Bu günlerde birçok yerde çeşitli münazaralara rastlıyorum. Mevzular dönüp dolaşıp İslâmiyet’in yüksekliğine ve müstesna nizamda bir din oluşuna, bununla beraber biz Müslümanların İslâmiyet’i üzerimizde ne kadar gösterebildiğimize (daha doğrusu gösteremediğimize) geliyor. İnsanların yakındıkları ortak dert, “İslâmiyet’in bizzat yaşamak yoluyla temsil edilmediği” meselesidir.
Geçenlerde bir iş ortamında yapılan bir konuşmaya şahid oldum. İçlerinden birisi şöyle diyordu: Sahâbelerden (ra) misaller veriliyor, evliyâ menkıbeleri anlatılıyor, İslâmiyet için yapılan fedakârlıklara, İslâmiyet’i öğrenmek ve yaşamak için yapılan çabalara hayret ediyor ve şevkleniyoruz. Fakat insanın içinde bir ukde kalıyor. Acaba İslâmiyet eski zamanlarda mahkûm mu kaldı? Bu devirlerde hiç yaşanamaz mı? Biz, sadece eskilerin halleriyle ve kahramanlıklarıyla mı övünüp duracağız? İslâmiyet bu zamanda hakîkî şekilde yaşanamayacak olan bir ütopya mı? Bu zamanda yaşayan ve doğru yaşantısıyla İslâmiyet’i insanlara en güzel bir şekilde gösteren model veya modeller yok mu? Bizzat gözümüzle göreceğimiz numuneler hiç olmayacak mı? İslâmiyet’in bu asırda da tatbik edilebileceğini yaşantısıyla fiilen ispat edecek kimseler yok mu? Yani, yüzünün nuraniliğine bakıp “Allah’ı ve ahireti” hatırlayacağımız. Namazındaki haline bakıp “işte mü’min budur ve dosdoğru namaz, böyle kılınmalıdır” diyeceğimiz. Hal ve hareketleri sözlerinden farklı olmayan, söyledikleri yaptıklarının tersi olmayan ve en önemlisi de yapmadığını söylemeyen.
Gerçekten ne kadar da haklı bir serzeniş! Değil mi? İnsan, gördüğünü bilir. Bildiğine muhabbet eder. Muhabbet edip sevdiğine benzemeye çalışır. Sevdiğine benzemenin en kolay yolu ise sevdiğini taklit etmektir.
Madem insan gördüğünü bilir. O halde bizler kibirsiz ama dimdik duruşumuzla, riyasız, dosdoğru yaşantımızla etrafımıza; “İslâmiyet’in her zamanda olduğu gibi bu zamanda da yaşanabilir olduğunu” göstermeliyiz. Ve madem insan bildiğine muhabbet eder. Öyle ise bizler de izzetli vakarımızla ve zilletsiz tevazuumuzla ve tabiî ki güvenilirliğimizle insanlara kendimizi (ve dolayısıyla dinimizi) sevdirmeliyiz. Ve madem insan sevdiğine benzemeye çalışır. Öyle ise bizler de İslâmiyet’in kolaylık dini olduğunu, insanlara azap vermek için değil, her yönüyle rahmet olarak gönderilmiş bir din olduğunu ve aslında İslâmiyet’i yaşamanın ne kadar da külfetsiz ve rahat olduğunu bizzat yaşayarak göstermeli ve örnek olmalıyız.
Madem bizler âhir zaman insanlarıyız. Ve maalesef batı medeniyeti hayatımızın neredeyse her tarafına yayılmış. Öyle ise bizim de yeniden İslâm medeniyetine dönebilmemiz için bu zamanın şartlarına uygun olan, Ku’ân’a ve sünnete uygun medeniyet tarzı veya yaşam biçimi geliştirmeliyiz. Çünkü insanları bir işten men edebilmemiz için önce önlerine iyi bir alternatif sunmalıyız. Yani evvela doğruluğumuzla, güvenilirliğimizle, güzel ahlâk ile ve haramlardan kaçınmak ile etrafımıza yaşayan birer numune olarak dolaşmalıyız.
Malumdur ki, lisan-ı hâl lisan-ı kâlden kat be kat üstün ve tesirlidir.
***
İrfan Mektebi
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024