Ana Sayfa / Uncategorized / ”Meşrutiyeti incitici” komite ve ”Mübarekler heyeti” / M.Nuri BİNGÖL

”Meşrutiyeti incitici” komite ve ”Mübarekler heyeti” / M.Nuri BİNGÖL

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Mehmet Nuri BİNGÖL

mneminler5@mynet.com

”Meşrutiyeti incitici” komite ve ”Mübarekler heyeti”

Hadiseler puslu ve dumanlı kafalara hangi miktarda emanet edilirse edilsin, akıl ve kalp gözleri kapanmaz dip diri yürekler, her vaktin şafağındaparıldayan güneş gibi,varlıklarını sadece bulut perdesine saracak, yeri geldiğindeyse tekrar ışıldamaya, hamiyetleri tekrar “feveran” ettirmeye, “onların” kollarını tekrar sıvamaya girişeceklerdi. O zaman bu uğraşları ne içindi; netice alınamayacağını bile bile hem de?..

Cevap çok açık; zaman kazanmak için…” açıklamasını bulmada da gecikmiyorlardı.

Kapkara gölgelere yaslanmış bir “zümre”nin karşısındayokmuşçasına az görünmeleri-veya öyle gösterilmeleri- tesirlerini azaltmıyor, tam tersine daha bir arttırıyor,aydınlığa kapalı kalpsiz zihniyeti iyice afallatıyordu.

Bu gördükleri alışılmadık, rastlanmadık bir hâl de değildi üstelik. “Vahid-i sahih”isağlayıp,Hirâ dağı kadar dimdik,en büyük değerler etrafında el ele halkalanmış insanlar karşısında yapabilecekleri pek bir şey de yoktu. Osafı, şu veya bu endişeyle darmadağın ettiler mi, belkio zaman sınır dışına çıkmış bir netice parıltısına ulaşmaları mümkündü.Hele bir de buna anlaşılamayacak biçimde heveslinefisleri bulurlarsa, değmeyin keyiflerine. Belki de teklif sırrının kalp aynasında düşmüş bir tek tecellisi!

Zaafları da çoktu hani; topluluğu teşkil edenin bir tek kişi, yani“fert” olduğunu;insanlığın hakiki çizgi ve keyfiyetini formülden çıkarıp işleme katmadıkları, akıllarından çıkardıkları, hatta sildikleri günden beri,çekecekleri bir yığın ceremeye de zemin hazırlıyorlardı; bilmeden, farkında bile olmadan…

İntikam Paşa’nın niceden beri ağzı sulanmaktaydı, yaratılış hikmeti olan uğursuz ve hayırsız manzaraya ne zamandan beri erişememiş, onu görme talihine kapağı atamamıştı. Söylendiği gibi, belki de insanlık macerasının son demlerinde o arzusuyla sarmaş dolaş olacaktı; ama ah onlar, ah o bir avuç “istikamet fedaisi”!

Cehalet Ağa kollarını tam sıvamış, iştahla bekliyordu. Taklit Hazretleri köşede kös kös oturup fırsat mı kolluyordu, ne? İnad Efendi ise bir başka alemdi, görülmeye değerdi; avucunu ovalayıp duruyor, fıldır fıldır gözleriyle üzerine çullanacağı bir av arıyordu. Garaz Bey ise laptopunu kurcalayarak hedef isimler listeliyordu sil baştan.

Mösyö Geveze’ye gelince… Aslında kulak bile asmamak gerekirdi ona, Cehalet Ağa’nınhediye ettiği gözbağı söylentilerle,büyük iş işliyormuş tavırlarını talihsiz gözlere takıp, uçurum kenarında el yordamıyla “teferrüc”e çıkmışkimseleriçin beslediği niyetler bilekimseyi ırgalamıyordu. Hele “suret-i hak” şaklabanlıkları işi daha beter sarpa sardırıyordu

Bütün bunları biliyor, görüyor, hatta kalp çukurlarında birer çığlık hâlinde duyuyorlardı. Köpürmüşmerak hislerişahlanıp durmasına rağmen sessizliği seçmişlerdi şimdilik.Kocaman,uğursuz ve menhus bir ruhallanıp pullanıp uğultuhâline getirilince, olacakların korkunçluğukendini gösterecekti belki de. Zaman kayıp, ülke bilinmezlerde olunca, mesele daha bir çetrefilleşiyordu.

