bir şekilde ulaşırız.  

Goleman’a göre IQ ‘nun hayattaki başarıya katkısı en fazla yüzde yirmidir; geri kalan yüzde sekseni belirleyen başka etkenler vardır.  Bu başka etkenler bizim çevremiz, sosyal yaşantımız, duygularımız, hissettiklerimiz ve onlara ne kadar gem vurup, ne kadar akışına bıraktığımızla alakalıdır. 

Akış, bir kişinin kendindeki beceriyi kendinden geçercesine, kaygıyı, endişeyi, egosunu bir kenara bırakıp sadece o işi yaptıran güçtür.  

Bu seviyeye erişebilmek, kişinin ancak çok sevdiği bir işi yapmasıyla ve o işte kabiliyetli olmasıyla gerçekleşebilir. Resim yapmayı örnek alalım: 

Goleman’ın  bu  kitabında sanat okuluna giden ve sonrasında ressamlığa kadar uzananların hikâyesi ele almıştır. Bu işe para kazanma, meşhur olma hevesiyle girenlerin mezun olduktan sonra başka işlerle uğraştığını, yeteneği olup, resim yapmaktan haz duyanlarınsa başarılı birer ressam olduklarını gözlemlemiştir. Bu kişiler tuval üzerindeyken kendindengeçiyor ve fırça darbelerinin hareketiyle kendi fizyolojilerinin adeta bir bütün olduğu hissine kapılıyorlar. 

Bu hissi anlıyorum diyor Gloman. Çünkü ben de resim yapmayı çok seven ve yaparken kendimi kaybedip dış dünyayla temasını koparanlardanım. Sonuçlarında ise kendimden memnun oluyorum. Sanki İlahi bir el bunu bana yaptırıyormuş gibi huzuru hissediyorum. Demek ki duygusal zekânın o anda hayattan tüm bağları koparmasıyla oluşan ve hedefe varmadüşüncesini fark etmeden yapılan bir işte, performansta gözlemlenen bir azalma gösteriyor. 

Duygusal zekâya biyolojik olarak yaklaştığımızda ise amigdala (emicdele)  ve limbik sistemin varlığıyla karşılaşıyoruz. Amigdala, frontal lob hasarlarından kaynaklanan davranış bozukluğu vakalarında, daha evvel başarılı, iyi evliliği olan, herkes tarafından sevilen kişiler olmalarına rağmen daha sonra, yaşamlarının değiştiği, işlerini kaybettiği,organizasyon, işleri sıraya koyma ve öncelikleri, sebat etme, duygusaldurumlara karşı direnç gösterme, zorluklarla mücadele edebilme konularında önceki hallerinden düşük performans göstermişlerdir.  

Bu da amigdala ve limbik sistemin duygusal zekâdaki önemini bir kez daha ortaya koymuştur. ( Limbik sistem: Ana yapıları, serebral korteksteki singulat kıvrım, iki adet çekirdek kümesinden oluşan amigdala ve bazal ön beyin olan sistem. Amigdala sistem: limbik sistemdehippocampusla ters etkili çalışan (biri kan basıncını artırırsa diğeri düşürür), canlılarda zıt yönlü davranış kalıplarını (saldırganlık-uysallık) kontrol eden bölge.) 

Yine yapılan araştırmalarda, üniversite giriş sınavlarındaki derece ve okul başarılarında yüksek performans göstermiş, IQ testinden yüksek puan almış duygusal zekâ performansları da düşük olan öğrencilerin okul sonrasındaki performanslarına bakılmış. Beklendiği gibi geniş bir entelektüel ilgi ve yetenekler dizisine sahiptir. Hırslı, üretken, istikrarlı,sebatkâr ve kendi sorunlarını dert etmeyen birisidir.  

Ayrıca eleştirici, tepeden bakan, titiz, duygularına gem vuran,  duygusal deneyimler konusunda tutuk, kendini açmayan, mesafeli, duygusallık açısından ise kaygısız ve soğuktur. 

