Ana Sayfa / Yazarlar /  ‘Mütevekkil’ mi  ‘Müteekkü’ mü?

 ‘Mütevekkil’ mi  ‘Müteekkü’ mü?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

 ‘MÜTEVEKKİL’ Mİ…  ‘MÜTEEKKÜ’ MÜ…

“Meselâ, 

tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir. 

Terettüb-ü neticede tevekküldür. 

Semere-i sa’yine, kısmetine rıza kanaattir; 

meyl-i sa’yi kuvvetlendirir. 

Mevcuda iktifa, dûnhimmetliktir. -himmetsizliktir…-“   (Hakikat çekirdekleri)

Müslümanların halifesi Hz. Ömer (ra) bir gün 

çalışmayı terkederek bir yere toplanıp 

ömür sermayelerini boşa geçiren kimselere rastlamıştı. 

“Bunlar kimlerdir?” diye sordu. 

Cevap verdiler: 

“Bunlar mütevekkil insanlardır, dünya için çalışmazlar!” 

Başını sallayan halife şu cevabı verdi:

 “Bunlar ‘mütevekkil’ değil, ‘müteekkü’dirler… 

Yâni hazır yiyicilerdir. Yoksa çalışmadan nasıl geçinecekler?”

 

Tevekkül,

 Allah’ın kısmet ve takdirine ve başa gelen kaza ve kaderine razı olup teslim olmaktır.

Ama bu halinde çekirdekten meyve verecek bir ağaca kadar çok mertebe ve makamları vardır. 

Tedbir ve tayini cüzi ihtiyarı ile yerine getirip,

 nasip ve kısmeti Allah’tan bilmek, ve gelen neticeye rıza göstermek TEVEKKÜL’dür…

Tevekkülün derece ve kemâlı, 

mü’minin, iman kemâlatına göre tecelli eder!.. 

 

Tertibi mukaddematta tefviz, tembelliktir.” (Hakikat çekirdekleri)

hükmünün manası, 

bir şeye ulaşmakta vasıta olan sebeplerin terk edilip Allah’a havale edilmesine denilir ki, 

bu da tembellikten başka bir şey değildir. 

Tevekkül ile tembellik görünüşte bir birine yakın durur. 

Tevekkül, sebeplere müracaat ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemektir. 

Tembellik ise sebeplere müracaat etmeden neticeyi beklemek demektir.

 

“İnsanı dalâletlere sürükleyen cihetlerden biri de şudur ki: 

İsm-i Zâhir ile ism-i Bâtın’ın hükümleri ayrı ayrı oluyor; 

bunları birbirine karıştırıp 

mercilerini kaybetmek mahzurludur…”

(mesnevi-i Nuriye)

Allah, kainattaki sebeplere de bir görev ve değer vermiştir.

İş ve icraatlarını da sebepler vasıtası ile icra ediyor. 

Bu yüzden insanları da sebeplere riayet etmeye davet ediyor. 

Bu sebeplere riayet etmek,

 Allah’ın rububiyet ve uluhiyetine zıt bir şey değildir.

Zira sebepler sadece bir şart ve perdedir, 

yoksa hakiki icraatçı değildirler. 

Yani sebeplere başvurmak tevekküle zıt bir şey değil, 

bilakis Allah’ın emrine uymak olduğu için 

tevekkülü teyit ve takviye niteliğindedir.

Tevekkülün çerçevesi ve sınırları şu şekildedir: 

“Tertibi mukaddematta tefviz, tembelliktir.” hükmünün manası, 

bir şeye ulaşmakta vasıta olan sebeplerin terk edilip Allah’a havale edilmesine denilir ki, 

bu da tembellikten başka bir şey değildir. 

Mesela bir bahçeyi ağaçlandırmak, 

meyvedar etmek için uzun bir zaman sebepleri tertip sırasına göre, 

tarlayı sürmek, ağaçların dibini çapalamak, haşereler  den korumak için ilaçlamak…v.s…

Meyveyi elde etmek için, yapılması gereken uğraşları 

sırasıyle es geçmeden yapmak,  

Allah’ın ZAHÎR İsm-i Cemal’ine mazhar olmak demektir!..

Sonra neticeleri Allah’a bırakmak, tevekkül olmuş olur…

Zira 

artık Güneşi yaklaştırıp yazı getirmek,

Dünyayı hem kendi etrafında 

hem güneşin etrafında çevirmek, 

Geceyi gündüze, gündüzü geceye karıştırmak,

Yağmurları istihdam edip, rahmeti yağdırmak,

Daneyi çatlatıp yeşertmek, filizlendirmek, ağaçlandırmak,

yapraklandırıp çiçek açtırmak 

ve nihayet o nebatata mahsus bir zamanda meyveye ulaştırmak…

Bunlar 

insanın elinin ulaşacağı şeyler olmadığı için tevekkül gerekiyor. 

