Ana Sayfa / Yazarlar / Mülteci Sorun.. Mülteciye de Sorun..

Mülteci Sorun.. Mülteciye de Sorun..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Mülteci Sorun,
Mülteciye de Sorun..

Uzayda, gezegenleri hatta galaksileri yutan kara delikler gibi, insanlığın binbir emekle, binbir zahmetle, onlarca, yüzlerce yılda ortaya koyduğu güzellikleri ve ortaya koyduğu her değeri yutan, yutmaya azmetmiş dolmak bilmez, doymak bilmez sosyal, kültürel karadelikler var.
Her medeniyeti, her devleti, her şehri, her köyü, her aileyi, her bireyi tehdit ediyorlar..

Sapkın ideolojiler; ideolojileri uğruna ülkeleri, dünyayı, insanlığı ateşlere salan terör örgütleri, suç örgütleri, mafyalar, hiç bir insanî, ahlâkî değere sahip olmayan, saygısı olmayan sadece yiyen içen, çalan çırpan insan grupları, sosyal gruplar bu karadeliklerden bazıları..

Gazete, dergi, televizyon, radyo gibi medya organlarına ve son yıllarda yaygınlaşan sosyal medya sektörüne sızmış kişi ve gruplar birer kara delik gibi, insanların, toplumların bütün insanî, ahlakî değer ve birikimlerini yutuyor, yokediyorlar.

Eğlence sektörü diye de adlandırılan kumar, içki, uyuşturucu, bar, pavyon, meyhane, kerhane sektörü, çocukları ve gençleri esir alan oyun sektörü de tüm milletler, tüm medeniyetler adına birer karadeliktir..

Bu delikler kapatılmadan hiç bir şehir, hiç bir kültür, hiç bir devlet, hiç bir medeniyet kabını dolduramaz..
En değerli hazineleri, servetleri ve mücevherleri olan çocuklarını topluma yararlı bireyler haline getiremezler, eğitemezler ki eğitemiyorlar zaten..

Turhan Salcı’nın ifadesiyle “Sırlar ve nurlar şehri”, binlerce yıllık kadim bir medeniyet şehri olan Kastamonu’muzda da bu karadeliklerden azımsanmayacak miktarda vardır.

Eskiden sadece belli mahalle ve sokaklar, o sokaklarda yanan fitne ve cehalet ateşlerinden sıçrayan kıvılcımlar bilinir, uzak durulurdu.
Zamanla bu insanlar şehrin her yerlerine yayılmaya hatta şehre hakim olmaya başladılar.
Kanundan, nizamdan, polisten, jandarmadan boş buldukları her yere sızdılar.
Esnafa iş yaptırmaz, insanları yolda huzurla yürütmez, parkları işgal eder oldular.
Ne zaman devlet devlet olduğunu hatırladı ve bu yapılara hissettirdiyse bunlar hizaya geldi; insanımız da rahat nefes alır, yurdunda yuvasında huzurla yaşar oldu.

1961-66 yılları arasında Kastamonu Valiliği yapmış olan merhum Necdet Yalçın’ın, şehirde sürekli asayiş sorunu çıkartan, huzur bozan, kültürel dokuyu bozan, çişi geldiğinde çarşının orta yerinde herhangi bir duvara çişini yapacak kadar kuralsız, edepsiz, adapsız, saygısız bir zümrenin şehirdeki kültürel, sosyal, ticari hayata zarar vermelerine üzülmüş, kendince çareler aramış..

İstanbul gibi kadim, asil, nezih bir medeniyete sahip olan Kastamonu’ya yeni yeni yerleşmeye başlayan bu insanların şehir hayatını, medenî hayatı, sosyal yapıyı, kültürel dokuyu bozmadan, hem kendilerinin rahat etmeleri, hem de etrafı rahatsız etmemeleri, süreç içersinde eğitilerek topluma kazandırılmaları konusunda çareler düşünmüş ve hükümete bir rapor sunmuş.

Merhum Vali Necdet Yalçın’ın önerileri beğenilmiş, kabul görmüş ancak uygulamaya konulamadan vali Bey’in görev yeri değişmiş, hükümet daha başka sorunlarla ve gündemlerle boğuşmak zorunda kalmış ve plan uygulanamamış.

O günlerde şehri tehdit eden bu karadelik kapatılamamış, bu şehrin yüzlerce yıllık medeniyet birikimi, şehrin tamamına sinmiş olan asalet, nezaket, zarafet bu kara delikten akmaya, boşalmaya başlamış..

