Ana Sayfa / Yazarlar / Miraç ve Namazın Müminin Miracı Hakikatı, Bediüzzaman’ın Tafsilatı

Miraç ve Namazın Müminin Miracı Hakikatı, Bediüzzaman’ın Tafsilatı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Miraç ve namazın müminin miracı hakikatı, Bediüzzaman’ın tafsilatı.

Bismillah insani miracın merdiveni asasnsörüdür, ”Bismillahirrahmanirrahim  yukardan nüzul ile (inme) semere-i kainat (kainatın  semeresi, meyvesi, neticesi) ve alemin nüsha-ı müsağğarası olan insana ucu dayanıyor.” Ferşi arşa bağlar insani arşa çıkmağa bir yol olur. ”Demek Bismillah yeri arş ile bağlayan bir merdiven, insan Bismillah deyince bir anda insani arşa çıkaran bir olağanüstü merdiven yani miraç oluyor, miraç zaten merdiven demek. İnsan büyük bir buluşma için temizliğine dikkat eder, giyim kuşamına itina gösterir, bizim saygı duyduğumuz her makama çıkarken böyle bir ön hazırlık yaparız. Namazdan önce kişi huzuru ilahiye yani miracına çıkacağı için temizlenir, camiide saf tutmak Allah ile buluşmanın başlangıcıdır. Bir anda Bismillahın yükseltici gücü ile Allahın arşına dayanır.Bunu tahayyül edebiliriz ama bunu yaşayanlar da vardır, eazım-ı sufiyandan, nebilerden vb. Bediüzzüman da namaza başlamadan bir panik yaşar gibidir, bir kaç defa ellerini kulaklarına tahayyürle kaldırır sonunda bir anda ellerini bağlar. Biz o buluşmanın maverasını bilmiyoruz, kapıyı açmakta tereddüd yaşayan biri gibi bir den açar ve huzurdadır artık. Belli bir vakitten sonra kimseye  yanına kabul etmeyişi bizim bilmediğiliz sırları barındırır. 

Bediüzzaman Bismillahı bir hayta ipe benzetir, bir hatta benzetir yukarı birden çeken bir ip, ve yukarı çıkan bir tren hattı gibi. Bir satır-ı nuranidir. “kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır.” Bu mubarek lafız onu birden bir ilahi iple yukarı çeker, bir hattır yukarı taşır. Yapıyoruz ama şuurumuz ve cismimiz bunun farkında mı?

Allah, Rahman ve Rahim  Bismillahın içinde birbirine açılan kapılardır, başta Allah bütün isimlerinin kubbesi, Rahman ve Rahim de bütün isimleri içine alan iki büyük kuşatıcı isimler. Bismillah Allah’ın bütün isimlerinden Rahman ve Rahime ulaşan bir nurani hat, ve hayt. İnsan o mukaddes elfazı kullandığı anda ilahi bir güçle Allah’ın arşına ulaşıyor. Biz namaza giriyoruz, ama dünyamızı oraya taşıyor orada dünyamızı konuşuyoruz. Namazda bütün dünyadan ellerimizi yukarı kaldırıp silkinemiyoruz Bediüzzaman kendi namazını safha safha  anlatıyor, bu bahis onun mukaddimesi.

Bismillah bir semavi miracın başlangıcı, Bediüzzaman ayrıca Allah Rahman ve Rahim isimlerini anlatırken sima kelimesini kullanır, bu kelimenin kullanım alanının çok ötesinde bir istimal. Bütün kainat Allah’ın binbir ismi ile koordine ediliyor, yanı kainatın hayatı bu binbir ismin kainat simasına yansıması ile, kainattaki hayatiyen bu büyük kuşatıcı ismin kainata yansıması ile oluyor. Rahman ismi ise kürei arza dünyaya yansıyor yani orayı canlı tutuyor, Rahim ismi ise insanı hayatta tutuyor, yani insan bir topyekün merhameti ifade ediyor, çünkü kendi tasavvuru dışında bir güç onu denetliyor ve hayat veriyor, s i m a  kelimesini bu kadar iç içe ve birbirine açılan kapılar gibi anlatıyor.

