Müşkilü’l-Kur’an

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Makale: Doç. Dr. Yakup ÇİÇEK

Önemli Not: Makaleyi; dipnotları, kaynakları; âyetlerin, Arapça ibarelerin aslını görmek; muhtemel imlâ hatalarına maruz kalmamak için pdf formatında alttaki başlığı tıklayıp indirerek okumanızı tavsiye ederiz.

Müşkilü’l-Kur’an


Kur’an-ı Kerim ayetleri arasında ilk nazarda var görülen ihtilaf ve tenakuz keyfiyetine “Müşkilu’l-Kur’an” denir. Aslında Allah’ın kelamında herhangi bir ihtilaf ve tenakuzun varlığı sözkonusu olamaz.1

Çünkü Kur’an’ın her ayeti, ilmi her şeyi kuşatmış olan Yüce Allah’ın kelamıdır. Biz bu konuya, önce ihtilaf kavramı üzerinde biraz durarak girmek istiyoruz.

GİRİŞ
İhtilaf, lugatta ittifaksızlık demektir. Hakiki ve zahiri ihtilaf kısımlarına ayrılır. Aslında birbirinden ayrı olan iki söz arasında hakiki ihtilaf vardır. Birbirine aslında değil de, görünüşte zıtlık bulunan iki kelam arasında ise, ancak zahiri ihtilaf bulunur. 2 .

. ~ J_,; ~ ~~ “Siz, (Muhammed hakkında) değişik ve çelişkili görüşler belirtmektesiniz”, 3 ayetinde yer alan “muhtelif” kelimesi; kök olarak, iki kişiden her birinin hal ve kavlinde ötekinin gittiği yolun, söylediği sözün aksini iltizam etmesi demek4 olan muhalefete dayanmaktadır. Ancak kelime, muhtelif ve muhtelef şekillerinde okunmaktadır.

Tehanevl’nin de açıkça belirttiği gibi, “muhtelif” şeklindeki kullanılışı daha yaygındır. 5

Bu kelimenin ikili okunuşu ve mananın hakkında yegane açıklamayı ‘Aliyyu’l-Kaari (v. 1014/1605) ve ‘Abdunnafi Efendi (v. 1308/1893) yapmaktadır. 6

Bazı âlimiere göre, ihtilaf, delile müstenid olacağından aslında bir ictihad demektir. Hilaf ise, bir delile dayanmayan aykırı görüş olduğundan dolayı ilmi değildir ve memnûdur. Bu duruma göre, ihtilafta maksat aynı, yol farklıdır; hilafta ise, hem hedef ve hem de yol ayndır. Onun için ihtilaf, bir rahmet; hilaf ise bir bid’at eseri sayılmıştır.

Kimilerine göre de, iki kelime arasında ihtilafın bulunabilmesi için, muasır olmaları gereklidir. Çünkü çağdaş olmayanlarn arasındaki ittifaksızlığa hilaf adı verilir. Ayrıca râcih mukabilindeki mercûh görüşe de “hilaf’ denmektedir.

İhtilaf tabiri, genel olarak her bilim dalında başka başka anlamlarda kullanılmaktadır. Mesela Belagat ilminde, fesahat bakımından, beyan uslûbünca başı sonuna uymayan sözlere “muhtelef kelam” denir.7 Hadiscilere göre muhtelif, aralarında mana bakımından zahiren bir tezad görülen hadislerdir. Araları telif edilerek tezad kaldırılır. Burada telifi mümkün olan ve olmayan ihtilaflar vardır.8 Aralarında bir tercih kabil olmazsa tavakkuf edilmesi gerekir. 9

Bilindiği gibi, Kur’an ilimleri, Kur’an’ın özelliklerine, Hadis ilimleri de, rivayet edilen vahy 10 veya vahye dayanan sünnet demek olan Hadis’in taşıdığı hususiyetlere bağlı olarak vücut bulmuştur. 11

Dil bilimcilerinin, aslı Arapça mı, yoksa yabancı menşeli mi diye ihtilaf ettikleri kelimeye de “muhtelef’ denir.12

Muhakkik mütekellimlere göre, ihtilaf, iki şeyin birbirine mutekabil ve mütemâsil olmamasıdır. Başka bir ifade ile, iki varlığın ne birbirine mutekabil ve ne de mütemasil olmasıdır. Yani asıl pözelliklerinin bütününde ortak olmamasıdır. Buna “tehalüf” de denir.13
Hakimlere göre ihtilaf, iki şeyin aynı mahiyette tamamiyle müşterek
bulunmamasıdır. Böyle birbirine muhalif olan iki varlık arasında bazan bir çelişki bulunur, bazan da bulunmaz.14

Fıkıh usulcülerine göre ihtilaf, iki delilin, aralarını cemetmek mümkün olamayacak şekilde birbirine muhalif olmasıdır. Buna genelde ihtilaf yerine “tearuz” adı verilmektedir.ı5

Müşkil kavramı ise, dinleyenin üzerinde bir süre düşünmeden gerçek manasını anlayamıyacağı kelamdır. Mücmel de buna yakın bir anlam taşır. Nitekim müşkil ile mücmel arasında büyük bir fark yoktur.ı6

Özellikle dini ilimlerde kullanılan ihtilaf, tearuz ve müşkil kavramları hakkında bu genel bilgileri verdikten sonra şimdi esas konumuz olan, Kur’an· ayetleri arasında ilk nazarda var görülen ihtilaf keyfiyetine,  yani ”Müşkilü’l-Kur’an” konusuna geçebiliriz.

AYETLERDEKi İHTİLÂF
Ayetlerdeki ihtilaf, bazı ayetlerin manaları arasında ve bu ayetlere ait olmak üzere müfessirlerin açıklamalarında görülen farklılıklardan oluşur. Zahiri ve hakiki ihtilaf kısımlarına ayrılır:17

A- ZAHiRI İHTİLAF
Kur’an, ilahî bir kelam olduğundan ayetleri arasında hakiki bir ihtilafın varlığı mümkün değildir. Ancak ilk bakışta bazı ayetler arasında, bir ihtilaf varmış gibi görünürse de, kuçük bir inceleme neticesinde gerçekte bir çelişkinin olmadığı hemen anlaşılır. 18

İslam dininin temel kaynağı olan Kur’ an hakkında yeterli bilgisi olmayanlar, bu konuda yanlış bir düşünceye kapılabileceklerinden, bu hususun da ortaya konulmasında yarar vardır.

Malum olduğu üzere ayetler ile ayetler, hadisler ile ayetler, hatta hadisler ile hadisler arasında gerçek bir ihtilaf mevcut olamaz.20 Nitekim Yüce Allah, Peygamberimizin ancak vahyedileni söyleyeceğini, fakat çelişkili sözler asla söylemiyeceğini bildirmektedir. 2ı Bununla beraber ayetler ve hadisler arasında zahiri bazı ihtilaflar bulunmaktadır. 22

a) Zâhiri ihtilaf sebepleri:
Şimdi zahiri ihtilafların sebeplerini maddeler halinde sıralayabiliriz:

1- Kıraat farklılıkları
Tarihen sabittir ki, İslam’ın ilk günlerinden itibaren kendini gösteren ve üçüncü halife Hz. Osman zamanında bariz bir şekilde ortaya çıkan Kıraat meselesi, tefsir hareketinde mühim rol oynayan âmillerden biridir.23

Bazan ayetteki bir kelime, iki kıraatlı olabilir; yani iki şekilde okunabilir. Bu durumda her müfessir, ayeti kabul ettiği kıraata göre anlayabilecektir. Bu durumda da aslında, ayetler arasında gerçek anlamda bir ihtilaf yoktur. 24

Tefsirde zahiri ihtilafa sebep olan kıraat çeşitlerini şöylece özetleyebiliriz:

a. Harekesi değişip, mana ve sureti (kelimenin aslı) değişmeyen kır aat:
.~ J w:,?J “Y J JJı 1_,4Sü ~Rı~ ıi’lıı ~ “Y yı i;~ 
Yani, ”Lut,’ Ey Kavmim, işte /şunlar kızlarımdır. (Onlarla evlenin); sizin için onlar daha temizdir. Allah’tan korkun ve misafirlerim önünde beni rezil etmeyin”, dedi.’125
Burada kıraatı farklı olan kelime, “ethara” ve “etharu” şeklinde okunmaktadır. Bu kelimenin nasb kıraatına göre okuiıması, şaz bir kıraattır. 26

b) Mana ve irabı değişen ama şekli değişmeyen kır aat:
~ ~ ~ iij;.J\ Jl .)ul
Yani “Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl birbiri üstüne koyup yerlerine getiriyoruz?”27 Burada diğer kıraat olan ~… “onları nasıl diriltiyoruz” anlamındadır.

c) Manası ve harfleri değişen ama şekli değişmeyen:
~)i ift_j \~\ Li>’
Yani “Onların yüreklerinden korku giderilince .. “Diğer kıraata ise …. bitirilince” şeklindedir.28

d) Şekli değişen ama manası değişmeyen: · J> _,4.:11 J .,…-Jts'”
Yani, ”Dağların da atılmış renkli yüne dönüştüğü gün”. Buradaki ~~ kelimesi de yine yün anlamında olup ayetin. manası
değişmemektedir.29

e) Şekli ve manası değişen: .:ı~ c:lk J
Yani, “Meyvaları tıklım tıklım dizili muz ağaçları .. ” Burada ikinci kıraatta yer alan kelime ~.. olup muz ve hurma çiçeği anlamındadır. 30

f) Takdim-tehirli olan kıraat: ~lı ~ }1 ö ~ ~ç.l>.- J “Ölüm sarhoşluğu  gerçekte geldi”; diğer ·~}lı JJ-ı ; ~ ~ç.l>.- J kıraatında ise, “ölüm sebebiyle Hakk’ın sekeratı geldi” demektir.31

g) Ziyadelik ve noksanlık olan kıraat: · ~~~ ~ \.. J ”Elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yesinler”; ·diğer kıraat ise, ~~~ c.L..s:. \-… J olup, bunda ismi mevsule râci ait zamiri zikredilmiştir. Mana ise farklı değildir. 32

Bütün alimler ve kurra’, sadece aşağıdaki şartlara uyan kıraatın sahih olacağı konusunda görüş birliği etmiştir:

1. Kıraat, Hz. Osman’ın bazı bölgelere gönderdiği nüshanın metnine tamamen uymalıdır. ·
2. Arapçanın lehçesine, gramerine, üslubuna ve deyimlerine uymalıdır.
3. Okunan metin, kesintisiz bir isnad zinciriyle Hz. Peygamber’e ulaşmalıdır.