Böylesi bir durgunluk Taklit Hazretleri’nin,utanacağı bir kolaycılık hissine kapılmasına sebep oluyor:

Bunlar dururken bana bir gerek kalmıyor ki…”diye İntikam Paşa’ya sitemler düzmesine yol açıyordu.

O, bu, şu, hülasa çok insanaat gözlüğü taktırma düşkünlüğüne inmekten daha kolay çaresi mi vardı; görüş ve bakış sahasını daraltmanın, “ferâset”i körletmenin?..

Bir takım şekillenme ve idrâklerden,öğrenilmesinden kirpi görmüş yılan gibi ürkseler demeydandaydılar; onların farkındaydılar. Etraftan duyulmaları bile gerçekleşmelerinden yeğ tutulurdu; “şüyûları vukûlarından beter” olurdu ki vurdum duymaz görünmelerinin temel dinamiği buydu belki de. İşin garibi yürekleri kül altındaki köze çevrilmek istenen kimseler, o yüzleri pek güzel tanıyor, hatta biliyor, üzerlerine hesap da yapıyorlardı. Böyle olmasına rağmen , yine dekendilerine özgü cazibe sahaları dışına kaçıp kurtulamıyor, daha doğrusu böyle bir niyet beslemeyi akıllarına getirmiyorlardı.

Yepyeni bir zihin gayreti göstererek, yakın mazi ile hazır hâli irtibatlandıracak takattendüşürülmüş olduklarının bile farkında olamıyorlardı üstelik; “murakabe”den koparılmış, ipsiz sapsız vehimlerin elinde oyuncak haline getirilmişlerdi.Bir fikirsizlik ve izansızlık denizi dalga dalga büyüyor, bakışlarla birlikte niyetlerini de girdaplara çekiyordu.

Böylesi bir yokuşa direnenler için asıl mükâfat, onları gözleyenlerinkendilerini takdir etmesi miydi?Ötelerde sönecek bir takdire sığınacak kadarakıl fukarasıdeğillerdi. Bir kuru “âferin” uğruna yokuşların acımasızlığına uğramak, elbette en çetin imtihanlardan biriydi, belki deen büyüğüydü.

Önlerine hangi “âferin” makamı çıkarsa çıksın, onlar bir büyük övgünün peşindeydiler; ötelerde silinmeyecek bir övgü…Sesleri ve sedalarıhem müthiş , hem de çok yönlütazyiklerle, maddî-mânevi zâlimliklerle kısılmaya, yozlaştırılmaya, başkalaştırılmaya, apayrı çehrelere bürünmeye çekilirse çekilsin, onlar “bataklık çamuruyla” kaygan hâle getirilen, bu yüzden de en seçkin ve erdemli kişilerin bile duvarlara toslatılmasına rağmen ayakta, açık alınla ve tam mânâsıyla dimdik duruyor, bunların hiç birine aldırmıyorlardı….Ve soruyor, soruyorlardı; bu nasıl iş böyle, diye idrâkleri zorluyorlardı.

Bir gölge misali “duyu organlarıyla” algılanamamaları da gam mıydı yani? Kökleri toprağın derinliklerindeuzuyordu ya… Dallarını, koca bir milleti içine alabilecek genişlikte açmak istiyorlar, bir yandan da kendileri için hazırlanmış orman yangınlarıyla uğraşmak, nefeslerini kesiyordu kesmesine,ama yıldıramıyordu onları…

Gözü küllenmiş yığınlar tamsiper edilse de, bir başkası yapacaktı set olma vazifesini; çünkü “tavzif” edildiklerinin şuurundaydılar. Isırgan otunun sathiliği, çakıl taşlarının gezginliği, yakamozların geçiciliği semtlerine bile uğramaz oldu nicedir… Daimî yanan; hiç sönmeyecek, ömrünün sonuna kadarnur saçmaya devam edecek olan güneşin altına girmek varken, yakamozlara -ya da mum ışıklarına- sığınmayı ellerinin tersiyle itmeyetam bir kalp rahatlığıyla hazırdılar, buna razıydılar da.

Her vakit bir başka yokuşlayüz yüze gelmeyi göze alamayanın, eninde sonunda ve hiç bir vakitdüze çıkamayacağının da farkındaydılar. Böyle fikretmenin “güzel düşünme” mânasına geleceğini biliyor,öyle temenni ediyorlardı.

***

ORTA YERE SÜRÜLDÜKLERİ SAHA GİT GİDE DARALIYOR,  gün geçtikçe daha bir bizar ediyordu kendilerini.

