Ana Sayfa / Yazarlar / Miraç, Sidretü’l-Münteha ve Refref / Prof. Dr. Himmet Uç

Miraç, Sidretü’l-Münteha ve Refref / Prof. Dr. Himmet Uç

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Prof. Dr. Himmet Uç

Miraç, Sidretü’l-Münteha ve Refref

 Alûsî’nin Alâî tefsirinden naklettiğine göre, Peygamber Efendimiz’in [s.a.s] İsrâ gecesinde beş bineği vardı:

1. Beytü’l-Makdis’e kadar Burak
2. Dünya semasına kadar Mirac
3. Dünya semasından yedinci semaya kadar meleklerin kanatları.
4. Sidretü’l-Münteha’ya kadar Cebrail Aleyhisselam’ın kanadı
5. Kab-ı Kavseyn’e kadar Refref.

Sidre bir ağaç ismidir. Bunun yaprakları kurutulup dövülür ve sabun gibi temizlikte kullanılır. Bu ağacın meyvesine nebk denilir. Münteha, son nokta, nihaî hedef mânâsına gelir. Meleklerin ilmi orada son bulduğu için buraya “Sidretü’l-Münteha” dendiği belirtilir. Bu durumda Sidretü’l-Münteha tabirine hudud ağacı diyebiliriz. Mümkün ve mahluk yani yaratılanlar âlemi ile vücub yani esma ve şuunât-ı İlahiye âlemini ayıran hudut…

Evet, Sidre’den öteye ise Refref isimli binek götürüyor Nebiler Serveri’ni. O öyle bir noktaya geliyor ki orada arz ve semâ kalmıyor. ” Kâb- ı kavseyn” makamı denilen o nokta Üstad Hazretlerinin tabiriyle “imkân ve vücub ortasındaki makam”dır. İmkân, yani mümkinat denilen yaratılmışlar âlemi… Vücub ise Cenab- ı Hakk’ın, zâtı, sıfatları ve isimleri ile ilgili mahiyetini bilmediğimiz makamdır.

Refref’in1 Belirmesi

Söyleşürken Cebrâîl ile kelâm
Geldi Refref önüne verdi selâm

Aldı ol Şâh-ı cihânı ol zamân
Sidreden gitti ve götürdü heman

Bir fezâ2 oldu o demde rû nüma3
Ne mekân var onda ne arz u semâ

Kim ne hâlidir ne mâlî4 ol mahal
Akl ü fikr etmez o hâli fehm ü hal

Ref’ olup şâha yetmiş bin hicâb5
Nûr-ı tevhid açtı vechinden nikâb6

Her birisinden geçerken ileri
Emr olundu Yâ Muhammed gel beri

Çün kamusunu görüp geçti öte
Vardı erişti ol Ulu Hazrete

Şeş7cihetten ol münezzeh Zülcelâl
Bî-kem ü keyf8ona gösterdi cemâl

Zâten ol Sultân- ı Mâ zâğa’l- basar9
Eylemişti Hakka tahsîs-i nazar10

Âşikâre gördü Rabb’ül- izzeti
Âhiretde öyle görür ümmeti

Bî-hurûf ü lafz ü savt11ol Padişâh
Mustafâ’ya söyledi bî-iştibâh12

Dedi kim Matlûb u Maksûdun Benem (Ben’im)
Sevdiğin cân ile Ma’bûdun Benem (Ben’im)

