Ana Sayfa / Yazarlar / Merak… / Prof. Dr. Himmet UÇ

Merak… / Prof. Dr. Himmet UÇ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Ayet ül Kübra, Kastamonu‘da yazılmış. Büyük gözlemler, metafizik çıkarımlar tabiatın bağrında yaşayan onunla bütünleşen, insanlar tarafından yazılmış. Çünkü tabiat insanın okuludur. Bütün peygamberler ve veliler tabiatla bütünleşmişler, onun seyirlerinden büyük eserler meydana getirmişlerdir.

Bediüzzaman tabiat ile bütünleşerek yaşamıştır, onun hayatında şehirtabiatla kıyaslanamayacak kadar azdır. Kader-i İlahi onun tabiatı zengin şehirlere göndermiş, Barla, Kastamonu, Çam dağı bütün tabiat ögeleri ile onun eserlerinde vardır. O klasik kapalı bir yere abanan müellifler gibi eser yazmamış, Allah’ın kainatında, tabiatında vahyin ışığını tabiat ögeleri ile sentezleyerek eserler meydana getirmiştir. Beşer zulmetse de Allah onu eserlerinin hammaddesi olan tabiatın taşkın olduğu şehirlere göndermiş. Çam dağından civara bakınca yüzlerce kitabın ehadisin, ayat-ı kuraniyeniye kafasında olan bir insan bu eserleri üretmiş. Onun kafasının laboratuvarında bu eserler bu şekilde harmanlanıp, yoğrulmuş, zihin ve beş duyunun teknesinde bu uluhiyet eserleri ortaya çıkmıştır. Bulutların, semanın, dağların, nehirlerin, çayların, denizlerin, gök gürültüsünün, şimşeğin, bulutun, yağmurun,karın, kuşların, kuşcukların, daha nice tabiat öğelerinin insanın arkadaşlarının hepsi alışılmış soğuk yorumların dışında insan hayatını devam ettiren büyük bir eylemin üyeleri olarak onun eserlerinde vardır.

Bediüzzaman’ın muhitinde yaşayan onunla bütünleşen bir insan dünyevi ve siyasi, gündelik düşüncenin muhitinde kalamaz, başka başka bir insan olur.
Çünkü
Ne âlemdir bu âlem aklı fikri bîkarar eyler.
Hep mucizatı kudret piş-i çeşmimden güzer eyler

Hani Bediüzzaman der ya “ben kalbime başka şeyler koymamışım” başka Allah ve evreninin üyelerinin dışında beşeri herşeydir. Benim için hep başka, başkadan başka yok ki.

Ayet ül Kübra merak hissi ile kaleme alınmıştır. Kainattan Hâlıkını soran seyyahın özelliklerinden biri meraklı olmasıdır. Bediüzzaman’ın yolcusu sadece merak etmez, ş i d d e t l i m e r a k eder. O yolcu Bedüzzaman, şiddetli merak da onun merakıdır. Yüzü aşkın kitabı nasıl tarayacağını neleri alıp neleri eleyeceğini iyi bilir. Benim hayret ettiğim, daha ilk defa okuduğu kitapları nasıl eleme kabiliyeti kazandığıdır. Öyle ulum-ı şettanın bahislerini yüzlerce kitapta asrın mantığına uygun bir şekilde eleyip, kullanabileceği bahisleri alması bizim anlayabileceğimiz bir hakikat değildir. O yaşta o eleştirel zeka ne diyelim. Çünkü okumak başka eleştirel eleme başka. Aşağıdaki cümlelerde seyirden şiddetli meraka gidişin safahatını verir.”Evet, bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârâne bir ziyafetgâh ve gayet san’atkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârâne bir ordugâh ve talimgâh ve gayet hayretkârâne ve şevk-engizâne bir seyrangâh ve temâşâgâh ve gayet mânidarâne ve hikmetperverâne bir mütalâagâh olan bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebîrin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken, en başta göklerin nur yaldızıyla yazılan güzel yüzü görünür. “Bana bak, aradığını sana bildireceğim” der.