Buna karşılık, duygusal zekâsı yüksek olanlarda ise sosyal açıdan dengeli, dışa dönük ve neşeli, korkaklığa ve derin düşünmeye yatkınlığı olmayan kimselerdir. İnsanlara ve davalara bağlanma, sorumluluk alma, etik bir görüşe sahip olma özellikleri dikkat çeker. İlişkilerindebaşkalarına karşı sevecen ve ilgilidirler. Kendileriyle, başkalarıyla ve yaşadıkları sosyal dünyayla barışıktırlar. 

Bu araştırmadan anlaşılacağı gibi duygusal zekâ, bizim hayatımızı yaşanır hale getirmek için işliyor ve doğuştan gelen ve çevrenin etkisiyle geliştirdiğimiz IQ ile  birleşiyor. İçten gelen ve bizim IQ muzun kullanım kılavuzu olan, bizi engelleyen, teşvik eden duygusal zekâmız, sahipolduğumuz değerleri sistemli bir şekilde yönetmemizi sağlıyor. Nerede, nasıl hareket edeceğimizi, gelen uyarılara karşı nasıl tepkiler vermemiz gerektiğini, zorluklarla mücadele etmemizi ve aldığımız kararları uygulamaya iten gücü sağlıyor. 

Goleman kitabında tasalanmanın duygusal zekâyı nasıl saf dışı bıraktığından bahsediyor. Tasalanma, olabilecek aksaklıkların ve bunlara karşı alınacak önlemlerin bir hayali bir provasıdır. İnsan beynini oyalayarak daha sonraki dönemlerinde, fobi, anksiyete ( algı bozukluğu, evham)  saplantılar, kontrolsüz güdüler olarak karşımıza çıkabilir. Tasahissiyle hareket eden birine  göre,  bir anlamda, hayatın tehlikelerine karşı olumlu çözümleri önceden üretmektir.  

“Tasalar genellikle zihnin gözünde değil, kulağında, yani görüntüler yerinesözcüklerle ifade bulur.” diyor Goleman.  

Tasalanma öğrenilen bir şeydir. Annelerimiz bizlere nasıl korumacı birşekilde yaklaşıyorsa, engeller, tehditlere karşı uyarmada bulunuyorlarsa biz de öyle davranmaya başlıyoruz. Bunlar aslında annelerin tasalanmaları, halk dilindeevhamlarından  kaynaklanmaktadır.  

Eğer patolojik boyuta çekilirse  daha tehlikeli bir hal alıyor. Duygusal zekâmızın bu kadar köreldiği bir güdü, demek ki hayatımızı çok fazla  etkiliyor. Evden çıkamama, tasalanma yüzünden hayatı kaçırmamıza neden olan bir şeyde duygusal zekâmızı kullanamıyoruz. Çünkü muhakeme yeteneğimizden o anda mahrum kalıyoruz.  

IQ seviyesi ne kadar yüksek olursa olsun, bu tarz bir patolojide bulunan insanların hayatlarından lezzet alamayacak hale gelmesi,  elbette ki duygusal zekânın yanında IQ seviyesinin önemini de kaybettiriyor. Aslında sadece bu örnekten duygusal zekanın IQ dan daha önemliolduğunu anlamamız bile Goleman’ın çok kuvvetli bir konuyu savunduğunun göstergesidir. 

Duygusal zekâda depresyonu ele alalım. Kendinden nefret eden, küflü bir neşesizlik ile kasvet çökmesi içinde kendini kaybeden, “duvarlar üzerime üzerime  geliyor, sanki biri  beni sıkıyor, nefes alamayacak duruma geliyorum, hayatın tadı ve anlamı kalmadı, kendimi değersizhissediyorum, kendimi tanıyamıyorum, uyuyamıyorum, yapmam gerekenlerin bir faydası yok, uyuşmuş gibiyim, bir kırılganlık var ama?” gibi sözler sarf etmek ve yabancılaşma duygusunu en derin şekildeyaşamak, hepsinden beteri insanı boğan bir kaygıya sahip olmak…  

Bir de zihni belirtilere bakalım: “Zihin karışıklığı, dikkati toplayamamak ve hafıza kaybı”. Daha sonrasında “dünyanın çivisi çıktı ben niye burada durayım ki, zaten fazlayım” demek ve intihar girişimine kadar giden bir düşünce bozukluğu.  

