Mavromati / İsmail ANBARLI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Mavromati, yani; her şeyi kara görmek merakı mı desem yoksa her şeyi kara görmek hastalığı mıdır, desem? İşte o tabirin adı “mavromati”dir. 19. asrın sonlarında ve 20. asrın başlarında, yani 1890’lar ve 1900’ların başlarında Avrupa’da zuhur eden ve içtimaiyatı felce uğratan ve içtimai rabıtaları kökünden kesen bu menhus hastalık, bizim Avrupa-perest İttihad Terakkiciler tarafından hemen ithal edilir. İçtimai bünyemize uyup uymayacağı hakkında bu fikrin iyi veya kötülüğü bir an bile düşünülmez.

Sonradan bir çok insana da sirayet edecek olan bu sâri hastalık, cemiyet hayatını felce uğrattığı gibi, insanlar arsındaki manevi rabıtaları kökünden keserek hüsn-ü zannı ortadan tamamen kaldırıp, diğer bir manevi hastalık olan su-i zannı bir mıknatıs gibi İnsanların itikadına nakşetmiştir. Ve daha da fenası; aile hayatını da ailenin manevi rabıtalarını da kökünden keserek, boşanmalara ve geçimsizliklere sebep olarak insanlar arasında tam bir kaosa sebep olacaktır. Olmuştur da..    

Mavromati esas olarak hükümet erkânının ve bürokrasinin elinde Demoklesin bir kılıncı gibi vatandaşın başının üstünde devamlı bir tehdit aracı olarak senelerce sallanmıştır. Hükümet erkânının ve bürokrasinin artık elinde kara bir boya var, ilk önce onunla itham etmek istediği vatandaşı karaya boyuyor, ondan sonra da “sen niye kara gözüküyorsun?” diye sorgulamaya alarak Engizisyon zülmünün çarkını döndürmeye başlıyordu.

Mavromati, her şeyi kara görmek ve hüsn-ü zan denen manevi rabıtayı ortadan kaldırarak, su-i zan hastalığının bataklığında çırpınmak, bir meziyet hâline gelmişti. Her sosyal hadiseyi kara bir gözlükle seyretmek ve kara bir senaryo ile tahlil etmek vatanseverlik(!) hasleti gibi görülmeye başlanmıştı. Bu sâri hastalık ile kendinde olmayan müspet meziyetleri varmış gibi göstermek âdet haline gelmişti. Bu menhus ve dehşetli hastalıkla muzdarip makale yazan şahısların bazılarını görmek isterseniz Emin Çölaşan’a ve aynı hastalıklara düçar olan Fikret Bila ve Melih Âşık, Teoman Erel, Bekir Coşkun gibi daha bazı isimlerin de ilave edilebileceği uzun bir gazeteci ve makale yazarlar listesi meydana çıkacaktır. Bu listedekiler kendileri tedavi olmaları icap ederken millete hamiyetperverlik dersi vermek için kalem oynatırlar. Yani -mezkûr ifademde olduğu gibi- kendilerinde olmayan bir meziyeti ve hasleti kendilerinde varmış gibi lanse ederler. Yazdıkları makaleler bir nevi kendilerinde olmayan meziyetlerin varmış gibi ilanından ibarettir. Aslında okumaya değmez. Zira en pespaye bir insanın dahi onlardan istifade edebilecekleri bir şey yoktur. Sadece dedikodularını kara bir mizahla siyahlandırarak şekilsiz bir hâle sokmaktan ibarettir.

Fakat ellerinde Kur’an ve Hadis-i Şerif gibi bir miyar ve ölçüsü olmayan zavallı insanlar, bunların menhus tuzaklarına düşerek, cemiyetin vahdetini, birlik ve beraberliğini bozmakta menfi bir alet oluyorlar. Bu yazarlar da bunlar gibi bürokrasiyi işgal eden birçok bürokrat da kendilerinin hasta olduklarını maalesef bilmiyorlar. Veya bilmek istemiyorlar. Böylece de Türkiye’ye istikrar ve huzur hiçbir zaman gelmiyor.

Hem bürokrasinin üst düzeyinde bazı kişilerde usul ve kaide haline gelen “altta boğuşma olsun ki, millet bize müteşekkirane ihtiyaç duysunlar” düşüncesi onların politikaları haline gelince, yalan ve sahtekârlıklarla senaryolar yazmak, pireyi deve gibi göstermek bunların ahlaki, bir karakteri gibi oluyor. Yani ahlaksızlık, ahlakları oluyor. Artık vicdanları sızlamadan iftira atabiliyorlar. Çekinmeden yalan söyleyebiliyorlar.

Mezkur tarihte yani 1900’lerde bunu, bu menhus fiili “Servet-i Fünun”cular ile,  Dr. Ahmed Cevdet’in “İkdam” gazetesi yapıyordu. Bu iki gazete her gün kapkara küfür kusuyor. Yalan ve tezvirlerle makaleler döşüyorlardı. Şimdi de onların devamı mahiyetindeki Cumhuriyet gazetesi ile mezkûr yazarlar aynı zihniyet ile ideolojinin karanlık dehlizlerinde at koşturuyorlar. “Mavromati” hastalığının karanlık ve bataklıklı dehlizlerinde, hamiyet furuşluk iddiasıyla, hamiyetsiz ve ruhsuz bir hüviyetle kalem oynatıyorlar.

