Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Müdafaalar & Cevaplar / Nur talebeleri cemiyet değildir!
Bediüzzaman Hazretlerinin vâris tayin ettiği talebeleri
Bediüzzaman Hazretlerinin vâris tayin ettiği talebeleri

Nur talebeleri cemiyet değildir!

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Nur talebeleri bir cemiyet değildir.

Aziz, fedakâr, sâdık ve nur mesleğine kanaatkâr kardeşlerimize;

… Cemaati adına bir kararlar metni hazırlanıp neşredilmiş.

Evvela hem bu metni hazırlayanlar ve muhatapları bilmelidirler ki bu metin … cemaatinin fikriyatını temsil etmez. Ancak fiilen, fikren, kalben bu metni ve emsalini kabul edenlere hitab eder. Nurculuk dünyasını katiyen bağlamaz. Hem Nur dairesi bildiğimizden ve… cemaatinden çok daha geniş ve manen, keyfiyeten yüksek bir cemaat-i nuranidir.

Metinde çok mühim konular yer almış. Aile yapısının temel unsuru annelik üzerinde durulması ve iktisadın nazara verilmesi üslub itibariyle uygun olmasa da bu konuların dikkate alınması takdire şayandır. İktisat Risalesi ve Hanımlar Rehberini ve Külliyattan bu konuları izah eden yerleri dikkatle, teenni, tefekkür ile okumaya vesile olur inşallah! Fakat Bir kaç mühim mesele var. Metindeki bu mevzuların, meslek-i Nuriye noktasından tekrar mütalaa edilmesinde faideler olabilir.

A) Siyasete bakış tarzımız.
B) Değerler eğitimi.
C) Cemiyetçi yapılanma.

Bu konular ile beraber başka bazı meselelerde var.

Binler şükür Nurun fütuhatı dahil ve hariçte, âlem-i islam ve insaniyette hakaik-i imaniye ve Kuraniyeyi neşri -menfi hadisatın tesiratını da bertaraf ederek- kendi kendine Kuran’ın himayeti ve hıfz-ı Rabbani altında bütün kuvvetiyle devam ediyor. Hususan memleketimizde şu ahir zaman fitnesinin yapmış olduğu tahribatı mekteplere Kuran, siyer (peygamberimizin hayatı), Arapça, Osmanlıca, Temel Dini Bilgiler ve Değerler Eğitimi gibi derslerle ve İmam Hatipleri zulümden kurtarıp yeniden ihya ile tamir etmeye çalışan devletimizin başkanı ve yakın arkadaşlarının imdadına Risale-i Nur bir hazine-i hakaik, bir derya-yı irfan ve bürhan olarak yetişiyor.

Özellikle değerler eğitimi projesi ve el’an uygulaması nihayet memnuniyet verici olarak devam ediyor.

Değerler eğitimi, vaktiyle üstadımızın talebe ve hizmetkarlarının 45 sene evvel kurduğu Hizmet Vakfına imtiyazlı olarak bütün Türkiye çapında seksen bir vilayette vazife verilmesi dört beş senedir ehliyetli, liyakatlı muallim ve eğitimci kardeşlerimizce yaklaşık beş bin kişilik bir fazilet ordusunca icra edilmesi, iman hakikatlarının ve ahlaki değerlerin öğretilmesi elbette medar-ı şükrandır. Biz nur talebeleri olarak devlet Başkanımıza, Milli Eğitim Bakanlığına ve bu işler ile alakadar ehl-i idareye şükranlarımızı sunarız. Daha başka şeâir-i İslamiyeye taalluk eden ezcümle tarihi camii, medrese vs gibi ecdadın bıraktığı mirasın korunması, resmi merasimlerde Kur’an ve dualar ile başlanılması, cuma saatının ayarlanması, şehidlere gereken hürmetin gösterilmesi, baş örtüsü zulmünün durdurulmuş olması, Diyanetçe Risale-i Nurun kısmen de olsa neşredilmiş olması, tevafuklu Kur’anımızın makbuliyetinin tescili ve resmen mühürlenmesi gibi daha pek çok icraat ile şimdiki ehl-i idare ve hususan başkanımız açıkça Üstadımızın Menderes’e ve DP’lilere verdiği dua ve destekten daha fazlasını hak etmiştir.