Namazın kalbi Fatiha suresi günde kırk kere kul bu mukaddes açılış suresini okuyor, demek insan Rabbinin huzuruna Bismillah asansörü ile çıkınca karşısna bir kapı çıkıyor, o kapı fatiha kapısı bütün Kur’an ve evrenin kapısı o kapının önünde, o açılışın yedi basamaklı ayetleri ile mülakat ettiği Rabbi ile konuşuyor, namazın ikinci odası Rab kelimesi fatihada açılış  Rabbül alemin, secdede Rabbiyelala, sonra Rabbiyel azim, her tarafında her rüknünde Rab ismini anmak gerekiyor, bu tasarruf ismi bütün alemi ve insanı terbiye eden isim Rabb. Kul namazda iken onun terbiye edici faaliyetini tefekkür ve tezekkür etmeli. Büyük sensin bizi yükselt Rabbi âlâ, yine terbiye eden sensin terbiyen bizi denetleyen ve yaşatan ismin Rabb azim. Düşünülse namaz insanı bir kapıdan büyük bir aleme fatihanın açtığı aleme götürüyor, o alemlere gaşy ediyor. Namaz Kur’an’ın kainatı fatiha kapısı okuduğu surenin azametine göre maverada dolaşıyor, o ülkenin renkleriyle değişiyor.

Bediüzzaman yine namazın en önemli teması Fatiha olduğuna göre onun da muhtasar bir hülasasını yapar Elhüccetüzzehra isimli Şualardaki eserinde, bu tam on sahife süren bir özettir. Bunu düşünerek fatihayı okumak günde kırk kere, bir altın vadisi gibi, elmaslarla döşenmiş bir yol gibi. Bu bahsi de Fatiha ona emretmiş. Hapishanede yazımış bir metin.

Fatiha-i Şerifenin bir muhtasar hülasası.

Üçüncü Medrese-i Yusufiyede muvakkat pek az bir zamanda tecridden temasa naklimde verilen yalnız birtek dersin ikinci kısmı.

Hapiste Nur şakirtlerine kısacık bir ders nümunesidir. O da şudur. Fatiha-i şerife denizinden bir katre ve güneşindeki elvan-ı seba yani ziyasındaki yedi renginden birtek lema beyan etmeyi namazdaki Fatiha kalbe emretti. “Bu bahis başka yerlerde de izah edilmiştir. Yirmi Dokuzuncu Mektup, Rumuz-ı Semaniye, İşaratül icaz tefsirinde. 

Yine Elhüccetüzzehra isimli eserinde fatihanın emriyle bir bahsi daha anlatır. ”Eşhedüenlailahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullahdan bahsetmiştir. Bu bahiste on üç sahifedir ve Miracımız olan namaza dahildir.

Bir de teknik bir izahda bulunur dini, tarihi, günlük hayatın ötesindeki bu bütün meseleleri  namazda düşünme konusunda.

“Teşehhüd ve Fatiha kelimelerinin geniş ve yüksek manaları kasdi değil, belki dolayısıyla meşguliyet ve huzura bir nevi gaflet veren tafsilatı değil belki mücmel ve kısa manaları gafleti dağıtır, ubudiyeti ve münacaatı parlatır görüyorum. Namazın ve Fatiha ve Teşehüdün pek yüksek kıymetlerini tam gösterir. İkinci kısmın ahirinde kasten meşgul olmamaktan murat ise o manaların tafsilatı ile bizzat iştigal bazan namazı unutturur, huzura belki dokunur. Yoksa dolayısıyla ve muhtasar bir tarzda büyük faidelerini hissediyorum. (Ş. 619) 

Namaz müminin miracıdır buyurulmuş. Ezan da Mirac’a çağrı demek. Günde Rabbi ile konuşmaya çağrılan ona sığınması emredilen insanın elbette ki yükselme merdiveni namazdır, Dördüncü Söz’de bu anlamın kapsamındadır. “Acaba  yirmiüç saatini şu kısacık (kısa değil daha küçük kısacık, o uzatıp ham hayaller kurduğumuz dünya hayatı bir kısa değil kısacık Allah’ım bu kelimeleri anlamadan sana gelmeyi bize nasib etme)

Hayat-ı dünyeviyeye sarfeden  ve o uzun hayat-ı ebediyeye birtek saatini sarfetmeyen  ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilaf-ı akıl hareket eder! “Seni hergün benimle suhbet için otuz kere bağırdı müezzin minareden sen gelmedin, bana namaz merdiveniyle gelmek istemedin bunu aklın alıyor mu?