Bu nedenle. Kur’an kıraatında sadece bir kaç farklı tarz vardır ve bunlar anlam bakımından birbirine: zıt değil; aksine anlam ve kapsamı genişletecek niteliktedirler. O halde Peygamberimizin de bizzat okuduğu bu farklı kıraatlar, anlamı daha geniş ve anlaşılır kılmaktadır.
Örnek olarak Fatiha suresinin 3. ayeti ile Maide suresinin 6. ayetinde farklı iki kıraatı ele alalım: Fatiha’nın 3. ayetinin bir kıraatı, Din gününün sahibi”= cr…Uı r y.. ~L.. ·anlamına gelir; diğer kıraatı ise, “Din gününün hükümdarı”= ı.J-:!..uı i y.. manasına gelir. Bu iki farklı kıraatın, ayetin anlamım daha geniş kıldığı görülmektedir.

Maide suresinin 6. ayetinin bir okunuşu:
ı_,-……ı J. ~ı)l Jı ~~ı J ~yı:-J ı~ü ö ~ı Jı ~. ı~ı ıy..l cr. .U\ ~ı ~
. ~ıJı~)J~Jr.
Yani “Ey İman edenler, namaz kılmaya kalktığınızda, yüzlerinizi yıkayın, kollarınızı yıkayın ve ayaklarınızı da (yıkayın)” anlamına gelir. İkinci kıraat ise, “yüzlerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve ayaklarinızı da (meshedin) manasına gelir.
İkinci okunuş, bir önceki abdestte ayakların yıkanmasından sonra mest ayakkabısı giyildiğinde, ıslak ellerle mestler üzerine meshedilmesini mümkün kılar.

Bu iki örnekte, farklı kıraatın aslında hiç bir değişikliğe sebep olmadığı görülmektedir. Aksine farklı.kıraatları, anlamı daha genş kapsamlı yapmaktadır. Aynı durum diğer farklı kıraatlar için de geçerlidir.33

2 Hakikat-Mecaz
Kur’an’da kelimeler hakiki manalarında kullanıldıkları gibi, bazan da mecazî anlamda kullanılmışlardır. İslam alimlerinin çoğunluğu, Kur’an’da mecazın varlığım kabul etmişlerdir.
Bununla beraber, Ebu’I-Abbas Ahmed b. Ahmedet-Taberi (v. 335/ 946), zahiri mezhebinin kurucusu olan Davud b. Ali Halef el-İsbebani (v. 270/883), Mutezile fakihlerinden Ebu Müslim Muhammed b. Bahr el-İsbehani (v. 370/910) gibi bazı kimseler, Kur’an’da mecazın olamıyacağını söylemişlerdir. Onların dışındaki âlimler ise, bu görüşü kabul etmez ve batıl olduğunu savunurlar. Çünkü Kur’an’dan mecazı kaldıracak olursak, onun güzellik yönü de büyük oranda ortadan kalkmış olur. Kur’an’ın ibaresinin tatlılığı ve çekici güzelliği, biraz da kendisinde var olan mecazlardan ileri gelir.

Mecaz; akli mecaz ve lugavi mecaz kısımlarına ayrılır. Bir sözün başka bir manada kullanılmasının çeşitleri pek çoktur. Bu cümleden olarak bazan bir bütünü ifade için, onun bir kısmı, bazan da bunun aksi zikredilebilir. 34

Kur’an’da yer alan bir çok mecazlar vardır. Örnek olarak bir kaç tanesini kaydedebilim: .. · .
~_,ll J.b- JG-I_,….:JI c:.r’ ~~~~ ,_} ~L,.:.I 0 ~
‘1> parmaklarını kulaklarına tıkarlar”, 35 ayetindeki parmaklardan maksat, parmak uçlarıdır. Çünkü parmakların hepsi kulağa sokulamaz.
Bu bir mecaz-ı mürseldir. Ayrıca parmak uçları yerine, parmakların zikredilmesindeki incelik, onların hakka karşı çok ilgisiz kalmalarını ifade  etmesidir. 36
…:ı:-l ~~i.) 1~1 J
“Onları gördüğün zaman vücutları hoşuna gider”37 ayetindeki “ecsam=vücutlar” kelimesinden, onların yüzleri kasdedilmiştir. Çünkü Resullah’ın onların, vücutlarını değil, yüzlerini görmesi sözkonusudur. 38

_,s:/1 J JJ\:1..1 J~ .!.lı) “‘>.-J ~ J
”Yalnız Rabbinin celal ve ikram sahibi yüzü kalacaktır,”39 ayetindeki “vech=yüz” kelimesi, Allah’ın zatı manasında kullanılmıştır. Yine
”Yüzünüzü Mescidi Haram tarafına çevirin = o~~ J>.” J 1}} ~La ~ J
ayetindeki yüzünüzü çevirin ifadesi, kendinizi çevirin anlamındadır. 41

“İnsanları sarhoş görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir .”42 Bu ayette, insanlar sarhoştur, değildir, gibi bir ifade görülüyorsa da, aslında buradaki sarhoşluk, Kıyametin kopmasında ortaya çıkan korku ve büyük sıkıntıdır. Yoksa bildiğimiz anlamdaki sarhoşluk değildir. 43

“Onun annesi Cehennemdir”44 ~JlA. 4.4\. ve “Nebi (a.s.), mü’minlere, kendi nefislerinden daha evladır; hanımları da mü’minlerin anneleridir”45 . ~4-1 ~IJjl J ~1 0″‘ ı.:_,;.:.. Jl~ J Jl ~.r.JI ayetleri de, mecazî anlam taşımaktadırlar. Çünkü birinci ayette, annenin çocuğunu kucağına alıp sarması gibi, cehennemin de onu içine alıp kuşatacağı ifade edilmektedir. İkinci ayette de, Resulullah’ın hammlarının, özellikle nikah, saygı ve hürmet bakımından anne gibi oldukları bildirilmektedir. 46

3- Müşterek lafızlar=çok anlamlı kelimeler
Kur’an’da yer alan çok manalı bazı kelimeler vardir ki, özellikle müşkilu’l-Kur’an konusunda bu durumun da bilinmesi sözkonusudur.

Mesela aşağıdaki ayette geçen “kaza” kelimesi müşterek bir lafız olup, birden çok anlamlar için kullanılır.
ı.s– j>.-1 Jl (.$.?-‘ll~ J.. J ~ _,1.1 4#- ~ ~1 ~
Yani, ”Böylece ölüm hükmünü verdiği ruhları (Kıyamete kadar) alıkor”.47 Bu ayette “hüküm verdi” anlamında kullanılan fıil, ”kaza” fiilidir. Bu fıil, bundan başka bir çok anlamlar için de kullanılır: Kesin karar verdi,48 bildirdi,49 yaptı, 50 işledi51 gibi anlamlar bunlardandır.

Aynı şekilde ” <.>-.. =hüda” kelimesi de, irşad etti,52 açıkladı53 , çağırdı, davet etti, 54 ilham etti,55 infaz etti56 gibi anlamlara gelir.
” :t.-’11 =Ümmet” kelimesinin de bir çok manaları vardır: İnsanlardan bir sınıf, 57 zaman, vakit,58 rabbani imam,59 onlardan bazılanın oluşturur.

.~ J} ;;J’)li ~4 ~.?- ~w,bll ”Boşanan kadınlar, üç kuru’ süresi beklerler,”60 mealindeki ayette geçen “kuru'” kelimesi, müşterek bir lafız olduğundan, hem hayzı, hem de temizliği ifade eder. O halde burada da bir zıtlık yoktur. Çünkü kuru’, sözü müşterek bir lafız olarak, hem hayız ve hem de onun zıddı olan temizlik demektir. Bu anlamları, birbirine zıt olsalar bile, ayetin onlardan her birine göre anlaşılması doğrudur, yani bir çelişki sayılamaz. 61

Başka bir ayette şöyle buyurulmaktadır:
Jıı ı .. j c( ~:\ c(t\ lı 1 …lAib- ~ill l.i\..ıi>. 1 ··ı ı..r-:- U> r– J (“‘””‘” .r. J . J J J_,AJ
“Ağırlar ve hafifler olarak savaşa gidiniz ve malınızla, nefsinizle Allah yolunda cihad ediniz.”62 bu ayette yer alan “ağırlar ve hafifler”i, bazı müfessirler “gençler ve yaşlılar”, bazıları, “zenginler ve fakirler,” kimileri ”bekarlar ve evliler,” “dinç olanlar ve olmayanlar” ve kimileri de “sağlıklı olanlar ve hastalar” diye tefsir etmişlerdir. Bu tefsirler arasında da bir ihtilafın olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü ayette geçen ”hifaf ve sikal” kelimeleri, mezkûr tefsirlerden her birinin manasını taşımaktadır. O halde her müfessirin de, ayeti bu manalardan birine göre aniayıp tefsir etmesi bir çelişki olarak görülemez.
“Millet” sözcüğü de müşterek lafızlardan olup, alimlerden bir cemaat,63 din,64 ayın dine mensup topluluk,65 gibi anlamlara gelir.66

Müşterek kelimelerden biri de ”kunut” sözücüğüdür. Namazda ayakta durmak (kıyam),67 namaz,68 dua etmek, konuşmamak,69 ubudiyyeti ikrar etmek,70 itaat etmek,71 demektir.72

Örnek olarak bir kaçını kaydettiğimiz bu kelimeler gibi, Kur’an’da daha bir çok müşterek lafızlar vardır.