Bir kabın dibinde delik varsa onu doldurmak zor olur.
Ancak kaba akan su, delikten akan sudan fazla ise kap hep dolu olur, en azından hiç bir zaman boş kalmaz.
1950-60’lara kadar bu şehrin medeniyet kabını dolduran Osmanlı bakiyesi çok güzel insanlar vardı, hem de ne insanlardı..

1930 ve özellikle 40’ardan sonra şehrin kültür ve medeniyetinin sahibi ve varisi olan asilzadeler, beyzadeler, alimler, amirler, eşraf, esnaf değişik nedenlerle şehri terkedip başka diyarlara göç etmeye başladılar.
Bu nedenler üzerinde de ciddi akademik araştırmalar yapılmalıdır.
Onlardan her biri gittikçe evler gibi, mahalle ve sokaklar gibi sosyal ve kültürel hayatta da çok ciddi boşluklar oluşmaya, medeniyet kabını dolduran sular, su yolları gün be gün azalmaya başlamış..

Nasrullah Camiinden, Kastamonu Kalesi’nden her gün bir taş düşse aylar sonraki manzarayı hayal edebilir misiniz?
Giden beylerin, alimlerin, asilzadelerin boşalttıkları yerler yazık ki hiç bir zaman doldurulamamıştır.
Açılan boşluklar en maharetli terzinin elinden çıkmış bir gelinliğe ve damatlığa başka kumaşlardan ve terzi bile olmayanların eliyle yamalık yapılması gibi, Osman Hamdi Bey’in tablosunu yırtan birinin kendince yamalık yapması gibi uygunsuz uygulamalarla zahiren kapatılmata calışılmış..

Bu göç, bu kaçış, bu terkediş çişi gelince çarşı ortasında duvar dibine işeyenlerin işine yaramış, vali Necdet Yalçın’ın şehir dışına yerleştirmeyi düşündüğü insanlar en eski mahallelere yerleşmişler, şehir onlara kalmış..

Ardından,
köyünde karnını doyurmaktan aciz, fakir, garip, ona buna hizmet etmekten bıkmış, mesleği, eğitimi olmayan insanlar şehre kaçmışlar, şehrin boşalan mahallelerine, konaklarına yerleşen ikinci grubu onlar olusturmuşlar.
Bu aziz, bu asil şehrin medeniyet kabında bir delik daha bu şekilde açılmış olmuş.

Bir müddet sonra Kastamonu’da Orman, Karayolları, Devlet Su İşleri, TEDAŞ, YSE vb kamu kurumlarının bölge müdürlüklerinin kurulmasıyla şehir memur şehri kimliğine bürünmeye başlamış.
Başka şehirlerden gelen işçilerin, memurların taşıdığı adetlerle, farklı kültürlerle tanışma süreci yaşanıyor.
Bunun da bir zenginlik olduğu kabul edilmelidir.
Ancak Kastamonu’nun devlet memurları için üç-beş sürgün merkezinden biri haline getirilmesi bu şehre vurulan darbelerden, medeniyet havuzunda açılan deliklerden bir başkası olmuş.
Her gelen sürgün kiriyle, pasıyla gelmiş ve süprülmüş yeri biraz da onlar kirletmişler, sosyal dokuda bir kara delik de onlar açmışlar.

Ardından üniversite..
Üniversite deyince her ülkede ilim, irfan, bilim, fen, felsefe, medeniyet anlaşılırken bizde üniversiteler milletle, milletin değerleriyle savaşmak için kurulmuş karargahlar gibi çalışmışlar..
Çağdaşlık adına Müslüman mahallede dinsizlik;
Özgürlük adına ahlaksızlık, kuralsızlık üretme ve yayma üsleri gibi çalışmışlar.
Bu kültür/süzlük savaşı vesilesiyle bu kadim şehrin medeniyet havuzundan bir delik te böylece açılmış.

Kültür savaşı deyince tv’lerin, sinemanın, yazılı medyanın, poşetlere konulmak zorunda kalınan dergilerin yıkıcı, yakıcı, yokedici etkilerinden bahsetmemek olmaz.
Reklam sektörüne özel bir sayfa açmamak hiç olmaz. Ancak bu yazıda sadece işaret edip geçeceğiz.
Bir arabanın lastiğine bıçak saplanmasıyla bütün havasının birden boşalması gibi insanların, nesillerin bütün güzel değerleri birden boşaldı, boşaltıldı bu deliklerden..

