Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Kelimeler & Kavramlar / Meşîhatten Müftülüğe Kurum ve Ünvanlar Lügatçesi

Meşîhatten Müftülüğe Kurum ve Ünvanlar Lügatçesi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

MEŞÎHAT’TEN İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ’NE KURUM VE UNVANLAR LÜGATÇESİ

Yazan: Abdullah Rüştü KİŞİ
İmam-Hatip, Fatih Müftülüğü

Bu lügatçe, Meşîhat makamından İstanbul Müftülüğü’ne kadar kullanılan kurum, unvan ve bazı kavramları açıklamayı amaçlamaktadır. Maddeler seçilirken, Meşîhat ve İstanbul Müftülüğü ile geçmişte bir şekilde ilgili olmalarına dikkat edilmiştir. Sıralama; birim ve unvanların birbirlerini tamamlar nitelikte olmasından dolayı, tekrara veya muğlaklığa mahal vermemek için alfabetik olarak değil, birimlerin ve unvanların kendi aralarındaki ilişkileri gözetilerek düzenlenmiştir. Günümüzde farklı isimlerle devam eden kurum ve unvanların bugünkü karşılığı verilmiş, devam etmeyenler veya başka  görevlere dâhil edilenler ise ayrıca belirtilmiştir.

Ağakapısı: Osmanlı bürokrasisindeki en yüksek memurlardan biri olan yeniçeri ağasının görev yaptığı dairenin ismidir. Süleymaniye Camii’nin kuzeyinde bulunan Ağakapısı, Sultan II. Mahmud devrinde Yeniçerilik kaldırılınca Şeyhülislam’ın başında bulunduğu Meşîhat makamına tahsis edilmiştir. Osmanlı’nın yıkılışına kadar Meşîhat makamı olan bu mekanda günümüzde İstanbul İl Mütülüğü hizmet vermektedir.

Şeyhülislam: Osmanlı Devleti’nde dinî kurumların, şeriat mahkemelerinin ve ilmiye sınıfının başı durumunda olup bunlara nezaret eden en yüksek rütbeli din adamına verilen unvandır. Şeyhülislam’a Mütî veya Müti’l-enâm da denilmiştir.

Şeyhülislamlık, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından önce Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti’ne dönüştürülmüş, 1924’te hilafetin ilgasıyla birlikte bu vekâlet kaldırılarak Diyanet İşleri Reisliği kurulmuştur.

Osmanlı Devleti’nde 174 şeyhülislam görev yapmış olup, bunların ilki Molla Fenari, sonuncusu ise Medenî Mehmed Nûri Efendi’dir.

Bâb-ı Meşîhat: Osmanlı devrinde Şeyhülislamın başında bulunduğu ve dinî işlerin yürütüldüğü daire için kullanılan isimdir. Bu daireye Meşîhat-ı İslâmiyye de denilirdi.

Fetva: Fetva, ehil bir kişinin, sorulan fıkhî bir meseleye yazılı veya sözlü olarak verdiği cevap, ortaya koyduğu hüküm demektir. Fıkhî bir meselenin hükmünü fetvaya yetkili kişilerden sormaya “istitâ”, fetvayı isteyene “müstetî”, böyle bir meseleyi açıklamaya veya meselenin hükmünü sözlü veya yazılı olarak cevaplandırmaya “itâ”, verdiği fetva ile hükmü açıklayana da “mütî” denir.

Fetvâhâne: Osmanlı Devleti’nde Meşîhat makamı içerisinde fetva işlerini yürüten birimin adıdır. İçerisinde fetva isteyenlerin sorularının yazıldığı Pusula Odası, yazılan soruların müsevvidlere sorulduğu Fetva Odası, şer’iyye mahkemelerinden gelen ilâmları ve hüccetleri tetkik eden İ’lâmat Odaları bulunuyordu. Hey’et-i İtâiyye ve Fetvâhâne-i Âlî de denilen bu daire bugün İstanbul İl Mütülüğünün hizmet verdiği binanın yerinde bulunuyordu.

