Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Bediüzzaman ve Risaleler Hakkında Ne Dediler? / Mesnevîhan Şefik Can Dede: “Sanki Mevlânâ o beyti Bediüzzaman hazretleri için yazmış”

Mesnevîhan Şefik Can Dede: “Sanki Mevlânâ o beyti Bediüzzaman hazretleri için yazmış”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Merhum Şefik CAN Hocaefendi ile yapılan bir Mülâkattan, Üstad Bediüzzaman Said Hazretleri’yle ilgili bölüm:

(…)

“Said Nursî ile ilgili dikkatle bakmamız gereken bir mesele var burada. Said Nursî, zamanında milleti tarikata değil hakikate, yani hakiki imana çağırmıştı.”

Babanızın ayrıca Said Nursî hazretleriyle bir dostluğu var. Ayrıca sizin de Said Nursî hazretlerine karşı ayrı bir muhabbetinizin olduğunu biliyoruz. Biraz bize Said Nursî hazretlerinden de bahsedebilir misiniz ve onunla ilgili hatıranız var mı?

—Efendim Said Nursî hazretlerini kim tanımaz. Nerede böyle gönlü uyanık, mürtefi’ insanlar gördümse, onların çoğu Said Nursî hazretlerinin eserlerini okuyarak kendilerini manen besliyorlar. Şimdi bendeniz demin konuşurken I. Cihan savaşında 5-6 yaşındaydım dedim. İşte daha I. Cihan savaşı başlamadan evvel, belki 1-2 sene evvel Said Nursî hazretleri bir arkadaşıyla beraber babama yani Tutak müftüsünü ziyarete geliyorlar. O zaman da babam rahmetli, İbn Farız hazretlerinin bir kasidesini şerh etmiş, şöyle 150-200 sayfalık bir kitap olmuş. Amcam çok güzel yazı yazardı, çok güzel hattattı. Onu da amcam gayet güzel yazmış; beyitler kırmızı mürekkeple, ötekiler siyah mürekkeple yazılmış, bir şaheser. Babam da ciltletmiş onu. Said Nursî hazretleri bir gece arkadaşıyla beraber bizde misafir olmuşlar, o gece sabaha kadar o kitabı okumuş Said Nursî hazretleri ve ertesi gün sabahleyin giderken kitabın başına yarım sayfalık babam için çok sitâyişkârâne, övgüyle dolu cümleler yazmışlar. Babamın tabiatını, karakterini oraya yazmışlar, kendisini ziyaret ettikleri için çok memnun olduklarını beyan etmişler. O arkadaşının ismi vardı orada ama ismini hatırlayamıyorum, çünkü o kitabı -yazma defteri- bendeniz hep yanımda taşırdım, buralara getirdim. Hatta İbnü’l-Emin Mahmud Kemal Bey’e, Prof. Ali Nihat Tarlan Bey’e, onlara hep gösterdim hayran oldular; “Bir kasaba müftüsünün Arapça’ya bu kadar derin vukûfiyeti, beyitleri nazmen tercüme etmiş, hem müfredatıyla tercüme etmiş, şaheser bir şey” dediler. (…) 