4- Muhkem-Müteşabih
Kur’an ayetlerinin büyük bir kısmı, pek çok kimsenin anlayabileceği şekilde muhkem, diğerleri de müteşabihtir. Müteşabih, bir çok manaya ihtimali olup, bu anlamlardan birini tayin edebilmek için harici bir delile ihtiyacı olan ayetlerdir.
Şu ayet muhkem-müteşabih konusuna açıklık getirmektedir:
. ~j ~_,li ı} W:!.UI L.U ~4-!W:::.. _;>i J yl::SJI (.1 ~ ~~ ~~~ .ı.:.. yl::SJI ~ JJ (.S.lll y.
js- -4 ~1 ıJ) ~ r-WI ı} ıJ y-…..1)1 J .JJ1 ~~ ~jtr ~ L.. J ~jtr ~I.A::ıl J :U:WI ~I.A::ıl .ı.:.. -4WJ L. ı:ı ~
.y~~l )JI ~1 f~ L. J ~J ..L:G- ı:r
Yani “(Ya Muhammed) sana Kitabı indiren O’dur. Onun bir kısım ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitabın esasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihtir. İşte kalbierinde eğrilik bulunanlar, sırf’ fitne aramak (bazı insanları ·saptırmak) ve (kendi arzularına göre) te’viline yeltenmek için onun müteşabih olanına tâbi olurlar. Oysa onun te’vilini Allah’tan başkası bilemez? İlimde yüksek payeye erenler ise, ”biz ona ‘inandık, hepsi Rabbimiz katındandır”, derler. Bunları sâlim akıl sahibi olanlardan başkası iyice düşünemez.”73
Manasını, yalnız Yüce Allah’ın bildiği müteşabih ayetler olduğu gibi, insanın gerekli sebeplere başvurarak ve ilimde rusuh sahibi olarak anlayabileceği müteşabih ayetler de vardır.

Müteşebih’ayetler, manası, muhkem ayetle mukayese edilerek bilinebilen ve hakiki manasını yalnız Yüce Allah’ın bildiği ayetlerden oluşur.
Müteşabih ayetteki gizlilik, bazan lafızda, bazan manada, bazan da her ikisinde birden bulunur.74

Kur’an, Arapça lisanıyla nâzil olduğuna göre, ondaki beyan özelliklerini taşıyacaktır. Bu itibarla, şu hususlar Kur’an’da da yer alır:
İcaz, te’kid, işaret yoluyla ifade, derin anlayışlı olanların farkına varahilecekleri incelikler, manaları açık olan ifadeler, emsal yoluyla açıklama vb. özellikler. 75

Bir kısım müteşabih ayetlerin manalarını ancak ilimde derinleşmiş olanların bilebileceği söylenmiştir. Nitekim “Onun tevilini ancak Allah bilir”76 ayetinin devamında, ilimde rasin olanların da, bir görüşe göre, bir kısım tevillerini anlayabilecekleri ifade edilmektedir. Peygamberimiz, ‘Hz. Ali’ye bazı ayetlerin tefsirini öğretmiş, İbn Abbas hakkında ise,
J}::Jı ~ j 0:!..uı ı} ~ ~ı
“Allah’ ım, ona tevili öğret ve onu dinde fakih eyle” diye dua etmişti.77 Yani ona tevilini manasını öğret, diye niyazda bulunmştu. 78

Ekseri ulema, müteşabih ayetlerin tevilini Allah’tan başka kimse bilemez, görüşünü savunurken, Ebu İshak eş-Şirazi (v. 476/1088) gibi bazı zatlar da, rasih alimlerin müteşabih ayetlerin te’vilini bilebileceklerini söyler. 79

Kur’an, muhkem ve müteşabih ayetlerden teşekkül ettiğine göre, bir kısmını diğerine tercih ve tevil etmekte luğat, nahiv, meani, beyan, fıkıh usulü gibi bir çok ilimierin öğrenilmesine ihtiyaç vardır. 80

5~ Ayete iki ayrı mananın verilmesi
Bazı ayetler ve özellikle onların tefsirleri arasında, bir ayete iki ayrı mana verilebilmesinden kaynaklanan zahiri ihtilaf görülebilir. Bu da aslında gerçek bir ihtilaf olmayıp görünüşte bir ihtilaf niteliğindedir.
Örnek olarak şu ayetleri verebiliriz: Bir ayette:
~.b- r~ı !l ~ ~~ ~ ~ ı.lı. ,y 4.l…i.Ç. ı} d ..uJ
“(Allah ona) Andolsun sen bundan gaflet içinde idin. Biz senin gözünden perdeni açtık; bugün artık gözün keskindir, dedi. 81
Diğer bir ayette ise, ı.}->- J.) ,y w J~ J.lll ,y ~L> ~ w_,…;::,~ (“fr.-} J Yani
“Ateşe arzolunurlarken onların, aşağılıktan başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını görürsün”82 buyurulmaktadır.

Görüldüğü gibi, burada birinci ayette gözün keskin olması, ikinci ayette ise, gizli gizli bakılması yani bir bakıma gözün keskin olmaması yer almaktadır. Aslında ayetler arasında bir çelişki yoktur. Çünkü pirinci ayette geçen “gözün keskin olması”nın manası, müşahede ile elde edilen kuvvetli bilgi demektir.83

Yine, y _,1Ajl ~ Jı1 f lı \’1 Jıl·f lı ~}i~ J.lyıl ~.lll
Yani “Onlar ki, inanmışlar, kalbleri Allah’ı zikretmekle huzur ve suküna kavuşur”;84 ayeti ile, ~}i~ J Jı1 f~ 1~.1 ~..UI0~ jll \.Cl
”Mu’minler o kimselerdır ki, Allah zikredildiği zaman·yürekleri ürperir, titrer”85 ayetinde ifade edilen, “kalblerin mutmain=sakin olması” ve “kalblerin ürperişi ve titreyişi”, ilk anda bir çelişki gibi görünürse. de, aslında öyle değildir. Çünkü kalbin mutmaın olması, tevhidin kabulüyle inşirah bulmasıdır. Kalbierin titreyişi ve ürpermesi ise, doğruluktan ayrılma ve hidayetten sapma korkusundandır.86 Nitekim aşağıdaki ayette bu iki durum bir arada yer almaktadır:
Jl ~}i J ~.)_,b:-~ 1.; ~J 0 ~~.lll .) _,b:- ~~~li. 4-ıW::.. 4l:S’ ~..lJ.-1 w–>1 ~j .illi . ..illi f~
”Rablerinden korkanların, bu Kitap’tan tüyleri ürperir sonra hem derileri, bem de kalbleri Allah’ın zikrine yumuşar.”87

6- Ayetteki muhtelif nevi ve safhalar
Bazan ayetler arasında görülen zahiri ihtilaf, ayette mevcut bir ifadenin muhtelif nevileri ve safhalarından ileri gelmiş olabilir .. Örnek olarak Hz. Adem (a.s)’in yaratılışı ile ilgili bir ayette,
0 ~ J .J Jli rl ylj 0′” ~ i§ J!.o5″ illi ~· ~ ~ 01 .
“Allah nezdinde İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yaratı. Sonra ona. “Ol” dedi ve oluverdi.”88 buyurarak onu topraktan; diğer bir ayette de, 0 ~ L.:..- ı:r J~…a,.~..p ı:r 0\……i\’1 \.:.Ab:. .u! J ·
“Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık bir balçıktan yarattık”89 işlenebilen bir balçıktan;
y j \’ u::k 0′” ~\.:.Ab:. li\ \.:.Ab:. 0′” i~ W>. .Wl ~ 1 ~ \,;
“Şimdi sor onlara, yaratılış bakımından onlar mı daha zor, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Zira biz kendilerini yapışkan bir çamurdan yarattık.” 90 ve bir diğer ayette de Yüce Allah;

“Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı”91 buyurmaktadır.

Geçen ayetlerde açık olarak ifade edildiği gibi, Hz. Adem (a.s.)’in yaratılışı konusunda, kendileri ve anlamları farklı kelimeler kullanılmıştır.
Bu durumda da ayetler arasında gerçek manada bir ihtilaf yoktur. Çünkü onların hepsinin aslı topraktır. Bu değişikliklerden her biri, toprağın aldığı değişik özelliklerinden kaynaklanmaktadır.92

Yine Kur’an-ı Kerim’de, yılandan bahsedilirken bir ayette,
~ 0YJ ı$’ 1.;\.j ol,a.ç. ~\.j
“Bunun Üzerine Musa, asasını atıverdi; bir de ne görsünler, asa apaşikâr koca bir yılan (oluvermiş)’193 ; diğer bir ayette de,
~ ~ J l_.r..M J J 0~ 4Jls'” ~ ı..,.T_) L..ü !IL,a.ç. jl 01 J
“Ve asanı at, denildi. Musa, attığı asayı yılan gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı.’ 194 buyurulmaktadır. Bu ayetler üzerinde de, sözkonusu olan şeyin muhtelif nevi ve safhaları dikkate alınarak durulduğunda, aralarında gerçek bir ihtilafın olmadığı görülecektir.

