Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Nefsimizi nasıl terbiye edeceğiz? / İdris TÜZÜN

Nefsimizi nasıl terbiye edeceğiz? / İdris TÜZÜN

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

NEFSİMİZİ NASIL TERBİYE EDECEĞİZ?

NEFİS TERBİYESİ

Nefis terbiyesinin ehemmiyeti:

Cenab-ı Hak Kur’an’da bir kısım insanların “heva”larını ilah edindiğini bildirir:

{ أرأيت من اتخذ إلهه هواه أفأنت تكون عليه وكيلا }

Hevasını ilah edineni gördün mü? (Furkan: 43)

Peygamberimiz sav’de şöyle buyurmuştur:

قال رسول الله صلى الله عليه وسلم (ما تحت ظل السماء من إله يعبد أعظم عند الله من هوى متبع) رواه الطبراني في الكبير وابن أبي عاصم في كتاب السنة

Allah katında, semanın gölgesi altında tapınılan (batıl) ilahlar içerisinde, kendine tabi olunan hevadan (nefsani arzulardan) daha büyüğü (gazap edileni) yoktur.

Taberani, İbn Ebi Asım

“İlah” mabud, tapınılan, emrettiği yapılan, yasaklarından da kaçınılan manasına gelir. Bir insan Allahın emir ve nehiylerine değil de, nefsin isteklerini yerine getirir, emrettiğini yapar, nehyettiğinden kaçınırsa nefsini ilah edinmiş olur. Üstad Bediüzzaman “Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telakki eder. Hattâ mevhum bir Rububiyet ve keyfemayeşa hareketi, fıtrî olarak arzu eder” der. (Ramazan risalesi.)

Nefsin bu şerir ve tehlikeli halinden dolayı Kur’an ve sünnet, müminleri nefse karşı uyarmış, nefisle mücadeleyi cihadı ekber olarak nitelendirmiştir.

Küfrün ve bütün günahların temelinde nefis ve nefsani arzular vardır. Peygamberimiz döneminde olsun günümüzde olsun, İslam’ın hak din olduğunu bildiği halde iman etmeyen Yahudiler, hristiyanlar ve Ebu cehil gibi şahsiyetler hased, kibir, ucub, lezzetlere düşkünlük gibi nefsani hastalıklar yüzünden küfre gitmişlerdir.

Mümin Allaha itaat etmek ve rububiyet dava eden nefisle mücadele etmekle mükelleftir. Eğer her işinde Allahın emirlerine değil de nefse uyarsa küfre girmez, fakat onun bu haline “şirki hafi” demek mümkündür. Peygamberimiz asv bu yüzden riyayı “şirki hafi” olarak nitelendirmiştir. Veliler de “مقصودك معبودك” ve “ما ألهاك من الله فهو صنم”  demekle buna işaret etmişlerdir.  Hakiki mümin İbrahim as gibi putları kırmakla emir olunmuştur.

***

فإن الجنة هي المأوى وأما من خاف مقام ربه ونهى النفس  عن الهوى }

Artık kim azmış ve dünya hayatını tercih etmişse, Şüphe yok ki onun varacağı yer cehennemdir. Ama Rabbinin huzurunda durmaktan korkmuş ve nefsini kötü arzulardan men etmiş kimseye gelince, Şüphe yok ki onun sığınacağı yer cennettir. Naziat: 38-41

عن  جابر قال رسول الله  صلى الله عليه وسلم

قدمتم خير مقدم من  الجهاد الأصغر إلى الجهاد الأكبر  قالوا وما قال مجاهدة العبد لهواه (الديلمي)

Peygamberimiz düşmanla yapılan cihadı “küçük cihad”, nefisle yapılan cihadı “büyük cihad” olarak tarif eder. İsmail Hakkı Bursevi nefis için “7 başlı ejder” ifadesini kullanır. Elbette bir ejderha ile savaşmak kolay değildir.