Namazı olmayanın dininin  direği namaz hem dünya hayatını hem ahiret hayatını ayakta tutuyor, o direkle  Mirac’a çıkıyoruz.

Dokuzuncu Söz namazı semaya çıkmak arşa dayanmanın ötesinde bütün zamanları işgal eden, kürenin ömrünen devirlerinden, insan ömrünün devirlerinden, mevsimlerin birbiri ardı sıra gelen devamlılığından da hisse aliyor , insan namaz kılarken yedi kat göğe tırmanıyor, Allah ile sohbet ediyor, onun gönderdiği sure ile ona halini arzediyor, bütün zamanları dolaşıyor namaz bir ilahi seyahat, namazla baharın şetaretini, yazın semeratını, sonbaharın hüznünü, kışın ölümü derhatır ettirmesini bize hatırlatıyor, namazın her yaş gurubuna ilka ettiği başka şeyler. ”Evet her bir namazın vakti mühim bir inkılap başı olduğu gibi azim bir tasarruf-ı ilahiyenin ayinesi ve o tasarruf içinde ihsanat-ı külliye-i ilahiyenin bir makesi“ Ne kadar çok manalar yüklemiş davası Namaz olan o büyük mürşid, namazı anlayan onun çizdiği namaz portresini anlayan davanın namaz olduğunu anlar. Bediüzzamanın namazının boyutları ne kadar müteal, azim ve geniş, hiç bir İslam alimi onun çizdiği ve uyguladığı namaz boyutunu anlatmamıştır. Celal Bayar Hacı Bayram Camiine gelir onu Mustafa Kemal’in çağırdığını söyler. Bediüzzaman medrese mezunu olan Celal Bayar’a kendisi abdest alırken bir soru sorar “sen de namaz kılıyor musun,” o da “kılarız Efendim” diyor. Celal Bayar namı diğer Galip Hoca. Davasını anlatamadık namazını da anlatamadık, mücadelesini de anlatamadım, üniversitede yarım asır geçti kulluk diye bir derdi var gibi ama asıl derdi para toplamak olan garibanlar. Bir kurmaca sanatı alan bu bahisleri inanılmaz bir romana çevirir. Nazım’ın Kuvayı Milliye ruhunu bir tiyatro yapmış, helal olsun adalar durmamışlar davalarının hakikatı değil gösterdiği gayret helal olsun. Onucu Sözün de namaz ile alakası var mı var ama o hakikat uzun gider, istiari anlamı çok büyük. Namaz dünyayı da imar eder ahireti de. Hazreti İbrahim Miraç’da Cenab-ı Nebi’ye ümmetine söyle ekin eksinler, der, ekin yapılan dualar ve okunan salavatlar, vb.

Yirmi Birinci Söz’de namaz  kalbin gıdası, ruhumun abı hayatı, latife-i Rabbaniyemin havayı nesimidir. Namaz “çeşme-i rahmettir” camiler çeşmenin yeri boşa akar yüzde doksanı boş olan camilerde . Namaz Rahim-i Kerim’in kapısını çalmaktır, işte Miraç bu. Namaz bir penceredir, insan “ancak namazın penceresiyle nefes alabilir”

Namaz ahiret hayatına nasıl uzanır. Bir dramatik sahne gibi anlatmış. “Acaba bu misafirhane i dünyada aciz ve fakir kalbine  kut ve gına, elbette bir menzilin olan kabirde gıda ve ziya, (nasıl orda gıda oluyor düşün yazar bey) her halde bir mahkemen olan Mahşer’de senet ve berat, ister istemez üstünden geçilecek  Sırat Köprüsünde nur ve Burak olacak (işte miraç namaz Burak habinini Cebrail ile semaya taşıyan burak)

Şu vakalar sinemanın epizotları  değil mi?

Bir adam bütün ömrü büyük bir coğrafyada elma ağacı Ekberekmekle geçmiş hayret ne hayret… elma ağacı. Namaz direği. Merdiveni, çeşme-i Rahmet, pencere, Burak. 