Söz Said Nursî’den açılmışken şunları da söylememe müsaade buyurun. Nihat Tarlan Bey’den dinlemiştim. Diyor ki; “Mütareke seneleriydi. Ben Said Nursî hazretlerine İstanbul’da tanıdım. İttihat ve Terakki ona küçük bir maaş bağlamıştı. O maaş ile geçiniyor. Şehzadebaşı’nda bir kahvenin çatı arasında oturuyor, zeytin ekmek yiyerek hayatını sürdürüyor. Aldığı para ile kitap bastırıyor, parasız dağıtıyordu.” Yani bir İslam misyoneri ki, Nihat Tarlan Bey onun hulûsuna hayran olmuştu. Ben de babamdan hazretin medhini duyduğum için kendisini görmediğim halde eserlerini aldım, hayatına ait bir de bir kitap var, onları aldım kütüphaneme koydum. Eski harflerle basılmış, yeni harflerle basılmış. Onların hepsinden yararlandım, başkalarına da tavsiye ettim. Şimdi bir öğretmen evladımız var, onun Risâle-i Nûr’unu almış, hayran oluyor. Okuyup duruyor millet şükran hisleriyle dolu. Kendisini göremedim fakat çilekeş bir insan, öyle mahkemelerde, hapislerde, şurada burada çok sıkıntılar içersinde geçirmiş ömrünü. Sonra ne gariptir halkın şimdi ona bağlı olanları, bazı uyanık geçinenleri ürkütüyor. Aslında uyanık değil onlar. Uyanık olsalardı Risâle-i Nûr okurlar da gözleri açılırdı. Fakat bu memlekette değerli insanlar öteden beri itilir kakılır. Bu da Cenab-ı Hakk’ın bir cilvesidir. Nihayet ne oldu, vefat etti, halkın ona gösterdiği aşırı sevgiden ürktüler de onun mezarını bile gizlediler. Bir uçağa koydular dolaştırdılar, dolaştırdılar, bir yere defnettiler, ama neresi olduğunu kimse de bilemez, çünkü defnedenler de gittiler. O zaman bendeniz Mevlânâ hazretlerinin bir beytini hatırladım. Sanki Mevlânâ o beyti Bediüzzaman hazretleri için yazmış. Bakın ne diyor o beyit. Manası aynen şöyle: “Öldükten sonra bizim mezarımızı yeryüzünde aramayınız bizim mezarımız bizi sevenlerin gönlündedir.” İşte Said Nursî için yazmış bunu. Onun için o yerini buldu.

Said Nursî ile ilgili dikkatle bakmamız gereken bir mesele var burada. Said Nursî, zamanında milleti tarikata değil hakikate, yani hakiki imana çağırmıştır. Bozulmuş, yozlaşmış tarikat dediğimiz şeylerden, Mevlânâ da şikayet etmiştir. Mevlânâ Mevlevîliği kurmadığı gibi, tarikatçıların aleyhinde bazı ifadeleri de vardır Mesnevi’de. Mesela şöyle diyor: İki kardeş Konya’da bir gece yatsı namazından sonra dışarıda kalmışlar, Mevlânâ’ya gidememişler. O zaman da Konya’da yatsı namazından sonra sokakta kalanları gece bekçileri yakalıyorlar karakola götürüyorlar, dayak atıyorlar siz hırsızlık mı yapacaktınız ki yatsıdan sonra sokaklarda dolaşıyorsunuz diye. Bu iki kardeş de korkmuşlar, bir dergâha sığınmışlar, gerisini söylemiyorum. Mevlânâ’dan evvel dergâh olarak Kadiri dergâhı var, Rufai dergâhı var, başka dergâh yok. Zaten Mevlânâ’nın zamanında Mevlevî dergâhı, Mevlevîlik yok. O babasının yolunda. Babası büyük velî… Moğollar önünde şehit olan, Necmeddin-i Kübrâ, Kübreviyye tarikatında o anda, ama kendi “bizim tarikatımız Muhammediyye tarikatı, biz ilahi aşkın yolunun yolcusuyuz”, diyor. Aslında bendeniz de tarikatları şöyle anlıyorum. Bir cami avlusundaki şadırvanı düşününüz. İçi Muhammedî su ile dolu, orada olukların üzerinde Kadiriyye, Nakşiyye, Mevlevîyye yazıyor. Hepsinden aynı su akıyor. Tarikatlar bu memlekette çok hayırlı işler yapmıştır. Bilhassa Mevlânâ’dan sonra kurulan Mevlevîyye tarikatında büyük şairler, bestekarlar, ressamlar yetişmiş, Dede Efendi gibi bestekârlar yetişmiş, hayırlı olmuş. Fakat son zamanlarda dergâhlar dejenere olmuş, tembel yurdu olmuş, onun için kapatılmış dergâhlar. Çok garip bir haldir bu. İşte Said Nursî’nin eserlerinde tarikat yok. Ya Kur’an var, ya Hadis var. Başka bir şey yok. Ben şu tarikattayım da demiyor. Çünkü tarikat o dönemlerde bu memlekette nifak sokuyor nifak. Kadirî Mevlevî’yi beğenmiyor, Mevlevî Nakşîden hoşlanmıyor. Birbirlerine düşmüşler. Halbuki eski zamanda şeyhler birbiriyle dost oluyor. Birbirlerinin dualarını talep ediyor, ayinlerine gidiyorlar. Onun için Said Nursî’nin tarikatları silmesi ve tarikat-ı Muhammediyye de yürümesi hayırlı olmuştur memleket için.