Komite ve uzantıları bunu açıkça görüyordu; perdenin her iki yüzü de kocaman ışıldaklarla bir aydınlanırsa, mazide yaptıkları işlerin güme gitmesi bir yana, gelecek için kurdukları düşler de birer paçavra gibi eskiyip püsküyecekti. O ad konamaz telaşları belki de bundandı; köpürüşleri, sönüşleri, iç içe bükülüp dökülüşleri…

Zamanın öfkeli nehri, bir yandan şiddetli kırbacıyla kıyıları oyarken ha bire, bin bir çeşit sahile körfezler, koylar ve limanlarkazandırırken, aynı zamanda olabilecek eniri bir hassasiyetleacı içindeydi. Namı ve şanı “Çin-i Mâçin”den işitilenyürek hoplatıcı tedirginleri, “esas ve maksadı” hedefleyerek dur dinek bilmeden, sümbül verme hareketine girişen bir nüve benzeri geleceklere taht kurmak için didinen bu insanlardı.

Ne olursa olsun, ömrün bilendikçe bilenmiş törpüsü, heyelana düşmesi düşünülemezbin bir tepeliKafdağı’nıaşındırırken, karşılarına almakla iyi yapmadıklarını düşünceleri daha bir keskinleştirip sivriltiyor; gözlerdeki ışıklara, beyinlerdeki “izan” ve “feraset”e hız kazandırıyordu.

Hem ısısı, hem ışığı, hem de ondaki yedi rengi ilehissedilen ve bilinen“değerler silsilesi” gibi, gökteki maddî güneş de toparlanmaya koyulmuştu; batı ufkunuallı pullu renklere bezedikten sonra etrafa veda türküleri çığırıyordu.

İntikam Paşa’nın tersine, her an gevşetilen zemindeki mezbele üzerinde debelenmeye susamışsilik görüntüler, gece karanlığının üzerlerine perde çekmesini arzu etmiyorlardı. Sahnedeki yalan ışıkların boğulması işlerine zaten gelmezdi, katılıkların saltanatı altında yaşamaya alıştıklarından bu rahatlarının bozulabileceği endişesindeydiler.

Bütün bunlara karşılık şu manzarayı seyrederken az buz teselli buluyorlardı; ateş çemberine atmış bir akrebin kendini uyutması, uyuşturması gibi.

Rahmet mahrumu paslıbulut ve parlayan kehkeşandairelerinin ışık kaynaklarını berhava etmeyi kurmuşlardı üstelik; buna seyirci kalmanın ceremesini karabasanların yürekleri üzerinde tepişmesi demek olan görüntüleri tevil için bin dereden bin su getirmeyi alışkanlık yaparak çekiyor ve çektiriyorlardı.

Bütün olan bitenin hissi bir tesiri de vardı vehiç layık olmadıkları halde, latifelerine bile yerleşmiş hisleri ayaklandıran sesler, sesler, sesler duymadalardı; sebebinibilmeden, bilemeden…

Hiç eksiksiz, ne yapacağını bilemeyenlerin hepsi de çalıştırılan tezgâhın uğultusundan, kofluğu ve boşluğundandilleri tutulmuş bir hâlde, bîtap, perişan gibiydiler; sarılacakdal arama açıkgözlüğüne girmeleri bundandı.

Denize itilmişler, batağa yuvarlanmışlardı;tutunabilecek yılan kuyrukları, ahtapot kolları, timsah bacakları önlerine hemen seriliverecekti tabii, “ suret-i hak” ve “ temenni libası”na girmiş; iyi niyet maskesini takınmış arzularla yüz yüze gelmiş olmalarıpuan hanelerine yazılan birer eksi puan mıydı, yoksa kazanç mıydı;tam kestiremiyorlardı.

Kimileri böyle deperk toprağı bulup ayağa kalkanları farklımıydısanki?Kop koyu bir umutsuzluğun yara beresinden başka, gürül gürül esip duran, “yılankávi” helezonlar, hortumlar, girdaplar kurmaya çoktan hazır rüzgârlarla da sarsılıp duruyorlardı.

Ancak…

Müteessir etme kabiliyeti’ bakımından yıldızlara, gezegen ve güneşlereerişebilecek güçte zannedilen, fakat sayıca esâmisi bile okunmayan üç beş gölge sevinçten dört köşeydi, el oğuşturup duruyorlardu. Sebebi ne olursa olsun yürek ve bilekler acı içinde, vicdanlar muzdarip, endişe dağ boyu ise, “çileye”itmeye ramak kaldıysa onları, düğün bayram etme istekleri gün yüzüne çıkmaya hazır demekti.