Gece gündüz durmayıp istediğin
N’ola kim görsem cemâlin dediğin

Gel habîbim sana âşık olmuşım
Cümle halkı sana bende 13kılmışım

Ne muradın var ise edem revâ14
Eyleyem bir derde bin türlü devâ

Mustafâ dedi eyâ Rabber-rahîm
Ey hatâ- pûş15 ü atâsı16 çok Kerîm

Ol zaîf ümmetlerim hâli n’ola
Hazretine nice onlar yol bula

Gece gündüz işleri isyan kamu
Korkaram ki yerleri ola tamu17

Yâ İlâhî Hazretinden hâcetim
Budurur kim ola makbul ümmetim

Hak Teâlâdan erişdi bir nidâ
Yâ Muhammed Ben sana kıldım atâ

Ümmetini san verdim ey Habib
Cennetim onlara kıldım nasîb

Yâ Habîbim nedir ol kim diledin
Bir avuç toprağa minnet eyledin

Ben sana âşık olunca ey şerîf
Senin olmaz mı dû âlem18ey latîf

Zâtıma mir’at19 edindim zâtını
Bile yazdım adın ile adımı

Hem dedi ki Yâ Muhammed Ben seni
Bilirim görmeye doymazsın Beni

Lîk20 dîn emri tamâm olmak için
Ümmetin de Bana yol bulmak için

Avdet edip davet et kullarımı
Tâ geliben göreler dîdârımı21

Sen ki mi’râc eyleyip ettin niyâz
Ümmetin mi’râcını kıldım namâz

Her kaçan kim bu namâzı kılalalar
Cümle gök ehli sevâbın bulalar

Çünkü her türlü ibâdet bundadır
Hakka kurbiyetle22 vuslat23 bundadır

Sıdk ile beş vakit olundukça edâ
Elli vaktin ecrin eyler Hak atâ

Mâhasal24 ol anda doksan bin kelâm
Sebk edip25 buldukça encâm26 ü hitâm27

Tarfetü’l- ayn içre ol Fahr-i cihan
Ümmü Hâni evine geldi hemân

Her ne vâki’ oldu ise sertâser28
Cümlesi ashâbına verdi haber

Dediler ey Kıble- i İslâm ü dîn29
Kutlu olsun sana Mi’râc-ı Güzin30

Biz kamumuz kullarız sen şâhsın
Gönlümüz içinde rûşen31mâhsın

Ümmetin olduğumuz devlet yeter
Hizmetin kıldığımız izzet yeter

Miraciye’deki Refref Bölümü İçin İzahlar 

Ref’ olup ol şaha yetbiş bin hicab
Nûri tevhid açdı vechinden nikâb

ifadeleri üzerinde duracak olursak: Cenab-ı Hakk’ın isimleri çoktur, sayısını bilmiyoruz. Belki sonsuz… Herbir ismin 70 bin derecesi, perdesi var. Bunların aşılması gerekiyor. İnsanlar; riyazat, zikir ve fikirle 40 senede, 40 haftada veyahut en hızlı 40 günde bu dereceleri aşmaya ve O’na ulaşmaya çalışıyorlar. Ama Efendimiz [s.a.s.] Mirac ile bir anda belki 40 dakikada ulaşılmazlara ulaşıyor.

Üstad Hazretleri bu hususta, “Yetmiş bin perde arkasında Cenab-ı Hakk’ı görmüş tabiri, mekân yönünden uzaklığı ifade ediyor. Halbuki Cenab-ı Hak, mekândan münezzehtir, her şeye her şeyden daha yakındır. Bu ne demektir?” şeklindeki bir suale karşı diyor ki:

“Cenab-ı Hak, bize gayet yakındır, biz O’ndan gayet derecede uzağız. Nasıl ki, güneş, elimizdeki ayna vasıtasıyla bize gayet yakındır ve yerde her bir şeffaf şey, kendine bir nevi arş ve bir çeşit menzil olur. Eğer güneşin şuuru olsaydı, bizimle aynamız vasıtasıyla muhabere ederdi. Fakat biz ondan dört bin sene uzağız. Teşbih ve temsil olmadan Ezel Güneşi, her şeye her şeyden daha yakındır. Çünkü ‚Vâcibü’l-Vücud’dur (Varlığı zarurîdir), mekândan münezzehtir. Hiçbir şey O’na perde olamaz. Fakat her şey nihayet derecede O’ndan uzaktır.

İşte Mirac’ın uzun mesafesiyle “Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kaf Suresi, 50/16) âyetinin ifade ettiği mesafesizliğin sırrıyla, hem Resûl-i Ekrem’in [s.a.s] Miraca gitmesinde çok mesafeyi katlayıp atlayarak gitmesi ve bir anda yerine gelmesi sırrı, bundan ileri geliyor.