Onun için sebeplerde değil, neticede tevekkül etmek gerekiyor. 

Sebeplere müracaat çalışkanlık

neticeyi Allah’a havale etmek ise tevekkül oluyor. 

İkisi de güzel ahlaktan sayılmışlardır.

“Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. 

Belki, esbabı, dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; 

esbaba teşebbüs ise, 

bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, 

müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Hakk’tan istemek 

ve neticeleri Ondan bilmek 

ve Ona minnettar olmaktan ibarettir.”

“Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer: 

Vaktiyle iki adam, hem bellerine, 

hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye birer bilet alıp girdiler. 

Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup nezaret eder. 

Diğeri, hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi:”

“Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.”

“O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi olur. 

Ben kuvvetliyim; malımı belimde ve başımda muhafaza edeceğim.”

“Yine ona denildi: 

“Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye 

daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. 

Belki başın döner, yükünle beraber denize düşersin.

 Hem gittikçe kuvvetten düşersin. 

Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat getiremeyecek. 

Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divanedir diye seni tard edecek; 

ya “Haindir, gemimizi itham ediyor, 

bizimle istihzâ ediyor. Hapsedilsin.” diye emredecektir. 

Hem herkese maskara olursun. 

Çünkü, ehl-i dikkat nazarında zaafı gösteren tekebbürünle, aczi gösteren gururunla, 

riyayı ve zilleti gösteren tasannuunla kendini halka müdhike yaptın. 

Herkes sana gülüyor” denildikten sonra o biçarenin aklı başına geldi. 

Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. 

“Oh, Allah senden razı olsun. 

Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum.” dedi.”

“İşte, ey tevekkülsüz insan! 

Sen de bu adam gibi aklını başına al, 

tevekkül et. 

Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hadisenin karşısında titremekten 

hodfuruşluktan ve maskaralıktan ve şekavet-i uhreviyeden ve tazyikat-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.”

Bir gün bir adam devesini mesicidin kapısına bırakıp 

Resûl-i Ekrem ()‘in huzuruna girmişti. 

Kâinatın Efendisi sordular “Deveni ne yaptın?”

 “Kapıya bıraktım!” dedi 

“Bir yere bağlayıp da mı bıraktın?” diye sordu. 

Adam, “Hayır, bağlamadım; sadece tevekkül edip Allah’a teslim ettim!” 

Deyince, Allah Resulü; () bu tevekkül anlayışına cevabı şöyle oldu 

“Git, deveni bağla; ondan sonra Allah’a tevekkül et!”

“İman tevhidi, tevhid teslimi, 

teslim tevekkülü, tevekkül ise saâdet-i dâreyni iktiza eder.”(sözler)

Tevekkülün mânâsı, 

Cenâb-ı Hakk’ı vekil edinmek, Allah’a güvenmektir.

Tevekkül her zaman muhtaç olduğumuz bir ilaçtır. 

Allah’ın kudretine istinat, hikmetine itimattır.

Emr-i kün feyekûna mâlik bir Sultan-ı Cihan’a;

 her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında, 

her yerde hâzır ve nazır olan Rabbülâlemîn’e aczini 

ve fakrını bilip müracaat eden bir adamın ne pervası olabilir?

En dehşetli bir musibet karşısında, 

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn” deyip kalp rahatlığı içinde 

Rabb-i Rahîm’ine itimat eder, sıkıntılardan kurtulur.

Evet, Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir.

Tevekkül duygusu insan için büyük bir kuvvet kaynağıdır. 

İnsanı daha azimli ve kararlı çalışmaya sevkeder.

Cenab-ı Hak, 

“… Ve ‘alallâhi felyetevekkelil mü’minûn” 

(Mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler!)

 (Tevbe, 9/51) buyurmaktadır. 

Ve yine:

“… Azmettiğin zaman Allah Teâlâ’ya tevekkül et! 

Şüphe yok ki Allah Teâlâ tevekkül edenleri sever.” 

(Al-i İmran, 3/159)

“…Kim Allah’a dayanırsa O ona yeter, Allah onun işini sonuca ulaştırır…” (Talak, 65/3)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Gülün Adı

Gülün Adı Gülün Adı Umberto Eco’nun romanı. Postmodern romanın en büyük örneklerinden. Porstmodern roman aşağılanan …

Kapat