Bu yolda konfedarasyon ve federasyoncuların ihsas-ı rey etmekten içtinabı Üstadımızın ve senelerden beri Üstadın talebelerinin uygulamalarına zıttır ve bir derece Fetö denilen şer ve deccal komitesinin gizli ajanlarının parmağı olduğunu hissettirmektedir.

Üstadımızın DP ve Menderes hakkında yazdıkları mektuplar ve Risale-i Nur ve üstadın eski asarında gösterdiği içtimai ve siyasi dersler, düsturlar hatt-ı hareketimizin hangi yönde olması gerektiğini âşikâre gösterdiği gibi geçmişteki bazı menfilikleri tahattur ettirdi. Şöyleki:

Vaktiyle ta 1970’lerde Üstadın hizmetkâr ve selef talebelerinden istiğna gösterip komitecilik ruhu ile yeni istişare heyeti tesis edip, Nurculuğu siyasi, dünyevi bir cereyan haline getirmeye çalışmışlardı. Başta nurun birinci şakirdi Hulusi bey, Tahiri ağabey, Hüsnü Abimiz, Abdullah Yeğin ağabey ve nur naşirleri olarak Ahmet ve Said abiler bu emr-i vakiyi kabul etmemiş, reddetmiş ve istişare edilecek konular varsa Üstadımızın kendi istişaresinde, derslerinde muhatab kabul ettiği erkân ve nurda fani olmuş hasların bu gibi vazifeleri deruhte etmesi gerektiğini tescil etmişlerdi. Bu planı mümkün mertebe tâdil etmeye çalışmışlardı.

Her vazifenin bazı ehli vardır. Bu gibi meselelerde ehil ve liyakatle olanlara üstadımız işaret etmiştir. Ekonomik ve siyasi meselelerde veya edebiyat ve sosyal faaliyetlerde muvaffakiyetli olmak kâfi değildir.

Yazarlar, çizerler, profesör, ekonomistler, zenginler nur hizmetini yönlendiremezler. Bu gibi meselelerde ihlasda, sadakatta, fedakarlık ve hizmette azami dikkatte ihtimam gösterecek ehl-i takva nurun has ve hâlis erkânları, hasları, nâşir ve talebeleri olabilir.

Hususan fenafi’n-nur olmuş üstadın terbiyesi ile hâlen, kálen, fikren, kalben ve şahsiyetten hemhâl olmuş talebeleri olabilir.

Zaten Üstadımızda Emirdağ lahikalarındaki müteaddit vasiyetlerinde kendisini kim temsil edebilir, açıkça ilan etmiştir. Hususan şu son vasiyet çok net ifadeler ile gösteriyor:

“Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tahirî, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum. …” (Emirdağ-2 s233)

Diğer bir mektubta;

“ben yanımdaki vasiyetnamemdeki evlat kabul ettiğim küçük evlatları tevkil ediyorum. Onlar ile konuşanı benimle konuşmuş gibi kabul ediyorum…”

diye tarif ettiği şahsiyetlerdir, üstadın manevi vârisleri ve temsilcileridir. Bu hakikat böylece bilindiği halde yine de bir kısım şahıslar sadece maddi güç sahibi oldukları veya makam ve ünvanları için istişarelerde en üst köşeye oturtulmuş, ziyade iltifat edilmiştir.

Şimdi o zaman tesis edilen ve çok badire ve yanlışlıklara sebebiyet veren, vermiş olan, bu heyetlerinin devamı niteliğindeki şu şimdiki istişare heyetleri, divanları, şûrâları, federasyon ve konfederasyoncuları; üstadın hizmetkâr ve talebeleri müteaddit defa ikaz ettikleri halde -içlerindeki hâlis kimseleri tenzih ederiz- yine imtiyazlı özel sınıf olmak, hubb-u cah vs zayıf damarlardan alışkanlıklarını terk edemediler.
Şimdi de böyle cemiyetçilik hevesinden vaz geçemez ve tövbe istiğfar etmezlerse huzur-u İlâhîde üstad indinde yevm-i mahşerde hesaplarını veremezler.