Resul-i Ekrem’in [s.a.s] Mirac’ı, O’nun seyir ve sülûküdür, O’nun velâyetinin ünvanıdır. Ehl-i velâyet nasıl ki, ruhânî seyir ve sülûkü ile, kırk günden tâ kırk seneye kadar bir terakki ile, imânî derecelerin hakkalyakîn derecesine çıkıyor. Öyle de, bütün evliyanın sultanı olan Resul-i Ekrem [s.a.s]; değil yalnız kalbi ve ruhu ile, belki hem cismiyle, hem hâssaları ve duygularıyla, hem letâifiyle (sır hafâ ve ahfa gibi latîfeleriyle), kırk seneye mukabil kırk dakikada, velâyetinin büyük kerameti olan Mirac’ı ile büyük bir cadde açarak, imanî hakikatların en yüksek mertebelerine gitmiş… Mirac merdiveniyle Arş’a çıkmış… ‘Kâb-ı kavseyn’ makamında, iman hakikatlarının en büyüğü olan Allah’a iman ve âhirete imanı aynelyakîn gözüyle müşahede etmiş, cenneti görmüş, ebedî saadeti görmüş, o Mirac’ın kapısıyla açtığı büyük caddeyi açık bırakmış. Ümmetinin bütün evliyası, seyir ve sülûk (mânevî yolculuk) ile –derecelerine göre– ruhânî ve kalbî bir tarzda o Mirac’ın gölgesi içinde gidiyorlar.” (Yirmi Dördüncü Mektup, İkinci Zeyil, Dördüncü Nükte) 

İşte bu ince ve derin meseleyi Süleyman Çelebi, halkın da anlayacağı şekilde anlatıyor. Daha önce de izah edildiği gibi, gökteki meleklerin ve ruhanilerin ettikleri ibadet çeşitlerinin, hatta ayakta, rükûda, secde de ve oturuş hâlindeki ibadet hareketlerinin hepsi de namazda toplanmıştır. Sanki hepsinin ibadetini yapmış gibi olduğundan “cümle gök ehlinin sevabını” bir nevi namaz kılan ümmet-i Muhammed kazanmış oluyor.

Sıdk ile beş vakit olundukça eda

Elli vaktin ecrin (sevabını) eyler Hak ata (ihsan eyler)

Amellerin sevabı en az on katıdır. Beş vakit kılınca, on katı sevapla elli vakit kılmış kadar Cenab-ı Hak sevap verir. Bazan 70, bazan 700, bazan 1000, bazan da Kadir Gecesinde olduğu gibi 30.000 sevap verir. Ayrıca “Hakk’a kurbiyetle vuslat bundadır.” mısraının ifadesiyle, sevaplar yanında Allah’a yakın olma ve vuslat bulup kavuşma sırrı da namazdadır. 

Zaten Peygamber Efendimiz [s.a.s] kulun Allah’a en yakın olduğu konumun secde hâli olduğunu ifade ediyor. İşte müminin miracı olan namaz böyle güzellikler ihtiva ediyor.

Mâhasal (meydana gelen) ol anda doksan bin keâm 
Sebk edip buldukça encâm ü hitam

Tarfet’ül-ayn içre ol Fahr-i cihan 
Ümmü Hânî evine geldi hemân… 

Burada Mirac olayının çok kısa bir zaman diliminde gereçkleştiği ifade ediliyor. Yani Peygamber Efendimiz [s.a.s] Mirac’dan döndüğünde daha yatağı bile soğumamıştı… Peki bu çok uzun seyahat, göz açıp kapayıncaya kadar bir anda nasıl gerçekleşti? Bir kere Cenab-ı Hakk’ın sonsuz kudretine göre, bu çok kolaydır. Ayrıca bazan rüyalar da bile biz sıradan insanlar, sanki günlerce sürebilecek şeyler görüyoruz. İlmî araştırmalar bunların çok kısa bir zamanda görüldüğünü tesbit etmişlerdir. Üstad Hazretleri bunun sebebini izah ederken, insanın o anda “Bekâ Âlemine” girdiğini söylüyor. Çünkü Bekâ Âleminin bir günü bize göre elli bin senedir. Onun için saniyeler günler kadar uzun olur. Zaten bu hususa âyet-i kerime işaret ediyor: “Melekler size göre elli bin sene olan bir gün içinde arşa yükselir.” (Meâric Suresi, 70/4)

Her ne vâki oldu ise sertâser (baştan başa)
Cümlesin ashabına verid haber…

Dediler ey kıble-i İslam ü din 
Kutlu olsun sana mîracı güzîn

Biz kamumuz (hepimiz) kullarız, sen şahsın
Gönlümüz içinde rûşen mâhsın (aysın)

Ümmetin olduğumuz devlet yeter 
Hizmetin kıldığımız izzet yeter. 

