Ana Sayfa / Yazarlar / Meyvenin Mucidi, Ağacının Mucidinden Başkası Olamaz

Meyvenin Mucidi, Ağacının Mucidinden Başkası Olamaz

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

MEYVENİN MUCİDİ, AĞACININ MUCİDİNDEN BAŞKASI OLAMAZ

 “SUAL;  Mütekellimîn uleması, âlemi, imkân 

ve hudûsun ünvan-ı icmâlîsi içinde sarıp zihnen üstüne çıkar,

sonra vahdâniyeti ispat ederler. 

Ehl-i tasavvufun bir kısmı, tevhid içinde tam huzuru kazanmak için, 

Lâ meşhûde illâ Hû deyip kâinatı unutur, 

nisyan perdesini üstüne çeker, sonra tam huzuru bulur. 

Ve diğer bir kısmı, hakikî tevhidi ve tam huzuru bulmak için, 

Lâ mevcude illâ Hû diyerek kâinatı hayale sarar, 

ademe atar, sonra huzur-u tam bulur. 

Halbuki, sen, bu üç meşrepten hariç bir cadde-i kübrâyı Kur’ân’da gösteriyorsun.

Ve onun şiârı olarak, Lâ mâbûde illâ Hû, Lâ maksûde illâ hû…diyorsun. 

Bu caddenin tevhide dair bir burhanını ve bir muhtasar yolunu icmâlen göster..” 

(26. Söz)  deniliyor;

Konuyu iki soru başlığında görelim; 

1-“Sual: Mütekellimîn uleması, âlemi, imkân 

ve hudûsun ünvan-ı icmâlîsi içinde sarıp zihnen üstüne çıkar, 

sonra vahdâniyeti ispat ederler.” (26. Mektup)

Kelam alimleri, alemi ve alemin içindeki sebepleri, 

imkan ve hudus delilleri ile çürütüp, sonra vahdaniyeti ispat  edip,

 huzuru ilahiyi elde ederler.

“Alemin kendisini var kılan bir Sani’i 

ve onu idare eden bir müdebbiri olduğunun delili nedir? ” 

Eş’ari- 3 Cuveyni, Kitiibıı’l-İr.şiid, s. 17-29.

İnsanı çocuk, genç ve yaşlı olarak müşahede etmekteyiz. 

Ve kesin olarak Biliyoruz ki, 

onu gençlik halinden yaşlılık haline kendisi nakletmemektedir.

Çünkü insan ihtiyarlığı kendisinden uzaklaştırmaya 

ve kendisini gençleştirmeye ne kadar çabalarsa çabalasın 

buna muvaffak olamamaktadır. 

İnsanın kendisini istediği hale nakledememesi 

onu bir halden diğer bir hale nakleden bir nakledici 

ve bulunduğu halleri idare eden bir müdebbirin olmasını gerektirir!.. 

Çünkü onun bir halden diğer hale intikali bir nakledici 

ve müdebbir olmaksızın imkansızdır!.. “ 

(Eş’ari -Kitiibu’i-Lum’a, s.2)

Mesela, bir kelam alimi, çiçeğe bakınca,  

çiçeğin müsebbibi olan tohuma, tohumdan toprağa, 

topraktan, eşyayı oluşturan elementlere, 

oradan esire, silsile ile gidecek, 

en son herşeyi yoktan var eden, 

varlık için vacib olan VACİB’ÜL VUCUB olan Halık’ı Kerim’()i bulacak…

Böylece Allah’ın varlığı ve birliğine erişecek, sonra da huzuru elde edecek. 

Bu yol hem uzun, hem herkese açık bir yol değildir.

Ama Risale-i Nur‘un, huzuru ilahiyi elde etme yolu ise, 

hem kısa, hem de herkese açık bir yoldur. 

Zira, Risale-i Nur buluta nazar ettiği zaman, 

oradaki harika ve intizamlı işlere dikkat kesilip, onun içinde ilim, irade ve kudreti akla gösterir.

Meselâ, bir su getirmek için, bazıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, 

dağlar altında kazar, su getirir. 

Bir kısım da, her yerde kuyu kazar, su çıkarır. 

Birinci kısım çok zahmetlidir, tıkanır, kesilir. 

Fakat her yerde kuyuları kazıp su çıkarmaya ehil olanlar, 

zahmetsiz her bir yerde suyu buldukları gibi, 

aynen öyle de: Ulema-i ilm-i kelâm, esbabı, nihayet-i âlemde teselsül 

ve devrin muhaliyetiyle kesip, sonra 

Vâcibü’l-Vücudun vücudunu onunla ispat ediyorlar. 

Uzun bir yolda gidiliyor

Amma Kur’ân-ı Hakîmin minhâc-ı hakikîsi ise, 

HER YERDE SUYU BULUYOR, ÇIKARIYOR. 