Şimdi evvelce bahsettiğimiz konulara dönelim:

Birincisi: Nur talebeleri olarak üstadımızın ve talebelerinin şimdi ise hususan son vârisinin mükerrer ihtar ve ikazları ile devletimizin maddi cihad ve vatanı müdafaa vazifesi içinde, bizlerin de hususan manevi cihad şartları içinde, dâhilî ve harici düşmanların böylesine vatanımıza ve âlem-i İslam’a çullanarak vatanımızı işgal ve dinimizi yıpratmak istedikleri bir zamanda sarihan, açıkça devletimizin, hükümetimizin ve devlet başkanımızın yanında olacağız. Bu husustaki görüşlerimiz siyasi ve içtimai reyimizi ihtiyaç oldukça ilan etmekten çekinmiyeceğiz. Nur talebesinin nezdinde nifak komitesi ve onlara aldanan safdillerin beğenmemesi hiçbir kıymet ifade etmez. Üstadımızın bu hususta bir kaç ifadesi:

Emirdağ-2’de en son mektubdan bir paragraf:
Bu parağraf hükümet şöyle şöyle yanlışlar yapıyor diyenlere üstadın dilinden güzel bir cevaptır. 

“Şimdi Allah’a şükrediyoruz ki, siyasî partiler içinde bir parti, bir parça bunu hissetti ki; o eserlerin neşrine mâni’ olmadı; hakaik-i imaniyenin dünyada bir cennet-i maneviyeyi ehl-i imana kazandırdığını isbat eden Risale-i Nur’a mümanaat etmedi, neşrine müsaadekâr davrandı; nâşirlerine de tazyikattan vazgeçti.

Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan -bazan men’olduğum gibi- men’ edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, ehven-üş şerr deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünki dâhilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ehven-üş şerr olarak bakınız. Daha a’zam-üş şerden kurtulmak için; onlara zararınız dokunmasın, onlara faideniz dokunsun.” (Emirdağ-2 s.245)

Hem münazaratta diyorki:

“Zerrâtı günahkârlardan mürekkeb bir hükûmet, tamamıyla masum olamaz. Demek nokta-i nazar, hükûmetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur. Yoksa seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara, anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi -Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, âdeta mümkün hükûmetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meyl-üt tahrib ile o sureti bozmağa çalışacak.” (Münazarat s.17)

Komünist ve anarşiştlerin fırsat açmamak ve asayişi muhafaza için üstadımızın Demokratlar için kullandığı şu ifadeyi bizde şimdiki iktidardakilerin muhafazası için tekrar ediyoruz:

“İşte bunun için hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin (CHP) iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’an ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum”

dedi.

Önümüzdeki gün ve aylarda da yine sayın başkanımızla beraber müsbet hizmet ve vazifelerine dua edeceğiz. Yardımcı olacağız. Eksikleri mümkün olduğu kadar ehil olan sahiblerine ileteceğiz. Basın yoluyla vesaire düşmanın değirmenine su taşımayacağız inşaAllah.

Bu hususlar muvacehesinde şimdi … cemaati namına hareket ettiğini iddia eden bazı kimselerce hazırlanan metne nazaran bazı yerlerde kamu desteğini almış farklı adayları desteklemeyi münasip gören açıklaması Nurun düsturları, Üstadımızın işaretleri ve vâris Ağabeylerin icraatlarına münâfidir. Kabul edilemez.

İkinci bir konu ise federasyon, konfederasyon, vakıfların umumileşmesi ve örgütlenmesi gibi düşmanlarımızı telaşa düşürecek tavırlar ile onları menfi harekete sevk edecek cemiyetçilik tarzına Nur talebelerini davet etmek hadisesidir.