Yetmiş bin perde meselesini Amerika’daki Risale-i Nur’un Otuz Birinci Söz’deki Mirac konusunu okuyan siyahî Müslümanlardan birisi sormuştu.

Burada bilinmesi gereken üç meseleden birisi de “esmâ-i hüsnâ”dan her birinin yetmiş bin derecesi ve perdesi vardır. Mesela Muhyî (Hayatı veren) ismi, amip gibi küçük bir canlıya da hayat verir, balıklara da, sürüngenlere de, uçan kuşlara da, insanlara da… İnsanlardan Hz. Muhammed Aleyhisselam’a da hayat verir. Ama bu ismin bunlarda tecelli farkı vardır. Birinci veya onuncu dereceden tecellisi ile yetmiş bininci dereceden azam tecelli ile tecelli etmesi farklıdır. Veya mesela, Mütekellim ismiyle çok çeşitli “kelimetullah” olan İlahî kelimeler vardır. Bu hususta Kur’ân-ı Kerîm şöyle buyurur: “De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için mâlûm bahr (büyük okyanus) mürekkep olsaydı, hatta onun bir mislini de takviye gönderseydik, bu deniz tükenir, Rabbimin sözleri yine bitmezdi.” (Kehf Suresi, 18/109)

İşte Mirac’da kendisine “Gel berû!..” denildiğinde perdeleri açılıyor ve O [s.a.s] durmadan yükselip makamları aşıyordu. Nihayet bütün perde ve makamlar yani yetmiş derece bitince kâb-ı kavseyn makamına yani imkân (bütün yaratılanlar) ve vücud (Yaratıcıya ait makam) arasına yükseldi… Bu azam tecelliye varıp ulaşmak hiç kimseye müyesser olmadı. O konum ve mazhariyetin tek sahibi Hz. Muhammed Mustafa Aleyhisselam’dır.

İşte böyle bir noktadaki sessiz, lâfızsız görüşmeden ifadeler aktarırken Süleyman Çelebî Hazretleri, ” Gel Hâbibim sana âşık olmuşum” diye bir kelâmı, dile getiriyor. Fakat bunu ne mânâya geldiğinin üzerinde durmak gerekiyor. Yine bu hususta Bediüzzaman Hazretleri Mektubat isimli kitabında şöyle diyor:

“Peygamberimizin [s.a.s] Miracındaki maceralardan birisi, Cenâb- ı Hakk’ın, Resûl- i Ekrem Âleyhisselâtü vesselâma karşı münezzeh muhabbeti, ‘Sana âşık olmuşum.’ tabiriyle ifade edilmiş. Şu tabirler, Cenab- ı Hakk’ın kudsiyetine, hiçbir şeye ihtiyaç duymayan zâtî istiğnâsına, örfî mânâ ile münâsip düşmüyor. Madem Süleyman Efendi’nin Mevlidi, umumî rağbete mazhardır. Bu mazhariyetin delâletiyle, o zât, ehl- i velâyettir ve ehl- i hakikattır; elbette gösterdiği mânâ sahihtir. Mânâ da budur ki: Cenab- ı Hakk’ın hadsiz cemâl ve kemâli vardır.Çünkü bütün kâinatın kısımlarına bölünmüş olan cemâl ve kemâlin bütün nevileri Cenab-ı Hakk’ın cemâl ve kemâlinin emareleri, işaretleri, âyetleridir. İşte herhâlde her cemâl ve kemâl sahibinin açıkça kendi cemâl ve kemâlini sevmesi gibi; 1-Cenab-ı Hak da cemâlini pek çok sever. 2-Hem kendine lâyık bir muhabbetle sever. 3-Hem cemâlinin şuaları olan isimlerini de sever. 4- Madem isimlerini sever, elbette isimlerinin cemâlini gösteren sanatını sever. 5-Öyle ise, cemâl ve kemâline ayna olan sanat şaheseri olarak yarattığı varlıkları da sever. Madem cemâl ve kemâlini göstereni sever; elbette isimlerinin cemâl ve kemâline işaret eden mahlukatının güzelliklerini sever. Bu beş nev’i muhabbete, Kur’ân-ı Hakim âyetleriyle işaret ediyor. (Bu hususta da en seçkin şahsiyet Hz. Muhammed Aleyhisselam’dır.) İşte bu en yüksek mahbubiyet (sevilme) makamını, Süleyman Çelebi, ‘Sana âşık olmuşum!’ tabiriyle beyan etmiştir. Şu tabir bir tefekkür mirsadıdır (dürbünü), gayet uzaktan uzağa bu hakikate bir işarettir. Bununla beraber madem bu tabir, Cenab-ı Hakk’ın şe’n-i rububiyetine münasip olmayan mânâyı hayale getiriyor; en iyisi, şu tabir yerine: ‚Ben senden râzı olmuşum!’ denilmesi… ” (Yirmi Dördüncü Mektup İkinci Zeyil, İkinci Nükte)

