‘MÜTEVEKKİL’ Mİ… ‘MÜTEEKKÜ’ MÜ…
“Meselâ,
tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir.
Terettüb-ü neticede tevekküldür.
Semere-i sa’yine, kısmetine rıza kanaattir;
meyl-i sa’yi kuvvetlendirir.
Mevcuda iktifa, dûnhimmetliktir. -himmetsizliktir…-“ (Hakikat çekirdekleri)
Müslümanların halifesi Hz. Ömer (ra) bir gün
çalışmayı terkederek bir yere toplanıp
ömür sermayelerini boşa geçiren kimselere rastlamıştı.
“Bunlar kimlerdir?” diye sordu.
Cevap verdiler:
“Bunlar mütevekkil insanlardır, dünya için çalışmazlar!”
Başını sallayan halife şu cevabı verdi:
“Bunlar ‘mütevekkil’ değil, ‘müteekkü’dirler…
Yâni hazır yiyicilerdir. Yoksa çalışmadan nasıl geçinecekler?”
Tevekkül,
Allah’ın kısmet ve takdirine ve başa gelen kaza ve kaderine razı olup teslim olmaktır.
Ama bu halinde çekirdekten meyve verecek bir ağaca kadar çok mertebe ve makamları vardır.
Tedbir ve tayini cüzi ihtiyarı ile yerine getirip,
nasip ve kısmeti Allah’tan bilmek, ve gelen neticeye rıza göstermek TEVEKKÜL’dür…
Tevekkülün derece ve kemâlı,
mü’minin, iman kemâlatına göre tecelli eder!..
Tertibi mukaddematta tefviz, tembelliktir.” (Hakikat çekirdekleri)
hükmünün manası,
bir şeye ulaşmakta vasıta olan sebeplerin terk edilip Allah’a havale edilmesine denilir ki,
bu da tembellikten başka bir şey değildir.
Tevekkül ile tembellik görünüşte bir birine yakın durur.
Tevekkül, sebeplere müracaat ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemektir.
Tembellik ise sebeplere müracaat etmeden neticeyi beklemek demektir.
“İnsanı dalâletlere sürükleyen cihetlerden biri de şudur ki:
İsm-i Zâhir ile ism-i Bâtın’ın hükümleri ayrı ayrı oluyor;
bunları birbirine karıştırıp
mercilerini kaybetmek mahzurludur…”
(mesnevi-i Nuriye)
Allah, kainattaki sebeplere de bir görev ve değer vermiştir.
İş ve icraatlarını da sebepler vasıtası ile icra ediyor.
Bu yüzden insanları da sebeplere riayet etmeye davet ediyor.
Bu sebeplere riayet etmek,
Allah’ın rububiyet ve uluhiyetine zıt bir şey değildir.
Zira sebepler sadece bir şart ve perdedir,
yoksa hakiki icraatçı değildirler.
Yani sebeplere başvurmak tevekküle zıt bir şey değil,
bilakis Allah’ın emrine uymak olduğu için
tevekkülü teyit ve takviye niteliğindedir.
Tevekkülün çerçevesi ve sınırları şu şekildedir:
“Tertibi mukaddematta tefviz, tembelliktir.” hükmünün manası,
bir şeye ulaşmakta vasıta olan sebeplerin terk edilip Allah’a havale edilmesine denilir ki,
bu da tembellikten başka bir şey değildir.
Mesela bir bahçeyi ağaçlandırmak,
meyvedar etmek için uzun bir zaman sebepleri tertip sırasına göre,
tarlayı sürmek, ağaçların dibini çapalamak, haşereler den korumak için ilaçlamak…v.s…
Meyveyi elde etmek için, yapılması gereken uğraşları
sırasıyle es geçmeden yapmak,
Allah’ın ZAHÎR İsm-i Cemal’ine mazhar olmak demektir!..
Sonra neticeleri Allah’a bırakmak, tevekkül olmuş olur…
Zira
artık Güneşi yaklaştırıp yazı getirmek,
Dünyayı hem kendi etrafında
hem güneşin etrafında çevirmek,
Geceyi gündüze, gündüzü geceye karıştırmak,
Yağmurları istihdam edip, rahmeti yağdırmak,
Daneyi çatlatıp yeşertmek, filizlendirmek, ağaçlandırmak,
yapraklandırıp çiçek açtırmak
ve nihayet o nebatata mahsus bir zamanda meyveye ulaştırmak…
Bunlar
insanın elinin ulaşacağı şeyler olmadığı için tevekkül gerekiyor.
Onun için sebeplerde değil, neticede tevekkül etmek gerekiyor.
Sebeplere müracaat çalışkanlık,
neticeyi Allah’a havale etmek ise tevekkül oluyor.
İkisi de güzel ahlaktan sayılmışlardır.
“Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir.
