Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Risale ve Bediüzzaman Üzerine / Muhakemat ders notları -II / Mustafa H. KURT

Muhakemat ders notları -II / Mustafa H. KURT

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

            Hem de itikadımdır ki: İstikbale hüküm sürecek ve her kıt’asında hâkim-i mutlak olacak yalnız hakikat-ı İslâmiyettir.(1) Evet saadet-saray-ı istikbalde taht-nişin hakaik ve maarif yalnız İslâmiyet olacaktır. Onu fethedecek yalnız odur; emareler görünüyorlar… Zira mazi kıt’asında, vahşetâbâd sahralarında hayme-nişin taassub ve taklid; veyahut cehlistan ülkesinde menzil-nişin müzahrefat ve istibdad olanlara, Şeriat-ı Garra’nın galebe-i mutlak ve istilâ-i tammına sed ve mani olan sekiz emir, üç hakikat ile zîr ü zeber olmuşlardır ve oluyorlar. (2)O maniler ise: Ecnebilerde taklid ve cehalet ve taassub ve kıssîslerin riyaseti.(3) Ve bizdeki mani ise; istibdad-ı mütenevvi ve ahlâksızlık ve müşevveşiyet-i ahval ve ataleti intac eden ye’stir ki, şems-i İslâmiyetin küsufa yüz tutmasına sebeb olmuşlardır. (4)

      hayme-nişin: çadırda oturan, göçebe. menzil-nişin: yerleşik hayat sürdüren. müzahrefat: karışık hal.

           ——————-

1- İstikbaldeki hâkim-i mutlak, İslam hakikatleri olacaktır deniliyor. Yani Allahu a’lem, bizzat İslam adına bir sistem veya kurallar bütünü hakim olmasa da; İslam’ın koymuş olduğu ve zaten fıtratın da bir gereği olan hakikatlerin (örneğin aile hayatı, hakça gelir dağılımı, insan hakları vs.nin) teşviki ve korunması ile ve de alkol-faiz-kumar vs. gibi haramların ve bunlara bağlı fenalıkların iyice duyurulması yoluyla bunlara karşı gelişecek olan yine “fıtrî” duyarlılıklar hakim olacaktır diye düşünülebilir.

2- İnsanlık, adeta vahşetli birer sahraya-çöle benzeyen geçmiş dönemlerinde (genel olarak) ya göçebe yaşam tarzında katı bir taassubla başlarındaki ulema ve umerayı körü körüne taklid ettiklerinden; ya da yerleşik hayat tarzında ekseriyetle yek vücut olmayıp, -her türlüsünden- herhangi bir saltanatın baskısı atında olduklarındandır ki, Şeriat-ı Garra onlara sekiz sebepten ötürü galip gelmedi-ulaşamadı. İşte bu sekiz mani, üç hakikatle zîr ü zeber oldu ve oluyorlar ki, istikbalde hakim-i mutlak yalnız hakikat-ı İslamiyet olacaktır.

3- Yukarıda bahsi geçen o sekiz maninin ise dördü ecnebilerde, dördü de ehl-i İslam arasındadır. 
           Ecnebilerdeki bu söz konusu dört mani:

a- “taklid”: insanların, din gibi en önemli konularda bile serbest iradeleri yerine başlarındaki her türlüsünden ehl-i hükmün tercihine göre tavır belirlemeleri, onları taklid etmeleri.

b- “cehalet”: bu konuda özellikle de, belki bir kısmı günümüze bile ulaşmış olan batıl inançları, hurafeleri, korkuları vs. düşünerek, geçmiş dönemlerde insanlığın içinde bulunduğu bu cehalet karanlığının ne derece etkin olduğunu tahmin etmeye çalışmalı.

c- “taassub”: kendi batıl fikir ve inanışlarının her türlüsü için fertlerde ve toplumda -biribirine bağlı olarak- gelişmiş  ve de zamanla kökleşmiş olan dogmatik inanç, yargı ve tavırdaki katılık.

d- “kıssîslerin riyaseti”: ruhban sınıfının tarih boyunca görülen hükmetme-etkileme gücü ve yetkisi. Ki, bütün bunları içerisinde barındıran bir örnek olark belki en başta Galilei’nin başına gelenleri hatırlayabiliriz.