En kısa zamanda bu işin önü alınmalıdır. Üstadımızın böyle bir uygulaması yoktur. Tamamen felsefi bir çığırdır. Risale-i Nur her zaman, her yerde, her şartta intişar ve fütuhat yapar. Kayıt altına girmez. Nur ve nurani kayıt altına giremez.

Üstadımızın Eskişehir medrese-i Yusufiyesinde daha nur mesleğinin tesis devresinde selef talebelerinin bir cihette daha meslek ve meşreb-i Risale-i Nur’u tam tekmil olarak tâlim ve ders almadıkları o günlerde, o zamanki kahraman talebelerinin, bilmemekten gelen acemiliklerini izale ve Risale-i Nur’un mesleğini tâlim ve tesis ve talebelerini terbiye için yazdığı bir mektubunda sırr-ı ihlâsa münafi olarak harekat neticesinde tokat yediğimizi âyetin işaretinden istihraç ile..

“..biz elimizdeki kıymetdar nimet-i İlahiyeyi tam takdir etmediğimizden tokat yediğimize bir delil şudur ki: En kudsi bir mücahede-i maneviyeyi tazammun eden ve sırr-ı verâset-i nübüvvetle velâyet-i kübranın feyzine mazhar ve sahabenin sırr-ı meşrebine medar olan Risale-i Nur ile hizmet i kudsiye-i Kuraniyemize KANAAT ETMEYİP menfaati şimdilik bize pek az ve vaziyetimize mühim zararı muhtemel tarikat hevesinin bir kaç defa şiddetle ihtarımla önü alınmasıdır. Yoksa hem vahdetimizi bozacaktı, hem dört elifin tesanüdü ile bin yüz onbirden dört kıymetine tenzil eden teşettüt-ü efkâra ve bu gayet ağır hadiseye karşı kuvvetimizi hiçe indiren tenafür-ü kulûbe uğrayacaktı.” diyor.

Şimdi ise değişik bir tarzda nur mesleğine kanaat etmemekten kaynaklanan hakikatta ise haricî cereyan ve komitelerin parmak karıştırmalarını ihsas eden, sırr-ı ihlâsa münafi bir surette vahdetimizi bozacak, tenâfür-ü kulûbe sebebiyet verecek, kuvvetimizi dağıtacak, yani bin yüz on birden dörde, belki hiçe indirecek cemiyetçilik hevesinin yeni modern isimler ile – federasyon, konfederasyon vs gibi isimler ile- öne çıkmış olmasıdır. Bu noktada Üstadımızın Risale-i Nur külliyatında lâhika ve müdafaalarında müteaddit derslerinin dikkate alınmadığı müşahade ediliyor. Risale-i Nur’un müminlerin uhuvvetini esas alan, her türlü merciiyeti reddeden, makam mansıb ve komitecilik manalarından uzak duran ve imtiyaz ve tefevvuku ihsas eden halattan şiddetle içtinab eden, hubb-u cah ve şan ü şerefi şirk-i hafi ve maraz-ı ruhi olarak kabul eden Risale-i Nur Talebeleri, kendilerini nur dairesi içinde imtiyazlı bir sınıf gibi gören, nur hizmetlerinin azamet-i maneviyesini fark edemeyen, ferâset-i kalb ve istikamet-i nazardan bîbehre, Risale-i Nurun dost, kardeş, talebelik gibi hizmetkârlık manasını anlamayan bir kısım acemi talebeleri veya eski olup İhlas ve Hücumat-ı Sitte risalelerindeki dersleri dikkate almayan veya dikkat ve tefekkürle okuyup anlamayan kimseler, kendilerine bir kısım makamları yakıştırmış olabilirler. Cemiyet ve örgütçülüğe teşvik edebilirler. Sadakatli, Risale-i Nur’a ve meslek-i nuriyeye kanaat eden ciddi nur talebeleri böyle hodfuruşâne tavırlara itibar etmezler. Nur mesleğinin safiyeti ve hâlisiyeti içinde Üstadımız gibi, onun halis ve sadık talebeleri Hulusi Bey ve Sabri Efendi gibi, Sıddık Süleyman, Bekir Ağa gibi, daha sonra gelen Kastamonu’da isimleri tasrih edilen erkân-ı sitte gibi, Eskişehir, Denizli, Afyon kahramanları gibi ki – inşallah onların tamamını bu makamda okumak fırsatımız olur okuruz.

