Ana Sayfa / Yazarlar / Mehdi ve Mehdiyet Konusunu Anlamak / Ali Kemal PEKKENDİR

Mehdi ve Mehdiyet Konusunu Anlamak / Ali Kemal PEKKENDİR

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

MEHDİ VE MEHDİYET konusunu anlamak

Mehdi (ve İsa ve Deccal ve Süfyan ve Yecüc ve Mecüc) Ahirzaman şahıslarındandır. Bunlardan bahseden Hadisler ile Resulullah s.a.v., ümmete Kıyametin yakın olduğunu, bir iki asırlık bir Ahirzaman devresi olacağını ve o devirde islamiyete, şeriate sarılmak gerektiğini ihtar edip haber vermiştir. Hem de Mehdi gibi bir “Hidayet” Serdarının Ahirzamanda gelip ümmetin imanlarının muhafaza edilmesine vesile olacağını, ümidsizliğe düşülmemesi ve kafir ve münafıklara karşı mücadeleye, mücahedeye devam edilmesi için haber vermiştir…

Hadislerde geçen Siyasi Lider Hadis tabiriyle Cehcahtır.. yani İslam Birliği ve Kuran’ın Kanunları tam tahakkuk ettiğinde, siyasi ve içtimai heyetlerin başında görünen ve Mehdi’nin Programını tatbik eyleyen şahıs, Hadis Lisanında “Cehcah” sıfatındadır.

Mehdi arabi lisanda kendisi hususi şekilde Allahın “Hidayetine” mazhar olup milyonlarin, ümmetin ve beşeriyetin “Hidayetlerine” vesile olacak zattır… bu “hidayet vazifesi” de tahkiki imanı yaymakla olur. Siyasi ve ictimai bir iş değildir…

Risale-i Nur’da “Gelecek Zât” olarak bahsedilen ve içtimai ve siyasi sahalarda Risale-i Nuru Program yapacak kişi ve heyeti de “şahsımanevinin gücü” olan milyonlara dayanırlar. Yoksa kendi şahsi güç ve iktidarları sıfır mesabesindedir.

Fakat bu dünya bir imtihan meydanı olması ve teklif sırrının bozulmaması hikmetine binaen Ahirzaman şahısları ve hadiseleri perdeli olacaktır, apaçık herkes derhal anlar şeklinde gerçekleşmez. Yoksa herkes mecburen iman ederdi ve imtihan fevt olur ortadan kalkardı..

Bu Hadislerin müteşabih ve mecaz yüklü olması sebebiyle zâhiri mânâları ile anlamak hataya düşürür. Ahirzamandan bahseden 5.Şua Risalesinin girişinde :

Evvelce mukaddimeden sonra gelen mes’eleler okunsun, tâ mukaddimedeki maksad anlaşılsın.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَقَدْ جَٓاءَ اَشْرَاطُهَا

âyetinin bir nüktesi, “bu zamanda akide-i avam-ı mü’minîni vikaye ve şübehattan muhafaza” için yazılmış.

Âhirzamanda vukua gelecek hâdisata dair hadîslerin bir kısmı müteşabihat-ı Kur’aniye gibi derin manaları var. Muhkemat gibi tefsir edilmez ve “herkes bilemez.” Belki tefsir yerinde tevil ederler.

وَمَا يَعْلَمُ تَاْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُ وَ الرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ

sırrıyla, vukuundan sonra tevilleri anlaşılır ve murad ne olduğu bilinir ki, ilimde râsih olanlar
اٰمَنَّا بِه۪ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا

deyip o gizli hakikatları izhar ederler.
Şualar – 578

Ahirzaman şahıslarının ve hadiselerinin apaçık ve âşikar ve herkes anlar şeklinde olamayacağını izah eden aşağıdaki kısım bizlere mühim bir kaidedir :

İman ve teklif ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, “perdeli ve derin ve tedkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî mes’eleleri” elbette “bedihî” olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz.