(..) 

Şefik Can kimdir?

Şefik Can, 1909 yılında Erzurum’un Tebricik Köyü’nde doğdu. Çocuk yaşta, müftü olan babasından Arapça ve Farsça öğrendi. 1929’da Kuleli Askeri Lisesi’ni, 1931’de de Harb Okulu’nu bitirdi. Daha sonra Milli Savunma Bakanlığı’nın izniyle İstanbul Üniversitesi’nde sınavları vererek Öğretmenlik Diploması aldı. 1935’te Tâhirü’l-Mevlevî’nin yanında stajını tamamlayarak Kuleli Askeri Lisesi’nde öğretmenliğe başladı ve 1965 yılında emekliliğine kadar burada edebiyat öğretmenliği yaptı. Uzun yıllar Tâhirü’l-Mevlevî’nin yakınında bulunarak klasik Mesnevî kültürünü ondan aldığı “Mesnevîhan icazeti” ile her ortamda aktarmaya çalıştı. Tâhirü’l-Mevlevî’nin vefatından sonra da çeşitli mekanlarda Mesnevî dersleri verdi. Şefik Can’ın eserleri; Mevlânâ Hayatı Şahsiyeti ve Fikirleri (Ötüken Neşriyat, İstanbul 1997, 567 sayfa), Klasik Yunan Mitolojisi (İnkılap Kitabevi, İstanbul 2000, 541 sayfa), Mevlânâ ve Eflatun (Okul Yayınları, İstanbul 2004, 208 sayfa), Hz. Mevlânâ’nın Rubâîleri (Kültür Bakanlığı, Ankara 2001, 407 sayfa), on dokuz yılda hazırladığı altı ciltlik Mesnevî Tercümesi (Ötüken Neşriyat, İstanbul 2001, VI cilt) Divân-ı Kebir’den Seçmeler (Ötüken Neşriyat, İstanbul 2000, IV cilt), Tâhirü’l-Mevlevî’nin ömrü vefa etmediği için tamamlayamadığı Mesnevî’nin 5. ve 6. ciltlerin şerhi (Şâmil Yayınevi, XVIII cilt), Cevâhir-i Mesnevîye (Ötüken Neşriyat, İstanbul 2001, II cilt) ve Mesnevî Hikâyeleri’dir. (Ötüken Neşriyat, İstanbul 2003, 599 sayfa). Bunların yanı s ıra, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın kendi şiirlerinin ve Mevlânâ’dan seçtiği elli şiirin de içinde yer aldığı Dîvân’ın orijinal metinleri ile birlikte bugünün Türkçe’si ile verilen Güldeste (Konya Büyükşehir Belediyesi, Konya 2001, 201 sayfa) isimli çalışması da var. Şefik Can 05.03.2005 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Merhuma Allah’tan rahmet diliyoruz.

Mülâkat: S. Küçük, mevlana.ch/tr

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Filistin Meselesine Tarihsel ve Güncel Bir Bakış

Filistin Meselesine Tarihsel ve Güncel Bir Bakış Röportaj: Sena Yığcı – Habip Genç gonebet Prof. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Gayr-ı Meşru İlişkilere Yarı Resmî Kutlama

Gayri meşru ilişkileri belediyelerin kutlaması ki, yarı resmi kutlama sayılır. Belediye o şehirdeki insanların temsilcisidir. …

Kapat