Kur’an’da geçen, ~ı ..bl_rıaJI Sıratı mustakim95 sözünü, müfessirler, Kur’an’a uymak, İslam, sünnet ve cemaat, kulluk yolu, Allah ve Resulüne itaat gibi sözlerle açıklamaktadırlar. Bu farklı tefsirler de, aslında bir ihtilaf değildir. Çünkü sıratı mustakim’den asıl maksat, Yüce. Allah’ın rızasına ulaşmaya vesile olan her şeydir. Binaenaleyh Kur’an’a uymak, İslam ve benzeri şeyler, bu yoldaki birer vesiledir. O halde bu tefsirlerden her biri, bir hakikatın özellik ve safhalarından. birini ifade etmiş olmaktadır. 96

7- Konu ve yer değişikliği
·Ayetler arasında görülen zahiri ihtilaf, bazan konu ve yer değişikliğinden ileri gelir. Mesela aşağıdaki ayetlerde bir yandan insanların sorguya çekilecekleri ifade edilirken, diğer taraftan insan ve cinne bir şey sorulmayacağı buyurulmaktadır. Sebep ise; konu ve yer değişikliğidir:
ı))_;……. ~1 ~_,Ai J ll
Durdurun onları, çünkü sorguya çekileceklerdir’197 ; diğer bir ayette de yine sorguya çekilecekleri bildirilerek; .- ~ . til ~ )1 J!-.:l J ~1 J.-) 0:!.1JI ~
“gönderilmiş olanlara soracağız, elbette gönderilen elçilere de soracağız”,98 buyurulmaktadır.’ Oysa’diğer bir ayette, ·
0~>.- “Y J ~1 ~~ if~ ‘l .lı.~
“0 gün ne insana, ne de cinne günahından sorulmaz’199 buyurulmaktadır.

Görüldüğü gibi, ilk iki ayette sorgulamanın yapılacağı, sonraki ayette ise, kimseye günahından sorulmayacağı kaydedilmektedir. Buradaki zahiri ihtilafın sebebi, konu ve yer değişikliğidir. Çünkü Kıyamette değişik mevkiler vardır. Bunların. bazılarında insanlar, sorguya çekilirken, diğer bazılarında sorguya çekilmezler veya onlara hiç iltifat edilmez.100 Kıyamette, sorgulama yapılarak sorulan sorular, ağlatan ve kusurarı ortaya çıkaran sorulardır. Sorulmayacakları ise, mazeret ileri sürme ve huccet getirmeye çalışmakla ilgili olan sorulardır.101

Yine bir ayette Yüce Allah, kişinin hanımları arasındaki adalet görevinden bahsederek, “adalet yapamıyacağınızdan’ korkarsanız bir tane alinız,” buyururken, diğer bir ayette de, bu konuda adalet yapılamıyacağını bildirmektedir. İlk ayet şöyledir:
~Lt:J ~ \… Jl ö…~>-1) I_,J..w ‘YI~ ı:>l J
“Adalet yapamıyacağınıdan korkarsanız, o zaman bir kadın alınız.”102 Aynı konudaki diğer ayette şöyle buyurulmaktadır:
~ .r- } J ~wı 0:ı ı_,ı..w ı:> ll~ J J
“Kadınlarınız arasında tam adalet elinizden gelmez.”103
Bu iki ayet arasında ilk anda bir çelişki var gibi görünüyorsa da, birinci ayetin hukukun ifası; iİdnci ayetin ise, insan gücünü aşan kalbî meyille ilgili olduğunu düşündüğümüzde, konularının farklı olduğunu kavrıyarak aralarında bir çelişki olmadığını hemen anlarız.104

Bir ayette Yüce Allah, emirle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: ·
w:-‘-~ “1 L. JJ1 ı..,_ w t ··1 L..!-A.!L t “1 JJ1 wl ı;; .r-“‘”‘ ~ .Y _JAJ ~ • _/’ • ı..r
”De ki, Allah, kötülüğü emretmez; Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”105 Başka bir ayette,
1 ..u- u. u .u J :ıı ı. ı. .. “‘· · ı. ~ 1 • .. 1 • ~ – u 1 :tı • s 1 ı.: wl u~ 1 1~1 .# ./’ r~<J>d~~~.P./’ • .;t~. J J
”Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlarına emrederiz, onlar da orada
kötülük işlerler. Böylece o ülke, helaka müstehak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.”106 Buyurulmaktadır. Burada birinci ayet, dini konularla, diğeri de kevnî hususlada ilgili olduğuna göre, aralarında bir ihtilaf yoktur.

Konumuzia ilgili bir ayette Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
ı.:J.WI ~ J ı!.ll~ b\Jj\ .J w#, ) 0;–.J!. ı.} ..}’ J “1\ J.b:. ‘-.>.1J4 w J_;.s:::J ~~~ Ji
”De ki, siz yeri iki günde yaratanı mı inkar ediyor ve O’na eşler koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.”107 Devamında da,
~wı ~ır” r~ı ~) r.i ~1;1 ~)..li J ~.!! J4 J 4-i; ıY l.S””‘IJJ 4J J->. J
“0, yeryüzünde sabit dağlar yerleştirdi. Ve onu mübarek kıldı; rızıklarını arayanlar için yeryüzünün bitkilerini, dört devre içerişinde yetiştirmesini uygun olarak koydu.”108

Yine,
~111.:;1\.:lli u..? J\ lç. _,k ~\ ı.J’J’)\) J 4.! Jlli wl>-~ ı.? j ~L-…J\ Jl ‘-.)~1 ~
“Sonra buhar halinde olan semaya yöneldi; ona ve yeryüzüne, isteyerek veya istemeyerek, ikiniz de gelin, buyurdu. İkisi de, isteyerek geldik, dediler.” 109

Görüldüğü gibi, bu ayetler, Yüce Allah’ın semayı, yeryüzünden sonra yarattığı hissini vermektedir. Oysa konu ile ilgili başka bir ayette,
~.t::>-~ ı!.ll~ ~ ._;, J “11 J ~ c::rl J w~~ J ~~ ~ c!J 4i-ı ~L-…JI ri W> .wı ~1i
“Sizin yaratıhşınız mı, yoksa semanın yaratılışı mı daha zordur? Allah, onu bina etti; yükseltti ve düzenine koydu. Gecesini kararttı, kuşluğunu çıkardı. Ondan sonra da arzı (yeryüzünü) döşedi.”110 buyurarak semanın yeryüzünden önce yaratıldığını bildirmektedir.
Bu iki ayetin manası üzerinde durulduğunda, aralarında bir çelişkinin olmadığı görülür. Çünkü son ayette geçen “deha” fiili, yeri iki günde yaratmaya başladı, semaları yarattı sonra yeryüzünü yaydı anlamlarına gelmektedir.111 Çünkü sözkonusu fiil, yaydı anlamına da gelir.112

Ayrıca ayette yer alan “ondan sonra,” ifadesi “onunla beraber” diye de anlaşılabilir. Çünkü “ba’d=sonra” kelimesi, bazan “ma’a=beraber” manasını ifade için de kullanılmaktadır.113

8- Bir kelimenin zâhir anlamının esas manasına muhalif olması
Kur’an’ da azı ayetlerin zahir manalarının, esas manalarına muhalif olduğunu görmekteyiz. Bu keyfiyet de, zahiri ihtilafların sebeplerinden birini oluşturur. Bilindiği gibi Arap dilinin ifade özellikleri yeterince bilinmezse, bir takım yanlış anlamaların meydana gelmesi kaçınılmaz olur. Konumuzia ilgili olarak bir kimse, ayetin esas manası yerine, onun zahir anlamını alarak, ayetler arasında bir çelişkinin ortaya çıkmasına sebep olabilir.

Bu konuda da verilebilecek bir çok örnekler vardır. Birkaç tanesine temas ederek mevzuya açıklık getirmek istiyoruz.
Bu cümleden olarak bazı ayetlerde; zemetmek üzere bazı kimselere beddua edilmesi, ama bunun bizzat vukuunun kasdedilmemiş olmasını söyleyebiliriz. Mesela bir ayette, w-“””‘\)-\ j:.i “Yalancılar ölsün, kahrolsun”114 buyurulmaktadır. Yani Allah Resulüne yalan isnat edenler, o sihirbazdır ve yaptıkları sihirdir, diyenler; o kâhindir, söyledikleri kehanettir, diyenler ve onun tebliğ ettikleri bir takım efsanelerdir iddiasında olanlar kahrolsun, onlardan hoşnut olunulmaz demektir.115

Yine başka bir ayette, o_,.Q.(I Lı wW\’1 j:.i “Ölesice insan ne kadar inkâr ediyor”116 buyurulmuştur. Bu ayette geçen “mâ ekfere” fiili, ne kadar inkar ediyor, demek olup hayret ifade ettiği gibi, insan inkar etmeye götüren nedir? anlamına da gelir.117 Bu ayette aslında kafir olanların bilfiil ölmeleri değil, yaptıkları işin çok sevimsiz olduğu kasdedilmektedir. ‘·
if \J~ u:.UI J} 0 p~ ~~_,.;~ ~ j ı.!).!~ Jl1 -:;.1 ~1 ı..>) .. ,.d\ o\.;) Jl1 -:;.1 .J…? :ı~\ GJI.; J
.w _IJ Y- .jl JJı ~\.; ~
“Yahudiler, Üzeyir (a.s.) Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesih (a.s.) Allah’ın oğludur, dediler. Bu, onların uydurdukları sözleridir ki, onu daha önceki kafirlerin kavillerine benzetiyorlar. Allah, onları kahretsin; bâtıla nasıl çevriliyorlar?”118

Bu ayetlerde geçen bedduaların gerçekleşmesi kasdedilmemektedir. Nitekim İbn Abbas; Kur’an’da yer alan bu gibi, kahrolsun, ölsün, vb. ifadeler; aslında lânet bildirirler. Buna göre, kahrolsunlar, ölsünler demek; onlara lanet olsun demektir. Ayrıca hayret anlamı da taşırlar”.119 demiştir.