Bediüzzaman namazın bütün bölümlerini Mirac’a uzanan izahlarla tezyin etmiş.Namaz’ın son rüknü Tahiyyat’tır. Tahiyyat Mirac’a denk olan bir duruştur. Bediüzzaman onu izah eder. “Teşehhüdün mübarek kelimatı  Mizarc gecesinde Cenab-ı Hak ile Resulünün bir mükalemeleri (konuşmaları) olduğu halde namazda okunmasının hikmeti nedir?” izahta en beliğ ve gerekli cümleyi kullanır,” Her müminin namazı bir nevi miracı hükmündedir. Ve o huzura layık olan kelimeler ise Mirac-ı Ekberi Muhammed aleyhisselatü vesselamda söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle o kudsi  sohbet tahattur edilir. (yani büyük Mirac hatırlanır. Namaz aslında bütün heyetiyle tahattur hatırlamaktır. Kıyam Allah’ın huzurunda durmaktır, büyük kişilerle görüşülürken ayakta durulur onlar izin verirse  oturulur. Ben Hocam  Orhan Okay’ın odasına girdiğimde ayakta beklerdim, o da farkedince “Otursana Himmet” derdi. Ayakta durmak Allah’ın huzurunda durmayı hatırlatır, peygamberimiz de onun mukabilinde durmuştur, karşı kelimesi adaba uymaz herhalde. Rüku da eğilmektir, büyüklerin karşısında eğilir insan “eğilmek bizim hakkımız küçükler eğilir, orada Rabbiyel azim, yani sen büyüksün azimsin demektir, biz eğiliyoruz demektir. Üçüncü boyut secdedir, o da yine saygının en yoğun kısmı ve Allah’a en yakın olmaktır. Peygamberimiz uzun süre secdeden kalkmazmış, bir keresinde Hz Aişe endişe etmiş yoksa öldü mü? diye. “Resulullah ise en çok benim secde etmem gerekmez mi, bana verilenlere bir bak ya Aişe, demiş. Tahiyyat ise tazim bölümlerinden sonra Miraçtaki konuşmanın vurgulanmasıdır.

Tahiyyattaki kelimeler Peygamberimizin Miraç’da telaffuz ettiği kelimelerdir. Ne kadar yerli yerindelik ve estetik uyumdur, o makamda konuşulanlar.

“O tahatturla o mübarek kelimelerin manaları cüziyetten  külliyete çıkar ve o kudsi ve ihatalı manalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru ali edip genişlenir.” İki kelime kullanmış hatırlamak diğeri hatırlanılan şeyi zihinde şekillendirmektir, yani tasavvur, ne kadar kulu ile olan buluşmasını zenginleştirmiştir. Alemde herşey yerli yerinde dinde de ibadette de herşey yerli yerinde, uyum ve estetik uyum her şeyi kuşatmış. Tahiyyatta tahattur ve tasavvur kelimeleri hazırlanarak oturmalı, mana nasıl genişlik kazanır.

Bediüzzaman tahiyyatı müminin miracı olarak anlatır. ”Resul-i Ekrem Aleyhisselatü vesselam  o gecede Cenab-ı Hakk’a karşı  selam yerinde ettahiyyütlillah demiş. Yani bütün zihayatların  hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve sanilerine takdim ettikleri fıtri hediyeler  Ey Rabbim sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum” Evet nasıl ki Resuli Ekrem Aleyhisselatü Vesselam ettahiyyat kelimesiyle bütün zihayatın ibadat-ı fitriyelerini  niyet edip takdim ediyor.(Namaz kulun Allahına halini arzetmesi, Allah’ı övmesi icraatını anlatmasını ve duası ve kötü yollardan korunmasını arzı, sunması.)