Te’lif-i Mesâil Heyeti: Fetva odasına bağlı olarak fıkıh ve fetva kitaplarında bulunan meseleleri seçmek, Meşîhat tarafından belirtilen konular hakkında dört mezhebe ait bütün fıkıh kitaplarındaki bilgileri toplamak ve fetva kitaplarından büyük bir fetva mecmuası tertip etmekle görevli heyettir.

Taharrî-i Mesâil Heyeti: Te’lîf-i mesâil heyetinin hazırladığı soru kalıplarını seçen, şeyhülislamların cevaplarını hazırlayan ve bunları kütüklere kaydeden heyettir.

Fetva Emîni: Osmanlı devrinde fetva dairesinin başta gelen amirine verilen unvandır. Fetva emini; şeyhülislam’a sorulan şer’i meselelerin fetvalarını hazırlamak, dilekçeyle gelen sorulara
cevap vermek ve şer’iyye mahkemelerinden verilen kararları incelemek gibi görevleri yerine getirirdi.

Fetva Emini Muavini: Fetva emininin yardımcısına verilen unvandır. Fetvaları hazırlamak ve mahkemelerde verilen kararları incelemekle görevlidir.

Müsevvid: Yazı taslağı hazırlayan kimse manasına gelen ve resmî dairelerde müsvedde kaleme alan kâtipler hakkında kullanılan tabirdir. Meşîhat’te Fetva Odası’na gelen soruları fetva formuna sokup müsveddesini çıkaran ve Fetva eminine takdim eden memurlar için kullanılan unvandır. 1916 tarihli İlmiye Salnamesi’ne göre Fetva Odası’nda yirmi sekiz müsevvid bulunmaktadır.

Reisü’l Müsevvidîn: Fetva odasındaki müsevvidlerin başı konumunda olan memura verilen unvandır.
Müsevvidler arasından ehil ise kıdemli olanı, değilse fıkıh ilmini en iyi bileni fetva makamı tarafından bu göreve tayin edilirdi.

Müsevvid Mülâzımı: “Ayrılmayan, hep beraber olan ve devam eden” manasına gelen mülâzım, Osmanlı döneminde belirli bir makama atanmak için sırasını bekleyen kişilere denilirdi. Bunlar bir nevi asistan müsevvid idi. Fetvahane’de müsevvid kadrosuna atanmak üzere bekleyen sekiz müsevvid mülazımı bulunurdu. Müsevvidlik kadrosundan yer açıldığı takdirde mülâzımların en kıdemlisinin Meşîhat makamınca müsevvid olarak tayini yapılırdı.

Mübeyyiz: “Beyaz eden” manasına gelip, devlet dairelerinde müsveddeleri temize çeken görevliye denir. Fetvahane’de fetvayı temize çeken kimseye verilen unvandır. Müsevvidler tarafından yazılan müsvedde, fetva emini tarafından görüldükten sonra mübeyyizler tarafından beyaza çekilir ve şeyhülislama takdim olunurdu.

Mukabeleci: Devlet dairelerinde temize çekilen belgeleri müsveddeleri ile karşılıklı okuyup kontrol eden memurlara denir. Meşîhat’te karalaması yapılan ve temize çekilen fetvaları karşılaştıran memurlara verilen unvandır.

Müvezzi: “Dağıtmak, taksim etmek” manasında, bazı resmî dairelerde evrak dağıtıcılarına verilen isimdir. Fetvahane’de Şeyhülislamtarafından tetkik edilip imzalanan ve fetva odasına iade edilen fetva metnini müvezzi isimli memur ilgili kişiye verirdi.

Kâtip: Resmî dairelerde bir kişinin yanında yazı yazmakla görevli kimseler için kullanılır. Osmanlı devrinde Fetva Dairesinde fetva emininin verdiği fetvaları yazan şahıslara denilirdi.

İlâmât Odası: Mahkeme sonucu hüküm ve kararı içeren resmî belgeye; “bildirmek ve duyurmak” manasında ilâm denilirdi. Fetvahane’ye bağlı olan bu odada, şer’iyye mahkemelerinde verilen ilâm ve hüccetler doğru ve usulüne uygun olup olmamaları açısından incelenerek fetva emini ve ilâmat müdürü tarafından mühürlenip  onaylanırdı.