Bu ifade tarzı, Hadislerde de yer almaktadır. Nitekim ayetlerde yer alan ifadelerin benzerlerine bazı hadislerde rastlıyoruz. Bu cümleden olarak, hacda hayız olup, diğerlerini bekleten bir kadına: Peygamberimiz, “Boynu kırılasıca” demiş, ama bundaki beddua anlamını asla kasdetmemiştir. Diğer bir ifade ile, bu hadisin lafızlarının medlülü kasdedilmemiştir.120

9- Bir harfi cerrin diğerinin yerine kullanılması
Ayetler arasında görülen zahiri ihtilafın sebeplerinden biri de, bir harfi cerrin bir diğerinin yerine kullanılmasıdır. Arapçada var olan bu özellik de bilinmezse, ayetlerin manasını doğru olarak anlamak zorlaşır.

Bu hususla ilgili olarak Kur’an’da bir çok ayetler görmekteyiz. Örnek olarak bir kaçını kaydedelim:
Bir ayette, ı.1- fl ı?” J ~~ Y'” wl . ı..> _w ı Ll’ ~ ~ J
“0, kendi hevasından konuşmaz, ancak kendisine vahyedileni söyler”ı2ı buyurulmaktadır. Görüldüğü gibi, bu ayette cerr harfi olarak ”ha” yerine, “‘an” harfi kullanılmıştır. “Ba” harfi cerrinin “ile” ve'”an” harfi cerrinin “-den, dan” anlamına geldiği malumdur.122

Bazan ‘alâ harfi cerri yerine, lam harfi cerri123 ma’a harfi cerri yerine ilâ124 min harfi cerri yerine ‘alâ125 ha harfi cerri yerine min126 min harfi cerri yerine bâ127 harfi cerleri kullanılmıştır.
Örnek olarak bir kaç tanesini kaydettiğimiz, bir harfi cerrin yerine bir diğerinin kullanılması, bu sayılanlardan ibaret değildir. Özellikle tefsir ltitaplarında bu konuya da yer verilerek, ayetlerin manalarının doğru olarak anlaşılmasına yardımcı olunmuştur.

Bu arada Kur’an ayetleri arasında görülen zahiri ihtilaf sebeplerinden olarak bir kaç noktaya daha değinmek yerinde olacaktır. Bunları şöylece sıralamak mümkündür:

Bazan zahiri ihtilafa, asıl lafzın başka bir şekle dönüştürülmüş olmasının yol açtığını görmekteyiz.
Mesela, sinâ kelimesi, ~ JJk J w _p.jl J w::JI J .ı2s
ve J~ yl::S j J_,kJIJ şekline129 ve “İlyas” kelimesi, ~wı Js- r”:)…._.;, 130 şekline dönüşmüştür. 131

Yine bazı ayetlerdeki mücmellik, zahiri ihtilafa sebep olmaktadır.
Mesela bir ayette şöyle buyurulmaktadır:
w~~ ‘1 ~ JJ..:j ıJ il ~ J.l.ill ~ ~ı_,….. IJ~ ı.J.!..UI wl
“Kafirleri, korkutman veya korkutmaman onlar için eşittir; onlar iman etmiyeceklerdir. Allah, onların kalbierini mühürledi.l32 Bu ayet, münkirlerin özellikle iman etme iradelerinin ellerinden alındığını göstermektedir. Ayetin zahiri bunu ifade etmektedir.

Diğer taraftan,~ ~utY J ~ J.:li ~u v….i ~J tY JJ..ı J “De ki, hak Rabbinizdendir; dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun”133 ayeti ise, onların da irade hürriyetlerinin olduğunu bildirmektedir. Yine bir ayette,
~ l_r.> l_rot ~J ı:r J:l-4 J_,….. )1 rS’c-1>.- ..ı.; w-‘WI ~1 ~
”Ey insanlar, Resul size, Rabbinizden hakkı getirmiştir; iman ediniz, bu sizin için hayırlı olandır.”134 ayeti de, onların mükellefiyetini bildirmektedir. Bu duruma göre, acaba münkirler mükellef midirler? İki ayet arasında bir çelişki var mıdır?
Münkirlerin mükellef olmadıklarını ve ayetler arasında bir çelişkinin bulunduğunu söyleyemeyiz. Çünkü, birinci ayetteki kapalılık=mücmellik,
“Allah, onların kalblerini küfürleri ‘)\Ji ~1.0 _ro~ “>Ü ~ _;S:..ı ~ .illi~ J,
sebebiyle mühürlemiştir”135 ayeti ile açıklığa kavuşturulmuştur. Buna göre, inkar etmelerinden dolayı kalbleri mühürlenmiştir; yoksa, iradelerini kullanarak inkar yolunu tutmadan, kalbleri mühürlenerek müşrik olmaya mahkum edilmiş değillerdir. Bu yapılarını kazanmadan önce, aslında irman etmeye veya etmemeye müsait olduklarından, iman ile mükellef olmaları, teklif-i mâ lâyutak denllen, yapamıyacakları bir işle yükümlü’ kılınmaları demek değildir. Yani kalblerinin, tevhidi kabul edemiyecek duruma gelmesi anlamında mühürlenmesi, onların iradelerini kullanarak kötülğü, Allah’a karşı isyan yolunu tercih etmeleri sebebiyle imanda muvaffak edilmemeleri demektir. Yoksa iradelerinin ellerinden alınması demek değildir. 136

Bazan ihtilaf, ayette yer alan bir fiilin isnadı yönünden olabilir.
Örnek olarak, ·ıf .J .illi ~ _, ~ .J .)1 ~ .J \…. J r-# .illi ~ _, ~ _,l:..Z r.ll “Onlan siz
öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığında sen atmadın, Allah attı.”137 ayetini ele alabiliriz. Bu ayeti incelediğimizde, öldürme işinin, kesb yönünden sahabeye; tesir=yaratma bakımından da Yüce Allah’a izafe ve isnad edildiğini görürüz.138

Yine bazan ihtilaf, ayın fıilin isnadı yönünden taşıdığı farklılıklardan kaynaklanır. Mesela vefatla ilgili bazı ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
. 0 _,1~ ~ ~ J \.:.L..,) ci .i~ )1 rS’ ..b-l c-1>.-1.)1.~
”Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler”.139 Diğer bir ayette, ~~ J.ll;. 4.S:ill.l ~ y; ~lll ”Kendilerine haksızlık ederlerken meleklerin canlarını aldıkları kimseler … “140; yine
lp~ ı.} ~ ~ ~~ J 4J _,.. I.P..> ~\’1 t} fi illı
“Allah; ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda ruhları alır”141 ·i;~ yJ ~J Jl ~ ~ j’ J ~.lll ~_,ll ~ ~ ~ Ji ”De ki, Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”142 ayetlerinde ruhların; resuller, melekler, ölüm meleği ve Allah tarafından kabzedileceği yer almaktadır.

Oysa aslında bunlardan maksat, melekler ruhları· kabzeder; ölüm meleği emir verir veya dua eder; Allah ise ölümü yaratır, demektir.143
Görüldüğü gibi, burada da sadece zahiri ihtilaf olup, gerçek bir ihtilaf bulunmamaktadır.

Zahiri ihtilafın sebeplerinden biri olarak, bir suçun ve onun karşılığı olan cezanın, aynı fiille ifade edilmesini söyleyebiliriz. Bu durumun yer aldığı bir çok ayet vardır. Mesela Bakara,144 Tevbe,145 Alu İmran,146 Şûrâ, 147 surelerinde bazı ayetlerde bu özellik görülmektedir.
Mesela bir ayette, 1~ J ı:r-> )1 ~ J~ ı.:.ı\.J…L.,a.III_,L..&- J Iyi ~lll wl

”İman eden ve salih ameller işleyenler için rahman olan Yüce Allah, bir sevgi kılacaktır, yaratacaktır.”148 Diğer bir ayette de,
J..-~~~IJ
“Ona kendimden bir sevgi verdim.”149 buyurularak,. ona bir sevgi verildiği haber verilrnektedir. Birinci ayette ise, bir sevginin yaratılmasından bahsedilmektedir. Bu iki ayet arasında bir çelişki yok mudur? Aralarında aslında bir ihtilaf yoktur. Çünkü ard niyetten uzak, samimi ve çalışkan olanları; iyi ve kötü herkes sever, övgüyle anar. İkinci ayette de bu anlam ifade edilmektedir. Çünkü bilindiği gibi, orada sözkonusu Olan Hz. Musa (a.s), herkese sevdirilmişti. Hatta bu özelliğinden dolayı, her erkek çocuğu öldürten Firavun, onu öldürmemiş, aksine kendi evinde büyütmüştü. Yani sevimli kılınması, öldürülmekten kurtulmasına da bir vesile olmuştur.150

Bazan bir hakikatı, bazı müfessirler lazımıyla, diğer bazıları da gayesiyle tefsir etmişlerdir. Aslında tefsir usulüne uygun olan bir davranışları, aralarında zahiri bir ihtilafın doğmasına sebep olabilmektedir. Bu da zahirî bir çelişkinin varlığı olup, gerçek bir ihtilaf olarak değerlendirilemez.

b) Zahiri İhtilafta Tercih Kuralları
Ayetlerin birbirlerine zıt gibi görünüşlerini izale etmek bazı kaidelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu kurallar sayesinde, ayetler arasında var görülen zahiri ihtilaflar hususunda, isabetli bir değerlendirme ve yorum yapılabilecektir. Tefsir Usulü konularından önemli birini teşkil eden Müşkilu’l-Kur’an hakkında yer alan bu kaideleri şöylece sıralayabiliriz:

1. Ahkâm ayetleri arasında görülen ihtilaflarda, Hicretten sonra nâzil olan ayetler, daha önce nazil olanlara tercih edilir. 151 Bu durumda sonraki ayetin hükmü esas alınmış olur.152

2. Ayetlerin ortaya koyduğu iki farklı hükümden birisi, Mekke halkının durumunu, diğeri Medine halkının durumunu anlatması halinde, Medinelilerin durumunu anlatanlar, diğerlerine tercih edilir.153

7. Ashab ile Tabiin tefsirleri arasında ihtilaflar, aslında zahiri ihtilaf  özelliğindedir. Bununla beraber, Ashabın görüşü tercih edilir.

