Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Röportaj & Mülâkat & Konuşmalar / Metin Karabaşoğlu: “Hakikatın dengesi sünnet-i seniyye ile sağlanır” (Mülâkat)

Metin Karabaşoğlu: “Hakikatın dengesi sünnet-i seniyye ile sağlanır” (Mülâkat)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Metin Karabaşoğlu: “Hakikatın dengesi sünnet-i seniyye ile sağlanır”

“Bediüzzaman, hangi zamanda yaşıyor olursa olsun, herkes için dengenin adresinin ‘sünnet-i seniyye’ olduğunu söylüyor. Dengenin sırrı, esma-i hüsnaya bir bütün olarak muhatap olmak ise; adresinin bütün isimlerin en üst mertebesinden gelen Kelamullah olarak Kur’an-ı Hakîm ve onun mübelliği ve en birinci talebesi olarak Resulullah olacağı aşikâr.”

Dörder kitaptan oluşan “Kur’an Okumaları” ve “Risale Okumaları” ile kalp ve ruh dünyamıza yeni kapılar açan yazar Metin Karabaşoğlu’nun “Hadis Okumaları” serisinin ikinci kitabı olan “Hakikatin Dengesi” isimli kitabı Nesil Karakalem Yayınları arasında çıktı.

Kitabında Efendimizin (a.s.m.) hayatından örnekleri günümüze taşıyarak Asr-ı Saadet yaşantısını gönül dünyamıza bir rehber olarak sunan Karabaşoğlu, yeni kitabında Efendimizin bir özelliğine dikkat çekiyor: Denge insanı olmak…

Efendimizin (a.s.m) hayatından örneklerle bizim de dengeyi nasıl tutturabileceğimizin yollarını gösteren Karabaşoğlu ile yeni kitabı “Hakikatin Dengesi” üzerine bir söyleşi yaptık.

Mehmet Beydemir 

“Hakikatin Dengesi” Hadis Okumaları serinizin ikinci kitabı ve birinci kitaptan sekiz yıl sonra geldi. Oysa Kur’an Okumaları ve Risale Okumaları serinizin dördüncü kitaplarını yayınladınız. Hadis Okumaları’nın ikincisinin geç çıkmasının özel bir nedeni var mı?

Hadis Okumaları dizisinin genelinde böyle bir gecikme var. Kur’an Okumaları’nın ilk kitabı yanılmıyorsam 1996’da, ilk Risale Okumaları ise 1998’de yayınlanmıştı. Hadis Okumaları’nın ilki ise 2004’te yayınlandı.

Bunun özel bir sebebi var mı derseniz, iradî bir özel sebebi yok. Yani, önce bu çıksın, Hadis Okumaları şu sebeple beklesin diye bir kararım, planım olmadı. Bu sıralama kasten oluşmadı zaten, zuhurat öyle geliştiği için öyle oldu. Ama siz sorduğunuz için nedir bunun sebebi diye sorguladığımda, şöyle bir sebep geliyor aklıma. Kur’an Okumaları ve Risale Okumaları’nda neye odaklanacağımız, Kur’an’ı anlama veya Risale-i Nur’u anlama, onlardan kendi hayatlarımıza dair dersler çıkarma anlamındaki yazı çalışmalarımızı hangi havuzlarda biriktireceğimiz belliydi.

Hadisler sözkonusu olduğunda ise, bir yandan 1988 yılından itibaren üzerinde çalışmaya başladığım Peygamberin Bir Günü’nü dikkate alıyordum, öte yandan ”Asr-ı Saadet Okumaları” diyebileceğimiz okumalar yapıyordum. Yani, Hadis Okumaları anlamına gelecek yazılar üç ayrı kola bölünmüş oluyordu. Sonuçta, şu an itibarıyla baktığımızda, her üç alanda dört kitap görebiliyoruz. Kur’an Okumaları adına dört kitap, Risale Okumaları adına dört kitap; Hadis Okumaları’nın iki kitabınaPeygamberin Bir Günü‘nü ve Asr-ı Saadet’e dair Sizin Yıldızınız Kim’i eklersek, orada da dört kitap.