İlâmat-ı Şer’iyye Mümeyyizi: İlâmât odasında şer’i mahkemelerden gelen i’lamları tetkik etmekle görevli kimselerdir.

Kethüda: Büyük devlet adamlarıyla zenginlerin işlerini gören şahıs hakkında kullanılan bir tabirdir.
Meşîhat dairesinde ise; siyasî, iktisadî işlerinde ve nezaretinde bulunan vakıf muamelelerinde şeyhülislamın vekili olup onun namına hareket eden kişiye denilirdi.

Telhisçi: Uzun bir şeyi özetlemek manasına gelen telhis, devlet işlerinde padişaha yazılan yazılara denilirdi. Meşîhat dairesinde ise şeyhülislamın hükümet nezdindeki memuru olup hukuka, dinî işlere ve kanunlara ait muamelelerde hükümetle temas kurardı.

Mühürdar: Bir zatın mührünü taşıyan ve gerektiğinde kullanan kimse, özel katip manasına gelir. Meşîhat’te ise şeyhülislamın mührünü muhafaza eden şahıs için kullanılan unvandır.

Mektupçu: Şeyhülislam’ın divan efendisi veya mühürdarı, şimdiki ismi ile yazı işleri müdürü için kullanılan unvandır. Meşîhat’ten çıkan sonuç, tayin, berat ve icazetnamelerin yazıldığı dairenin âmiri konumundadır.

Tetkîk-i Mesâhif Heyeti: Matbaalarda basılacak Kur’ân-ı Kerîmlerin hatasız olmasını temin için tashihlerini yapan ve basıldıktan sonra hatasız olduğu hususunda resmî mühürle tasdik eden heyettir. Meşîhat’te Huffaz Meclisi ve Tetîş-i Mesâhif-i Şerîfe ve Müellefât-ı Şer’iyye Meclisi ismini taşıyan bu kurul Cumhuriyet’ten sonra önce Tetkîk-i Mesâhif daha sonra Mushaları Tetkik Heyeti ismiyle İstanbul Mütülüğü bünyesinde çalışmalarını sürdürmüştür. Kurul şu anda Ankara’da Mushaları İnceleme ve Kıraat Kurulu Başkanlığı olarak hizmet vermektedir.

Reisülkurrá: “Okuyan” manasındaki “kârî’” kelimesinin çoğulu olan kurra kelimesi, hafızlardan kıraat ilmini tamamlayanlar için kullanılan tabirdir.
Osmanlı devrinde Tetkîk-i Mesâhif heyetinin başı olan Reisülkurra, kıraat icazeti en eski tarihli olan, İstanbul’da ikamet eden ve bu ilmin aktif olarak içinde bulunan şahıs olurdu. Meşîhat’in kaldırılmasıyla beraber resmî olarak Reisülkurralık unvanı da kalkmıştır. Bu makam bugün gayri resmî olarak devam  etmektedir. Günümüzde bu unvanı Hafız Ahmet Arslanlar taşımaktadır.

Mütü/Mütî: Dinî bir meselenin hükmünü beyan eden ehil kişi manasına gelir. Osmanlı devrinde vilayet ve kazalarda halkın dinî meselelerine cevap veren kimseler için kullanılan bu unvan günümüzde, il ve ilçelerde Diyanet İşleri Başkanlığının temsilcisi; vaiz, imam, hatip, müezzin gibi din görevlilerinin amiri ve dinî hususlarda fetva verme yetkisine sahip olan kişiler için
kullanılmaktadır.

Mütü Müsevvidi: Özellikle Cumhuriyet’ten sonraki yıllarda mütünün gerek fetva gerekse yazı işlerinin tümünü hazırlayan, mütülükte katip ve muhasebeci bulunmadığında bu kimselerin görevlerini yapan, mütü olmadığı durumlarda makama vekalet eden o dönemde bir nevî mütü yardımcısı gibi görev yapanlar için kullanılan unvandır.