Şimdi manevi hizmetlerde en ileride olan ve Hulusi Bey ve Sabri Efendiyi üstadımız nasıl takdim ediyor? Talebelik, kardeşlik ve dostluğun şartları nedir? Bir iki pragraf buraya alacağız. Eskiden Bağdat’ta çıkan Eddifa gazetesinin yazarı İsa Abdülkadir’in altı maddelik İhvan-ı Müslimîn cemiyeti ile Nur talebelerini kıyas eden üstadımızın TASHİH ettiği mektubunu da buraya eklemek istiyoruz. Şöyle ki:

Barla Lâhikası’ndan:

“Bu iki zât hakikî talebelerimden ve ciddî arkadaşlarımdan… Ve hizmet-i Kur’an’da arkadaşlarım içinde talebelik ve kardeşlik ve arkadaşlığın üç hâssası var ki, bu iki zât üçünde de birinciliği kazanmışlar.

Birinci Hâssa: Bana mensub her şeye malları gibi tesahub ediyorlar. Bir Söz yazılsa, kendileri yazmış ve te’lif etmiş gibi zevk alıyorlar, Allah’a şükrediyorlar. Âdeta cesedleri muhtelif, ruhları bir hükmünde hakikî manevî vereselerdir.

İkinci Hâssa: Bütün makâsıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksadları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’an’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimmi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telakkileridir.

Üçüncü Hâssa: Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim ve eczahane-i mukaddese-i Kur’aniyeden aldığım ilâçları, onlar da kendi yaralarını hissedip o ilâçları merhem suretinde tecrübe ediyorlar. Aynı hissiyatımla mütehassis oluyorlar. Ve ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek gayreti, en yüksek derecede taşımaları ve ehl-i imanın kalbine gelen şübehat ve evhamdan hâsıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı, yüksek bir derece-i şefkatte hissetmeleridir. (Envar Neşriyat, Barla s. 22)

Nurculuk cemiyetçilikten çok farklı bir meslektir, asla bir cemiyet, dernek değildir. Böyle bir nokta-i nazar çok sathi ve dikkatsizcedir. Peki nedir Nurculuk?

Üstadımız diyor ki:

“Şu nefiy zamanımda görüyorum ki: Hodfüruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar, bana tarafgirâne, rakîbâne bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım.

Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirâne, rakîbâne vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek; gayet fena bir hatadır. Çünki sâbıkan isbat edildiği gibi siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim; yalnız bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyledir, bana eziyet verip rakibâne ilişen adam düşünsün ki; o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer.” (Tarihçe-i Hayat s.274)

“Evet biz bir cem’iyetiz ve öyle bir cem’iyetimiz var ki; her asırda üç yüz milyon dâhil mensubları var ve her gün beş defa o mukaddes cem’iyetin prensipleriyle kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar ve
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kudsî programıyla birbirinin yardımına dualarıyla ve manevî kazançlarıyla koşuyorlar.

İşte biz, bu mukaddes ve muazzam cem’iyetin efradındanız ve hususî vazifemiz de Kur’an’ın imanî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip onları ve kendimizi i’dam-ı ebedîden ve daimî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sâir dünyevî ve siyasî ve entrikalı cem’iyet ve komiteler ile münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz.” (Tarihçe-i Hayat s.320)

İsa Abdülkadir’in Üstad’ın TASHİH ederek Tarihçe ve lahikaya derc olunan makalesi ise bizim şûrâcı, federasyon ve konfedarasyonculara tam bir cevap teşkil ediyor. Müesseseleşmek, merkezler teşkil etmek, organizatör idareciler, divan heyetleri seçmek, seçimler yapmak, yönetmenlik ve tüzükler ile cemaat idare etmek, ettirmek hangi esaslara dayanır, üstadın hangi uygulamasından ders alınır?