Zâtına mir’at (ayna) edindim zâtını
Bile yazdım, adım ile adını

beytinde Cenab-ı Hakk’ın Peygamber Efendimiz’i [s.a.s] Zâtına ayna edindiği ifade ediliyor. Evet Efendimiz[s.a.s] Cenab-ı Hakk’ın isimlerini gösteren en parlak bir aynadır. İlahî isimler kendisinde azamî derecede tecelli ederler. Ayrıca bu isimleri en güzel tanıtan ve anlatan da Peygamber Efendimiz’dir.[s.a.s] Bir de burada ayrı bir nükte vardır. Şöyle ki: Allah ism-i celâlinin ebcedi değeri 66’dır. Bu ism-i şerifin karşısına bir ayna koyduğumuz zaman, bu isim aynaya tecelli edip içinde görünür. Böylece iki 66 yani 132 olur. 132 sayısı da Muhammed isminin ebcedi değerine tekabül eder. Böylece ayna olarak da bir tevafuk durumu vardır.

“Bile yazdım Adım ile adını” mısraı ise kelime-i şehadet cümlelerini ifade eder. Çünkü “Eşhedü en lâ ilahe illallah/Ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü” yan yana ve beraber yazılır ve söylenir.

Ayrıca Üstad Hazretleri aynı bölümün Üçüncü Nükte’sinde Miraciye’de anlatılan mânâların, bizim malumumuz olan mânâlarla o kudsi ve nezih hakikatları ifade edemediğini söylüyor. Ancak Miraciye’deki tabirleri Müteşâbihat nevinden değerlendirmemizi istiyor ve ihtar ediyor…

Dördüncü Nükte : Yetmiş Bin Perde meselesi ve sonundaki değerlendirme

Üstad Hazretleri, Mevlid-i Nebevî ile Miraciye’nin okunması hususunda şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: “Bunların okunması, gayet faydalı, güzel bir âdettir ve beğenilip takdir edilen bir İslamî âdettir. Belki İslamî ictimaî hayatın, gayet lâtîf, parlak ve tatlı bir sohbet vesilesidir. Belki imanî hakikatların ihtarı için, en hoş ve şirin bir derstir. Belki imanın nurlarını, Allah muhabbetini ve Peygamber aşkını göstermeye ve tetiklemeye en heyecan verici ve en tesirli bir vasıtadır. Cenab-ı Hak bu âdeti ebede kadar devam ettirsin ve Süleyman Efendi gibi mevlid yazanlara Cenab-ı Hak, rahmet etsin, yerlerini Cennetü’l-Firdevs yapsın, âmin!..” (Yirmi Dördüncü Mektup, İkinci Zeyl, Beşinci Nükte) 

Biz de Üstad Hazretlerinin temennisi gibi bu güzel adetin usülüne uygun şekilde devam etmesini ve icra edimesini diliyoruz.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Baba Oruç / Vehbi KARA

Vehbi KARA Baba Oruç Denir Lakin Bazi Gemiciler cana yakın "bey suvari" gemilerinde çalısan kaptanlara …

Kapat