Halbuki bilemez, sezemez ve hissedemezlerdi; ıstırap çeken gönüllerin kendi içinde hesaplaşma, durulma, saflaşma gibi merhaleleri atlayacağını, “murakabe” tavrına girerek,yeniden filizlenip gümrahlaşacağını hesaplayamazlardı.

Ucunuelegeçirdikleriipi çekmekle,aslındakendi boyunlarına takılı ilmiği daha bir sıkılaştırıp, gidiciliklerini daha birpekiştirdiklerinidüşünemeyecek kadar “hevailerdi”; böyle bir kurtkapanına düşürülmüşbulunduklarını akıl etmekten pek uzaktılar.

Emir kuluydular çünkü, üstlerindeki Reis’in türlü vasıtalarla yolladığı emirlerini yapmaya ve yaşamaya alışmışlardı bir kere. Hesap yapmaya vakitleri mi kalırdı hiç;şöyle bir düşünmeye bile…Böylesi bir tıynete itilmelerine rağmen, yine de tedirgindiler. Tereddüt ve telaş ahtapotunun can yakıcı kolları, onları ha bire beyhudelik ve ucuzluk girdaplarına çekmekteydi.

Sadece İntikam Paşa’nın idrâk edebildiği hakikat, hesaplarını ve hilelerini alt üst edip hallaç pamuğu benzeri attırangeçilemez engeldi, “saykal vurma” amelelerinin bitme bilmez düşünme ve didinmeleriydi bunlar. Önlenemez, durdurulamaz hizmetlere set çekememelerinin sebebi neydi peki? Her türlü çelik mengene benzeri engel karşısında dik durmalarının sırrını anlayabilmek için, böyle bir komitenin içinde olmamaları, fersah fersah uzağında bulunmaları şarttan da öte birzaruretti.

Yazar : Mehmet Nuri BİNGÖL

BİYOGRAFİ
1961’de Şanlıurfa/Birecik’te doğdu. İlkokul ve ortaokulu aynı ilçede okudu. 1982’de İstanbul Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Anadolu’nun çok yöresinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı.
Yazgı, Köprü, Bizim Külliye dergilerinde hikâye, deneme ve makaleleri yer aldı. Gap Gündemi, Tasvir, Yeni Nesil gazetelerinde yazıları yayımlandı. Birecik yıllıklarına alınmış şiirleri, yaptığı derlemeleri ve değişik site ve kitaplara alınmış makale, mülakat ve köşe yazıları bulunuyor.
Kitaplaşan iki eseri ve tefrika romanları Mehmet Nuri EMİNLER mahlasıyla yayımlanmıştır. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğine devam ediyor. Birecik’te temsilciliği açıldığı ilk günden beri Eğitim-Bir-Sen üyesi. Dört kızı ve üç torunu bulunuyor. Şanlıurfa/ Birecik’te ikâmet ediyor.

Tarık Buğra ile yaptığı mülakatın iktibas edildiği eserler:
Politika Dışı (Tarık Buğra)
Tarık Buğra’yla Söyleşiler (Mehmet Tekin)

Hikâyelerinin İktibas Edildiği Eserler:
Kedinâme (M. Nuri Yardım, 2019)
Dergizan Yıllığı (Ramazan Seydaoğlu, 2020)

İktibas edilen mahalli derlemeleri:
Cumhuriyetin 50. Yılında Birecik Yıllığı
Cumhuriyetin 70. Yılında Birecik Yıllığı

Tefrika Romanları:
Yokuşta ( 1986)
Yokuşta Tırmanış-1 (1984)
Yokuşta Tırmanış- 2 (1988)
Kafkasya’da Sarp Ufuklar (1981)

Kitapları:
Sürgündeki Çeçenya (1. Baskı: 1996; 2. Baskı: 2000) Gençlik Yayınevi
Nur Üstad (Biyografi- Deneme; 2002) Erguvan Yayınevi
Siyahtan Turkuaza (15 Temmuz) [Hikâyeler] 2021. KDY yayıncılık
Ver Elini Türkmeneli [Gönül Sayhası-1] (Roman) 2021, KDY Yayıncılık
Azada Yürüyüş [Gönül Sayhası-2] (Roman), 2021, KDY Yayıncılık, "Bir Başka Çeşme" (2022- KDY- Öyküler)

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Mahzun bir ben değilim -2 / Orhan SALCI

A R A L I K Orhan SALCI Mahzun bir ben değilim -2 B i …

Kapat