8. İçtihadi konularda, bütün ümmetin aynı görüşte birleşmesini istemek ve beklemek mümkün değildir. Bu durumda, delili daha kuvvetli olan görüş tercih edilir.

9. Tabiinden bir âlimin bir ayet hakkında iki farklı görüşü nakledilse, mümkün olması halinde telif yolları aranır; aksi halde, genel olarak son tevcihi tercih edilir. Ama birinci tevcihi daha sahih bir yolla rivayet edimişse, artık birinci görüşü tercih olunur.

10. Aslında tabiin ve diğer liyakatlı müfessirlerin ifadeleri arasındaki
ihtilafların büyük çoğunluğu, zahiri ihtilaflardır. Özellikle içtihadi konularda, birden fazla görüşün olması, yani ilmi ihtilafların bulunması son derece tabiidir. Bunun ötesinde muteber ulema arasında gerçek bir ihtilafın varlığ nasıl izah edilebllir? Nitekim yoktur. Bu bakımdan bu konuda serdedilecek görüşler, yeterli bir araştırmanın mahsulü olarak çok sağlam temeller üzerine bina edilmelidir. 160

B- HAKİKİ İHTİLAF
Müşkilu’l-Kur’an, aslında ayetler arasında var görülen, ama gerçekte var olmayan ihtilaf ve tearuz keyfiyeti olduğuna göre, hakiki ihtilafın bu konunun içinde yer alamıyacağı malumdur. Bununla beraber, aynı ayetler delil gösterilerek ortaya konulan farklı fikir ve anlayışiara da temas. etmek yerinde olacaktır. Çünkü İslam’ın ilk yıllarından beri, bu çeşit ihtilafın varlığına .kaynaklarda rastlamaktayız.

Mesela İbn Kuteybe Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim (213-276/828-889), konu ile ilgili meşhur eseri ‘Te’vilu Müşkili’l-Kur’an”da bu mevzuya da temas etmektedir.161

Bilindiği gibi, bir bütün olarak İslamiyeti ve özellikle onun temel kaynağı Kur’ an ve Sünnet İlimlerini öğrenmiş, müslümanca bir yaklaşımla, Kur’an ayetlerini açıkhimaya çalışan liyakatlı müfessirler ile, genelde bunların vasıflarının zıddı evsafı haiz bazı kişilerin açıklamaları arasında pek tabii olarak gerçek anlamda farklar bulunacaktır: Çünkü onların bir kısmı, İslama uygun Kur’ani ve bilimsel yorum getirirken, diğerleri ilmi sonuçlar ortaya koyucu kurallara uymadan, çoğunlukla İslama veya bazı müslümanlara karşı kinlerini ifade eden fikirler ileri sürerler.

Dünyada kötü insanları arkadaş edinen ve kötülüklerine katılan kimsenin Ahiretteki pişmanlığının konu edildiği bir ayette şöyle .buyurulmaktadır: ~ li~ ..Wl r.3 ~ ~-‘ ~ ”Keşke falan kişiyi dost edinmeseydim.”162 Allah’a isyan etmede itaat edilen her insanın kasdedildiği bu ayeti; özellikle Şia mensubu bazı kimseler, ayette sözkonusu olan kişinin Hz. Ömer olduğunu iddia etmişlerdir. Yani ayetin manası, keşke “Ömer’i dost edinmeseydim,” demektir, demişlerdir.
Hiç bir makul tarafı olmayan bu yersiz te’vilin bir benzeride Hz. Ebu Bekir hakkında yapılmıştır:
~ Jr’ )1 c: ~~~ ~ ~ J~ J ~.lı ~ r.3Ua.ll ~
“O gün zalimler, ellerini ısırıp, keşke ben Peygamberle beraber bir yol edinseydim, der. 163 Aslında her zalimin kasdedildiği bu ayeti de, ayette sözkonusu olan kişinin Ebu Bekir olduğunu ileri sürerek asıls.ız bir kanaata sahip olmuşlardır.

Yine onlar, Hz. Ali’ye zikir ismini vererek aşağıdaki ayeti, ilgisi olmayan bir tarafa çekerek, yanlış bir şekilde manalandırmışlardır:
ı}ç.~ ~1 J.R.ı. f ..ül r:.r ~1 .L4J
“0, beni bana gelen zikirden saptırdı. Zaten Şeytan, insanı (uçuruma sürükleyip) yapayalnız ve yardımcısız bırakır”164 Bu ayette geçen “zikir”den maksat Hz. Ali’dir, demişlerdir.
~ _,ç.l,bJI J ~lı ı:.> .f’-” Y, yl:5JI 0″‘ ~ 1_; Jl 0:!..ül Jl j r-!1
“Görüyorsun ki, kendilerine kitap verilenler, put ve tağuta inanıyorlar”165 Hatta hamr=içki ve meysir=kumar kelimeleriyle yine’ onların kasdedildiğini söylemişlerdir.
Bu ayetin manası şöyledir: “Kendilerine Kitap’tan bir pay verilenleri görmedin mi? (Baksana onlar) puta ve bâtıla inanıyordır ve inkar edenlere, “bunlar, inananlardan daha doğru yoldadır,” diyorlar.

Yahudilerin ileri gelenlerinden bazıları, Kureyşlileri müslümanlara karşı savaşa kışkırtmak için Mekke’ye gitmişlerdi. Müşrikler, kitap ehli ve daha bilgili kabul ettikleri bu adamlara, kendi dinlerinin mi, yoksa İslamın mı daha doğru olduğunu sordular. Bunlar da düşmanlık ve kinleri yüzünden, sizin dininiz, onun dininden daha doğrudur, diyerek şirki, tevhidden daha üstün gösterdiler. Ayet, onların bu davranışlarım anlatmaktadır.166

İşte doğru olan tefsirler ile, doğru olmayan tefsirler arasındaki farkIara ”hakiki ihtilaf’ denir.

a. Hakiki İhtilafın Sebepleri:
Tefsirler arasında görülen hakiki ihtilafın sebeplerini; bazı kişilerin ilimsiz, özellikle ilmi martada kişiliksiz, liyakatsız ve gayri samimi olarak ayetler üzerinde yorum getirmeleri şeklinde kısaca özetlemek mümkündür. Bununla birlikte bu sebepleri şöylece sıralayabiliriz:

1. Müfessir, tefsir ile ilgili rivayetler üzerinde durup, zayıfı ile sahihine itina göstermiyerek, açıklamasını zayıf kaviller üzerine bina eder. Böylece sahih rivayetlere müstenid tefsirlere muhalefet ederek gerçek bir ihtilafın ortaya çıkmasına sebep olur.167

2. Müfessir, yalnız Arapçayı bilmekle yetinerek, tefsir ettiği ayetin siyak ve sibakına, nüzul sebebine, mensuh olup olmadığına dikkat etmiyerek hatalı sonuçlara varır.168

3. İçthadi bir konuda müfessir, ilmi usullere aykırı hareket eder, gerçek araştırıcıların tevcihlerine dikkat etmiyerek ilmi değeri olmayan indi fikirler serdeder.169

4. Müfessir, ayetin luğat manasını, hakiki medlülünü hiç dikkate almaz, öncesi ve sonrasıyla olan irtibatına ehemmiyet vermez ve bu husustaki rivayetleri bir tarafa bırakıp, ayete kendi felsefi düşüncesine göre mana verir; bu şekilde ayetin manasını kendi yanlış fikrine, akidesine uydurmaya çalışmış olur. Takdir edileceği gibi, bu tefsir de muteber değildir.