Belki, esbabı, dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek;
esbaba teşebbüs ise,
bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek,
müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Hakk’tan istemek
ve neticeleri Ondan bilmek
ve Ona minnettar olmaktan ibarettir.”
“Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer:
Vaktiyle iki adam, hem bellerine,
hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye birer bilet alıp girdiler.
Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup nezaret eder.
Diğeri, hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi:”
“Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.”
“O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi olur.
Ben kuvvetliyim; malımı belimde ve başımda muhafaza edeceğim.”
“Yine ona denildi:
“Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye
daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder.
Belki başın döner, yükünle beraber denize düşersin.
Hem gittikçe kuvvetten düşersin.
Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat getiremeyecek.
Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divanedir diye seni tard edecek;
ya “Haindir, gemimizi itham ediyor,
bizimle istihzâ ediyor. Hapsedilsin.” diye emredecektir.
Hem herkese maskara olursun.
Çünkü, ehl-i dikkat nazarında zaafı gösteren tekebbürünle, aczi gösteren gururunla,
riyayı ve zilleti gösteren tasannuunla kendini halka müdhike yaptın.
Herkes sana gülüyor” denildikten sonra o biçarenin aklı başına geldi.
Yükünü yere koydu, üstünde oturdu.
“Oh, Allah senden razı olsun.
Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum.” dedi.”
“İşte, ey tevekkülsüz insan!
Sen de bu adam gibi aklını başına al,
tevekkül et.
Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hadisenin karşısında titremekten
hodfuruşluktan ve maskaralıktan ve şekavet-i uhreviyeden ve tazyikat-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.”
Bir gün bir adam devesini mesicidin kapısına bırakıp
Resûl-i Ekrem (ﷺ)‘in huzuruna girmişti.
Kâinatın Efendisi sordular “Deveni ne yaptın?”
“Kapıya bıraktım!” dedi
“Bir yere bağlayıp da mı bıraktın?” diye sordu.
Adam, “Hayır, bağlamadım; sadece tevekkül edip Allah’a teslim ettim!”
Deyince, Allah Resulü; (ﷺ) bu tevekkül anlayışına cevabı şöyle oldu
“Git, deveni bağla; ondan sonra Allah’a tevekkül et!”
“İman tevhidi, tevhid teslimi,
teslim tevekkülü, tevekkül ise saâdet-i dâreyni iktiza eder.”(sözler)
Tevekkülün mânâsı,
Cenâb-ı Hakk’ı vekil edinmek, Allah’a güvenmektir.
Tevekkül her zaman muhtaç olduğumuz bir ilaçtır.
Allah’ın kudretine istinat, hikmetine itimattır.
Emr-i kün feyekûna mâlik bir Sultan-ı Cihan’a;
her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında,
her yerde hâzır ve nazır olan Rabbülâlemîn’e aczini
ve fakrını bilip müracaat eden bir adamın ne pervası olabilir?
En dehşetli bir musibet karşısında,
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn” deyip kalp rahatlığı içinde
Rabb-i Rahîm’ine itimat eder, sıkıntılardan kurtulur.
Evet, Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir.
Tevekkül duygusu insan için büyük bir kuvvet kaynağıdır.
İnsanı daha azimli ve kararlı çalışmaya sevkeder.
Cenab-ı Hak,
“… Ve ‘alallâhi felyetevekkelil mü’minûn”
(Mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler!)
(Tevbe, 9/51) buyurmaktadır.
Ve yine:
“… Azmettiğin zaman Allah Teâlâ’ya tevekkül et!
Şüphe yok ki Allah Teâlâ tevekkül edenleri sever.”
(Al-i İmran, 3/159)
“…Kim Allah’a dayanırsa O ona yeter, Allah onun işini sonuca ulaştırır…” (Talak, 65/3)
- Hayranlıkla Dinlediler ve İtaat Ettiler!.. - 18 Eylül 2024
- ‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ - 14 Eylül 2024
- Eğer Allah Dileseydi Ne (biz) Şirk Koşardık, Ne de Atalarımız!..” - 11 Eylül 2024
- “Canımı Müslüman Olarak Al ve Beni Sâlih Kimseler Arasına Kat !” - 10 Eylül 2024
- Şehadette Niçin Hem Abduhu Hem Rasûluhü Diyoruz? - 2 Eylül 2024
- İttihad-ı İslâm’ı Israrla Önemsememek… - 30 Ağustos 2024
- Allah’ın Lûtfu ve Rahmetiyle, Ferahlasınlar… - 27 Ağustos 2024
- Sırf Allah ve Resûlü, Fazlından Kendilerini Zengin Etti Diye İntikam Almaya Kalktılar - 18 Ağustos 2024
- “Kader Bizi Böyle Bağlamış…” - 9 Ağustos 2024
- “Bir de Takvâ Elbisesi ki…” - 3 Ağustos 2024