Demek, Kur’ân-Hadis-Risale çizgisinde ortak bir beslenme ve o beslenmeden hâsıl olan ortak bir yazım süresi ve sürati var aslında.

Kitabınızda genel olarak hakikatin dengesinden söz ediyorsunuz. Günümüzde hakikatin türlü türlü veçhelerinin önümüze sürüldüğünü göze alırsak, onca hakikat arasında denge hâlini tutturabilmenin yolu nedir?

Bediüzzaman, kendi hayatının en önemli dönemecini tam da bu meseleye bağlıyor. Ki, beni bir ”Hadis Okumaları” kitabı olarak Hakikatin Dengesi’ni yazmaya yönelten en önemli husus buydu. “Sünnet-i Seniyye Risalesi”nde Resulullah’ın yolundan gitmenin, onun yaptığını yapmanın, onun uzak durduğundan sakınmanın önemini ve gereğini anlatırken, kendi hayatına dair şöyle birşey söylüyor Bediüzzaman: Eski Said’den Yeni Said’e geçiş sürecimde, aklım ve kalbim ”hakaik içerisinde” yuvarlanıyordu.

Dikkat edin, ”hakikatsizlikten” demiyor, ”hakaik içerisinde” diyor. Yani, evet iman dairesinde, evet Allah’ı biliyor, evet hakikati tanımış; ama hangi durumda hangi hakikat uygulanır, nerede tevazu gerekir, nerede vakar; nerede iktisat lazımdır, nerede cömertlik ve kerem; nerede af ve merhametle muamele edilir, nerede adalet ve hikmetle… Hepsi de hakikat olmakla birlikte, bunların kıvamını, yerini, hangi durumda hangisinin nasıl tatbik olunacağını bilememek, bulamamak, kestirememekten gelen bir bunalım, bir yuvarlanma hali. İşte o halde diyor Bediüzzaman, hangi meselede Peygamber aleyhissalatü vesselamın sünnetinden o meseleye temas eden bir ders, bir hatıra, bir söz bulmuşsam, o bana o meseledeki hakikatin dengesini, kıvamını gösteriyordu.

Bediüzzaman, hangi zamanda yaşıyor olursa olsun, herkes için bu dengenin adresinin ”sünnet-i seniyye” olduğunu söylüyor sonrasında. Dengenin sırrı, esma-i hüsnaya bir bütün olarak muhatap olmak ise; adresinin bütün isimlerin en üst mertebesinden gelen kelamullah olarak Kur’an-ı Hakîm ve onun mübelliği ve en birinci talebesi olarak Resulullah olacağı aşikâr.

Günümüzde herkes birilerine benzemeye özendirilirken Efendimiz hiçbir sahabisini diğerine benzetmeye çalışmamış, kimseyi kimseyle kıyaslamamıştır. Günümüz insanı için nasıl bir ders çıkarılması gerekiyor Efendimizin tavrından…

İşte bir esma-i hüsna sırrı daha. Efendimiz aleyhissalatü vesselam sahabilerine böyle davranmış; çünkü ehadiyet sırrının farkında. Malum, ikisi de Allah’ın birliğini ve tekliğini bildiren iki ismi var Rabbimizin: Vahid ve Ehad. Bütün insanların aynı fıtratla yaratılmış olması vahidiyetten, aynı fıtrattaki insanların ayrı ayrı mizaçlara, kişiliklere sahip olması ehadiyetten. Bütün insanların aynı yüz şekline sahip olması, gözünün, kaşının, burnunun, ağzının, kulağının aynı yerde olması vahidiyetten; buna karşılık her insanın ayrı bir simasının olması ehadiyetten. İşte, hakikatin dengesinin bir anahtarı da burada: vahidiyet-ehadiyet dengesi. Yani, çokluk içinde birlik, birlik içinde çokluk, farklılıkları ortadan kaldırmadan beraberlik. Resulullah aleyhissalatü vesselam ne Hz. Ebu Bekir’i Ömer olmaya, ne Hz. Ömer’i Ebu Bekir olmaya zorlamış. Ne yumuşak huylu Hz. Osman’ı celalli Hz. Ali’ye dönüştürmeye çalışmış, ne celalli Hz. Ali’yi Osman’a dönüştürmeye… Ama hepsinin, ayrı mizaçları ve kişilikleriyle nasıl aynı kardeşlik okyanusunda birbirlerini tamamlayacağının ve dengeleyeceğinin yolunu onlara göstermiş.

