Ana Sayfa / GALERİ / VİDEO GALERİ / Merhum Mustafa Kılıç Hocaefendi Risale-i Nur’dan Önceki ve Sonraki Hâlini Anlatıyor

Merhum Mustafa Kılıç Hocaefendi Risale-i Nur’dan Önceki ve Sonraki Hâlini Anlatıyor

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Mustafa Kılıç Hocaefendi ibretlerle dolu hayat hikâyesini şöyle anlatıyor:

1939 Urfa doğumluyum. Ben okulda okumamıştım. 1963 yılında arkadaşlarım bana, “sen ilkokul diploması al” dediler. Sevk-i ilâhi ile müracaat ettim, ilkokul diplomasını aldım. Bizim caminin odasında arkadaşlarla müşterek kalıyorduk. O sırada müftülük, imamlık imtihanı için ilanat yaptı. On beş kişiydik, girdik imtihana, hiç birimiz kazanamadı. Bu benim damarıma dokundu, genciz o zaman. Biraz derslere çalıştım, bir müddet sonra yine ilanat yapıldı. Yine girdik, iki arkadaş kazandık. Yıl 1963. 1963’te buradaki camiye imam olarak geldim. 

Cami çok harabeydi. Biz iki odasında tadilat yaptık. Arkadaşlar da yanımda. Hepimiz caminin odasında kalıyoruz.

BENDE BİR IZDIRAP, BİR SIKINTI, ÜMİTSİZLİK, KAFAMDA BİR BOŞLUK..
O arkadaşlarla beraber haftada bir on beş günde bir Risale-i Nur derslerine de gidiyoruz… Fakat hâlâ anlamamışım, muhabbetimiz var o kadar. O sırada, o arkadaşlar: “Büyük bir âlim var, biz ona gideceğiz; Arapça dersleri çok iyi veriyor, birkaç ay onun yanında ders alacağız” dediler. Neyse gittiler… Ben yalnız kaldım. Ben de Arapça derslere gidiyorum, ders metinlerini ezberlemişim, onları tekrarlıyorum…

Yalnız o sıralarda bende bir izdırap, bir sıkıntı, ümitsizlik, kafamda bir boşluk… Bende böyle bir şey oldu yani. Ben, en büyük ilim Arapça öğrenmektir diye biliyorum. Ondan büyük ilim yok yani…

O SIRADA BİR RİSÂLE-İ NUR DERSİNE GİTTİM
Sene 1964 oldu. O sırada ben, bir Risale-i Nur dersine gittim. Baktım âlim bir zat gelmiş, nur talebesi… Diyarbakır’dan gelmiş. Çay molasında onunla tanıştım. Molla Sıddık… Bu gece bana misafir ol dedim. Camide kaldığım odaya geldi. Dedi: “Ben Urfa’yı çok seviyorum. Üstad Urfa’yı taşıyla toprağı ile mübarektir diyor. Üstad hiçbir yerde kalmamış, geldi Urfa’da vefat etti.” Sonra: “Ben evimi Urfa’ya getireyim veyahut birkaç ay Urfa’da kalayım diye düşünüyorum” dedi. Böyle sohbet ediyoruz. Molla Sıddık’a dedim: “Ben ev meselene karışmam, ama yalnız gelirsen, ben burada yalnız kalmışım; gel burada beraber kalalım.” Neyse biz sabah kahvaltı yaptık. O, Diyarbakır’a gitti. Tam karar vermedi yani geleceğim diye.

Molla Sıddık az bir müddet sonra geldi. İlkokulu bitirmiş iki oğlunu getirmiş. Onları Osmanlıca hem okumayı, hem yazmayı alıştırmış. Ben de kendi Arapça derslerime gidiyor, o ders metinlerini tekrarlıyorum. Molla Sıddık, bazen Risâlelerden açıyor: “Mustafa gel bak, Üstad ne yazmış” diyor, okuyoruz
beraber.

ESKİ MUSTAFA GİTTİ… YEPYENİ BİR MUSTAFA… YEPYENİ…
O sırada bir sevk-i ilâhi ile olacak ki hocalarım, “bir ay ders yok” dediler. Arapça dersler olmayınca, ben Molla Sıddık’la beraber Risale-i Nur kitaplarını okumaya başladım. İşte 1964 yılında Cenab-ı Hak bana Risale-i Nur’u ihsan etti. Ama çok muzdariptim, zindan içindeydim, sıkıntı içindeydim. Kafamda hep; “Bu dünyaya niye gelmişim? Nedir bu hâller?…”

İşte o sırada Cenab-ı Hak bana Risale-i Nur’u lûtfetti. Dünyalar kadar sonsuz şükürler olsun. Risale-i Nur bende bir inkılâp yaptı. Yani eski Mustafa gitti… Yepyeni bir Mustafa… Yepyeni…

O IZDIRAPLAR, SIKINTILAR, KAFAMDAKİ BOŞ ŞEYLER HEPSİ GİTTİ, AŞK VE ŞEVK GELDİ
Risale-i Nur’u okuyorum… Allah Allah! Bu nasıl bir ilim… Okuyorum, okuyorum, okuyorum… Hiç okumadan duramıyorum. Acıkmış bir adam nasıl yemek yer, üstüne kapanır… Ben de öyle… Allah Allah Üstad böyle mi yazmış… Onlar, benim hep aradığım isteklerim, arzularım… Cenab-ı Hak öyle bir aşk verdi, şevk verdi ki… Dedim: “Ben Urfalıların hepsini Nurcu yapacağım.”
O ızdıraplar, sıkıntılar, kafamdaki boş şeyler hepsi gitti, aşk ve şevk geldi. Okuyorum hep… Sabah namazından sonra başlıyorum, öğle namazına kadar… Öğleden sonra bir şeyler atıştırıyor, ikindiye kadar… On, On beş gün hiçbir tarafa çıkmadığım oluyor. Hep okuyorum…
Kendi kendime dedim: “Ben Arabistan’a gidecektim, artık anladım ki Arabistan Risale-i Nur’a muhtaç… O Arapça ders metinlerini filan hepsini dağıttım. Risâle-i Nur kaldı…

O sırada Cenab-ı Hakk’a söz verdim. Dedim ki: “Rabbimiz bana bu huzuru verdi, o sıkıntılardan kurtuldum, ben hayatımı Risale-i Nur hizmetlerine vakfedeceğim. Başka bir şey yok… Yani evlenme mevlenme ile işim yok…”

Ömer Özcan arşivinden.

Allah rahmet eylesin.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Kastamonu Kumaş Dokumacılığı (Video) “Âyinesi İştir Kişinin” / Diyanet TV

Ayinesi İştir Kişinin – Belgesel Yazar Hakkında Diğer YazılarıYazar : EditörWeb SitesiMehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Haşir Bahsinde Altıncı Hakikat: Haşmet ve Saltanat Kapıları, Yollar ve Âhiret 

Altıncı Hakikat, Haşmet ve Saltanat kapıları yollar ve ahiret  Haşir Bahsinde, on iki hakikat Allah’ın …

Kapat