Ve şimdi..
Şimdilerde başka bir fiili durumla daha başbaşayız.
Son yıllarda ülkelerindeki vahşetten, katliamlardan, savaşlardan kaçmak zorunda kalıp ülkemize, şehrimize sığınan insanlar..

Bu insanlardan bir kısmı bu ülkeye, bu şehre çok büyük değerler katıyor, hizmet ediyor, fayda sağlıyorlar.
Burada kalsalar da, gitseler de ilerde çok daha büyük katkılar sağlayacakları da muhakkak..
Hepsi mi?
Hepsi değil elbette.
Bazıları..
Bazıları bize hizmet edip, değerlerimize değerler katmaya adayken bazıları da sorun olmaya aday gibi duruyorlar..

İran, Irak, Afganistan, Suriye’den vb gelenlerin bir kısmı misyonerlerin eline düşmüş, para için din değiştirmiş, Hristiyanlaştırılmış insanlar..
Yargılamak istemem, belki mecbur kaldılar.
Ancak bunlar üzerinden bu şehirde resmi gayrı resmi Hristiyan-misyoner oluşumlar kurma peşinde olduklarını duyuyoruz.

Yeryüzünde ne kadar Hristiyan varsa arkasında AB vardır, ABD vardır. Casusluk vardır, siyasi hesaplar vardır hatta din ve medeniyet savaşları vardır.
Bilmem kaçıncı Haçlı seferinin hazırlıkları vardır, belki savaşın ortasındayızdır.

Mülteci Afgan ve Iraklıların mühim bir kısmı Şii’lerden oluşuyor.
Kastamonu halkı belki bin yıldır neredeyse tamamen Türktür, müslümandır, ehli sünnettir, Hanefidir.
Başka bir dini, kültürel, etnik yapıyı, başka bir mezhebi neredeyse hiç bilmez.
Eskiden var olan Hristiyan Ermeni ve Rumlar da şehri çoktan terk etmişler..

Mesela biz Şiiliği bilmiyoruz.
Ama onlar bizi biliyorlar ve Iraktaki, İran’daki örneklerinden biliyoruz ki Şiiler bize gerçekten düşman gözüyle bakıyorlar.

Bu gün basına yansımasa da Çin’in müslüman Uygur’lara yaptığı zulmü aratmayacak zulümleri, işkenceleri, katliamları, soykırımları Irak’ta ve İran’da Şiiler Sünnilere yapıyorlar..

Ülkemizde ve şehrimizdeki Hristiyanlar gibi Şiiler de sahipliler, organizeler, birlikte hareket ediyorlar, sistemli hareket ediyorlar.

Biz gelen herkese masum, mağdur, garip, aç, muhtaç vb insanlar nazarıyla bakıyoruz, arka planı bilmiyoruz ve hiç bir hazırlığımız yok, hiç bir tedbir de almıyoruz, alamıyoruz.

Buraya göç eden insanlar, ülkelerindeki pek çok kültürel, ahlakî, adli sorunları buraya taşıyorlar ve o sorunları burada devam ettiriyorlar, oralarda açık kalan hesaplar buralarda görülmeye devam ediyor.

Belki kan davaları, siyasi, ideolojik çatışmalar, istihbarat çatışmaları, vekalet savaşları, Şii İran destekli Haşdi Şâbi örgütü ve Suud destekli Vehhabi ekolden beslenen IŞİD gibi terör unsurları çatışmayı ülkemize ve şehrimize taşımaya çalışıyorlar..

Bu söylediklerim kadar dikkat çekmeyecek ama aslında gerçek hayatta onlar kadar zararlı etkileri olan başka bir durum; mültecilerin büyük kısmının cahil, bedevi insanlar olması.
Şehir hayatını, medeni hayatı bilmiyorlar, apartman hayatını bilmiyor, apartmanda, cadde ve sokaklarda bağıra cağıra konuşabiliyor, huzursuzluklara neden olabiliyorlar.
Çocuk yetiştirme tarzları bize benzemiyor, çocuklarını başıboş salıveriyorlar.
Caddede sokakta bunca başıboş mülteciyi gören insanımızda mülteci düşmanlığı depreşiyor, pekişiyor..