Eserlerinden Allah’ı şiddetli merak eder. Bediüzzaman tabiatın üyelerinin fiillerini Allah’a bağlar.
Ayet ül Kübra’da dialoglar çok önemlidir. Hem seyyah konuşur, hem tabiatın üyeleri konuşur, konuşan buluttur.” Bana bak, merakla aradığını ve seni buraya gönderini benimle bilebilir ve bulabilirsin” der. O misafir, onun ekşi, fakat merhametli yüzüne bakar; müthiş, fakat müjdeli gürültüsünü dinle…”

Yolcu şiddetli merak eder, tabiatın üyeleri de onun merağını hisseder. Ne kadar sanatlı dialoglar kurmuştur Bediüzzaman. Bütün eserleri sorgulayıcı dialoglar, monologlar ile doludur. Kur’an da dialoglardan oluşur, Allah hem peygamberleri ile konuşur hem de onlar konuşurlar. Hz Nuh, oğlunun gemiye alınmayışından dolayı Allah’la konuşur, Allah ona “ya Nuh leyse min ehlik,amalin gayri salih” o salih ameli olmayan birisi sen benden böyle şeyler isteme, der. Ve peygamber Allah’tan özür diler. Hz. Nuh “Ya Rab, ben mağlubum“ der. Allah “öyleyse sen bir gemi yap” der.
Hele peygamberimizin Allah ile dialogları daha manalıdır, çeşitlidir. Bunlar hiçbir yerde anlatılmaz, hutbedeki bir ayete takılp kalan din…

Hem o meraklı yolcu kendi aklına der: Bu câmid, hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız, fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyle ve zâhirî sûretiyle… ”Bediüzzaman kahramanının ve dolayısı ile kendinin merakını nazara verir ve talebelerine de meraklı olmalarını sürekli okuyup öğrenmelerini tavsiye eder. Anlamı maküsü ile.

Meraklı yolcu bulutun, rüzgarın, yağmurun ve hava boşluğundaki diğer olayların konuşmalarını görür, işitir. “bu meraklı yolcu, bu cevvde, bulutu teshirden, rüzgârı tasriften, yağmuru tenzilden ve hâdisât-ı cevviyeyi tedbirden terekküp eden bir hakikatın yüksek ve âşikâr şehadetini işitir….”
Bediüzzaman birinci anlamı ile tevhid seyahatının safahatını anlatır, diğeri ilim ile tabiat üyelerinin fonksiyonlarına Rabbanilik kazandırır. Ayrıca kelimelerin etmolojisini, psikolojisini yapar, merak kelimesini tahlil eder. Merak insanı terakki ettirir, çünkü yeni bilgiler kazanır, sonra merak ile öğrenen insanın şevki olur. Bugün ilim adamlarında şevk yok çünkü terakki yok dolayısı ile şevk ve heyecan da yok. Bu da kelimenin manasının çok yönlülüğünü ve psikanalizini yapar.
“meraklı ve terakki ile zevki ve şevki artan dünya yolcusu, bahar bahçesinden bir bahar kadar bir güldeste-i marifet ve iman alıp gelirken,” ilim tarihinde olaylar ilim adamanının merakına göre şekillenir. Siz ararsanız bulursunuz, yani aradığınız sizin merakınızı hisseder ve size yardım eder. Ama siz arayacak ruhtan uzaksanız bulamazsınız.” Bu yüzden bütün tabiat kapılarını açar Bediüzzaman’a mana ballarını verirler.
Bazan yolcu bazan da misafirdir, kainattan Hâlıkını soran seyyah. Merak doludur, iştiyak doludur.
“pür-merak ve pür-iştiyak o misafir” Yağ damlası deneyi için on iki saat mikroskobun başında beklemiştir ilim adamı; o arada gelen yemeği oğlu yemiş, adam bakınca eşine galiba yemeği yemişim“ demiş. Merak dolu olmak sürekli çevresindeki olayları, nesneleri merak eden demektir. Tam bir insan modelidir. Tasavvuf dış gözlemden ziyade iç gözlemdir. Bediüzzaman ise tabiatla, dünya ile kozmik dünya ile alakalı olarak tevhid delilleri üretir. Tabiatperestler varlığı tanrılaştırmış, bu yüzden varlığın üzerindeki varlık ve birlik delilleri bilinçli olarak kaybedilmişlerdir.