Mütülük Mümeyyizi: “İyiyi kötüyü ayırt eden kimse” manasındaki mümeyyiz kelimesi, bir dairede katiplerin yazılarını ve evrakları inceleyip tashih eden memur için kullanılan unvandır. İstanbul Mütülüğü’nde Yazı İşleri ve Levazım Kalemi başında bulunan bu kadro, daha sonra İdarî Malî İşler amiri olarak değiştirildi. Şu an bu görev ilgili şube müdürleri ve mütü yardımcıları
uhdesindedir.

Mütülük Katibi: Mütülüğün kayıtlarını düzenlemek, yazı işlerini takip etmek ve demirbaş eşya defterlerini tutmak gibi işler ile görevli memurlar için kullanılan unvandır. Şu an bu görevi veri hazırlama memurları yerine getirmektedir.

Sicillât-ı Şer’iyye Mahzeni: Sicillât-ı Şer’iyye; Kadı Deterleri ve Mahkeme Kayıtları ismiyle de anılan, Osmanlı şer’iyye mahkemelerinde verilen kararların ve tutulan kayıtların toplandığı defterlerin adıdır. Meşîhat’te bu deterlerin muhafaza edildiği yere ise Sicillât-ı Şer’iyye Mahzeni denilirdi. II. Abdülhamid devrinde Meşîhat dairesinin cümle kapısının sağına inşa edilen bu yapı halen İstanbul Mütülüğü bünyesinde Şer’iyye Sicilleri Arşivi olarak hizmet vermektedir.

Cihet: Çoğulu “cihât” olup vakıların çeşitli dinî, sosyal ve kültürel hizmetlerini sürdürebilmeleri için tahsis edilmiş olan görevlere veya bu görevlilerin aldıkları ücretlere verilen isimdir. İmamlık, hatiplik, müderrislik gibi ilim tahsiline dayalı olanlara “cihât-ı ilmiyye”; kayyımlık, ferrâşlık, türbedârlık gibi beden hizmetine bağlı olanlara “cihât-ı bedeniyye” denilirdi. Diğer taratan vakfın birinci dereceden gayesini teşkil eden imamlık, hatiplik, müezzinlik gibi görevlere “cihât-ı asliyye”; Buhârîhanlık, Müslîmhanlık,
Şifâhanlık gibi vakfın ikinci dereceden gayesini teşkil eden görevlere “cihât-ı fer’iyye” denilirdi.

Hademe-i Hayrât: “Hayır hizmeti yapanlar” manasında cami ve vakıf müesseselerindeki imam, hatip, müezzin-kayyım gibi görevlilere verilen isimdir.

1924’te Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılıp Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması ile imam, hatip ve müezzin kayyımlar “hayrât-ı şerîfe hademesi” unvanı ile anılmıştır. Daha sonraki yıllarda kanunlarda yapılan düzenlemelerle bu isim, cami görevlileri olarak değiştirilmiştir.
Bu görevlilerin idaresi ve maaşlarının takibi, 13.06.1931 tarihinde Vakılar Genel Müdürlüğüne verilmişse de 23.3.1950 tarihinde yeniden Diyanet İşleri Başkanlığına devredilmiştir.

Dersiâm: “Umuma, halka açık ders” anlamına gelen ders-i âm tabiri, medreselerde öğrencilere, camilerde halka açık ders verme yetkisine sahip müderrisler için kullanılan bir unvandır. Cumhuriyet’ten sonra bu unvana sahip kimseler bulundukları muhite yakın camilerde vaaz etmekle mükellef olarak vefatlarına kadar görevlerine devam etmişler ancak yerlerine yeni dersiâmlar tayin edilmemiştir. Şahsa bağlı kadrolar arasında sayılan bu unvana sahip 1935 yılında İstanbul’da 315 1984 yılında ise 3 kişi bulunmaktadır. Günümüzde bu unvana sahip kimse kalmamıştır.

Müstahikkîn-i İlmiye: Müstahikk kelimesi “hak etmiş, hak kazanmış kimse” manasına gelmektedir.
Müstahikkîn-i İlmiye ise tekke ve zâviyeler kaldırıldıktan sonra bu kurumlarda çalışıp ilmî özelliği olan ve
kendilerine Diyanet İşleri Reisliği tarafından maaşları ödenmeye devam eden kimseler için kullanılan tabirdir. 1943 yılında İstanbul Mütülüğü’nden bu konumda maaş tahsis edilen 32 kişi bulunmaktadır.

