Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / “Nasıl” sorusuna cevap vermeyen din neye cevap verir? /Yunus Emre Orhan

“Nasıl” sorusuna cevap vermeyen din neye cevap verir? /Yunus Emre Orhan

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Nasıl” sorusuna cevap vermeyen din neye cevap verir?

how-it-works

Kainattaki varlık araştımasını sorunsallaştıran her araştırmacı, kainata karşı “ne, nasıl ve neden” sorularını sorar. “Ne?” ve “Nasıl” oldu sorusunda betimleme, yani tasvir vardır. Bu vechede araştırmacı, ilişkiyi resmetme gayretine girer ve bunu “Bu nedir? Ne oldu? Nasıl oldu?” sorularını sorarak yapar. Olguyu açıklamak için ise “Neden” sorusunu sorar. Açıklama boyutu oluş biçimini değil de oluş nedenine dair izah getirme gayretindedir. Fakat, bir olguyu açıklamak, o olgu dışında başka olgulara da başvurmayı gerektirir. Bu ise, iki olgu arasında ilişki kuran bir veya daha fazla açıklamanın elimizde olmasına bağlıdır. Anlama boyutu ise, açıklamayı bir süreç mantığı içerisinde kavramayı gerekli kılar. Bu ise tutarlı bir soyutlamayı gerektirir.

Ne sorusu keşfedici, nasıl sorusu betimleyici, neden sorusu açıklayıcı bir mahiyet taşır. Ve aralarında bir öncelik (genelde) mevcuttur. Bir araştırma alanında öncelikle ne, sonra nasıl, sonra neden sorusu sorulur. Çünkü soruların tabiatı budur. Bazı soru kapsamlarında, neden ve nasıl soruları arasında fark yok gibi görünür. Örneğin, “Neden yağmur yağdı?” veya “Nasıl yağmur yağdı?”. Daha doğrusu, kainattaki her bir varoluşu sebep-sonuç ilişkisi içerisinde açıklayan bir yaklaşım için, bu iki soru arasında pek bir fark yok gibidir. Diğer taraftan, şu örneğe baktığımızda: “Kuşlar nasıl göç eder?” sorusu ile “Kuşlar neden göç eder?” sorusu, birbirinden tamamen farklı hususları sorgular.
Bu yazıda öne sürdüğüm temel tez: araştırmalarda, “nasıl” sorusunun önceliğinin kesinlikle fark edilmesi gereken bir olgu olduğudur. Neredeyse, “din hiçbir şey söylemez” anlamına kadar gelebilecek “bilim nasılı, din nedeni çalışır” iddiası, Bediüzzaman’ın yaklaşımında anlamsız ve çürütülmüş bir iddia şeklini alır. Varoluşu sorunsallaştırılmayıp dikkatlice düşünmeyen insanlar, melekuta dair dogmatik veya taassubî görüş şemsiyesinde bulunanlar için bu ifade çok da yanlış bir ifade gibi görünmez. Melekuta ve kainata dair “Neden” sorularının da cevabını Peygamberlerle gönderen ve “Ben bu kainatın yaratıcısıyım!” diyen zat ile ulaşan haberi kendine dayanak edenler, “Neden sorusunu din cevaplandırır, dolayısıyla din neden sorusunun incelemesi altına girer!” zannetmişlerdir. Neden sorusu, olguları, varlığı, açıklama, anlama ve anlamlandırmaya yöneliktir. İnsan da, ancak mana ile, anlam ile tatmin olacak bir fıtrattadır. Fakat, çok temel bir kaidedir ki, bir insanın tüm muammalarını aşması için hayatî öneme sahip olan “Neden?” sorularının cevabı, ancak “Nasıl?” araştırması üzerindeki bulgularının üstüne bina edilebilir.

Mesela, salt mülk vechesinde araştırmalarını bina eden modern sosyal bilimden, son dönem popüler bir örnek vermek istiyorum. Neden Ortadoğu’da Arap Baharı diye bir fenomen ortaya çıktı? Böyle bir soru, insan için anlamlıdır, yerindedir. Bir ekonomist bunu “kalkınmışlık seviyesine”, bir siyaset bilimci “devletin gücüne, otoriter siyasi yapının açmazlarına” dayandırarak açıklamalar getirecektir. Daha doğrusu, her disiplinin cevabı bu soruya farklı olacaktır. Çünkü, ekonomistten devam edersek, bir ekonomiste göre “sosyal bir olgu NASIL ortaya çıkarın” başat sebebi ekonomik sebepler olduğu için, “Neden” sorusuna dair tüm açıklamaları, bu “Nasıl?” sorusu ile elde ettiklerine yönelik olacaktır. Diğer disiplinler de, bu açıklama ile kıyas edilebilir.

“Nasıl?” sorusunun önceliği üzerine yaptığımız bu vurguyu, melekut vechesi için düşündüğümüzde de durum aynı şekilde olacaktır. “Bu eşya Nasıl oluyor da var oluyor?” sorusuna, Felsefe veya Risalet yaklaşımının iddia ettiği dört ihtimal (Sebepler yapıyor, Kendi kendine oluyor, Tabiat Yapıyor, Bir Yaratıcı yapıyor) sorgulanıp, araştırmacının konumu vaz edilmeden, “Neden?” sorularına cevap vermek ya dogmatik, ya taklit, ya ezber, ya da folklorik bir açıklama olmaktan öte bir şey olamaz. Hatta, “Nasıl?” sorusu ile melekut sorunsallaştırması, kişiyi “la ilahe” sonucunda yakîne ulaştırır. Çünkü, Bediüzzaman fark etmiştir ki, “Nasıl” ile uğraşmayan kişi, neden hakkında dogmatizm veya taassup etmekten başka bir çaresi yoktur.

