Ana Sayfa / Yazarlar / Muamma Etrafında

Muamma Etrafında

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Muamma kelimesi Ene isimli eserde kullanılır. Kelimenin eserlerde kullanılan en şümullü manası budur. Âlemin sırlarını açacak insanın benidir, şayet beni iyi anlaşılırsa âlemdeki sırları da açar, “Ene künuz-ı mahfiye olan Esmai ilâhiyenin anahtarı olduğu gibi kainatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkülküşâdır. Bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene mahiyetinin bilinmesiyle o garip muamma o acib tılsım olan ene açılır ve kainat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu dahi açar.”

Yukardaki cümle felsefe tarihini bilmeye mütevakkıf, aynı zamanda psikoloji ve psikanalizi bilmeye bağlı. Aşağıdan yukarı çözümlersek, ene yani ben garip, muamma ve acib tılsımdır. Garip, muamma, acip ve tılsım kelimeleri hepsi kapalı müphem kelimelerdir, zor kelimelerdir, hepsini birbiri arkasından kullanmış, mana olmadık şekilde kapalılık kazanmıştır. Garip, muamma, acip ve tılsım. Hepsi enenin özellikleridir. Bu kelimeler nasıl çözümlenecek ve manaları nasıl sarahat kazanacaktır. Bütün mesele insanlık tarihi, düşünce tarihi, dinler tarihi, felsefe tarihi bu  enenin mahiyetini  çözememişlerdir. Bu yüzden, anlaşılmayan bir anahtar yüzünden insanlık tarihi enenin yani “ben”in insanlığın başına getirdiği dini, felsefi ve siyasi kaoslarla doludur. Bediüzzaman bunlara dolaylı olarak işaret  ediyor. Pompei’nin patladığı  dönemde kadın ve erkek birer alelade fuhuş araçlarıdır, pompei patladığında onları hamamda iğrenç biçimlerde yakalar. Eski yunan kadını ve erkeği heykellerle mabutlaştırmış, Firavun “gökyüzünde Musa’nın bahsettiği bir ilah var mı, diye kule yaptırıp yukarıda ok attırmış, ama ne saçmalık. Ok bir balığa rastlamış. Hitler, asil nesil için insan haraları yaptırmış, aptallar tezahür etmiş, Cengiz, Buhara büyük camiiinde büyük bir âlimin kızına tasallut etmiş, onun ismini taşımak da bayağı bir asalet. Bediüzzaman dört kelimeyi boşuna bir araya dizmemiş, zorluğu  anlatmak için.

Bu muammayı görmek ancak muciznüma bir zata hastır, O da Peygamberimizdir. Çünkü “Hakikat-ı Mutlaka mukayyed enzar ile ihata edilmez” insanın nazarı enenin mutlaktan sızan mahiyetini veya ondan güneşlenen benin mahiyetini çözemez.

Muamma kelimesinin kullanıldığı garip bircümle de şudur: “Böyle acip ve muammâ âlûd şu kainatın perde-i zahiriyesi altında elbette ve elbette böyle acaip bizi bekliyor.” Bu cümle en derinlikli cümlelerden biri, bu cümlenin nasıl kurgulandığını, yazıldığını merak etmemek imkansız. Acip ve muamma alud olan neresi, şu kainat. Çözümlenmesi acip ve muamma alud. Acib ve muamma arkadaş iki kelime. Acip, anlaşılması olağan olayların dışında kullanılır, Bediüzzaman da bunu çok kullanır Kur’an da bu kelimeyi kapalı derinliğinden dolayı çok kullanır, insanın ana rahmindeki teşekkülü hilkat-ı acibedir. Cinler de acip canlılardır, çünkü onların görüntüsü  ve yaratılışı normal vakalar değildir. Kainat muamma ve acip, onların muammasının ve acipliğininin üzerinde bir görünüşte bir perde var, bu perdenin arkasını gören biri lazım,

“Böyle acaibi haber verecek öyle harika ve fevkalade bir muciznüma zat lazımdır” Yani muammayı ve acibi görecek  fevkalade ve harika muciznuma bir zat lazımdır. Bu üç özellik fevkaladelik, harikalık ve muciznümalık ancak acip ve muammayı perdenin arkasındaki olayları izah edebilir.

Muamma, âlemin yaratılışının sırrrıdır. Muamma-i acibanedir, çözülmesi kapalı bir muammadır. Hz İbrahim yaratılışın sırrını düşünmüş, bir takım sonuçlara varmıştır; o bir prototiptir, onun gibi niceleri aynı şekilde âleme bakmış, yaratılış sırrını düşünmüş, ama zora düşmüşlerdir. Çünkü bu kadar olay ve nesneyi bir maksada bağlamak insan için zordur, bu yüzden peygamberlere ihtiyaç duyulmuştur.

Ama bak o perdenin arkasını görmüş. “Hem bu zatın gidişatından görünüyor ki O görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor” Bediüzzaman da O’nun gördüğünü söylüyor, O da onun gördüklerini görmüş.

Peygamberin bütün bu evsaflarını bu arada muammaları çözmüş olmasını anlatır Bediüzzaman. 

“Hem o melek, cin ve beşerin seyyidi olan zat, şu kâinat ağacının en münevver ve mükemmel meyvesi ve rahmet-i İlâhiyenin timsali ve muhabbet-i Rabbâniyenin misali ve Hakkın en münevver bürhanı ve hakikatin en parlak sirâcı ve tılsım-ı kâinatın miftahı ve muammâ-yı hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şârihi ve saltanat-ı İlâhiyenin dellâlı ve mehâsin-i san’at-ı Rabbâniyenin vassâfı; ve câmiiyet-i istidat cihetiyle, o zat mevcudattaki kemâlâtın en mükemmel enmuzecidir. Öyleyse, o zâtın şu evsâfı ve şahsiyet-i mâneviyesi işaret eder, belki gösterir ki, o zat kâinatın illet-i gaiyesidir. Yani, “O zâta şu kâinatın Hâlıkı bakmış, kâinatı halk etmiştir. Eğer onu icad etmeseydi, kâinatı dahi icad etmezdi” denilebilir. Evet, cin ve inse getirdiği hakaik-i Kur’âniye ve envâr-ı imaniye ve zâtında görünen ahlâk-ı âliye ve kemâlât-ı sâmiye, şu hakikate şahid-i katı’dır.”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Fikren Muktedir Olmak – 1

İnsan, fıtratında var olan istidadları üzerinde durup onları geliştirmeye çalıştıkça o istidadlar inkişaf ederek kabiliyete …

Kapat