Bu konuda bazı hadisler şöyledir:

Senin en zararlı düşmanın iki tarafında olan nefsindir. Beyhaki, Deylemi

Mücahid Allah’a itaat konusunda nefsiyle cihad edendir.  Ahmed, Taberani

Cehennem şehvetlerle (nefsin hoşuna giden şeylerle) perdelendi, gizlendi, cennette nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle perdelendi. (Buhari, Müslim)

 

Küçük Fakat Büyük Olan Alem:

İnsanın iç alemi kalabalık bir milletin yaşadığı büyük bir memlekete benzer. Bu memleketin hükümdarı Allaha iman ve itaat eden kalptir. Akılda onun veziridir. Vucuttaki azalar ve ruhun duyguları, latifeleri bu kalp dediğimiz hükümdarın milleti –askerleri, memurları, işçileri- durumundadır. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur “Kalp hükümdardır ve onun askerleri vardır. Hükümdar iyi olursa askerleri de iyi olur, Hükümdar bozulursa askerleri de bozulur.” (القلب ملك وله جنود فإذا صلح الملك صلح جنوده وإذا فسد الملك فسدت جنوده)

Bu alemdeki nefis ise serkeş, zevkten başka bir düşüncesi olmayan, gelecekten ziyade anı düşünen, iktidarı ele geçirerek her türlü lezzetleri tatmak isteyen bir asi durumundadır. Onun da emrinde hırs, hased, şehvet, öfke gibi askerler vardır.

Hükümdar Kalp, veziri aklın da yardımıyla, milletini yönetmek, idare etmek, onlar arasında adaleti sağlamak ve iktidarı ele geçirerek anarşi ve teröre sebep olan nefse karşı mücadele etmek mecburiyetindedir.

Vucud memleketinde çoğu zaman, Kalbin askerleriyle, Nefsin askerleri arasında büyük meydan muharebeleri vuku bulur. Savaşların sonunda memleketteki iktidarın değişmesine göre, bu memlekete verilen isim de değişir.

  1. a. Daru nefsul emare:

Nefs kalbi yener ve memlekete hakim olursa bu memlekete “Nefsi Emmare”memleketi denilir. Nefis iktidarı ele geçirirse bu memlekette uluhiyetini ilan eder, insanın iç aleminde denge bozulur ve fesat meydana gelir. Nefis her türlü gayrı meşru fiilleri icra eder. Şu ayet nefsin işgal ettiği memleketin haline çok güzel ifade eder: “hükümdarlar bir memlekete girdiklerinde orayı ifsad ederler, o memleketin azizlerini zelil hale getirirler. Neml, 34

  1. b. Daru nefsul Levvame: دار النفس اللوامة

Eğer savaşlarda ikisi de yenişemez, kah biri, kah diğeri memlekete hakim olursa bu memlekete “Nefsi Levvame”memleketi denilir. Savaşlar memleketlerin harab olmasına sebeb olduğu gibi, insanın iç alemindeki Kalp ile Nefs arasındaki savaşlar da, insanın iç alemini tahrib eder. Nefsi levvame hali insanın kararsız, çatışmalı, depresyonlu halini ortaya koyar.

  1. c. Daru nefsul Mutmainne:

Kalp nefsi mağlub eder ve meşru dairede kalmaya ikna eder ve memleketi Allahın emirleri doğrultusunda idare ederse, bu memlekete “Nefsi Mutmainne”memleketi denilir. Nefsi mutmainne memleketi insanın kendisiyle barışık olduğu, huzurun hakim olduğu memlekettir.

Hükümdar kalbin, kuvvetli veya zayıf oluşu, milleti arasında adalet ve disiplini memlekete her yönden tesir eder. Kalbin zayıflaması veya kalbin milletinden bazı latifelerin disiplinsizliği nefsin iktidarı ele geçirmesine sebeb olabilir. Bu yüzden daima kalbin güçlenmesine ve milletini disiplin altında tutmasına çalışmak gerekir.

Marifetullah (Allah’ı tanıma) ve ibadetler manevi feyzlerin gelmesine ve Kalbin güçlenmesine vesile olurlar. Bu güç sayesinde kalp iktidarını muhafaza eder. Günahlar ise manevi feyzleri yok eder, kalbi zayıf düşürür, nefsi ise güçlendirir. Bu yüzden çokça ibadetle meşgul olup, günahlardan uzak durmak gerekir.