Onun verdiği bu derse, hepsi de hakikat yolunda olup, hakikati kendi gördüğü renkten ibaret gören, başka renkleri ise problem olarak gören; farklılıklarıyla birbirini tamamlayıp zenginleştirdiğinin farkına olmayan, bu yüzden anlamsız çatışma ve ihtilaflar içinde boğuşup duran bugünün mü’minlerinin çok ihtiyacı var.

Peygamber aleyhissalatü vesselamın yaşamındaki anekdotlar bize ”hakikatin dengesi” adına neler söylüyor?

Kitapta bunu örnekleriyle anlatmaya çalıştım yapabildiğim kadarıyla. Onun sünnetindeki en küçük âdâbdan veya onun en kısa bir sözünden bile nasıl bir denge dersi alabildiğimizi… Kendi iç dünyamızdan aile hayatımıza, çocuklarımızla olan ilişki biçimimizden dış dünyaya kadar, hayatın her alanında dengenin imkânsız veya zor değil, mümkün ve kolay olduğunu gösteriyor Hz. Peygamber’in hayatı ve sünneti bize. Ama hangi şartla? Rehberi Kur’an, kılavuzu Resulullah olmak şartıyla…

Siz hakikatin dengesini tutturabilmek adına nasıl bir yol izliyorsunuz? Örnek verebilir misiniz?

Bu dengenin Kur’an’da, sünnette mevcut olduğunu; Risale-i Nur’un da Kur’an’da ve sünnette varolan bu dengeyi kavramada bize bir yol ve usül öğrettiğini bilerek Kur’an’a, hadise ve Risale’ye yaklaşıyorum öncelikle. Bir de, Bediüzzaman’ın ”fıtrat-ı zîşuur” dediği vicdanımız var; dengesizliğe düştüğümüzde bizi uyaran o sesi duyabilmek de önemli.

Günümüz insanının yaşadığı dengesizlikler adına neler söyleyebiliriz? Bu dengesizliklerin sebepleri nedir?

Bana göre en önemli sebebi, insanın kendisini merkeze koyması. Hakikati, kendi gördüğünden ibaret sanması, hakikatin diğer renklerine bu yüzden körleşmesi. Bu hem hakikatin başkalarında gördüğümüz renklerine karşı bizi körleştirmekle kalmıyor, o renkleri arıza, sorun, problem gibi görmemize de yol açıyor. Halbuki, “Mü’minler kardeştir” buyuran Kur’an’ın hem de iki kere meşvereti emretmesinden de anlıyoruz ki, hakikat bizim tekelimizde değil, hakikat sadece bizim gördüğümüzden ibaret değil. Hakikatin hakiki rengini bulmak, hangi durumda nasıl uygulanacağını kavramak için bizim dediğim dedikçi bir tavırdan uzak durup, bizden farklı düşünen mü’min kardeşlerimizle istişare etmeye, onların gözüyle de bakmaya, onların akıllarıyla da düşünmeye ihtiyacımız var. Sözün kısası, bu bakışları buluşturabildiğimiz ölçüde, esma-i hüsna sırrına ve hakikatin dengesine ulaşırız; kendi bakışımızı mutlaklaştırdığımız ölçüde de dengeden uzaklaşırız.

Dün de, bugün de, yarın da bir dengesizlik varsa, en önemli mesele bence bu. Ben-merkezli bir tutumla, ya hakikate sırtını dönmek yahut hakikati tek bir renge ve veçheye indirgemek…

Hakikatin dengesi için sünneti rehber almak bu bakımdan da önemli. Çünkü sünnete uymak demek, ben kendimi merkeze koymuyorum, ben kendimi dünyanın merkezi zannetmiyorum, ben kendimi aşıyor ve âlemler Rabbinin ”en güzel örnek” olarak bize bildirdiği Resulullah’ı hayatımın merkezine koyuyorum, kendimi onunla doğrultmaya çalışıyorum demek…

Söylem-eylem tutarsızlığının sebebi sizce ne?