4- O “sekizden”, bizim için söz konusu olan dört mani ise:

a- “istibdad-ı mütenevvi”:maruz kaldığımız her türlüsünden istibdad.

b- “ahlaksızlık”: (ideal ahlaktan kastın sünnet-i seniyye olduğunu düşünürsek, buradaki ahlaksızlıkla o sünnete karşı gösterilen lakaydlık da düşünülebilir).

c- “müşevveşiyet-i ahval”:karışık haller. hayatın maddî-manevî alanlarında gösterdiğimz düzensizliğimiz.

d- “ataleti intac eden ye’s”:memnun olmadığımız haller karşısında içine düştüğümüz ve bizi atalete-tembelliğe sevk etmekte olan ye’s, umutsuzluk.

            Sekizinci ve en birinci mani ve bela budur: Biz ile ecnebiler; bazı zevahir-i İslâmiyet ve bazı mesail-i fünun ortasında hayal-i bâtıl (!) ile tevehhüm eylediğimiz müsademet ve münakazattır. (1) Âferin maarifin himmet-i feyyazanesine ve fünunun himmet-i merdanesine ki; meyl-i taharri-i hakikat ve muhabbet-i insaniyet ve meyl-i insaf olan hakaiki techiz ederek o manilere gönderip zîr ü zeber etmiş ve ediyor. (2)

            ——————

1- Üstad Hz. burada, yukarıda sayılan manilere ek ve belki bunlardan daha da önemli bir mani olarak ise; hem bizde ve hem de ecnebilerde geçerli ortak bir “mani ve bela” olarak, İslamiyetin zahiri (yani İslam hakikatlerinin yüzeysel anlatımı ve görüntüsü) ile fennin/bilimin meseleleri arasında tamamen bâtıl-yanlış bir hayalle var olduğunu sandığımız zıtlık ve çatışmayı saymakta.

2- Yukarıda bahsi geçen ve söz konusu manileri zir ü zeber ettiği-ediyor olduğu söylenilen üç hakikat:

– “meyl-i taharri-i hakikat”:hakikati arama-araştırma meyli ve isteği;

–  “muhabbet-i insaniyet”:insana sevgi;

– “meyl-i insaf”İnsaf: (nısf’tan) muhatabın da bir haklılık payı olabileceğini teslim etme- bunu anlamaya çalışma isteği.

            Evet en büyük sebeb ki: Bizi dünya rahatından ve ecnebileri âhiret saadetinden mahrum eden, şems-i İslâmiyet’i münkesif ettiren, sû’-i tefehhüm ile tevehhüm-ü müsademet ve muhalefettir. (1) Feya lil’aceb!… Köle efendisine ve hizmetkâr reisine ve veled pederine nasıl düşman ve muarız olabilir? Halbuki İslâmiyet, fünunun seyyidi ve mürşidi ve ulûm-u hakikiyenin reis ve pederidir. Fakat vâ esefâ bu sû’-i tefehhüm ve şu tevehhüm-ü bâtıl, şimdiye kadar hükmünü icra ederek vesvesesiyle ye’si ilka edip bâb-ı medeniyet ve maarifi Ekrad ve emsallerine kapattırdı. Zira bazı zevahir-i diniyeyi, fünunun bazı mesailine muarız tahayyül ederek ürktüler. Ezcümle: Küreviyet-i arz ki, fünunun en birinci derecesi olan coğrafyanın en birinci basamağıdır. İleride gelecek altı mes’eleye münafî zannettiklerinden, bu bedihî mes’elede mükâbere etmekten çekinmediler. (2)

         mükâbere: Kibirden dolayı hakikati kabullenememe, niza veya kavga çıkarma.