Nefs elinden geldiğince askerleriyle, casuslarıyla Kalbin direncini kırmak, ahalinin ona olan itaatini sarsmak ister. Kalp dirayetli olur ve vezirinin yardımıyla askerlerini disiplinli bir şekilde idare ederse, Nefse galip gelebilir.

Kalbin, vezir aklın da yardımıyla nefse galip gelebilmesi için en mühim üç şart vardır; İlim, imanın güçlenmesi ve ibadetler. İlim sayesinde kalp kendini yaradan Allah’ı, kendini ve vazifelerini, yardımcılarını, nefsi ve nefsin hilelerini, yardımcılarını ve onunla nasıl mücadele edeceğini öğrenir. Elde edeceği kuvvetli imanlanefse karşı en büyük manevi gücü elde etmiş olur. Namaz, oruç, Kur’an okuma, tefekkür, zikir, dua, istiğfar ve benzeri İbadetlerse, kalbe manevi feyzlerin ve yardımların gelmesine vesiledirler.

Eğer bu üç alanda kalp olgunlaşırsa nefse kolaylıkla galip gelebilir.

Kalbin nefse galip gelmesi için bazı şartlar üzerinde duralım:

1.      ÇEVRE:

Nefsimizi terbiye etmek istiyorsak, en başta çevremizi değiştirmeliyiz. Etrafımızdaki insanlar İslamı yaşamayan insanlar ise, hem onlarla beraber olup, hem de nefsimizi terbiye etmemiz zordur.

Maddeler arası ısı alış verişi olduğu gibi insanlar arasında da manevi alış verişler vardır. İnsan bulunduğu ortamdan ister istemez etkilenir. Bu konuda Peygamberimiz (asv) şöyle buyurur. “Kişi arkadaşının dini üzeredir. Bu yüzden kimi arkadaş edindiğine dikkat etsin”. “İyi arkadaşın hali misk kokularını satan insanın haline benzer. Sen onun yanına gittiğin zaman sana kokularından ikram eder, ikram etmese bile, onun yanında dura dura o kokular senin üzerine siner. Kötü arkadaş da, deri tabaklayan insanın haline benzer. Onun yanına gittiğin zaman körüğünden sıçrayan kıvılcımlar senin üzerini yakar. Yakmasa bile onun yanında dura, dura o pis kokular senin üzerine siner.”

Peygamberimiz bu ifadeleriyle, insanın içinde bulunduğu çevreden mutlaka, isteyerek veya istemeyerek, bilerek veya bilmeyerek etkilendiğini ortaya koymaktadır.

Duymadığımız ve görmediğimiz bir şey bizi etkilemez. Menfi ortamlardan uzak olan bir insan, elbette onların menfi tesirinden de uzak olacaktır. Müsbet bir ortam içerisinde, elbette gördüğümüz ve işittiğimiz şeyler bizi müsbet yönde etkileyecektir.

İslam’ı yaşayan insanlarla dostluk kurmamız bizim hayatımıza tesir edecek, biz de onlar gibi olacağız. Fakat İslamdan uzak olan insanlarla dost olduğumuz zaman, ister istemez biz de onlardan etkilenerek, çoğu İslami şeylerden uzak olacağız.

2.      TAHKİKİ İMAN:

İmanın kuvvetlenmesi nefse galip gelmenin en mühim yoludur. Allaha, öldükten sonra dirilmeye, cennet ve cehenneme adeta görüyormuş gibi inanan birisi kolaylıkla nefsani arzulardan kendini çeker. Buna en büyük delil Asr-ı Saadettir. Kuvvetli iman cahiliye döneminde her türlü zulüm ve ahlaksızlığı yapan insanları, karıncaya bile basamayacak hale getirmişti. İman bize de aynı tesiri yapacak özelliklere sahiptir.

İmanın kuvvetlenmesi, tahkiki hale gelmesinin iki yolu vardır. Biri tefekkür, diğeri de ibadetlerdir. Bu zamanda imanı tahkiki hale getirmenin en kısa ve en kolay yolunu Risale-i Nurlar ortaya koymuştur. Risale-i Nurlar tefekkür mesleğinde giderek imanın bütün esaslarını kesin, kat’i delillerle isbat etmiştir.