Vâiz: Arapça öğüt vermek manasına gelen bu kelime, ibadethanelerde kalpleri yumuşatacak, sevaba, taata, güzel ahlâka, iyiliğe, nefsi ıslaha sevk edecek, kötülüklerden tevbe ettirecek şekilde dinî konuşma yapan, nasihat veren görevliler için kullanılır.

Kürsü Vâizi: Cumhuriyet döneminin başlarına kadar camilerde Cuma hutbeleri Arapça okunurdu. Kürsü vaizleri de hatibin irad ettiği hutbeyi Cuma namazından sonra cemaate açıklamakla görevli kimselerdi. Selatin camilerde görev yapan bu vaizler, Eyüp’ten başlayıp sıra ile Sultan Selim, Fatih, Beyazıd, Süleymaniye, Sultan Ahmed ve en son Ayasofya Camii’ne terfi ederlerdi. Sonradan bu camilere başka selâtin camiler de eklendi. Bu vaizlere Cuma Vaizi veya Kürsü Şeyhi de denilirdi. 1931 yılında İstanbul’da 26 cuma ve kürsü vaizi bulunduğu görülmektedir. Günümüzde böyle bir kadro bulunmamaktadır.

Cezaevi Vaizi: Görevlendirildiği ceza ve tevkif evleri ile çocuk ıslah evlerinde dinî konuşmalar yapmak, din ve ahlak bilgisi dersini okutmakla görevli vaizlerdir.

Hatip: Topluluk karşısında güzel ve etkili söz söyleyen manasına gelip, Cuma günleri minbere çıkarak hutbe okumakla görevli olan kimseye verilen unvandır. Cumhuriyet’ten sonraki yıllarda müstakil bir unvan olarak bir dönem devam eden hatiplik, şimdilerde cami imamlarının uhdesinde bulunmaktadır.

Hıfız Muallimi: Hıfz kelimesi “Koruma, ezberde tutma” manasına gelmekle beraber Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemek için kullanılan bir tabirdir. Kayıtlarda hıfız, hafız veya hufaz muallimliği olarak geçen bu kadrolar için günümüzde özel bir unvan yoktur. Bugün hıfz işi Kur’an kursu öğreticileri tarafından takip edilmektedir. 1931 yılında Türkiye genelinde dokuz adet hıfız muallimi bulunmaktadır. 1934 yılında İstanbul Müftülüğüne bağlı olarak bu kadroda iki kişi olduğu tespit edilmiştir.

Murâkıp: Denetleyen ve kontrol eden kimseye denir. Mütülükçe düzenlenen
görev programına uygun olarak cami
ve Kur’an kurslarını ve buralarda görevli personelin çalışmalarını denetlemek, kendisine inceleme veya soruşturma görevi verildiğinde gerekli incelemeyi yapmakla vazifeli kimseye ait unvandır.

Muvakkit: Dünyanın güneş etrafındaki hareketlerine göre namaz vakitlerini tespit eden kimseye denir. Camilerin sokak üzerinde ve ekseriya yapılarının yanında vazife gören bu memurların
bulundukları yere muvakkithane adı verilirdi. İsmi vakit hesaplama uzmanı olarak değiştirilen muva1kkitler Cumhuriyet’ten sonra uzun süre Kandilli Rasathanesi İstanbul’da olduğu için bu şehirde çalışmışlardır. Günümüzde ise Ankara’da vakit hesaplama şubesi’ne bağlı olarak bu görev devam etmektedir.

Cüzhan: Namazlardan evvel Kur’ân-ı Kerîm’den birer cüz okumakla görevli olan kimseler için kullanılan unvandır.

Devirhan: Aşağıdan yukarıya devamlı olarak okuyan manasında kullanılan bu kelime; camilerde namaz vakitlerinden önce Kur’an okumakla görevli şahıslara verilen isimdir.