Goleman, böylesi derin depresyonlarda hayat felç olur; yeni bir başlangıçyapılamayacağını onların çaresizliğinin farkında bir dille anlatıyor ve ekliyor; depresyonun sadece belirtileri bile hayatı dondurmaya yeter. Zihni fonksiyonlar artık görevini yapmıyor. Düştüğü durum ayna tutulup gösterilse kendisi bile korkacak hale gelenlerde hissi  zeka aramak artıkimkansız.

Muhakeme yeteneğini kaybetmiş, kaygı düzeyi yüksek, hayatından zevk alamayan, yeteneklerinin farkına varmak için ilahi bir işarete ihtiyacı varmışçasına umutsuz insanların duygusal zekalarını kullanamadıkları bir gerçek. Yine burada da IQ ve duygusal zeka arasındaki büyük farkıgörebilmekteyiz. 

“Öfke hiçbir zaman nedensiz değildir, ama ender olarak iyi bir nedeni vardır.” der Benjamin Franklin. 

Kişilerin en zor kontrol ettikleri duygunun öfke olduğu bulgulanmıştır. Öfkesini kontrol edemeyip, ona yenik düşenler daha sonra yaptıklarının farkına vardıklarında utanç duygusu ve pişmanlıkla savaşmak zorunda kalırlar. Bu da insanları depresyona kadar götürebilen boyuttaki düşünce yıkımını oluşturur.  

Duygusal zekanın ket vuramadığı öfke anında kişi,  mantığının dışına çıkar. Duygusal zeka seviyeleri düşük olanlar, trafikte kavga edenler, karısını dövenler, sonrasında neler olabileceğinin  hesabını yapamayankişilerdir.  

Bütün bu duygulardan yoksun olanlar ise-pişmanlık, utanma duygusu- psikopat denilen gruptur. Onlar vicdandan mahrumlardır. Yaptıkları dehşet verici şeylere karşı kulp bulurlar ve bundan zevk alarak yaparlar. Hemen hepsinin sonunda ise pişman olmadıklarını görürsünüz. Bu tür bir duygusal zeka yoksunluğunun patolojiyle iç içe geçtiği görülüyor. 

Bu histen mahrum olanlar ( duygusal zekası olmayıp “zekavet-i betra”ya malik olanlar sadece),   tamamen patalojik özelliklere sahip bir gruptur. Bunlar çevrelerine zarar verirken empatinin devreden çıkması, onların duygusal döngüsünün bir parçasıdır. Eğer o an empati kurabilseler yaptıkları şeyden rahatsız, huzursuz olurlar. Zarar verdikleri kişilerin, korkması, iğrenmesi, kaçmaya çalışması algılanmaz bunlar tarafından.Yaptıkları davranışlar kaygı dalgasını açığa çıkarmadığı  için, cezalandırılacakları endişesini de taşımazlar. ( Tıpkı 15 Temmuz   darbe çılgınlığı ve iç savaş girişiminde bulunan  darbeci örgüt gibi…) 

Limbik beyin bozukluğundan kaynaklanan bu tür davranışlar, duygusal zekanın sosyal çevre açıdan da önemini vurgulamaktadır. 

Goleman, eğitimcilerin ve araştırmacıların sürekli göz ardı ettiği bir olaya işaret ediyor: Duygusal cehalet, kişinin bir olay karşısında mantığından önce öfkesine yer vermesidir. Günümüz gençliğinde tırmanışa geçen şiddet eğilimi, madde kullanımı, aşırı saldırganlık, empati kuramama, duygusal cehaletin bir getirisi olarak görülüyor.  