3.      İBADETLER: (العبادات)

İmanî hükümleri kuvvetlendirerek meleke haline getiren ancak ibadettir. Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Ubudiyetin noksaniyetiyle insandaki enaniyet kuvvet bulur, nemrudçuluklar çoğalır.

İbadetler sayesinde kalbe ve ruha manevi feyizler gelir. Bu feyzler akıl ve kalbi manen güçlendirerek, nefse galib gelmeye vesile olurlar. Bu konuda bazı ayet ve hadisleri nakledelim.

    1. Namaz

Bize manevi feyzlerin, Allah’ın yardımının gelmesinde en büyük vesile namaz ibadetidir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Muhakkak ki namaz, çirkin işlerden ve kötülüklerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek (namaz kılmak) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.” Ankebut: 45

Peygamberimiz de şöyle der: “Beş vakit namazın misali, sizden birinin evinin önünden akan ve içinde her gün beş defa yıkandığı bir nehir gibidir. (Nasıl beş defa yıkanınca insan üzerinde kir kalmazsa, 5 vakit namaz kılan insanda da manevi kirler kalmaz.)” (Müslim )

    1. Oruç

ÜSTAD Bediüzzaman şöyle der: Nefis Rabbisini tanımak istemiyor, firavunane kendi Rububiyet istiyor. Ne kadar azablar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, za’fını, fakrını gösterir. Kul olduğunu bildirir.

Hadîsin rivayetlerinde vardır ki: Cenab-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?” Nefis demiş: “Ben benim, sen sensin!” Azab vermiş, Cehennem’e atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente.” Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene vema ente?” Nefis demiş: “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin, ben senin âciz bir abdinim.” (Ramazan risalesi. Dokuzuncu Nükte)

    1. Kuran okuma

“Muhakkak ki, demire su değdiğinde nasıl paslanıyorsa, şu kalpler de pas tutar.” “Ya Resulallah! Onun cilası nedir?” diye sordular. Cevaben “Ölümü çok zikretmek, hatırlamak ve çokça kur’an okumaktır” dedi. (Beyhaki, Şuabu İman)

    1. Zikir

ÜSTAD Bediüzzaman şöyle der:

İ’lem eyyühe’l-aziz! Kelime-i Tevhidin tekrarla zikrine devam etmek, kalbi pek çok şeylerle bağlayan bağları, ipleri kırmak içindir. Ve nefsin tapacak derecede putlaştırdığı sevgililerden yüzünü çevirmek içindir. Bununla beraber, zikreden şahısda bulunan manevi duyguların ayrı ayrı tevhidleri olduğuna işaret olduğu gibi, onların da, onlara münâsip putlarla olan alâkalarını kesmek içindir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Tohum olacak bir çekirdeğin kalbi, yani içi delindiği zaman, elbette sümbüllenip neşvünemâ bulamaz, ölür gider. Aynen öylede, ene ile tâbir edilen enâniyetin kalbi, “Allah Allah” zikrinin hararetiyle yanıp delinirse, büyüyüp gafletle firavunlaşamaz. Ve Semâvat ve Arzı yaradana isyan edemez. O zikr-i İlâhî sâyesinde ene mahvolur.

İşte Nakşibendîler, zikir hususunda ittihaz ettikleri “gizli zikir” sayesinde, kalbin fethiyle, ene ve enâniyet mikrobunu öldürmeye ve şeytanın emirberi olan nefs-i emmârenin başını kırmaya muvaffak olmuşlardır. Kezâlik, Kâdirîler de, “açıktan zikir” sayesinde tabiat tâgutlarını tarümâr etmişlerdir. (Mesnevi. Hubab)

    1. İstiğfar

“Bakırın pası gibi kalplerinde pası vardır. Onun cilası ise istiğfardır.” (Beyhaki)