Nur talebesinin rehberi Kur’an’dır, sünnettir ve bu zamanda hususan Kitab ve sünnetin yolunu en isabetli şekilde ders veren Risale-i Nur’dur, başka bir merci tanımaz.

Üstadın vasiyetnamede ismi geçen aziz ağabeylerimizin en büyük gayreti, üstadımızdan bu tarz-ı hizmetini fiilen tatbikatı ile görüp manevi, uhrevi, imani cihetini muhafaza olmuştur; maddi, dünyevi, siyasi, komitevari harekâtlardan nur dairesini korumuşlardır. Risale-i Nur’u lafız ve manaca tahrifden kurtarmışlar. Nur mesleğini hüvesi hüvesine tatbike azami ihtimam göstermişlerdir. Şimdi de Üstadımızın yaşayan son hizmetkârı Hüsnü Bayramoğlu abimiz dâr-ı bekaya irtihal etmiş abilerimiz gibi nurun fedakâr, sadakatlı, ihlaslı ve nur mesleğine ve Risale-i Nur’a kanaatkâr bir kısım şakirtleri ile beraber Üstadımızın yolunda şahsi, siyasi ve dünyevi, maddi ve manevi endişelerden uzak olarak sırf rıza-i İlâhî için vazife-i imaniye ve Kuraniyeyi îfâ etmektedirler. Cemiyetçilik, federasyonculuk, konfedarasyonculuk gibi particililiğin mukaddimesi olan teşkilatçı çalışmalardan muhafaza etmeye çalışıyor. Aynen üstadımız gibi, selef abilerimiz gibi Hulusi gibi, Santral Sabri gibi, Sıddık Süleyman, Bekir Bey veya diğer ismi ile ümmi olan Bekir Ağa gibi… erkân-ı sitte olarak isimleri geçen Hüsrev, Hafız Ali, Hafız Mustafa, Tahirî, Rüşdü, Küçük Ali gibi Refet, Hafız Mehmet Mustafa Gül gibi… Kastamonu kahramanları Emin ve Feyzi… gibi nurun avukatı Ahmet Feyzi vd. gibi.

Bu kafile-i kübrânın âhirinde bu mümtaz ve veli insanların taifesine katılmak isteyenler, Isparta kahramanlarına katılmak isteyenler, geliniz nurlara kanaat edelim. Nurda fani olamamış, tarz-ı hizmetini dünyevi bir şekle sokmaya çalışan, bazan da harici cereyanlara alet olduğu geçmişteki hadiseler ile apaçık ortaya çıkan, menfaat-ı maddiye cihetinde aldanan, hubb-u riyâsete kapılan insanlara meydan vermeyelim. inşallah!

Üstadımızın Risale-i Nurların düsturlarına muvafık olarak hâlis ve sâdık saff-ı evvel nur talebeleri gibi nurun etrafında kenetlenelim, nur mesleğini müdafaa ve muhafaza edelim. Cenab-ı Hak bizi ve kardeşlerimizi istikametten ayırmasın! Amin

Dua eder dua bekleriz.

Çok kusurlu duanıza ve şefkatinize muhtaç

Mahmut İşgören

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Hüsnü Bayramoğlu Ağabey ile Görüşme Notları – 1 / Ali Kemal PEKKENDİR

Hüsnü Bayramoğlu Ağabey ile Görüşme Notları (18.08.2020) Hüsnü Ağabey, sohbetimizin başında aşağıdaki 3 mektubu bazı …

Yorumlar

  1. avatar
    Eyyüb Ekmekçi

    Yüzde yüz Hüsnü Bayram abinin lahikalarından alınmıştır

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Bediüzzaman’ın Estetik Dünyası – III

Önceki bölüm Tasvir Bediüzzaman’ın üslübunun canlı olmasının nedenlerinden biri de tasvirleridir. Edebiyatta tasvir yapan şahıs …

Kapat