Ana Sayfa / Yazarlar / Muhakemat ders notları -I / Mustafa H. KURT

Muhakemat ders notları -I / Mustafa H. KURT

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Mariz Bir Asrın,

Hasta Bir Unsurun,

Alil Bir Uzvun

Reçetesi

Veyahut

Saykalü’l – İslâmiyet

veyahut

Bediüzzaman’ın

Muhâkematı

( Ders notları -I-)

Bismillahirrahmanirrahim

(hamdele)

Cümle tahiyyat, ol Hâkim-i Ezel ve Hakîm-i Ezelî ve Rahmân-ı Lemyezelîye elyaktır ki, bizi İslâmiyetle serfiraz ve şeriat-ı garrâyla sırat-ı müstakîme hidayet etmiştir.

Hâkim-i Ezel: Ezelden beri hüküm sahibi. Hakîm-i Ezelî: Ezelden beri hikmet sahibi.  Rahmân-ı Lemyezelî: Bâki-zeval bulmayan Rahman. Elyak: daha layık, en layık olan.

Öyle bir şeriat ki, akıl ve nakil, dest-bedest ittifak vererek ol şeriatın hakaikinin hakkaniyetini tasdik etmişlerdir.

 (Ama elbette ideal anlamdaki bir akıl=hilkatinden beklenen vazifeleri yerine getiren/getirmeye çalışan bir akıl.)

Öyle hakaik ki, kökleri hakikat zemininde rüsuh ile beraber dal ve budakları kemalâtın göklerine yükselip, intişar edip, öyle füruat ki, meyveleri saâdet-i dâreyndir; ve bizi Kur’ân-ı Mu’cizle irşad eylemiş.

Hakikat, bir ağaç tesbihiyle tasvir ediliyor. Rüsuh: İlim ve fennin derinliğine vukufiyet. Sağlamlık. Devamlılık. Kökten ayrılan kısımlar. Füruat: Füru’lar. Esastan olmayıp geniş bilgide ortaya çıkan mes’eleler.

Öyle kitap ki, kaideleriyle hilkat-i âlemin kitabından dest-i kader ve kalem-i hikmetle mektup ve cârî olan kavânîn-i amîka-i dakika-i İlâhiyeyi izhar ettiğinden, ahkâm-ı âdilânesiyle nev-i beşerin nizam ve muvazenet ve terakkisine kefil-i mutlak ve üstad-ı küll olmuştur.

„kavânîn-i amîka-i dakika-i İlâhiye“Kainatta her yerde hükmeden ilahî kanunlar anlamında. Mesela Adalet, mesela israfsızlık gibi “kanunlar”. İşte Kur’ân-i Kerîm, kaideleriyle ‘alemin yaratılışının kitabından kader eli ve hikmet kalemiyle yazılmış ve ve elan da cari-devam eden‘ bu ilahî kanunlari izhar ettiğinden; getirmiş olduğu adil hükümleriyle insanlığın düzenine, dengesine ve terakkisine tam ve kat’i kefil ve küllî manada bir üstad, rehber olmuştur. Yani izhar ettiği (ya da kimi zaman işaret ettiği)  o ilahî kainat kanunlarıyla, insanlar için gerekli kanunları da getirmiştir.

(salvele)

Salavat-ı bînihaye, ol Server-i Kâinat ve Fahr-i Âleme hediye olsun ki, âlem, envâ ve ecnâsıyla onun risaletine şehadet ve mucizelerine delâlet ve hazine-i gaybdan getirdiği metâ-ı âlîye dellâllık ediyor.

Âlem, içindeki çeşit çeşit canlılar ve cansız cinslerle O’nun (s.a.s) risaletine şehadet, mucizelerine delilllik ve hazine-i gaybdan getirdiği kıymettar nimetlere-‘mallara’ dellallık ediyorlar-bunları ilan ediyorlar.