Her bir âyeti, birer ASÂ-YI MÛS gibi, 

nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor.Herşeyde Allah’ın birliğini gösteren 

bir delil vardır.’ düsturunu herşeye okutturuyor!..”

(26.mektup)

 “Âlemde herbir şey, bütün eşyayı kendi Hâlıkına verir…

Evet, her bir eser, 

hususan zîhayat olsa, kâinatın küçük bir misal-i musağğarıdır 

ve âlemin bir çekirdeğidir ve küre-i arzın bir meyvesidir. 

Öyle ise, o misal-i musağğarı, o çekirdeği, o meyveyi icad eden, 

herhalde bütün kâinatı icad eden yine O’()dur. 

Çünkü, meyvenin mucidi, ağacının mucidinden başkası olamaz. 

Öyle ise, herbir eser, bütün âsârı Müessirine verdiği gibi, 

her bir fiil dahi, bütün ef’âli Fâiline isnad eder…

( 26. Söz)

Risale-i Nur ise çiçeğe  nazar ettiği zaman, oradaki harika 

ve intizamlı işlere dikkat kesilip, onun içinde ilim, 

irade ve kudreti, intizam ve ihtişamı, bir ismin arkasında bütün isimlerle okutur!..

“Demek, Muhyî kimin ismi ise, kâinatta nurlu ve muhît olan Hakîm ismi de O’()nundur 

ve bütün mahlûkatı şefkatle terbiye eden Rahîm ismi de O’() nundur 

ve bütün zîhayatları keremiyle iaşe eden Rezzâk ismi dahi 

O’()nun ismidir, ünvanıdır, ve hâkezâ…”

(26. söz)

 

“Demek, her bir isim, her bir fiil, her bir eser öyle bir burhan-ı vahdâniyettir ki, 

kâinatın sahifelerinde ve asırların satırlarında yazılan 

ve mevcudat denilen bütün kelimâtı, 

Kâtibinin nakş-ı kalemi olduğuna delâlet eden birer mühr-ü vahdâniyet, 

birer hâtem-i ehadiyettir.”

(26. Söz)

Sual-2 “Ehl-i tasavvufun bir kısmı, tevhid içinde tam huzuru kazanmak için, 

Lâ meşhûde illâ Hû deyip kâinatı unutur, nisyan perdesini üstüne çeker, 

sonra tam huzuru bulur. 

Ve diğer bir kısmı, hakikî tevhidi ve tam huzuru bulmak için, 

Lâ mevcude illâ Hû diyerek kâinatı hayale sarar, ademe atar, sonra huzuru tam bulur!..”

(26. Söz)

(Lâ meşhûde illâ Hû ve Lâ mevcude illâ Hû-  yani O’ndan başka Varlık yoktur!..

ve O’ndan başka görünen yoktur!.. ), 

tasavvuftaki manasıyle; Allah’tan başka varlık olmadığını, 

var olanın sadece, Allah’ Azze ve Celle olduğunu ifade etmektir!.. 

Velayet makamın da, istiğrak halinde söylenmesi doğru olan bir sözdür!.. 

V’elâkin, Üstadımızın(r.a) zikrettiği  gibi;

“Bir sözün güzelliği, mükemmelliği, yüksekliği ve derinliği dört unsura bağlıdır: 

Mütekellim, muhatap, maksat ve makam.. “

(25.söz-2. Şule)

Ama Mütekellim Alim,ise, 

Muhatap Mahlukat, ise,

Maksat tebliğ,ise,

 Makam da Halk ve Mevcudat ise, 

Allah’a imanın dışında,  iman HAKİKATLERİNİN SAİR RÜKÜNLERİNİ 

aklen ve ihata olarak idrak edememekten gelen bir dalalete kapı açabilir!.. 

Hele akılların maddiyata sukut ettiği, düştüğü bu zaman da; 

çok katarlı bir yol olup, ihtiyar edilmesi mümkün değildir!..

Vahdetu’l- vücudda eşya tamamen inkâr ediliyor; 

vahdetu’ş- şuhûdda ise, sadece unutmak ve hatıra getirmemek esası var. 

Üstelik Allah’a iman rüknünde de, 

sadece Vücüd ve şuhud, sıfatlarından bakmak, diğer isimler gibi, 

Evvel, Ahir, Zahir, Batın hükümlerinin üzerinde tecelli ettiği 

Esma-i Hüsna’yı nisyan perdesine

sarıp hakikatlerine bakmamak, görmemek demektir!.. 

Bu da Marifetullah için  yakin mertebelerin 

(ilme’l, ayne’l, hakke’l yakîn ) de kişiye has bir sülük olmaktan öteye gitmeyen bir yoldur!..

Ehl-i sünnet, Allah’ın dışında, eşyanın ve mahlûkatın da varlığını kabul etmiştir. 