Bu durumun bir diğer tehlikesi, başıboş kalan çocukların bu şehirdeki suç yapılarına arayıp bulamadığı fırsatlar sunuyor oluşudur.
Devletimiz mülteci çocukları da zorunlu olarak okullara kaydediyor. Ancak geçtiğimiz yıl pandemi nedeniyle okullarda eğitim verilemedi. Çocuklar okullara gidemedikleti gibi bir kısmı telefon, tablet, internet yokluğundan mobil derslere de giremediler.
Dışarıda kaldılar, sokağa talip ve teslim oldular..
Sahip çıkılmayan, sabahtan gece yarılarına kadar sokakta yaşayan, ailelerinden harçlık alma imkanı olmayan, evde bile karnını doyuracak bir şeyler bulamayan bu fakir çocuklar ekmek için, simit için, bir çikolata için bile yanlış insanların eline, yanlış işlerin içine düşebilirler ve belki de bazıları düştüler bile..
Azınlık psikolojisi, dayanışma dürtüsü gençler arasında gruplasmalara, cetelesmelere kapı aralayabilir.
Gettolaşma eğilimleri oluşabilir..

Bu insanlar inşaat, sanayi, tarlala, çobanlık vb her sektör için ucuz işçi olarak görülüyor.
Sigorta yok, arkalarında sendika yok.
Çalıştırıp parasını vermeyenler de var, nasılsa belge de yok.
Arkaları yok, sahipleri yok.

Bunu bilen bizim kötülerimiz, arsızlarımız, hırsızlarımız, suç örgütlerimiz, insan tacirlerimiz, kadın tacirlerimiz için de bu insanlar bulunmaz fırsat..
Yüz yıldır sürekli kan kaybeden, havuzunda, kabında bin yıllardır biriktirdiği herşeyi açılan kara delikler yüzünden kaybeden bu ulu şehirde mülteciler yüzünden yeni bir delik daha açılmak üzere gibidir..

Kötülerin gördüğü ve değerlendirdiği bu boşlukları devlet aklı, devlet yetkilileri görmüyor, tedbir almıyor olamaz, olmamalı.

Mülteci diye burun kıvırdığımız bu insanlar devletimiz, milletimiz, medeniyetimiz, sehrimiz için büyük bir nimet olabilecekken bela ve musibet kaynağı olursa bu tamamen bizim beceriksizliğimizdir.
Atalarımız “bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur.” diye boşuna dememişler.

Bu insanların karınlarını doyurmak, soğuktan dondurmamak, açlıktan öldürmemek hepimize görevdir.
Ama insanî anlamda, kültürel anlamda bu insanların yüreklerini, hayatlarını doldurmak, doyurmak ve bu topluma adapte etmek de bizim vazifemizdir.
Bu vazifeden hiç birimiz kaçamayız.

Eğitim camiamız, kültür camiamız, diyanet camiamız, özellikle emniyet camiamız vb el birliği ile bu insanları bu toplum için sorun değil kazanç haline getirmek zorundayız.
Yanlış yapanı tesbit edip anında müdahale etmek zorundayız.
Bu amaçla okullardan, camilerden, muhtarlardan, esnaftan, emniyet ve zabıtadan sık sık raporlar alıp bu raporlar doğrultusunda tedbirler almak zorundayız.
Hatta mülteci sorununu önce ve en çok mültecilere sormak gerek.
Ne tür sorunlar yaşadıklarını, isteklerini, ihtiyaçlarını, zorluklarını onlardan sormalıyız.
Aralarında mevcut sorunlar, sorunlu insanlar hakkında bilgiyi de, çözüm yollarını da onlardan almak zorundayız.
En azından fikir edinmeliyiz.

Mülteci düşmanlığı bu topluma asla fayda sağlamaz. Çünkü kırk haramiler gibi “asmak lazım, kesmek lazım” demekten başka bir bildikleri de yok, söylemleri de yok, çözüm önerileri de yok.
Bu, tedavi edilmesi gereken bir hastalıklı bir ruh hali.
Ancak sınırsız, ölçüsüz, ilkesiz bir merhamet de merhamet değildir.
Merhamet ederken tedbir almayı ihmal etmek de sorundur, sorunludur, sorun kaynağıdır.
Bu şehrin, bu medeniyetin havuzundaki hiç bir çatlak hafife alınamaz.
Tüm çatlakları, tüm kara delikleri elbirliği ve ivedilikle kapatıp bu şehrin makus talihini bir an önce tersine döndürme yolunda çaba sarfetmek zorundayız.
Bu bize hem şanlı mazinin hem aydınlık müstakbelin yüklediği en mühim vazifedir..

Oğuz Candarlı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Türkiye’nin Romanı Olarak Gün Doğmadan..

Sezai Karakoç 1950'den 2000 yılına kadarki süre içerisinde Türkiye’yi bir şair gözü ile anlatmıştır. Akif, …

Kapat