Ana Sayfa / Yazarlar / Nasrullah Tartışmaları Üzerine..

Nasrullah Tartışmaları Üzerine..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Nasrullah Tartışmaları Ulusal Gündem Oldu

Geçtiğimiz günlerde bir yerel gazetemiz Kastamonu’da tek parti döneminde kapatılarak şahıslara satılan 36 camiyi ve günümüze yansıyan sorunlarını gündeme taşıdı.

Biz de bu köşeden 1941 yılında şahsa satılan, zaman içersinde mülkiyeti miras yoluyla Moldova’lı bir kadına geçen tarihî camilerimizden birinin makus talihini ve bu durumun yol açması muhtemel sorunları kamuoyu ile paylaşmak amacıyla bir yazı kaleme aldık. 

Yer yerinden oynar diye düşünmüştük ama bu camimizin içler acısı durumu hakkında memleketteki milliyetçi, muhafazakâr çevrelerin, siyasilerin, bürokratların, STK’ların tüyleri ürpermedi, kılları kıpırdamadı, seçim döneminde günlerce konuşulan pastırma sucuk kadar gündem olmadı.

Doğrusu utanç verici idi. 

Sözkonusu haberlere milliyetçi-muhafakar çevrelerden ses çıkmamasını fırsat bilen birileri acaba karşı atağa geçmek, eski suç ve ayıplarından utanç duymak bir yana baskın çıkmak;

Belki, ülke gündemine bomba gibi düşen türbeye saygısızlık, ayrı bayrak, ayrı para basma taleplerine karşı yoğunlaşan kamuoyu tepkilerinin şiddetini azaltmak için yapay gündem oluşturmak amaçlı, restorasyonu dört yıl önce bitip ibadete açılmış tarihî Nasrullah Camisinin restorasyon kusurlarını gündeme taşıyarak kamuoyu manipüle edilmek mi isteniyor, sorularını akla getiren cinsten yoğun, organize bir sosyal medya hareketi ile karşı karşıyayız son birkaç gündür. 

Camilerin satılıp ahır-anbar yapıldığı günler, (her ne kadar yapanlardan hesabı sorulmamış, bu eserler asıl sahiplerine iade edilmemiş, özel, tüzel, manevi şahsiyet ve itibarları iade edilmemiş de olsa,) hamdolsun gerilerde kaldı. 

Arada fetret dönemi de denebilecek, cami, medrese türü eserlerin satılmadığı, ama mevcuda da bakılmadığı uzun yıllar geçti. 

Bu dönemi de atlattık hamdolsun. 

Vakıflar Genel Müdürlüğü son yıllarda varlık amacını hatırlamaya, tarihi vakıf mülklerine sahip çıkmaya, yokolmuş, harabe olmuş, zamanın tahribatına uğramış vakıf eserlerini yeniden ihya etmeye, restore etmeye başladı. 

Uzun yılların ihmalinin açığını kısa sürede, kıt imkanlarla kapatmak elbetteki kolay değil. 

Yapılan her tamir, restorasyon çalışmasının ideal ve mükemmel olduğunu iddia etmek elbette mümkün değil. 

Bazan bürokrasinin, bazan bürokratların, bazan yetkili kurum karmaşalarının, bazan uzman mimar, mühendis, restoratör bulunamayışının, bazan müteahhit, usta işçi sorunlarının, bazan denetim eksikliğinin mağduru olan, restorasyonunda arızalar oluşan tarihi yapılar olduğunu biliyor, görüyoruz. 

Son on beş yılda sadece Kastamonu şehir merkezinde Nasrullah, Yakubağa, İsmailbey, Deveciler, Hamidiye, Abdülcebbar, Alacamescit, Honsalar, Çevkâni, Server, Atabeygazi, Alparslan, İbn-i Neccar, Hepkebirler, Yılanlı, İsfendiyar, Seyyit Mustafa (Serçe) Ferhatpaşa camilerinin yanısıra, pekçok türbe, han, hamam, bedestenin restore edildiğini halkımız biliyor, görüyor. Bazı eserlerin restorasyonu ise halen devam ediyor. 

Bu restorasyon çalışmaları hem maliyet olarak, hem teknik olarak, hem iş yükü olarak çok zor ve büyük projeler. 

Zorluğunun en büyük sebebi, yüz yıldır mimari eğitimimizin kökten değişerek, güya Avrupaîleşen ama eğitimin temeline Antik Yunan, Roma ve yakın çağ Avrupa ve Rusya tarzı bir mimari felsefe üzerine bina edilmiş olması. 

Yeni yetişen mimar ve mühendislerimiz kendi öz minarimizden bîhaber, öz mimarimize adeta yan bakan, aşağılayan bir kafa ile yetişiyor ve o kafayla diploma alıyor, iş başına geçiyorlar. 