Tâ ki Ebu Bekirler a’lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i safilîne düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz.

Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mu’cizeler seyrek ve nadir verilir. Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrat-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur’aniye gibi “kapalı ve tevilli” oluyor.

Yalnız, Güneş’in mağribden çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tövbe kapısı kapanır; daha tövbe ve iman makbul olmaz. Çünki Ebu Bekirler, Ebu Cehiller ile tasdikte beraber olurlar.

Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nüzulü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; “herkes bilemez.”

Hattâ Deccal ve Süfyan gibi eşhas-ı müdhişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.
Şualar – 579

Hem ahirzamanda bir tek şahsın değil şahsımanevi olan “cemaat, cemiyet, komite, heyet, kadro, ekip” mefhumunun asıl icraat ve iktidar sahibi olduğunu şu bahislerden anlıyoruz :

Hem Deccal’ın rejimine ve teşkil ettiği “komitesine ve hükûmetine” ait garib halleri ve dehşetli icraatı, “onun şahsıyla” münasebetdar rivayet edilmesi cihetiyle manası gizlenmiş. Meselâ: “O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsa (A.S.) onu öldürebilir, başka çare olamaz.” rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öldürecek; ancak semavî ve ulvî, hâlis bir din İsevîlerde zuhur edecek ve hakikat-i Kur’aniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nüzulü ile o dinsiz meslek mahvolur ölür. Yoksa “onun şahsı” bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.
Şualar – 581

Hem eski zamanda, bu zaman gibi “cemaatin ve cem’iyetin şahs-ı manevîsi” inkişaf etmediğinden ve fikr-i infiradî galib olduğundan, “cemaatin sıfât-ı azîmesi ve büyük harekâtı” o cemaatın başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle; o şahıslar, hârika ve küllî sıfatlara lâyık ve muvafık olmak için yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük bir acube cisim ve müdhiş bir heykel ve çok hârika bir kuvvet ve iktidar bulunmak lâzım geldiğinden “öyle tasvir edilmiş”. Vakıa mutabakatı görünmüyor ve o rivayet müteşabih olur.
Şualar – 582

Rivayetlerde (Hadislerde), eşhas-ı âhirzamanın fevkalâde iktidarlarından bahsedilmiş. Vel’ilmü indallah, bunun tevili şudur ki:

O şahısların temsil ettikleri “manevî şahsiyetin azametinden” kinayedir.

Bir vakit Rusya’yı mağlub eden Japon Başkumandanının sureti; bir ayağı Bahr-i Muhit’te, diğer ayağı Port Artür Kal’asında olarak gösterildiği gibi, “şahs-ı manevînin dehşetli azameti,” o şahsiyetin mümessilinde, hem o mümessilin büyük heykellerinde gösteriliyor.

Amma fevkalâde ve hârika iktidarları ise, ekser icraatları tahribat ve müştehiyat olduğundan fevkalâde bir iktidar görünür, çünki tahrib kolaydır. Bir kibrit bir köyü yakar. Müştehiyat ise, nefisler tarafdar olduğundan çabuk sirayet eder.
Şualar – 585

Şahs-ı İsa Aleyhisselâm’ın kılıncı ile maktûl olan şahs-ı Deccal’ın teşkil ettiği “dehşetli maddiyyunluk ve dinsizliğin” azametli heykeli ve “şahs-ı manevîsini” öldürecek ve inkâr-ı uluhiyet olan “fikr-i küfrîsini” mahvedecek ancak İsevî ruhanîleridir ki; o ruhanîler, din-i İsevî’nin hakikatını hakikat-i İslâmiye ile mezcederek o kuvvetle onu dağıtacak, manen öldürecek.