Vahdet-i vücud, manevî yol kat’ etme esnasında 

bir cezbe, bir sarhoşluktur; muhakeme ve aklın iptalidir…

Sahabe Mesleği: 

Bu meslekte, Allah’ın varlığının dışında, eşyanın vücudu ne inkâr edilir 

ne de nisyan perdesine sarılır. 

Eşya, varlık olarak sabittir; 

Allah’ın isim ve sıfatlarını gösteren bir san’attır, bir mükemmel tarif edicidir.

Eşya, Allah’ın sadece varlık ve birliğini göstermiyor, 

O’nu bütün isim ve sıfatları ile tarif ediyor. 

Bu yüzden tam ve kâmil bir imanı temin ediyor. 

Onun için Kur’an, kâinat kitabını okutturan ve ders veren bir muallim gibidir. 

İşte sahabeler bu vechi ile Kur’an-ı Kerimi ve kainât kitabını mükemmel bir şekilde 

okudukları için, tasavvuf ve kelamın en büyük üstadları, 

en küçük sahabeye yetişemiyorlar. Risale-i Nur da aynı meslek üzerine gidiyor…

İmani meselelerde Gavs-ı âzam makamında olan RİSALE-İ NUR, 

bu mesele de, muhteşem bir konu bütünlüğüne sahiptir!..

“Hâlık-ı Âlemi () bize târif ve ilân eden deliller ve burhanlar, 

Lâyüad –sayısız- ve lâyuhsâ –sınırsız-dır. 

O delillerin en büyükleri üçtür.

Birincisi: Bazı âyetlerini gördüğün, işittiğin şu kitab-ı kebir-i kâinattır.

İkincisi: Bu kitabın âyetü’l-kübrâsı ve divan-ı nübüvvetinin hâtemi 

ve künûz-u mahfiyenin miftahı olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselâmdır.

Üçüncüsü: Kitab-ı âlemin tefsiri ve mahlûkata karşı Allah’ın hücceti olan Kur’ân’dır.

(Mesnevi-i Nuriye)

 “Evet, bir sineği ihyâ eden, bütün hevâmı -haşerayı- ve küçük hayvânâtı icad eden 

ve arzı ihyâ eden Zât olacaktır. 

Hem Mevlevî gibi zerreyi döndüren kim ise, 

müteselsilen mevcudatı tahrik edip, 

tâ şemsi seyyârâtıyla gezdiren aynı Zât olmak gerektir. 

Çünkü kanun bir silsiledir; ef’âl onunla bağlıdır.”

(26.söz)

 “Güneş de bir delildir onlara, akar gider yörüngesinde….

Ne güneş aya kavuşabilir, ne gece gündüzün önüne geçebilir.”

(Yasin,36,40) 

Demekle, zaman denen kavramın kendi dehrinde dönüp, 

bir menzile doğru akması;

Mevlevi gibi, günü yeni bir güne, yılı yeni bir yıla, 

zihayatın nesillerini de yeni nesillere devrederek, 

her varlığı kendi aleminde, 

hem de bütün alemlerin içinde, günler, 

yıllar ve asırlar deveranında  seyeran ettirin Zat, Aynı Zat’tır!..

 

“Ve baharda,(yeniden haşredip) bir emirle suhuletle bir sineği ihya ettiği gibi, 

bütün sineklerin taifelerini 

ve bütün nebatatı ve hayvancıkların ordularını kudretindeki hikmet 

ve mizanın sırrıyla, 

aynı emirle, aynı kolaylıkla diriltip meydan-ı hayata sevk eder. ”

(Şualar)

  MABUD-U İLAHİ olan Rabb’il Alemin ()

Kur’an-ı  Azimüşşan’ da şöyle buyurmuştur, 

“O’()nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.”

(İsra-44)

    Selef-i sâlihînden İbn-i Abbas (r.a) 

Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım

(zariyat-56) 

mealindeki Kur’ân âyetini tefsir ederken, ‘li ya’budûn,’ 

yani ‘bana ibadet etsinler diye’ lâfzının 

‘li ya’rifûn’ mânâsını içerdiğini hep ifade etmişlerdir 

Yani, ibadet, marifet içindir.

O halde SAMED sıfatına malik  olan   MAKASID-I İLAHİ’nin  ibadetten kastı, 

MEİŞET-İ İLAHİSİnin bilinmesidir!..

Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.” 

(Acluni, Keşfü’l-Hafa, II/132)

 “Allahım!.. 

“Benim ve benden evvelki peygamberlerin sözleri içinde en faziletlisi 

Lâ ilâhe illâllah’tır 

buyuran zâta ve âl ve ashabına salât ve selâm et!..”  -Amin!..

 [Muvatta’, Kur’ân: 32; Hac: 246; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:153; 

el-Elbânî, Sahihu’l-Câmii’s-Sağîr, no. 1113] 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Büyük Buluşma

Büyük Buluşma Bayramlar yapılır, şenlikler düzenlenir, önemli günler yad edilir. Düşman işgalinden kurtuluşlar temsili olarak …

Kapat