Güya âleme teşrif ettiğinden, herbir nevi, kendi lisan-ı mahsusuyla alkışladığı gibi, Sultan-ı Ezel, zemin ve âsumanın evtârını intak edip herbir tel başka lisanla mu’cizâtının nağamatını inşad etmekle, o sadâ-yı şirin bu kubbe-i minâda ilelebed tanîn-endaz etmiştir.

“zemin ve âsumanın evtârını intak edip”: yeryüzü ve gökyüzünün tavirlarini-hallerini konuşturup. “Tel”: burada “musikî aleti gibi” manasında.  “inşadşiir okuma“kubbe-i mina”gökkubbe.“tanîn-endaz”çınlamak.

Güya âsuman, kendi miraç ve melek ve kamerin elsine-i semaviyesiyle risaletini tebrik;(1) ve zemin, kendi hacer ve şecer ve hayvanın dilleriyle mucizelerine senâhân;(2) ve cevv-i feza, kendi cin ve bulutların işârâtıyla nübüvvetine beşaret ve sâyebân;(3) ve zaman-ı mazi, enbiya ve kütüp ve kâhinlerin rumuz ve telvihatıyla o şems-i hakikatin fecr-i sadıkını göstererek müjdeci;(4) ve zaman-ı hal, yani asr-ı saâdet, lisan-ı haliyle tabiat-ı Araptaki inkılâb-ı azîmin ve bedeviyet-i sırftan medeniyet-i mahzânın def’aten tevellüdünü şahit göstererek nübüvvetini ispat;(5) ve zaman-ı müstakbel, kendi vukuat ve fünununun etvar-ı müdakkikanesiyle onun mevkib-i ikbalini istikbal ve lisan-ı hakîmâneyle irşadatına teşekkür;(6) nev-i beşer kendi muhakkikleriyle, bahusus hatîb-i beliği ki, şems gibi kendi kendine bürhan olan Muhammed’in (a.s.m.) lisan-ı fasihânesiyle haktan geldiğini ilân;(7) ve Zât-ı Zülcelâl kendi Kur’ân’ının lisan-ı beliğanesiyle(8) ol Nebiyy-i Ümmînin ferman-ı risaletini kıraat ediyorlar ve okuyorlar.

“elsine”diller. ”cevv-i feza”atmosfer“sâyebân”destek-yardım, gölge“telvihat”kinayeli işaretler.“mevkib”kafile, cemaat.

       —————

1-      “Güya âsuman”: gökyüzü, -kendisiyle vüku bulan bir vakıa olması hesabıyla- miraç mucizesinin ve meleklerin ve ay’ın ifade ettikleri semavî dillerlle risaletini tebrik;

2-      “ve zemin”: -üzerinde bulunmaları hesabıyla- hacer, şecer ve hayvanın dile gelmeleri gibi mucizelerle senâhân;

3-      „ve cevv-i feza“: atmosfer, cin ve bulutlarla ilgili mucizelerin işaretiyle nübuvvetini müjde vererek destekleyen-sâyebân;

4-      “ve zaman-ı mazi”: geçmiş zaman, Nebîlerin (aleyhimüsselam), Kütüb-ü mukaddesenin ve kahinlerin rumuz ve kinayelerle O Şems-i hakikatin (s.a.s) fecr-i sâdikını göstererek müjdeci;

5-      “ve zaman-ı hal”: yani (kendi devri olan) asr-ı saâdet, “lisan-ı haliyle” Arab kavminde o dönemle birlikte görülen büyük değişimin ve içinde bulundukları bedevilik halinden birden bire tam bir medeniyetin doğmuş olmasını şahit göstererek nübuvvetini ispat;

6-      “ve zaman-ı müstakbel”: gelecek, yani asr-ı saadet sonrası devirler, kendi bünyelerinde görülen tarihî olayların ve ilmî/fennî gelişmelerin müdakkikâne=dikkatli tavırlarıyla, O’nun (s.a.s) gelecekteki cemaatini-ümmetini (gösterip) hikmetli bir lisanla, yaptığı irşadâta teşekkür;

7-      “nev-i beşer”: insanlık, kendi tahkîk ehliyle-hakikatı araştıranlar (hakikat alimleri) ile, özellikle de belagat sahibi hâtipleri ile ki, tıpkı güneş gibi kendi kendine bürhan olan Hz. Muhammed (s.a.s)’in fasih lisanıyla onun haktan geldiğini ilan; (zira bir şeyi göstermek için güneşe ihtiyaç varken, güneşi ispat için güneşin kendisi yeter)

8-      “ve Zât-ı Zülcelâl”, kendi Kur’ân’ının lisan-ı beliğanesiyle;

         ol Nebiyy-i Ümmînin ferman-ı risaletini kıraat ediyorlar ve okuyorlar.