5. Bid’atçi bir müfessir, bazı ayetleri kendi anlayışını destekleyecek şekilde te’vil·ederek, özellikle ehli sünnet müfessirlerine muhalefet eder. Tefsirler arasındaki bu çeşit ihtilaflar konusuna açıklık getirmek üzere bazı örnekler verebiliriz:

Görüşleri, tefsir ilminde gerçek bir ihtilafın varlığına sebep olan bazı müfessirler, bütün Peygamberlerin mucizelerini garib bir şekilde tevil ederek, değişik bir tarzda yorumlamaya çalışmışlardır. Mesela:
0).~1 ı:r J ~ J -411 ,_} U”l:.JI ~ J
“0, beşikte iken de, yetişkinken de insanlara söz söyler”169 ayetindeki “mehd=beşikte iken” sözcüğünü, hayatın çocukluk dönemi olarak küçüklükteki kuvvet ve cesareti ifade ettiğini; “kehl=yetişkin” kelimesinin de, büyüklük ve ihtiyarlıkta da azametin kırılmasını anlattığını, yani onun büyük-küçük herkesle konuştuğunu, dolayısıyla mütevazı olduğunu anlatmaktadır, demektedirler.
Mezkur Hz. İsa (a.s.) ile ilgili mucize gibi, Hz. Musa’nın mucizeleri de inkar edilmek istenerek ~~ !1~ y _,..,::.1 01 .ı_.) ~~ ~~ ~ ~ ~~ ~) J
”Musa’nın kavmi ondan su istedikleri zaman Musa (a.s.)’ya, asanla taşa vur, diye vahyettik. Taştan on iki pınar fışkırıp aktı”;170 ayetindeki mucizeye, onlar onun burhanları ve hüccetinin kuvvetini bildirir bir şeydir, manasını verirler. Aynı şekilde İbrahim (a.s.)’in ateşe atılmasını ve oradan sağlam olarak kurtulmasını, hicret ve tedbir manasına alarak, bunun bir mucize olmadığını savunurlar.

Bu kimseler melekleri, cinleri ve şeytanı da inkar ederler. Meleklerin, Adem (a.s.)’e secde etmesini de, alemlerin insana musahhar kılınmasıyla tevil ederler. İblis’e de, hakka karşı kibirlenenlerin ismi gibi manalar verirler.

Zina edene ve hırsıza tatbik edilecek had cezaları, ancak bu suçları alışkanlık haline getirene uygulanabilir; yoksa bu işleri bir defa yapanlara tatbik edilemez, demektedirler. Çok kadınla evlenmek, faiz, zekat ve diğer bazı konularda da, İslam’ın kabul etmediği garib bir takım fikirler ileri sürerler. 171

ö )>li 4-ıJ Jl ö ~li …b J:! o)>.’ J
ve Rabbine nazir yüzler, o gün parlaktır.”172 Bu ayetteki “nâzir”den maksat, ehli sünnet alimlerinin çoğunluğuna göre, “Ru’yetullah”tır. Malum olduğu gibi, Yüce Allah dünyada görülemez; Ahirette ise, mü’minler O’nu göreceklerdir. 173 Ayet, mü’minlerin Ahirette ru’yeti ilahiyyeye ereceklerini müjdelemektedir. Ru’yetullahı, kabul etmeyen Mutezile gibi bazı mezhep mensupları, ehli sünnet alimlerince isabetli olmayan tevillere saparak, nazar kelimesini intizar=bekleline anlamına almaktadırlar. Buna göre ayette geçen “Rablerine nazirdirler=bakarlar” sözünü, Rabirinin sevabını muntazırdırlar yani beklerler şeklinde tevil etmektedirler. Böylece bunlarla diğer müfessirler arasında ihtilaf ortaya çıkmaktadır.
~\,!Q.ll ı:.r” li~ ö _r.-..!31 oh 4.;Z ”;/ J
“Şu ağaca yaklaşmayın, kendilerine zulmedenlerden olursunuz”;174 ayeti, Hz. Adem (a.s.) ile Hz. Havva’nın sözkonusu ağaca yaklaşmaktan yasaklandıklarını bildirmektedir. Bu ağacın ise ne ağacı olduğu konusunda bilgi verilmemektedir. Ayrıca tarih de bize bu hususta yardımcı olamamaktadır. Diğer taraftan bu konudaki hırıstiyan ve yahudi kaynaklı bilgileri kabul veya ret etmeye de mecbur değiliz. Bu gibi durumlarda açıklayıcı bir hadis varsa ona uyulur, yoksa tavakkuf edilir olduğu malumdur.
Durum böyle olduğu halde, o ağaç buğdaydı, incirdi, üzümdü diye, genelde mesnetsiz olarak bilgi veren müfessirler, aslında gereksiz bir takım ihtilafların doğmasına sebep olmuş olurlar.

Aynı şekilde, haklarında· ayet’ ve hadislerin bilgi vermediği ve başkaca da sağlam bilginin bulunmadığı Aslıab-ı Kehf’in isimleri: Hızır (as )’ın öldürdüğü çocuğun adı gibi konularda da özellikle bazı tefsir kaynaklarında bir çok farklı sözler vardır.175

Gulat-ı Şiâ ve asıl gayesi İslam dinini yıkmak olan Bâtınıyye, her zaman ve mekanda çeşitli isimler altında meydana çıkmış, ifsadını müslümanlar arasında yaymaya çalışmıştır. Zamanımızda da buna benzer hareketler eksik değildir.

Aslında gerçek tasavvufun ilgisi bulunmadığı Hurufilik ve Hurufiler, batıniyye akidesini benimsemiş, lslamı temelden yıkmaya çalışanlardan başkası değillerdir. Meydana getirdikleri tefsirleri de bu hedef doğrultusundadır.176

Hindistan, Pakistan ve Güney Afrika’da Ağa Han, şimdiki torunu Kerim Han başkanlığındaki İsmaililer, Aleviler, İran’daki Babiler, Filistindeki Babailer, Hindistan’daki Kadiyaniler, eski Batiniyye fırkasının zamanımızda yeşeren filizleridir. Bütün bunlar Kur’an’ı, zahiri manasına itibar etmeksizin kendi menfaatlarını gözetir şekilde, asılsız batını bir mana ile tefsir etmektedirler. Bunlardan Ağa Han’ın
başkanlığındaki İsmaililer ve Alevilerin tefsire dair maru esrleri yoktur.

Hindistan’daki Ahmedilere gelince, onlar Kadiyan şehrinde doğan Mirza Gulam Ahmed’e tabi olup, faal bir propoganda sayesinde bütün dünyada çoğalmaktadırlar. Gulam Ahmed’in 1896 senesinde bütün İslam alimlerine yazdığı bir mektuptan anlaşıldığına göre, o mehdi ve msihliğini iddia etmiştir. Ahmediler, cihadı, silahla yapmaktan kaçınarak, Özellikle İngiltere hükümetine karşı sadakat telkin ederler.

Mehdi olarak onun, hem Hz. İsa ve hem de Hz. Muhammed’in şahsını kendinde toplayıp gizlediğini iddia ederler.177

Babiler ve Babâiler, bâtıl davalarını savunarak, kitap ve diğer eserlerinde bazı ayetleri tahrif etmeye çalışmışlardır. 

Kur’an’da Yüsuf suresinin 4. ”Yusuf, babasına babacığım, ben rüyada on bir yıldızın, ay ve güneşin bana secde ettiğini gördüm”, ayetini şöyle anlamaktadırlar. Yani, Allah’ın burada bizzat Yusufu zikretmesinden maksat, Hüseyin b. Ali’dir. O, babasına, ben on bir yıldız gördüm; güneş ve ayı hak üzerine kuşatmışlar; Allah güneşle Fatıma’yı, Ay’la Muhammed’i kasdetmiştir”. İşte onların bu şekilde, ne aklın ve ne de dinin kabul etmiyeceği bir yığın asılsız görüşleri vardır.

Bahaullah da, Kur’an’da geçen Sırat, Zekat, Hacc gibi kavramları kabul etmiyerek, bunlardan maksat imamlardır, demektedir.178

Bu ve benzeri görüşler, Tefsir tarihindeki ilhad hareketlerinin bir parçasını oluşturur. Sözlük manasıyla; kabirde ölünün yan tarafa meyilini sağlamak, mezar kazmak; defnetmek, meyletmek, yönelmek, bir şeyden sapmak, yara açmak gib ianlamlara gelen ilhad kelimesi; bir kavram olarak Allah’a inanmama, doğru itikattan sapma, inanç bozukluğu ve dinsizlik manalarını ifade eder. 179

İlk günlerden beri, bazı kimseler veya gruplar hile ile İslamı yıkmak istemişler ve bu konuda kendilerine göre, en sağlam yol olarak da, Kur’an ayetlerini, kendi. heva ve isteklerine uygun gelişi güzel te’vil etmişlerdir. Hatta müslümanları İslam’dan ve Kur’an’dan uzaklaştırmak için gayret sarfetmişlerdir. Mesela Mısır’da, 1924 senesinde Mahmud Azmi’nin el-Ahram gazetesinde yazdığı bir yazısının başlığı “Din Yükselme ve ilerlemeye Mani Olan Bir Bağdır, Onu Bırakınız” olabilmiştir.180

Kimileri de, bir takım felsefi fikirlerin tesiri altında. kalarak, dinî gerçeklerden bazılarını inkar etmeye yönelmiştir. Etkisinde kaldığı felsefi düşünceden hareket ederek bazı ayetleri tutarsız bir şekilde tevil edip, onları inkar etmekten çekinmeıniştir. Mesela Şeytanın varlığını inkar etmede bir sakınca görmemiştir. Bazıları da, cinlerin yokluğunu iddia etmiş, bu konudaki ayetleri inancı doğrultusunda tevil etmiştir. Hatta Kur’an’daki Cin suresinin ilk ayetlerinde geçen “cin” adını, bir Arap kabilesinin adı olarak almak istemiştir.181

Kur’an-ı Kerim’i ve diğer mukaddes kitapları hedef alan ilhad hareketlerinin bir kısmını bizzat Kur’an ele alıp anlatmaktadır. 182 Bugün bu konuyu daha fazla müsteşrikler ele almışlar, Kur’an’ın bir vahiy mahsulü olduğuna inanmadıklarından, onun için başka kaynaklar arama yoluna gitmişler ve neticede hiç de ilmi olmayan garib iddialar ileri sürmüşlerdir.