Öyle de tahiyyatın hülasası olan elmübarekat kelimesiyle de  bütün medar-ı bereket ve tebrik ve barekallah dediren ve mübarek denilen ve hayatın  ve zihayatın hülasası olan  mahluklar hususan tohumların  ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtaların fıtri mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek o geniş mana ile söylüyor. O mübarekatın hülasası olan essalavat  kelimesiyle de zihayatın hülasası olan bütün ziruhun ibadat-ı mahsusalarını tasavvur edip  dergah-ı ilahiye o ihatalı  manasıyla arzediyor ve ettayyibat kelimesiyle de ziruhun hülasaları olan kamil insanların ve melaike-i mukarrebinin salavatın  hülasası olan tayyibat ve nurani  ve yüksek ibadetlerini irade ederek mabuduna tahsis ve takdim eder. Hem nasıl ki o gecede Cenab-ı Hak tarafından  esselamü aleyke ya eyyüennebiyyü demesi  istikbalde yüzer milyon insanların her bii her gün hiç olmazsaon defa esselamü aleyke ya eyyühennebiyyü demelerini amirane işar eder ve o selam-i ilahi o kelimeye geniş birk nur ve yüksek bir mana verir. Öyle de Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselam‘ın o selama mukabil  esselamü aleyna ve ala ibadilhali salihin demesi istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin salihleri selam-ı ilahiyi temsil eden islamiyete ortasındaki  esselamü aleyke ve aleykesselam umum ümmet demesini raciyane daiyane Halıkından istediğini ifade ve ihtar eder. ve O sohbette hissedar olan Hazreti Cebrail Aleyhisselam emr-iilahi ile o gece eşhedüenla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resulullah  demesi bütün ümmeti kıyamete kadar böyle şehadet edeceğini   böyle diyeceklerini mübeşşirane haber verir. Ve bu mükaleme-i kudsiyeyi tahattur ile  kelimelerin manaları parlar, genişlenir.

Tahiyyattaki bir mana da teşehhüddür. (bütün bir din namaza yüklenmiş tonlarca mana altını, elmas. Eğer namazın ihtar ettiği tasavvur, tahayyül ettirdiği hakikatleri düşünerek kılsaydık her namaz uzun bir süreyi alırdı. 

Bu mezkûr hakikatin inkişafında bana yardım eden garib bir halet-i ruhiyedir:

Bir zaman karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde, hal-i hazırda olan bu koca kâinat; hayalime camid, ruhsuz, meyyit, boş, hâlî, müthiş bir cenaze göründü. Geçmiş zaman dahi bütün bütün ölü, boş, meyyit, müthiş tahayyül edildi. O hadsiz mekân ve o hudutsuz zaman, karanlıklı bir vahşetgâh suretini aldı. Ben o haletten kurtulmak için namaza iltica ettim. Teşehhüdde اَلتَّحِيَّاتُ dediğim zaman birden kâinat canlandı; hayattar, nurani bir şekil aldı, dirildi. Hayy-ı Kayyum’un parlak bir âyinesi oldu. Bütün hayattar eczasıyla beraber, hayatlarının tahiyyelerini ve hedâyâ-yı hayatiyelerini daimî bir surette Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a takdim ettiklerini ilmelyakîn, belki hakkalyakîn ile bildim ve gördüm.

Sonra اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ dediğim vakit o hudutsuz ve hâlî zaman; birden Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın riyaseti altında, zîhayat ruhlar ile vahşetzar suretinden ünsiyetli bir seyrangâh suretine inkılab etti.

İkinci Sual: Teşehhüd âhirinde اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰى اِبْرَاهٖيمَ وَعَلٰى اٰلِ اِبْرَاهٖيمَ deki teşbih, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünkü Muhammed aleyhissalâtü vesselâm, İbrahim aleyhisselâmdan daha ziyade rahmete mazhardır ve daha büyüktür. Bunun sırrı nedir?

Hem bu tarzdaki salavatın teşehhüdde tahsisinin hikmeti nedir?

Aynı dua, eski zamandan beri bütün ümmet her namazda tekrar etmeleri… Halbuki bir dua bir defa kabule mazhar olsa yeter. Milyonlarca duaları makbul olan zatlar musırrane dua etmesi ve bilhassa o şey vaad-i İlahîye iktiran etmiş ise… Mesela عَسٰى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا Cenab-ı Hak vaad ettiği halde, her ezan ve kametten sonra edilen mervî duada وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذٖى وَعَدْتَهُ deniliyor, bütün ümmet o vaadi ifa etmek için dua ederler. Bunun sırr-ı hikmeti nedir?

Elcevap: Bu sualde üç cihet ve üç sual var.

Birinci Cihet: Hazret-i İbrahim aleyhisselâm, gerçi Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâma yetişmiyor. Fakat onun âli, enbiyadırlar. Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın âli, evliyadırlar. Evliya ise enbiyaya yetişemezler. Âl hakkında olan bu duanın parlak bir surette kabul olduğuna delil şudur ki:

Üç yüz elli milyon içinde Âl-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdan yalnız iki zatın; yani Hasan (ra) ve Hüseyin’in (ra) neslinden gelen evliya –ekser-i mutlak– hakikat mesleklerinin ve tarîkatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları عُلَمَاءُ اُمَّتٖى كَاَنْبِيَاءِ بَنٖى اِسْرَائٖيلَ hadîsinin mazharları olduklarıdır. Başta Cafer-i Sadık (ra) ve Gavs-ı A’zam (ra) ve Şah-ı Nakşibend (ra) olarak her biri, ümmetin bir kısm-ı a’zamını tarîk-ı hakikate ve hakikat-i İslâmiyet’e irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler.