Yolcunun dolaştığı alanlar şahadet aleminin dışına çıkar, âlem-i gayba girer. Gayb âleminin kapılarını da açar ve açtığı zaman yine meraklıdır, neler oluyor, der ve yorumlar ortaya koyar. Gerekçesi görünen âlemde bu kadar delillerin kaynağı varlığın arka planı yani gayb dünyasıdır. O halde orda da bütün bu olayları yöneten bir Zat’ın varlığıdır. “Sonra, âlem-i gayba yakından bakan ve akıl ve kalbde seyahat eden o yolcu, “Acaba âlem-i gayb ne diyor?” diye merakla o kapıyı da şöyle bir fikirle çaldı. Yani, “Madem bu cismânî âlem-i şehadette, bu kadar ziynetli ve san’atlı hadsiz masnularıyla kendini tanıttırmak ve bu kadar tatlı ve süslü ve nihayetsiz nimetleriyle kendini sevdirmek ve bu kadar mucizeli ve maharetli, hesapsız eserleriyle gizli kemâlâtını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha zâhir bir tarzda fiilen isteyen ve hal diliyle bildiren bir Zât, perde-i gayb tarafında bulunduğu bilbedahe anlaşılıyor.”

Meraklı misafir bu gayb âleminden de marifet dersleri almıştır.” İşte, bu meraklı misafirin âlem-i gaybdan aldığı ders-i marifet”

Meraklı insanlar Peygamberimizin etrafını alan onun ailesi ve sahabeleridir. Onlar da tam bir meraka sahiptir, peygamberimizin bütün ahvalini merakla taharri, teftiş ve tedkik etmişler ve Zat’ının hakikatına sıdkına inanmışlardır. Çünkü kemali merak sahibidirler. Yolcu, misafir meraklı, iştiyaklı olduğu gibi, İslam’ın en saf ve samimi insanlar grubu olan peygamberimizin çevresi de herşeyin hakikatını öğrenmeye meraklıdırlar. Onların kemali merakı bir araştırma olacak kadar derindir. Hakkı öğrenmek ve kaydetmek onların hayatıdır, bir dini Mübin onların merakı sayesinde müdevven hale gelmiştir.
”Yedincisi: Âl ve Ashâb namında ve nev-i beşerin enbiyadan sonra feraset ve dirayet ve kemâlâtla en meşhuru ve en muhterem ve en namdarı ve dindar ve keskin nazarlı taife-i azîmesi, kemâl-i merakla ve gayet dikkat ve nihayet ciddiyetle bu zâtın bütün gizli ve âşikâr hallerini ve fikirlerini, vaziyetlerini taharrî ve teftiş ve tetkik etmeleri neticesinde, bu zâtın dünyada en sadık ve en yüksek ve en haklı ve hakikatli olduğuna ittifakla ve icmâ ile sarsılmaz tasdikleri ve kuvvetli imanları, güneşin ziyasına delâlet eden gündüz gibi bir delildir diye anladı.” Meraklı ve müştak yolcu adam, on sekiz iman merdiveninden sonra artık bütün bu olayları organize edenle dinin tanzim ettiği bir şekilde yüz yüze gelmek durumuna varmıştır. Hazırane ve muhatabane bir makama çıkmıştır.
“Sonra, dünyaya gelen ve dünyanın Yaratanını arayan ve on sekiz adet mertebelerden çıkan ve arş-ı hakikate yetişen bir mirac-ı imanî ile gaibane marifetten hâzırâne ve muhatabâne bir makama terakki eden meraklı ve müştak yolcu adam”

Ayet ül Kübra isimli eserde kainattan Halıkını soran yolcu, sorgulayıcı bir yolcudur. Hem sorgulayıcı hem meraklı, hem iştiyaklı, öğrenmekten şevki, zevki artan,terakki eden bir insandır.
Bediüzzaman insan hayatının lazımı olan duygular ve kuvvalar hususunda ölçü koyar, merak da bunlardan biridir. “İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı talep ve hakeza şedid hissiyatlar umur-ı uhreviyeyi (ahiret işlerini) kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fani umur-ı dünyeviyeye tevcih etmek fani kırılacak şişelere baki elmas fiyatlarını vermek demektir. “(9 M)

Hayat karşısında başarı bu kuvvaları yerinde kullanmaktır, halbuki dünyanın malayaniyatı ile ne merak kalır ne de başka şeyler.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Âhir zamanda zamansızlık! / Mustafa H. Kurt

DEVRİN HÂKİM FİKRİYATININ belleklere salıverdiği ana telkinlerdendir modernliğin ‘modern’ zamanlara haslığı! Üstelik insanlığın ancak ‘Aydınlanma’ …

Kapat