Özellikle Kur’an’ı ve Islamî ilimleri aniayacak ve anlatacak liyakatlı kadroyu yetiştirme görevini, son yıllarda çok ihmal eden İslam dünyası iyi bilmelidir ki, Avrupa, ortaçağdan beri kaba kuvvetle yaptığı mücadelelerde mağlub edemediği İslam âlemini, bir iki asırdan beri açmış olduğu fikir savaşı ile dize getirmek istemektedir. Misyonerlik,
sömürgecilik ve benzeri kuruluşlarıyla, büyük düşman olarak gördükleri İslam’ın temeline dinamit koymaya çalışmışlardır.183

Bazı kimseler de, Kur’an emirlerinin sadece Araplara mahsus olduğunu, evrensel olmadığını iddia etmişlerdir. Hatta ”Kur’an, Arabın ilkel yaşantısına ve ahlak anlayışına göre hazırlanmıştır”, diyebilmişlerdir.184 İslam Dininde reform isterken şunları da teklif edebilmişlerdir:

“Türkçe ezan, Türkçe ibadet, Kur’an’ ın Türkçeye tercümesi, secdelerin sıralar üzerine yapılması, gündüzleri namaz kılınmıyarak halk konferansları düzenlenmesi, yalnız sabah namazlannın cemaatle kılınması, reforma uymak istemeyen yaşlı din adamlarının emekliye ayrılması, vaazlarda ve hutbelerde Atatürk’ün nutuklarına, tarıma, turizme … yer
verilmesi, Arapça Kur’an hafızlığının yasaklanması, Türk vatandaşlarının hacca gidişlerinin engellenmesi … “185

Kur’an ayetlerine mana vermede ilmi olmayan yaklaşımlardan birisi de şöyle sergileniyor: “Bakara suresinin 184 ve bundan sonraki ayetlerinde, oruç tutmak emrediliyor ve orucun sayılı günler olduğu bildiriliyor. Ayetler, bütün bir ay oruç tutulacağını açık ve seçik söylemiyor. Sayılı günler denildiğine ve Arapçada “eyyam” kelimesi üç veya daha ziyade gün demek olduğuna göre, en az orucun üç gün olduğu, en çok da bir ay olduğu anlaşılabilir. Ayrıca, Ramazan bazı takvim uzmanlarının hesabına göre, Kur’an’ın nazil olduğu Eylül ayı olarak saptanabilir, saptanmalıdır.186

İlhad hareketlerinin en korkuncu, Kur’an’ın arkasına saklanarak, onu asıl mecrasından saptıracak olan ilhadi izah tarzlarıdır. Bu faaliyetler, geçmişte sapık fırkalar tarafından icra ediliyordu. Bu gün ise, bunlar aynen varsa da, bazan İslamı, batılıların kaynaklarından öğrenen kendi insanlarımız tarafından ifa edilmektedir. Kur’an’ı ve onun ayetlerini kendi arzularına göre saptırarak izlenen yol, Kur’an’ı kendi mecrasından saptırmada en cazib yol olarak görünmektedir.187

Bu arada, “cevâmi’u’l-kelim” olan Kur’an,188 ayetleri tefsir edilirken, delilin delâleti de dikkate alınarak yanlış bir mana vermekten kaçınılmalıdır. Mesela bir ayette: u J..u _; ~ ~\\.)li \}; ~~i ~i .y ~ r. lS ..U i
Allah, size yeşil ağaçtan bir ateş yarattı da, şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz”,189 buyurulmaktadır.

Bu ayette, su gibi ateşi söndürücü bir maddeyi ihtiva eden yeşil bir ağaçtan, yakıcı bir maddenin ortaya çıkışını beyan ederek ilahi kudretin harika bir eserini düşünmeye bir çağrı vardır. Durum böyle olduğu halde, ayetteki “yeşil ağaçtan maksat”, İbrahim (a.s.)’dır; ateşten maksat onun nesli ve özellikle bir hidayet nuru olan Hz. Muhammed ve yakmaktan maksat da Peygamberimizin yaydığı İslam dinidir, diye yapılan te’vil, bir tevcih olup aslında sahih de olabilir. Ancak bu tevcih, ayetin yegane tevcihi olamaz. Burada medlül doğru olsa da, delilin delaleti salim kabul edilemez. O halde bu tevcih sahibi ile, kurallara riayet eden bir müfessir arasında bir ihtilaf olacaktır.l90

Aynı şekilde, ilahi kudrete dikkatleri çeken diğer bir ayette:
ı)~~ tJ..r. 4.;,ı ı)~ .:r-~1 (./
”İki denizi salıvermiş, birbirlerine kavuşuyorlar. Fakat aralarında birbirlerine karışmaya engel bir perde vardır.”191 Buyurulmaktadır. Acı ve tatlı iki denizin birbirine karışmadığı ve bunlardan inci ve mercan gibi kıymetli madenler çıktığı ifade edilmektedir. Yüce Allah’ın kevni ayetlerinden harika bir durumun ifadeye konulduğu bu ayeti; iki denizden maksat Hz. Ali ve Hz. Fatıma’dır. İnci ve mercandan murat ise, Hz. Hasan ve Hüseyin’dir, şeklinde tevil etmek, nasıl geçerli bir tefsir olabilir?.. Çünkü ayetten böyle bir mananın çıkarılması için bir münasebet yoktur.

Hakiki ihtilafın doğmasına sebep olan durumlardan· biri de, “mukattaa” harflerine, özellikle delilsiz olarak mana vermektir. Bilindiği gibi, bazı surelerin başında bir harf veya bir kaç harfin birleşmesinden meydana gelen rumuzlar bulunur. Müteşabihattan sayılan ve “hurufu mukatta’a” denilen bu harflerin manaları konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. 192

Mukattaa harfler; başında bulundukları sürelerin isimleri veya Yüce Allah ile Resulü arasında hususi rumuzlardırlar, diye görüşler vardır.

Daha başka görüşlerin de serdedildiği bu harflerin manalarının, kesin bir şekilde belirlenmesinin mümkün olmadığı hususunda görüş birliği vardır. İşte hu harflere, kabul edilir hiç bir münasebeti olmayan bir takım anlamlar vermek, muteber olamıyacak bir tefsir tarzıdır.
Sözgelimi, Ha-Mim” harfleriyle başlayan bir sürenin bu hadlerini;
”Ha”, Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında olan harb; “Mim” harfini de, Mervan’ın valiliği anlamında anlamak, aslında dayanağı olmayan, dolayısıyla ilmi bir değer taşımayan kasıtlı indi bir görüştür.193

SONUÇ
Genel olarak Kur’an ayetleri arasında, ilk nazarda var sanılan ihtilaflara ”Müşkilu’l-Kur’an” denir. Gerçekte ise·, ayetler arasında hakiki anlamda bir ihtilafın, bir çelişkinin olamıyacağı malumdur. Nitekim ayetler arasında görülen ihtilfarın, aslında bir ihtilaf olmadığı, yapılacak her bir araştırma ve inceleme sonunda hemen ortaya çıkacaktır.

“Zahirl ihtilaflar” denilen ve gerçek anlamdaki ihtilaflarla bir ilgisi
bulunmayan bu ihtilaf keyfiyetinin doğmasına; kıraat farklılıkları, hakikat-mecaz, müşterek lafızlar, muhkem-müteşabih, açıklanan konunun nevi ve safhaları, nâsih-mensüh gibi durumlar sebep olmaktadır.

Bir de esas itibariyle, ayetler arasında değil de, ayetlerin tefsirleri arasında görülen ve liyakatlı müfessirlerin tefsirlerine. muhalif olan ”hakiki ihtilaflar” vardır. Bunlar genelde İslami ilimleri tahsil etmiş âlim müfessirlerin tefsirleriyle, bilhassa cehalet ve kötü niyetin hâkim olduğu bazı kimselerin ayetlerle ilgili tutarsız sözleri arasında var olan çelişkilerdir.

Tefsirler arasındaki hakiki ihtilafın da bir takım sebepleri vardır. Bunları da şöylece özetleyebiliriz:

Bazı müfessirlerin; tefsirle ilgili hadis ve diğer rivayetleri bilmemesi, tefsir bilgi ve kültürünün yetersiz olması, içtihadi bir konuda gerekli kuralları bilmemesi ve uygulamaması, ayetin öncesi ve sonrasıyla olan mana bağına dikkat etmemesi, ayetleri kendi yanlış kanaatına uydurmaya çalışması ve İslam dinine aslında düşman olması gibi sebepler sayılabilir.

Bu son asırlarda, başta Kur’an ilimleri olmak üzere İslami ilimleri ve İslamiyeti, liyakatle dünyaya sunacak alimler kadrosunu yetiştirme görevini genelde ihmal eden İslam dünyası, iyice bilmelidir ki, özellikle Batı, kaba kuvvetle mağlup edemediği Doğuyu, bir kaç asırdan beri fikir savaşıyla dize getirmeye çalışmakta, maddi ve manevi imkanlarının iştirakiyle oluşturduğu bir takım kuruluşlarıyla, bu hedefini
gerçekleştirmeye çalışmaktadır.

Biz bu yazımızla, Müşkilu’l-Kur’an konusuna bir makale sınırları içerisinde temas edip açıklık getirmeye çalıştık. Oysa konu bir makale boyutlarının üzerinde ele alınarak ayrıntılı bir şekilde işlenmeye layıktır.
Böylesi bir çalışmanın da, daha faydalı olacağı malumdur.

 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Osmanlı ve Candaroğulları Hanedanları Arasında Evlilik İlişkileri

Makale: Doç. Dr. Hüseyin ÇINAR Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fak. Tarih Bölümü …

Kapat