Hattâ “Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir. Hazret-i Mehdi’ye namazda iktida eder, tâbi’ olur.” diye rivayeti bu “ittifaka” ve hakikat-i Kur’aniyenin metbuiyetine ve hâkimiyetine işaret eder.
Şualar – 587

Rivayette var ki: -İsa Aleyhisselâm Deccal’ı öldürdüğü münasebetiyle- “Deccal’ın fevkalâde büyük ve “minareden daha yüksek bir azamet-i heykelde” ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm ona nisbeten çok küçük bulunduğunu” gösterir.
لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ
Bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: İsa Aleyhisselâm’ı nur-u iman ile tanıyan ve tâbi’ olan cemaat-i ruhaniye-i mücahidînin kemmiyeti, Deccal’ın “mektebce ve askerce ilmî ve maddî ordularına” nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir.
Şualar – 588

Demekki kinaye ve mecaz ifadeleri Bediüzzaman Hz’nin izah ettiği tarzda anlama mecburiyeti var yoksa o icraatları bir tek adamdan beklemek saflığına ve zahircilik hatasına düşülür…

Asıl kuvveti ve icraatı yapacak “Şahsımanevi” hakikati, Büyük Mehdi için de geçerlidir :

Büyük Mehdi’nin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dairelerde icraatları olduğu gibi.. herbir asır me’yusiyet vaktinde, kuvve-i maneviyesini teyid edecek bir nevi Mehdi’ye veyahut Mehdi’nin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan; rahmet-i İlahiye ile her devirde belki her asırda bir nevi Mehdi, Âl-i Beyt’ten çıkmış, “ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya” etmiş.

Meselâ: Siyaset âleminde Mehdi-i Abbasî ve “diyanet âleminde Gavs-ı A’zam ve Şah-ı Nakşibend ve aktab-ı erbaa ve oniki imam” gibi Büyük Mehdi’nin bir kısım vazifelerini icra eden zâtlar dahi, -Mehdi hakkında gelen rivayetlerde- medar-ı nazar-ı Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olduğundan rivayetler ihtilaf ederek, bir kısım ehl-i hakikat demiş: “Eskide çıkmış.” Her ne ise… Bu mes’ele Risale-i Nur’da beyan edildiğinden, onu ona havale ile burada bu kadar deriz ki:

Dünyada mütesanid hiçbir hanedan ve mütevafık hiçbir kabile ve münevver hiçbir cem’iyet ve cemaat yoktur ki, “Âl-i Beyt’in hanedanına ve kabilesine ve cem’iyetine ve cemaatine” yetişebilsin.

Evet yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler manevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-i Kur’aniyenin mayası ile ve imanın nuruyla ve İslâmiyet’in şerefiyle beslenen, tekemmül eden “Âl-i Beyt,” elbette âhirzamanda “şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-i Furkaniyeyi ve Sünnet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) ihya ile, ilân ile, icra” ile, başkumandanları olan Büyük Mehdi’nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber, gayet lâzım ve zarurî ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır.
Şualar – 590

Ve iktidarları pek fevkalâde görünmesi ise, dört cihet ve sebebi var:

Birincisi:
İstidrac eseri olarak, müstebidane olan koca hükûmetlerinde, “cesur orduların ve faal milletin kuvvetiyle” vukua gelen terakkiyat ve iyilikler haksız olarak onlara isnad edilmesiyle binler adam kadar bir iktidar onların şahıslarında tevehhüm edilmeğe sebeb olur. Halbuki hakikaten ve kaideten, “bir cemaatin hareketiyle vücuda gelen müsbet mehasin ve şeref ve ganîmet o cemaate taksim edilir ve efradına verilir.” Ve seyyiat ve tahribat ve zayiat ise, reisinin tedbirsizliğine ve kusurlarına verilir. Meselâ: Bir tabur bir kal’ayı fethetse, ganîmet ve şeref süngülerine aittir. Ve menfî tedbirler ile zayiatlar olsa, kumandanlarına aittir.