“Kul, bir hata ettiği zaman kalbine (siyah) bir nokta konulur. Eğer o hatayı bırakır ve istiğfar ederse kalbi cilalanır (o siyah nokta silinir). Eğer günaha devam ederse noktalar artırılır. Hatta bu noktalar onun kalbini tamamen istila eder. Bu Allahü Tealanın kitabında zikrettiği “Ran” (pas)dır. (Onların kazandığı günahlar kalplerinin üzerine pas olmuştur. Mutaffifin: 14)” (Tirmizi, Nesei, İbn Mace, İbn Hibban, Hakim)

 

4.      HİSSİYATI MÜSBET YÖNLERE ÇEVİRME:

Dağlarda yerden kaynayan su menbaları vardır. siz bu su menbalarının gözlerini çimento ile kapatsanız, o su başka bir yerden mutlaka çıkacaktır. Orayı kapatsanız bu sefer başka yerden çıkacaktır. Suyu yer altına hapsedemezsiniz, fakat borularla suyu istediğiniz tarafa sevk edebilirsiniz.

İnsan fıtratında bir takım hisler vardır ki, onlar bazen bizleri günahlara götürürler. Fıtri olan ve bizi günahlara götüren bu hisleri yok edemeyiz. Fakat misalde olduğu gibi yönlerini değiştirebiliriz. Yani onların şerre yönelik hallerini, hayra yönlendirmemiz mümkündür. Mesela:

İnsan fıtratında dünya sevgisi vardır ve hadisi şerifde de “Dünya sevgisi bütün hataların başıdır” denilmiştir. Doğrudur. Fakat bu dünya sevgisi nefsani arzular yüzünden kaynaklanan bir sevgidir. Dünyayı sevenlere “Dünyayı sev. Fakat dünyayı nefsani arzular için değil, Allah için, İslam’a hizmet için sev” dediğimiz takdirde, dünya sevgisinin meşru bir yönünü göstermiş oluruz.

Mesela hırs kötü bir haslettir. Fakat ibadette hırs, ilimde hırs, hayırlı hizmetlerde hırs göstermek güzel bir haslettir.

5.      RABITA-İ MEVT:

Yarın ölecek olsaydınız ne yapardınız?

ÜSTAD Bediüzzaman şöyle der: İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, Rabıta-i Mevttir. Evet ihlâsı zedileyen ve riyaya ve dünyaya sevkeden, tûl-i emel olduğu gibi; riyadan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, râbıta-i mevttir. Yâni: Ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desîselerinden kurtulmaktır. Evet ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat, Kur’an-ı Hakîm’in  كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ اْلمَوْتِ { اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَ gibi Âyetlerinden aldığı dersle, râbıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o râbıta ile izale etmişler.

Bu konuda bazı hadislerde şöyledir:

“Lezzetleri kesip, tahrip edeni, (yani ölümü) çok zikrediniz.” (İbn Mace, Tirmizi)

Osman ra peygamber sav’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Vaiz olarak ölüm yeter, zenginlik olarak da yakin (içinde şüphe olmayan, güçlü iman) yeter. Taberani

Akıllı, zeki olan kişi nefsini hesaba çekip, ölümden sonrası için çalışan, amel eden kimsedir. Aciz ise, nefsinin hevasına tabi olup, Allahdan bir takım (boş) temennilerde bulunan kimsedir. (İbn Mace, Tirmizi)

Bir arkadaşım bana “Ben ölümü tefekkür ediyorum, fakat ölüm bana dehşetli gelmiyor. Ölüm beni korkutmuyor” dedi. Ben de ona şöyle dedim “Muhtemelen sen ölümü düşünürken, kendini cennette, cennet ırmaklarında, her türlü taamdan istifade eder bir şekilde tefekkür ediyorsun. Cennete gideceğin kesin mi? bir de kendini cehennemde azab çekiyorken bir düşün” dedim. Arkadaşımın yüzü bu sözüm üzerine değişti.