Başka bir arıza da, güya İslâmî bir hassasiyetle olaya yaklaştığını iddia ederek, kadim İslam sanatlarımızı camilerden kazımaya çalışan, Arabistan’da hüküm süren Vehhabilere özenen, onların kutsal beldelerdeki yıkıcı tahribatını ülkemize de taşımak isteyen yeni ve yıkıcı bir anlayış ki buna da özellikle dikkat çekmek gerekiyor.

“Kastamonu gibi pek çok tarihî şehrin tarihi dokularının, yapılarının, mimarî, estetik birikimlerinin bozulup talan edilmesinin tek sebebi  ve restorasyon çalışmalarındaki arızaların büyük kısmının bu yabancı ruh ve kibirli kafayla yetiştirilmiş şehir plancıları, mimarlar ve mühendisler olmuştur” diye düşünenlerdenim. 

Ancak inşaat yapmak isteyen herkes gibi, restorasyon yapmak isteyen her kurum bu mimar ve mühendislerimize müracaat etmek, projeleri onlara çizdirmek, denetimleri onlara yaptırmak zorundalar. 

Restorasyon çalışmalarında en son ve en yetkin kurum olan Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri de bu eğitim çarkından geçtikleri için, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemi mimari tarzına, yerel, yöresel mimari tarzlara, eserlerin varlık amaçlarına, ruhlarına, dönem, usta vb ayrıntılarına hâkim ve vâkıf olduklarını varsaymanın son derece yanıltıcı olacağı kanaatindeyim. 

Zaman zaman konuştuğumuz, sıkıntı, şikayet ve taleplerimizi ilettiğimiz ilgili ve yetkililerin her defasında Anıtlar Kurulu’nu, oranın sultasını işaret ediyor olmaları, bu kurumun ve üyelerinin de diğer pek çok kurum gibi yeniden ve dikkatle gözden geçirilmesi gerektiği kanaatimi kuvvetlendirmektedir. 

2015-2016 yıllarında restorasyonu yapılıp açılışı dönemin Başbakanı Sayın Binali Yıldırım tarafından yapılan tarihi Nasrullah Kadı Camimiz etrafındaki tartışmalara temelde bu sorunlar üzerinden bakmak gerektiği kanaatindeyim. 

Ancak bu bakışın da yeterli olmadığının bilincindeyim. 

Osmanlı’nın Kastamonu’da yaptırdığı, şehrin kalbi mesabesinde, halkımızın en çok değer verdiği, en maneviyatlı camilerden biri saydığı Caminin restorasyon sonrası halini beğenenler olduğu gibi beğenmeyenler, şiddetle eleştirenler de oldu doğal olarak. 

Camiin kapatılan, kaldırılan ya da yeniden oluşturulan nakış, hat- boya-kalem işleri, ahşap işleri ve cami duvarlarından kaldırılıp bir daha yerine konulmayan hüsn-i hat levhaları tartışma ve eleştiri konularının başını çekti, çekiyor.  

Ecdadın cami şadırvanına akıttığı ama yakın zamanlarda kaybolan doğal kaynak suyunun akıbetini, 

Şadırvan havuzlarının restorasyondan sonra aylarca yarı boş yarı dolu duran halini, 

kurna ve çeşmelerinin durumunu herkes bilmiyor konuşmuyor olsa da, işin uzmanlarını huzursuz etmeye devam etti. 

Her cami, her tarihî eser restorasyonu hakkında âdet olduğu üzere “define aradılar, define buldular, aldılar, çaldılar” hikayelerinin Nasrullah Camii için de yüksek sesle yapıldığını ve halen yapılmaya devam ettiğini de belirtmek gerekiyor. 

Birkaç gündür sosyal medyada ilgi gören Nasrullah Camii restorasyonuna ilişkin eleştiriler hakkında Vakıflar Genel Müdürlüğü bir açıklama yayınladı. 

Restorasyon sürecini ve mevcut durumu özetleyen, gerekli ama geç kalınmış bir açıklama oldu. 

Açıklamada;

“Raspa çalışmaları sırasında, birbirinden farklı dönemlere ait kalem işi bezeme örneklerinin tespit edilmesiyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Türk ve İslam Sanatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Baha Tanman’dan uzman görüşü alındığını, 

mevcut duruma göre kalem işi bezemeye ilişkin restorasyon tadilat projesi hazırlanıp Ankara 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başvurulduğunu ve onaylandığını.. 

İlgili Koruma Kurulu kararı doğrultusunda; 

iki dönem olarak tespit edilen kalem işlerinden öncelikli olarak ilk dönem kalem işi bezemeler ortaya çıkartıldığını, eserin kent belleğindeki önemi de göz önünde bulundurularak ikinci döneme ait kalem işi bezemelerin bir kısmının dönem eki olarak kabul edilerek mihrap önündeki kubbenin tamamında ve diğer bir kubbede dilim şeklinde mevcut hali ile bırakıldığını, 

Restorasyon kapsamında eserin içindeki tüm hatların, konumları ne olursa olsun sadece temizlenip özgün haliyle bırakılmış olduğunu, mevcut hiçbir hat yazısının kaldırılmadığını ifade etmişler..