Yaşanılan her türlü davranış ve madde bağımlılığı olayları gençlerin ruhsal ve fiziksel açıdan ciddi zararlar görmesine sebep oluyor. Duygusal zekânın varlığı, yokluğunu ve kullanımı kendi yaşantımızı, sosyal çevreyi ve sorumluluklarımızı etkiliyor.  

Hissi zekanın ( vicdan ve insaf da buna dahil)  önündeki setlerin kaldırılması bir çok problemi çözebilir. Patolojik boyutta darahatsızlıkların bu engellerden dolayı olduğu düşünülmektedir. Örneğin;depresyon gibi bir hastalığın ya da yeme bozukluklarının duygusal zekanın kullanılamaması, seviyesini düşük olmasından kaynaklandığı belirtiliyor.Gençlerin medyada, hızla trendleşen yaşam stilinden nemalanarak kendini farklı addetmeye çalışması ve bunda başarılı olamamasıyla kaygı seviyesinin  artması, hissi zekanın hem çevreyle ilgili, hem biyolojik ve ferdi  dayanakların bir birleşimi olduğunu da gösteriyor.

Yazar : Mehmet Nuri BİNGÖL

BİYOGRAFİ
1961’de Şanlıurfa/Birecik’te doğdu. İlkokul ve ortaokulu aynı ilçede okudu. 1982’de İstanbul Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Anadolu’nun çok yöresinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı.
Yazgı, Köprü, Bizim Külliye dergilerinde hikâye, deneme ve makaleleri yer aldı. Gap Gündemi, Tasvir, Yeni Nesil gazetelerinde yazıları yayımlandı. Birecik yıllıklarına alınmış şiirleri, yaptığı derlemeleri ve değişik site ve kitaplara alınmış makale, mülakat ve köşe yazıları bulunuyor.
Kitaplaşan iki eseri ve tefrika romanları Mehmet Nuri EMİNLER mahlasıyla yayımlanmıştır. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğine devam ediyor. Birecik’te temsilciliği açıldığı ilk günden beri Eğitim-Bir-Sen üyesi. Dört kızı ve üç torunu bulunuyor. Şanlıurfa/ Birecik’te ikâmet ediyor.

Tarık Buğra ile yaptığı mülakatın iktibas edildiği eserler:
Politika Dışı (Tarık Buğra)
Tarık Buğra’yla Söyleşiler (Mehmet Tekin)

Hikâyelerinin İktibas Edildiği Eserler:
Kedinâme (M. Nuri Yardım, 2019)
Dergizan Yıllığı (Ramazan Seydaoğlu, 2020)

İktibas edilen mahalli derlemeleri:
Cumhuriyetin 50. Yılında Birecik Yıllığı
Cumhuriyetin 70. Yılında Birecik Yıllığı

Tefrika Romanları:
Yokuşta ( 1986)
Yokuşta Tırmanış-1 (1984)
Yokuşta Tırmanış- 2 (1988)
Kafkasya’da Sarp Ufuklar (1981)

Kitapları:
Sürgündeki Çeçenya (1. Baskı: 1996; 2. Baskı: 2000) Gençlik Yayınevi
Nur Üstad (Biyografi- Deneme; 2002) Erguvan Yayınevi
Siyahtan Turkuaza (15 Temmuz) [Hikâyeler] 2021. KDY yayıncılık
Ver Elini Türkmeneli [Gönül Sayhası-1] (Roman) 2021, KDY Yayıncılık
Azada Yürüyüş [Gönül Sayhası-2] (Roman), 2021, KDY Yayıncılık, "Bir Başka Çeşme" (2022- KDY- Öyküler)

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
“Nasıl” sorusuna cevap vermeyen din neye cevap verir? /Yunus Emre Orhan

“Nasıl” sorusuna cevap vermeyen din neye cevap verir? Kainattaki varlık araştımasını sorunsallaştıran her araştırmacı, kainata …

Kapat