İkinci Cihet: Bu tarzdaki salavatın namaza tahsisi hikmeti ise meşahir-i insaniyenin en nurani en mükemmeli en müstakimi olan enbiya ve evliyanın kafile-i kübrasının gittikleri ve açtıkları yolda, kendisi dahi o yüzer icma ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve şaşırmaları mümkün olmayan o cemaat-i uzmaya, o sırat-ı müstakimde iltihak ve refakat ettiğini tahattur etmektir. Ve o tahattur ile şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyieden kurtulmaktır.

Ve bu kafile, bu kâinat sahibinin dostları ve makbul masnuları ve onların muarızları, onun düşmanları ve merdud mahlukları

olduğuna delil ise: Zaman-ı Âdem’den beri o kafileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muarızlarına her vakit musibet-i semaviye inmesidir.

Evet, kavm-i Nuh ve Semud ve Âd ve Firavun ve Nemrut gibi bütün muarızlar gazab-ı İlahîyi ve azabını ihsas edecek bir tarzda gaybî tokatlar yedikleri gibi; kafile-i kübranın Nuh aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm, Musa aleyhisselâm, Muhammed aleyhissalâtü vesselâm gibi bütün kudsî kahramanları dahi hârika ve mu’cizane ve gaybî bir surette mu’cizelere ve ihsanat-ı Rabbaniyeye mazhar olmuşlar.

Bir tek tokat, hiddeti; bir tek ikram, muhabbeti gösterdiği

halde, binler tokat muarızlara ve binler ikram ve muavenet kafileye gelmesi, bedahet derecesinde ve gündüz gibi zahir bir tarzda o kafilenin hakkaniyetine ve sırat-ı müstakimde gittiğine şehadet ve delâlet eder. Fatiha’da صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ o kafileye ve غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَ لَا الضَّالّٖينَ muarızlarına bakıyor. Burada beyan ettiğimiz nükte ise Fatiha’nın âhirinde daha zahirdir.

Üçüncü Cihet: Bu kadar tekrar ile kat’î verilecek olan bir şeyin vermesini istemesinin sırr-ı hikmeti şudur:

İstenilen şey mesela, Makam-ı Mahmud bir uçtur. Pek büyük ve binler Makam-ı Mahmud gibi mühim hakikatleri ihtiva eden bir hakikat-i a’zamın bir dalıdır. Ve hilkat-i kâinatın en büyük neticesinin bir meyvesidir. Ve ucu ve dalı ve o meyveyi dua ile istemek ise dolayısıyla o hakikat-i umumiye-i uzmanın tahakkukunu ve vücud bulmasını ve o şecere-i hilkatin en büyük dalı olan âlem-i bâkinin gelmesini ve tahakkukunu ve kâinatın en büyük neticesi olan haşir ve kıyametin tahakkukunu ve dâr-ı saadetin açılmasını istemektir.

Ve o istemekle, dâr-ı saadetin ve cennetin en mühim bir sebeb-i vücudu olan ubudiyet-i beşeriyeye ve daavat-ı insaniyeye kendisi dahi iştirak etmektir. Ve bu kadar hadsiz derecede azîm bir maksat için bu hadsiz dualar dahi azdır.

Hem Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâma Makam-ı Mahmud verilmesi, umum ümmete şefaat-i kübrasına işarettir. Hem o, bütün ümmetinin saadetiyle alâkadardır. Onun için hadsiz salavat ve rahmet dualarını bütün ümmetten istemesi ayn-ı hikmettir.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Meyveyi Ağaçtan, Hububatı Topraktan mı İstemeliyiz?

MEYVEYİ AĞAÇTAN, HUBUBATI TOPRAKTAN MI İSTEMELİYİZ? Prof. Dr. Ali ALAŞ * Sevgili okurlarımız, artık baharın …

Kapat