Açıklamada açıkta kalan hususlar var. 

Başta, nedense cami duvarlarını süsleyen birbirinden değerli levhaların depoya kaldırılıp bir daha yerlerine asılmadığı konusuna değinilmemiş. 

Dolayısıyla “hiç bir hat yazısının kaldırılmadığı..” ifadesi yazık ki boşta kalmış ve yeni tartışmalar için açık kapı bırakılmıştır. 

İkinci olarak, 

 tarihi ve manevi değeri yüksek olan bir cami sözkonusu iken neden sadece bir uzmana sorulduğu, başka uzmanların farklı bakış açılarına, değerlendirilmelerine sunulmadığı,

Üçüncü olarak, 

yerel halkın, yerel uzmanların, yerel tarihçilerin, kültür ve sanat ehli insanlarının görüşlerine neden müracat edilmediği gibi hususlar da tartışma zemini olarak kalmaya devam edecektir. 

İş yapana akıl veren, tenkid eden, yapılan işi beğenmeyen, kusur bulan mutlaka olur, olacaktır.

Ancak, sözkonusu vakıflar, vakıf malları, vakıf eserleri, sanat eserleri olduğunda sorumluluk sahibi herkesin “ben yaptım oldu, ben yaparım olur, ben bilirim..” gibi fikri, hissi arızalardan mümkün olduğunca uzak durmaları erdem değil zorunluluktur. 

Her restorasyon çalışmasında projeden işçiliğe, malzemeye varıncaya kadar her konu tartışılıyorsa, tartışacak malzeme çıkıyorsa, sorun sadece konuşanda değil demektir. 

Allah her iklime göre taş, toprak ve bitki yaratmışken, bu memleketin iklimine uyum sağlayamayan taş kulkanmamak gerektiğini başkasından duymak, işin uzmanlarına yakışmaz. 

Yaz dönemi kısa, kışları sert olan bu memlekette taş ve beton işlerinin soğuklara bırakılmadan yapılması gerektiğinin yetkililere halk tarafından hatırlatılması şık bir durum değildir.  

Her dönemin ve her yörenin bir ruhu, kültürü, mimari tarzı, estetik anlayışı vardır. 

Karadenize Ege, Kastamonu’ya Ortaanadolu mimari elbisesi giydirmemek gerektiğini iş yapan, az buçuk eğitim alan, az buçuk feraset sahibi olan herkesin bilmesi gerekir. 

Bu yörenin taş işçiliği yeniden canlandırılmadan, bu yörenin ahşap ustalarına müracat edilmeden bu şehirde restorasyon çalışması yapılmaması gerektiğini kabul etmek, ona göre hareket etmek gerektir. 

Bu tür tartışmalara mahal vermemek adına daha şeffaf, daha geniş açılı, geniş ufuklu, geniş katılımlı, zamanın ruhunu, toplumun ihtiyaçlarını da gözeten proje ve uygulamalara ihtiyaç vardır. 

Tarihi ve taş yapılı üç beş camiden birine klima, bir başkasına, kalörifer-doğalgaz sistemi döşenirken bir başkası için hiç bir ısıtma sistemine izin verilmemesi gibi çarpıklıkların da önüne geçilememesi konuşanın ayıbı değildir. 

Bu tür tartışma ve eleştirilerden gocunmadan, gücenmeden dersler çıkartabilmek kurumlarımız adına en büyük kazançtır. 

Son olarak:

Restorasyonu yapılıp yeniden ayağa kaldırılan eserlerin  varlık amacına uygun kullandırılması, binasıyla birlikte ruhunun, kimlik ve kişiliğinin de yeniden ayağa kaldırılması gerekmektedir. 

Camilerin, medrese ve kütüphanelerin kapatıldığı, satıldığı, ahır, ambar olarak kullanıldığı acı günleri yaşadık. Bu gün onları üzüntüyle, pişmanlıkla, utançla anıyoruz. 

Bir cami ve medresenin restore edilip ayağa kaldırıldıktan sonra genç aşıkların sarmaş dolaş buluşma mekanları olmasına göz yumulmasının o mübarek mekanlara eskiden yapılan zulümleri aratmayacak zulüm ve ihanet olmadığına kimi nasıl ikna edebiliriz?

Nasrullah Camii ya da başka bir dinî vakıf eserle ilgili asıl tartışılması, eleştirilmesi gereken konunun sıvadan, boyadan, nakıştan öte manevi kimlik ve şahsiyetine yakışmayan alanlarda kullanıma sunulmasıdır. 

Bu ayıbı görmeyenin, hoş görenin diğer eleştirlerinin pek bir kıymeti harbiyesi yoktur aslında.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” – VIII

“Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” Kitabı – 8 Yazar: Ömer SEVİNÇGÜL …

Kapat