 

  1. GÖZE HAKİM OLMA:

Görmediğimiz işitmediğimiz bir şey bizi etkilemez. Kur’an’da şöyle buyrulur:

(Resulüm!) Mümin erkeklere söyle: Gözlerini haramdan çeksinler ve ırzlarını korusunlar. Bu onlar için daha temizdir. Şüphe yok ki Allah onların yaptıklarından haberdardır.Nur: 30

“Bir kadının güzelliklerini görüp, sonra bakışlarını ondan çeviren hiçbir Müslüman yoktur ki, Allah (bundan dolayı) onun için kalbinde tatlılığını hissedeceği bir ibadet (sevabı) yaratmış olmasın.” (Ahmed, Taberani)

Kudsi bir hadisde şöyle buyrulmuştur: “(Harama) bakma şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim benden korktuğundan dolayı onu terk ederse, o günahın yerini iman ile değiştiririm ki, onun tatlılığını kalbinde hisseder”. (Taberani, Hakim )

  1. LEZZET VE ELEM: (أن تتراءى في السيئات آلام، وفي الحسنات لذات)

Zehirli bal yenildiği takdirde, insana başlangıçta lezzet verir, fakat daha sonra balın lezzeti gider, zehirin elemi insanı kıvrandırır. Üstad Bediüzzaman günahlardaki lezzeti, zehirli bala benzetir. Ve bu asırda günahlarda tiryaki olmuş insanları günahlardan kurtarmanın tek çaresinin küfürde, günahlarda elem, İslamiyette ve salih amellerde cennet lezzetleri olduğunu göstermekle, isbat etmekle mümkün olacağını söyler.

Risalelerde çoklukla iman ve küfür arasında kıyaslamalar yapılır, imanın bu dünyada insana huzur vereceği, imanlı insanın adeta manevi bir cennet içinde olacağı, küfürde ise bu dünyada elemler olduğu, kafirin cehennem elemlerine benzer elemler içinde olacağı güçlü delillerle ortaya konulur. Ekseriyetle iman ve küfür arasında kıyaslamalar yapılırken; insanın musibetlere karşı acizliği, ihtiyaç ve arzularına karşı fakir oluşu, dünyadaki zeval ve firaklar, ayrılıklar, insanın geçmiş ve gelecekle irtibatı, insanın yalnızlığı, ölüm ve ölüm korkusu gibi konular ele alınır.

  1. ŞEFKAT TOKATLARI: (المصائب)

Bir ayet şöyledir:

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin işlediği (günahlar) yüzündendir; bununla beraber, o bir çoğunu da affeder.” Şura: 30

Ne zaman günah işlesek, bu günahımıza bir ceza olarak başımıza bir bela gelir. Bu yüzden peygamberimiz şöyle demiştir:

“Mümin erkek veya kadının cesedinde, malında veya çocuğunda –Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar- bela eksik olmaz.”

Başımıza bela gelmesini istemiyorsak, günahtan uzak durmak en selametli yoldur.

  1. CEZA:

Bir veli zikir çekmeden önce odun toplar, sonra zikre başlarmış. Kendisine tembellik geldiğinde de o odunlarla kendini dövermiş.

Bizde nefsimizi ıslah için, günah işlediğimizde kendimize ceza verelim. Mesela “Eğer şöyle yaparsam 3 gün oruç tutacağım” diyelim. Yani hata ettiğimizde Allah bize ceza vermeden biz nefsimize ceza verelim.

  1. İKNA ve KÖR SAĞIR ŞAHIS: (النفس أعمى وأصم)

Üstad Bediüzzaman nefsin hakiki ve mecazi olduğunu, hakiki nefsin çalışmayla ıslah olabileceğini, fakat mecazi nefsin ömrün sonuna kadar devam edeceğini söyler. Bu nefis adeta kör ve sağır bir insan gibidir. Kör ve sağır bir insana bir şey anlatmanız, ikna etmeniz mümkün olmadığı gibi, bu nev nefside ikna etmek mümkün değildir. Bu nefse karşı insanın yapacağı tek şey onun sözlerine kulak asmamaktır.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Önceki yazıyı okuyun:
Nur Cemaatine ve Bediüzzaman Hazretleri’ne ahlaksızca saldırmaya başladılar / M.Nuri YARDIM

Diyanet’e Dâir Diyanet hakkında daha önce de olumlu yazılar yazmış, düşüncelerimi açıkça belirtmiştim. Kimi çevreler …

Kapat