Yine ben-merkezlilik bana göre. Ve ben-merkezci bir ruh haliyle kendi anlık çıkarına odaklı olmanın bu noktadaki en hazin tezahürü olarak, vefasızlık. Mü’minûn Suresi’nde mü’minlerin vasfedildiği beş temel vasıftan biri, emanete riayet ve ahde vefa. Maide Suresi’nin de mü’minlere ilk çağrısı da bu: ahde vefa.

Vefa duygusu sağlam olduğu ölçüde, söylemiyle eylemi bir oluyor insanın. Bu duygu zayıfladıkça söylem ile eylem arasında mesafe açılıyor; bu duygu ortadan kalkınca da söylemiyle eylemi birbirini hiç tutmaz hale geliyor.

Peygamber aleyhissalatü vesselamın hayatı bu bakımdan da çok öğretici. Onun Mekke’ye vefasını, Uhud’a vefasını, kendisine yaslanıp hutbe verdiği kuru hurma kütüğüne vefasını, sütannesine, sütkardeşlerine vefasını hatırlayalım.

Ya şu hadiseye ne demeli? Bir gün yaşlı bir kadın kendisine geliyor ve Efendimiz ona zaman ayırıyor, ilgi ve iltifat gösteriyor. Sebebini soruyor Hz. Âişe. Diyor ki Efendimiz: “Ya Âişe, bu kadın Hatice’nin çok yakın arkadaşıydı.” Sonra şunu söylüyor: “Vefa, imandandır.”

Bu hadisin ümmete mal olamamış olmasından da, bu hadisin imanın bir tezahürü olarak sunduğu vefanın da üzerimizde hakkıyla gözükmemesinden de öyle büyük üzüntü duyuyorum ki…

Olumsuzluklar karşısındaki tutumumuz ne olmalıdır? Tepkimizi ifade ederken nasıl bir denge haline bürünmemiz gerekir?

Resulullah aleyhissalatü vesselamın en kısa hadisi, sanırım bunun yolunu gösteriyor. Bir adam geliyor ve Efendimize “Bana bir nasihatta bulun. Ama öyle bir nasihat olsun ki, kısa olduğu için aklımda tutabileyim ve hayatım boyunca hep bana faydası olsun.” Efendimiz aleyhissalatü vesselam, tek kelimelik bir nasihatta bulunuyor adama: “Öfkelenme!” Demek, öfke bir taşma hali, bir dengeden kaçma, uzaklaşma hali. Öfkenin bizi yönetmeye başladığı yerde denge yitip gidiyor; bizim öfkeyi yönetmemiz gerekiyor. Bunun için de, duyguların aklın önüne geçmemesini, bilakis Kur’an’dan ve sünnetten beslenen bir aklın ve iradenin duygulara yön vermesini sağlamamız lazım. Hz. Peygamberin hayatı, bunun nasıl mümkün olabildiğinin cevabı olarak da okunmalı.


Moral Dünyası Dergisi

 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Ali Erkan KAVAKLI: “Cehaletle varılacak bir yer yoktur” (Mülâkat)

ALİ ERKAN KAVAKLI: BİLGİ İNSANA YOL GÖSTERİR!  Herkesin hayalidir; hem eğitim hayatında, hem iş hayatında …

Önceki yazıyı okuyun:
Batı Trakya, Musul-Kerkük, Kıbrıs, 12 Ada-Rodos, Boğazlar Hepsi Lozan’da Kaybedildi / Vehbi KARA

Batı Trakya, Musul-Kerkük, Kıbrıs, 12 Ada-Rodos, Boğazlar Hepsi Lozan’da Kaybedildi Yazının başlığında saydığımız yerlerin dışında …

Kapat