Bu yaklaşımı ile Bediüzzaman, iki şeyin düzenli bir şekilde, mukarenet ile vücuda getirilmesini nedensellik, illiyyet, veya biri diğerine me’haz ve menşe olarak gösteren vehmî zanniyatı karşısına alır. Nedensellik, tesadüf, kendi kendinelik iddialarına karşı, “Nasıl” oldu da bu şey var oldu sorunsalına, ilim ile, irade ile, kasıt ile oldu açıklamalarıyla, bir Alîm’e, Murîd’e, Kâsıt’a işaret ederek, bir Vacibü’l Vücudun vücubunu a priori bir şekilde delillendirir.

Özetle, “Neden?” sorusu, maksadı anlamaya çalışan, en zor ve en kapsamlı soruya işaret eder ve önceki çalışmalarda (ne? ve nasıl? soruları ile yapılan çalışmalarda) toplanan modelleri gerektirir. “Neden” sorusu “Ne” ve “eden” kelimelerinin birleşiminden meydana gelir ve bir olguyu meydana getiren hikmeti/maksadı aramaya yönelik bir soru olarak tanımlanabilir. “Nasıl” ise, “Ne” ve “Asıl” kelimelerinin birleşiminden meydana gelir ve bir olgunun ne biçimde, hangi asıl neticesinde meydana geldiğini belirtmek içindir. Melekut araştırmalarındaki bu “Nasıl?” sorunsalı ise bizleri, asıl olana taşımak içindir.

Bediüzzaman’ın yaklaşımındaki bu nasıl sorgulaması bizlere, sebep ile müsebbebin arasını sonsuz mesafede açabilmenin en büyük delillerini sunar. Esere baktığımızda müessiri, fiilde faili tanıtmayı amaçlayan bu metodoloji, her-şey-de, var-ed-ici-si-nin özelliklerini araştırır ve bu gözlemi neticesinde a priori ulaştığı bilginin doğruluğuna olan emaneti o kişinin imanını/yakinini oluşturur. Yani Bediüzzaman’da iman, kainatın şahitliği altında, kainatın yapıcısını tanıma sürecinin meyvesidir. Yani, din hakkında bilgi edinmek, bilmek, imanla özdeş kullanılmamalıdır. Bir konuda bilgi sahibi olmak ayrıdır, o konunun incelenmesi sonucunda, o konunun implikasyonunun, o kişi tarafından emin olduğu bir sonuca ulaştırılması ayrıdır.

Bediüzzaman’ın yaklaşımında biz, bu emanetin iman olarak tarif edildiğini gözlemliyoruz. Bir örnekle, mesela ateist “Tabiat eşyanın varlığının kaynağıdır” diyebilir, bir müslüman da “Kainatı Mutlak olan Allah yarattı” diyebilir. İman, bu bilginin kişi için doğruluğundan emin olmasıdır. Eğer ulaşılan sonuçtan emin değil isek, yakînden söz edemeyiz. Bediüzzaman’daki tahkiki imana olan yolculuk, bu bağlamda tekrar okunduğunda, kesin ulaşılan sonucun, her anki yeni tecelli eden deliller ile sağlamlaştırılmasına, yani imanın kuvvetleşmesi yolculuğu olarak değerlendirilebilir. Bu da, kainata “Nasıl?” sorusunu sormak ile olur. Dinin “Neden?” üzerine açıklamaları, kainat üzerine bir “Nasıl” araştırması üzerine oturmadığı takdirde, ezberden, spekülasyondan öteye geçemez… Gür bir ses ile soruyorum: “Nasıl” sorusuna cevap vermeyen bir din neye cevap verir? Sadece ve sadece, Bediüzzaman’ın “zelzele” açıklaması bile, bize çok ama çok şeyler anlatmıyor mu:

“Altıncı Suâl: Zelzele, küre-i arzın içinde inkılâbât-ı mâdeniyenin neticesi olduğunu ehl-i gaflet işâa edip, âdetâ tesadüfî ve tabii ve maksadsız bir hâdise nazarıyla bakarlar. Bu hâdisenin mânevî esbâbını ve neticelerini görmüyorlar; tâ ki intibâha gelsinler. Bunların istinad ettiği maddenin bir hakikati var mıdır?

Elcevap: Dalâletten başka hiçbir hakikati yoktur. Çünkü, her sene elli milyondan ziyâde münakkaş, muntazam gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler envâın birtek nevi olan, meselâ, sinek tâifesinden hadsiz efrâdından birtek ferdin yüzer âzâsından birtek uzvu olan kanadının kasd ve irâde ve meşîet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lâkayd kalmaması ve başıboş bırakmaması gösteriyor ki, değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası ve mercîi ve hâmisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef’âl ve ahvâli, belki hiçbir şeyi, cüz’î olsun küllî olsun, irâde ve ihtiyâr ve kasd-ı İlâhî haricinde olmaz. “ (14.Söz)


Yunus Emre Orhan (layetezelzel.com)

 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Kur’ân ve Sünnet Perspektifinde Nur Talebelerinin Namaz Tesbihatı

KUR’AN VE SÜNNET PERSPEKTİFİNDE NUR TALEBELERİNİN NAMAZ TESBİHATI   Tesbihat, Allah ile kul arasındaki irtibatı …

Önceki yazıyı okuyun:
Mahmut Çalışkan ağabey vefat etti. M. Çalışkan kimdir?

Mahmut Çalışkan Ağabey vefat etti İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn Ömer Özcan - Serdar …

Kapat