Sûrehan: Camilerde namazlardan önce veya sonra vakıf senedinde kaydedilen Yâsîn, Mülk, Fetih, Nebe gibi belirli sureleri okumakla görevli kimseler için kullanılan tabirdir.
(25 Aralık 1932 tarihli Nizamnâme ile camilerdeki cüzhanlık, devirhanlık, sûrehanlık gibi hizmetler imam-hatip ve müezzin-kayyımlara devredilmiştir)

Buhârîhan: İmam Buhârî (v. 256/870)’nin tedvin ettiği hadis kitabı Sahih-i Buhârî’yi camilerde okumakla görevli olan şahıslara verilen unvandır.

Müslimhan: Buhârî’nin Sahîh’inden sonra en muteber hadis kitabı olan İmam Müslim (v. 261/875)’in tedvin ettiği Sahih-i Müslim’i camilerde okumakla görevli şahıslara verilen unvandır.

Şemâilhan: Şemâil, Hz. Peygamber’in fizikî ve ahlâkî özelliklerini ifade eden bir terim ve bu konuda yazılan eserlerin ortak adıdır. Bu eserlerin en meşhuru ve ilki, İmam Tilmîzî (v. 279/892)’nin eş-Şemâilü’n-nebeviyye adlı kitabıdır. Bu gibi eserleri camilerde okumakla görevli kişilere ise şemâilhan denilmektedir.

Ferrâş: Sözlük anlamı “bir şeyi yayan ve döşeyen” olan bu kelime, Osmanlılarda cami, medrese, mektep, han, hamam, kervansaray vb. vakıf eserlerin temizliğiyle ilgilenen, halı, kilim vehasır gibi mefruşatını serip toplayan hizmetliler için kullanılan unvandır.

Mahyacı: Ramazan, bayram ve kandil gecelerinde camilerde, iki minare arasına gerilen ipler üzerine ampullerle (eskiden yağ kandilleriyle) yazılan yazı veya çizilen şekle mahya, bunu kuran sanatkâra mahyacı adı verilir. Eskiden bu mesleği caminin müezzin ve kayyımlarından bu işi bilenler de yaparlardı.
(Günümüzde Buhârîhan, Müslimhan, şemâilhan, ferrâş ve mahyacı unvanlarına ait kadrolar bulunmamaktadır.)

Selâtin Camii: Selâtin “sultan” kelimesinin çoğuludur. Padişah veya hanım sultan ve şehzadeler gibi padişah ailesine mensup kimseler tarafından yaptırılan camilere selatin cami denir. Bunlar genellikle şehrin büyük camileri olmakla beraber bütün büyük camiler selatin cami unvanını taşımaz.

Teberrukât Eşyası: Cami ve mescitlerde bulunan, hayırsever kişi veya kuruluşlar tarafından din hizmeti için bağışlanmış her türlü eşyaya denir.

Kaynakça

“Diyanet İşleri Reisliği Teşkilâtının vazifelerini gösterir nizamname (1937)”, Düstur (Üçüncü Tertib), Ankara 1938,
XIX, 22-27.
• Ferhat Koca, “Osmanlılarda Meşîhat Dairesi İçinde Müstakil Bir Birim Olarak Fetvahâne”, İLAM Araştırma Der-
gisi, II, (1997), sy. 1, s. 133-151.
• Ferid Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara 1980.
• İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul 2005, I-III.
• İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara 1965.
• İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi
• Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2005.
• Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1993, I-III.
• Nail Arslanpay, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluşu, Çalışması ve Birimlerinin Tanıtılması (1924-1973), Ankara 1973.
• Çevrimiçi: http://www.resmigazete.gov.tr
• Semavi Eyice, Ağakapısı, Dia, I, 462-464.
• Ferhat Koca, “Fetvahâne”, XII, 496-500.
• Mehmet İpşirli, “Şeyhülislâm”, Dia, XXXIX, 91-96.
• Fahrettin Atar, “Fetva”, Dia, XII, 486-496.

Din ve Hayat Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Geceleri Kâim Olmayanlar Gündüzleri Kıyâm Edemezler

Kur’ân, insanın pozitif değişiminde huşû içerisinde kılınan bir namazla berâber gece namazına da önem atfetmiştir. …

Kapat