(Beyit: Cihanın bütün arslanlarının bağlandıkları bir zinciri hileci bir tilkinin koparmasına imkân var mıdır?)

Emma ba’d: Şu fakir, garip Nursî ki, “Bid’atüz-zaman” lâkabıyla müsemmâ olmaya layık iken, haberi olmadan “Bediüzzaman” ile meşhur olan biçare, tedennî-i milletten ciğeri yanmış (1) gibi feryad ü figan ederek, “Ah, ah, ah! Vâ esefâ!” der ki: İslâmiyetin mağz ve lübbünü terk ederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve su-i fehim ve su-i edeple İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemedik. Ta, o da bizden nefret ederek evham ve hayalatın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi… (2)

       mağz ve lübb: özkışrkabuk.

1-      “tedennî-i milletten ciğeri yanma” hasleti üzerine ayriyeten düşünmeli..

2-      Burada İslamiyet, (evham ve hayalattan oluşan) bulutların arkasında kalan bir güneşe benzetiliyor.

Hem de hakkı var. Zira biz israiliyyatı usulüne ve hikayatı akaidine ve mecezatı hakaikına karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak yine onun merhametidir.

     – İsrailiyyat: Yahudi (ve yerine göre de Hıristiyan) kaynaklı ‘dinî bilgi’. (3. Mukaddemede izah edilecek.)

Öyleyse, ey ihvan-ı müslimîn! Geliniz, ona tarziye vereceğiz. Elbirliğiyle dest-i sadakati uzatacağız, biat edeceğiz. Onun hablü’l-metinine sarılacağız.

Hem de bilâ-perva olarak ilân ederim: Beni geçmiş asırların efkârına karşı mübarezeye heyecan ve şecaate getiren ve yüzer senelerden beri sevk-ül ceyş ile kuvvet bulan hayalât ve evhamın müdaafasına beni gayrete getiren itikadım ve yakînimdir ki: (1) Hak neşv ü nema bulacaktır, eğer çendan toprakta gizlense…(2) Ve tarafdar ve mültezimleri muzaffer olacaklardır, eğer çendan zaman ve zeminin merhametsizliğinden az ve zayıf olsalar… (3)

1- “itikadım ve yakînimdir ki” ifadesi; devamında beyan edilecek sözlerin birer tahmin ve zan değil, kesin olarak inanılan şeyler olacağını haber veriyor.
2- Hak, ancak uygun şartlar oluşturulduğunda neşv ü nema bulabilecek bir tohuma benzetiliyor.
3- Buradaki ve devam eden cümledeki ümit dolu söylemin Alem-i İslam’ın belki de en karanlıklı bir döneminde dile getirilmiş olması nazar-ı dikkatten kaçmamalı.

Yazar : Mustafa H. KURT

Mustafa H. Kurt: 1974 yılında Gaziantep'te doğdu. Cumhuriyet Lisesi (1992) ve Gaziantep Üniversitesi Tarih bölümünden mezun oldu (2000). Türkiye’de ve Almanya’da eğitimcilik yanında farklı iş kollarında çalıştı. Yazarımız, kastamonur.com yanında hâlihazırda çeşitli dergi ve haber sitelerinde yazıyor.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İşte Şimdi Bağımsız Türkiye Olduk / Vehbi KARA

Türkiye’nin Afrin’de başlatmış olduğu harekât; gerçekten de bağımsız ve kendi milli çıkarlarına uygun siyaset izleyen …

Kapat