Mavromati hastalığını bir de fizyoloji âlimlerinin yani ihtisas ehlinin ifadeleri ile tahlil edelim. Bakın onlar ne diyorlar: (bilindiği gibi kafatasının içi, beyin, beyincik ve soğancıktan ibaret olup, bunlar birbiri üstüne gerilmiş sert zar; “örümcek zar, ince zar adlarında üç muhafazakâr astar ile korunmaktadırlar. Beyaz madde denilen ak cevher ve boz madde dahi sinir hücrelerinden teşekkül eder. Dürtücü ve doyurucu sinirler kafatasının altındaki deliklerden geçer. İşte Mavromati’yi meydana getiren mikrop, kafatasının bu deliklerinden geçerek omuriliğe hücum ediyor ve orada, şekere karıncanın üşüştüğü gibi, toplanarak, dolayısıyla, dışarıdaki cisimlerin şekillendiği ağ tabakaya toplanırlarmış. Bir kere de toplandılar mı atık her şey siyah görüyorlar”mış. Bu hâl ise, hastanın eserlerine, fiillerine, işlerine tesir ediyormuş.

Mezkur gazeteler ve yazarlar bu derde müptela oldukları için sapıtma, ızdırap, acılık hissederek kendilerini devamlı karanlıklar içerisinde sanarak, kendilerini mâtem anında hissederek daima inler, bazen ağlar, bazen kaşlarını çatıp âlemi kendilerine düşman zannedip, hayalî düşmanlar icat ederek onlara hayali küfürler sarf ederler; bazen de lüzumsuz ve manasız gülmeye başlarlarmış.

Bunları tımarhanelik deli gibi zannetmeyiniz. Bunlar gayet akıllı ve millete yol gösteren(!), yani toplum mühendisliği yapacak bir zekâya mâlik kimselerdir. Fakat psikolojik hastalıklarından dolayı takıntıları vardır. O takıntıları onları daima bir şeyin etrafında dönmeye sevk eder. Yani gözleri bağlı, devamlı aynı yerde dönerek kuyudan su çeken merkepler gibidirler. Bunların da gözleri manen bağlı oldukları için her tarafı zifiri karanlıklı görürler. Tıpkı vicdanlarının karanlık penceresinden baktıkları zamanlarda olduğu gibi… Gerçi başka türlü hiçbir zaman bakamazlar; hastalıklarının fizyolojik baskısı bunlara aydınlık bakmak için müsaade etmez. Onlar aydınlık dedikleri vakit, o dedikleri zifiri karanlıktır. Zira onlar aydınlığı bilmiyorlar; karanlığı aydınlık sanıyorlar.

Onlar, devamlı olarak ızdırap çekerler zira göğüslerinin cenderesinde, buz gibi soğuk, acı, demir gibi sert bir elin, helâk edici bir pençenin kalplerini sıktığını hissederler. Bu yüzden de kendileri gibi olmayan kimselere şiddetle düşmanlık beslerler. Kendilerine benzemeyen insanlara kin ve gayz duyarlar. Mavromati hastalığının, toplum mühendisliğini neticr vermesinin sebebi budur.

Bunlar, bu tipler bazen “tıkanıyorum, boğuluyorum, yahu halimi gören yok mu? Etrafımdaki karanlık İnsanları bertaraf edecek yok mu?” diye feryat ederek, ihtilallere celpname çıkarırlar. Askeri, Demokratik sivil güce müdahale etmek için çağırırlar. Zaman, zaman aman “yetişin irtica geliyor; kaçacaklar, tutun aman uçacaklar” diye feryat etmelerinin sebebi budur. Bir metre boyundaki eşarpı veya başörtüsünü tehlike görmelerinin sebebi de budur.  Onlarda siyah zaten aslen siyah olduğu için güzeldir; fakat siyah olmayarak, her hangi bir renkte olup da onların siyah gördükleri nesneler veya şeyler onların düşmanıdır. Mesela hürriyetler ve demokrasi, hür İdare ve hukukun üstünlüğü gibi insanlığın insanlık vasıfları onlar tarafından sevilmez, hatta nefret edilir. Bunlar, bu değerleri hep ve devamlı olarak lüzumsuz görürler. Zira mezkûr değerlerin mahiyetleri nurani ve aydınlık olduğundan ve huzur ve adalet getireceğini bildiklerinden dolayı onlar bu mefhumları malûm hastalıkları sebebi ile karanlık gördükleri için, o mefhumlar onların nazarında en büyük tehlike ve kötü unsurlardır.

Allah öylelerin şerrinden milleti muhafaza etsin. Allah bunların karanlık bakışlarından bizleri ve milleti muhafaza etsin. Şerleri onların kendi ayaklarına dolansın.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Cecelizâde Nureddin İbrahim Efendi

Kastamonulu Ceceli-zâde Nureddin İbrahim Efendi Kadiriyye şeyhlerinden faziletli bir zât olup "Cecelizâde" şöhretiyle meşhur bir …

Kapat