İşte hak ve hakikatın bu düstur-u esasiyesine bütün bütün muhalif olarak “müsbet terakkiyat ve hasenat o müdhiş başlara” ve menfî icraat ve seyyiat bîçare milletlerine verilmesiyle; nefret-i âmmeye lâyık olan o şahıslar, -istidrac cihetiyle- ehl-i gaflet tarafından bir muhabbet-i umumiyeye mazhar olurlar.
Şualar – 594

Her iki Deccal, Yahudinin İslâm ve Hristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besleyen “gizli komitesinin” muavenetini ve kadın hürriyetlerinin perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hattâ İslâm Deccalı “masonların komitelerini” aldatıp müzaheretlerini kazandıklarından dehşetli bir iktidar zannedilir.
Şualar – 594

Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, “şahs-ı manevîye” göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.

Hususan benim gibi bir bîçarenin kıymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle, bir batmanı kaldırmayan zaîf omuzuna, binler batman ağırlığı yüklense altında ezilir.

Lillahilhamd Risaletü’n-Nur, “bu asrı belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu’cize-i Kur’aniye” olduğunu çok tecrübeler ve vakıalar ile körlere de göstermiş. Ona ait medh ü senanız tam yerindedir; fakat bana verdiğinizden, binden birine de kendimi lâyık göremem.
Kastamonu – 6

Mektubunuz, Büyük Ali’nin mektubu gibi acib bir hakikatı ifade eder. O hakikat, “Risale-i Nur hakkında haktır”. Fakat benim haddim değil ki, o hududa gireyim.

Evet
عُلَمَٓاءُ اُمَّت۪ى كَاَنْبِيَٓاءِ بَن۪ٓى اِسْرَٓائيِلَ
ferman etmiş. Gavs-ı A’zam Şah-ı Geylanî, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve hârika zâtlar bu Hadîsi, kıymetdar irşadatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette “ferdiyet zamanı” olduğundan hikmet-i Rabbaniye onlar gibi ferîdleri ve kudsî dâhîleri ümmetin imdadına göndermiş.

Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir “şahs-ı manevî” hükmünde bulunan Risaletü’n-Nur’u ve sırr-ı tesanüd ile bir ferd-i ferîd manasında olan şakirdlerini “bu cemaat zamanında” o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin, ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir “dümdarlık” vazifesi var.
Kastamonu – 7

Hem Risaletü’n-Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna’ eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve hâlistir ki, bu zamanda “cemaat şekline” girmiş dehşetli bir “şahs-ı manevî-i dalalet” karşısında tek başıyla galibane mukabele eder.
Kastamonu – 11

Aynen öyle de, ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, “-bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle-” cem’iyet ve komitecilik mâyesiyle bir “şahs-ı manevî” ve bir ruh-u habîs olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor.

Herbir müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya me’yusane çabalarken, “Risale-i Nur Hızır gibi” imdada yetişti. Kâinatı ihata eden “son ordusunu” {(*): Kâinatı dağıtamayan bir kuvvet onu bozamaz.} gösterip ve ondan mukavemetsûz maddî, manevî imdad getirmek hizmetinde hârika bir emirber nefer olarak Âyetü’l-Kübra Risalesi’ni İmam-ı Ali (R.A.) keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş.
Kastamonu – 55

Bu zaman ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. “Zaman, cemaat” zamanıdır. Cemaatten çıkan bir “şahs-ı manevî” hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahib olmak için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini, o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa o buz parçası erir, zayi’ olur; o havuzdan da istifade edilmez.
Kastamonu – 143

Hem bu üç vezaifi birden “bir şahısta, yahut cemaatte,” bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi pek uzak, âdeta kabil görülmüyor. Âhirzamanda, “Âl-i Beyt-i Nebevî’nin (A.S.M.) cemaat-i nuraniyesini” temsil eden Hazret-i Mehdi’de ve “cemaatindeki şahs-ı manevîde” ancak içtima edebilir.
Kastamonu – 190

Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar hârika da olsalar, “cemaatın şahs-ı manevîsinden” gelen dehasına karşı mağlub düşebilir. Onun için, o mübarek kardeşimin yazdığı gibi, “âlem-i İslâmı bir cihette tenvir edecek” ve kudsî bir dehanın nurları olan bir vazife-i imaniye; bîçare, zaîf, mağlub, hadsiz düşmanları ve onu ihanetle, hakaretle çürütmeye çalışan muannid hasımları bulunan “bir şahsa” yüklenmez.
Emirdağ-1 – 71

Evvelden beri hem sohbetlerinde, hem mektublarında “bu zamanın cemaat zamanı” olup, şahsî kemalât ve meziyetlerin hizmet-i imaniyede “şahs-ı manevî” kadar tesiri olmadığını zikretmesi.. hem fâni şahsından ziyade, Kur’an-ı Hakîm’den nebean eden “Risale-i Nur’a nazar” edilmesini, bütün kıymet ve faziletin Risale-i Nur’da tecelli eden hakikat-i Kur’aniyeye ait olduğunu defalarca ihtar etmesi.. ve kendisine ait böyle bir tarihçe-i hayat hazırlandığını duyduğu zaman: “tafsilata lüzum yok. Yalnız Risale-i Nur hizmetine dair bahisler yazılsın.” diye haber göndermesi gibi sebeblere binaen, şahsına ait bahisler gayet kısa kesilmiştir.
Tarihçe-i Hayat – 21

Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan “şahs-ı manevî” daha metindir ve tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezaifi deruhde edebilir. “Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî” eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pek çok fena olur. Ferdin, iyiliği de fenalığı da mahduddur. Cemaatin ise gayr-ı mahduddur.
Mesnevi-i Nuriye – 102

Âhirzamanda Hazret-i Mehdi geleceğine ve “fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine” dair müteaddid rivayat-ı sahiha var. Halbuki “şu zaman, cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil!” Şahıs ne kadar dâhî ve hattâ yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatın mümessili olmazsa, bir “cemaatın şahs-ı manevîsini” temsil etmezse; muhalif bir cemaatın şahs-ı manevîsine karşı mağlubdur. Şu zamanda -kuvvet-i velayeti ne kadar yüksek olursa olsun- böyle bir cemaat-i beşeriyenin ifsadat-ı azîmesi içinde nasıl ıslah eder? Eğer Mehdi’nin bütün işleri hârika olsa, şu dünyadaki hikmet-i İlahiyeye ve kavanin-i âdetullaha muhalif düşer.
Mektubat – 439

Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u a’zam veya bir mürşid-i ekmel veyahud bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zâtları göndermiş; “fesadı izale edip, milleti ıslah” etmiş; Din-i Ahmedîyi (A.S.M.) muhafaza etmiş. Madem âdeti öyle cereyan ediyor, “âhirzamanın en büyük fesadı” zamanında; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u a’zam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.
Mektubat – 440

Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a’sarın mecma’larında o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar.

Ve öyle bir kesrettedirler ki; o kumandanların mecmu’u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar.

Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli o “muktedir ordu”, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır ve Hazret-i Mehdi’nin en has ordusudur.

Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senedlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt’ten gelen “Seyyidler Nesli” kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar.

Böyle bir “cemaat-i azîme” içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak ve hakikata sevkedecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.

İkinci İşaret, yani Altıncı İşaret:

Hazret-i Mehdi’nin “cem’iyet-i nuraniyesi”, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akâranesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, “Hazret-i Mehdi cem’iyetinin” mu’cizekâr “manevî kılıncıyla” öldürülecek ve dağıtılacak.

Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir “İsevî cemaatı” namı altında ve “Müslüman İsevîleri” unvanına lâyık bir “cem’iyet”, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.
Mektubat – 440

Daha onlarca yer var ki “cemaat, cemiyet, hükümet, komite” diyerek Şahsı-Maneviyi nazara veriyor ve tek bir şahsın kuvvetiyle bu ahirzamanda bir netice alınamayacağını, asıl hizmetin ve icraatın Cemaat ve Şahsımanevi olarak yapılması gerektiğini ders verip ikaz ediyor…

Bütün Külliyat “Şahsı Manevi ” derken, bir adam tek başına bir başarı elde edemez derken, biz külliyati bir kenara koyup tek bir adam yani kurtarıcı Mehdi olan bir tek şahıs beklersek, hem akla, mantığa hem âdetullah kanunlarına, hem Asrın hususiyetine hem Nur Külliyatına aykırı hâle düşmüş oluruz…

Âli Beyt’in Seyyidleri ve Risale-i Nur’un Şahsı Manevisinin ittifakı mânâsındaki MEHDİYET işte asıl Hadislerdeki Ahirzaman Mehdisini ifade ediyor..!

Risale-i Nur ve Cemaatinin bu tarz Mehdiyet manasından alâkasını kopartmak isteyen cereyan, gizli dinsiz nifak ve ifsad komitesidir ve ona âlet ve şuursuz maşa olan bir kısım müslümanlardır..

Tek başına bir ferd olarak bir Mehdi’yi sürekli nazara veren Adnan Oktar, Feto ve Mollacı taifesinin zihniyetlerinin aksine, Nurun Hakiki Şakirdleri, Mehdi’yi “Mehdiyet” olarak ve Âli Beytin Seyyidleri ile beraber ittifak ve tesanüd içinde “iman, hayat, şeriat” hizmetlerinin hepsinde vazifedar bir Şahsı Manevi olarak bilmektedirler…

3 MEHDİ İDDİASI SAÇMALIĞI :

1000 yıllık müslüman bir Milletin ve Alem-i İslamin merkezinde Hilafeti yıkan, Müslümânları başsız bırakan şahsı ve komitesini…. ülkemiz insanlarının milyonlarcasının 90 yıldır imansız ahirete göçmesine sebeb olan komiteyi…

Bunlara karşı milyonlar manevi mücahid şakirdler ile mücadele edip bu vatanda tekrar dindarlaşmaya ve tahkiki iman ile İslamiyete yönelişe sebeb olan Cemaat-i Nuraniye’yi….

henüz anlayamadınız mı ki “3 tane Mehdi olacak” iddiasındaki Molla ve çetesi ile aynı bâtıl konuma düşüyorsunuz…

5. Şua’da apaçık berrak şekilde Ahirzaman Hadisleri izah edilmiş..

Bu izahları bir kenara atıp kendi kafa feneri ile yeni izahlar getiren ancak komedyen olur, ciddiye alınmaz…

Milyarlarca insanın imansız ölmesine ve ebedi saadeti kaybetmesine sebeb olan Deccaliyetin, inkar-i uluhiyet yani ateizm, materyalizm, evrimci naturalizm olduğu 20. Asrın apaçık tarihi olayları ile sabit ve aşikar.. 50 milyon insanı katleden Komünizm, devlet gücü ile Ateizmi Rusya, Çin, Orta Asya, Doğu Avrupa ve tâ Küba’ya kadar yeryüzünün yarısını işgal ederek yaymıştı…

Bu Deccale karşı Risale-i Nur ve milyonlar kuvvetinde Manevi Ordusu’ndan başka 100 yıldır Cihad eden başka bir Elmas Kılınç Sahibi var mı ?

“Zaman isbat etti ki: O adam, adam değil, Risale-i Nur’dur. Belki ehl-i keşif, Risale-i Nur’u ehemmiyetsiz olan tercümanı ve naşiri suretinde -keşiflerinde- müşahede etmişler; “bir adam” demişler.”
(Âyet-ül Kübra 144- Risale-i Nur)

Ali Kemal Pekkendir
22.01.2021

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Yavuz Bahadıroğlu

Romancı kurmaca düşünen adamdır. Herkes kurmaca düşünemez, bir tarihî olayı tarihin yalın dilinden alıp, ona …

Kapat