             ——————-

1- Evet, işte bizi dünya, ecnebileri de ahiret saadetinden mahrum eden, İslam güneşini kesafete-bulutlar ardına bürüyen budur: yani (din ve bilimi) yanlış anlama ile bunları çarpışıyor ve birbirine muhalefet ediyor sanmak.

2- “bazı zevâhir-i diniyeyi” bile bilimle çatışır görmek, en başta “sû’i tefehhümden”dir. Ki, buna verilebilecek pek çok örnek yanında Üstad Hz., dünyanın yuvarlaklığı üzerine meydana gelen tartışmaları ve dünyanın yuvarlak olmadığını savunan kimi Müslümanların bunu kendi tefsirlerinde de zikretmelerini hatıra getiriyor. Bu meseleye ayrı örnek olarak belki “Öküz-balık” misalini ya da “Ay Allah’ın nurudur” ayetine dayanarak Ay’a gidilemeyeceğinin söylenmesini vs. de hatırlayabiliriz.

            Ey benim şu kitabıma im’an-ı nazar ile nazar eden zât, malûmun olsun! Bu kitabla istediğim hizmet budur: İslâmiyette olan tarîk-ı müstakimi göstermekle ehl-i tefrit olan a’da-yı dinin teşkikatını red ve yüzlerine vurmakla beraber; tarîk-ı müstakimin öteki canibini ve sadîk-ı ahmak ünvanına lâyık olan ehl-i ifrat ve zahirperestlerin tevehhümlerini tard ve asılsızlığını göstermek ve asıl rehber-i hakikat ve âlem-i İslâmiyetin ikbal ve istikbaline yol açan ve sırat-ı müstakimde kemal-i ümid-i zafer ile çalışan muhakkikîn-i İslâm ve âkıl sıddıklara yardım etmek ve kuvvet vermektir. (1)

teşkikat: şek ve şüpheler, şüphede bırakmasadîk-ı ahmakahmak dost. (burada: ehl-i ifrat ve zahirperestler-hakikatlerin derununa nüfuz edemeyip, herhangi bir dini meselede sadece lafza veya yüzeysel manaya bakarak, muhakeme noktasında eksiklikler yaşayan Müslümanlar); zıddı: âkıl sıddıklar!.

1- Burada, ideal anlamıyla muhakkik-i İslam’a dair bir tarifin bulunduğu da söylenebilir.

     Elhasıl: Maksadım: Ol elmas kılınca saykal vurmaktır.

            Eğer sual edersen: Senin bu telaşın ve ulûm-u mütearife hükmüne geçen şeylere bürhan getirmeye ne lüzum vardır? Zira telahuk-u efkâr ve tecarübün keşfiyatıyla meydan-ı bedahete gelen mesaile bürhan getirmek, malûmu i’lam demektir?..

            Cevaben derim: Maatteessüf benim ile şu zamanın kıt’asında iştirak eden cümlesi; eğer çendan, sureten onüçüncü asrın evlâdıdırlar, fakat fikir ve terakki cihetiyle kurûn-u vustânın yadigârlarıdırlar. Güya muasırlarımız, üçüncü asrın nihayetinden onüçüncü asra kadar geçmiş olan asırların fihristesi veyahut enmuzeci veyahut melez bir kavimdirler. Hattâ bu zamanın çok bedihiyatı, onlarca mevhumat sayılır.

Yazar : Mustafa H. KURT

Mustafa H. Kurt: 1974 yılında Gaziantep'te doğdu. Cumhuriyet Lisesi (1992) ve Gaziantep Üniversitesi Tarih bölümünden mezun oldu (2000). Türkiye’de ve Almanya’da eğitimcilik yanında farklı iş kollarında çalıştı. Yazarımız, kastamonur.com yanında hâlihazırda çeşitli dergi ve haber sitelerinde yazıyor.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
PKK Toptan Yok Olmak Üzere / Vehbi KARA

“Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmaz” demiş atalarımız. Şimdi bu söze uygun olarak ABD kılavuzluğunda; …

Kapat