Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Nurculuk Hareketinde İki Fetret Devri -1 / Hüseyin Yılmaz

Nurculuk Hareketinde İki Fetret Devri -1 / Hüseyin Yılmaz

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Nurculuk Hareketinde İki Fetret Devri -1

Hüseyin Yılmaz

İslâm dünyasının son bin yılda yakaladığı en büyük intibah, Üstad Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur’la başlattığı büyük uyanıştır. Bu, İslâm medeniyetinin aslî kökleri üzerinde yeniden boy atması, mânen kaç asırdan beri hükümfermâ olan Batı medeniyetinin hâkimiyetinin çökmesidir.

Bu parlak dirilişi dehşet içinde tâkib eden ceddimizin kãtili Batı, Risâle-i Nur hareketini akîm bırakmak için Üstad’a hayatı zindan etmekle kalmaz, bin türlü desise ve tertibi de üst üste sahili döven dalgalar gibi Nurcuların üstüne salar.

Üstad’ın yüksek ferâseti ve Himalayalar salâbetindeki dirâyeti karşısında bütün tertib ve plânlar akîm kalır.

Mehmed Kayalar, Üstad’ın vefatından sonra İman ve Kur’an hizmetinin sevk ve idâresinde rol alabilecek ağabeylerin en göze çarpanıydı, en azından darbeciler için bu kat’i bir hakikatti. Onu çökerttikleri veya diğerlerinden koparabildikleri takdirde bir türlü durdurmaya muvaffak olamadıkları Nurculuk hareketine kuvvetli bir fren koymuş olacaklarını düşünüyorlardı.

Onun için 27 Mayıs 1960 darbecilerinin birinci sıra hedef tahtasıdır Kayalar. Üstad’ın kısa bir müddet önce vefat etmiş olması onu kendiliğinden birinci sıra hedef mevkiine yükseltmiştir. Üstad’ın mezarını bir gece vakti balyozlarla tahrîb edip mübarek naâşını meçhullere götüren din, millet ve vatan düşmanı darbeciler, Kayaları da dört yüz elli kişi ile birlikte “Sıvas Kampı”na hapsederler…

Onun akıl ve havsalaya sığmayan cesaret ve cür’eti darbecileri çileden çıkarır. Ne yapıp edip hakkında iki yıl mahkûmiyet kararı çıkarırlar. Hapsetmek için de hizmet verdiği topraklardan olabildiğince uzak bir diyarı tercih ederler: Çanakkale…

Kayalar’ın hapishane hayatını yaşamak bit tarafa, anlatılabilir de değil… En dirençli ve azgın mahkûmların iki hafta içinde çöktüğü ölüm hücresinden iki yıla yakın tam bir Cehennem hayatı yaşayıp yine o Everest’i kıskandıracak kadar dik başı ve bükülmez boynuyla çıkar.

Darbeciler Kayalar’ı çökertemezler, ama bin türlü desise ile kardeşlerinden, dâvâ arkadaşlarından koparmaya muvaffak olurlar. Ve Kayalar İslâmiyetin bin yıl sonraki en büyük intibâhı olan Nurculuk hareketinden dışarıya atılıp tecrid edilir. Kayalar’ın tecridinin Nurculuk hareketi için nasıl büyük bir kayıp olduğunu birgün târih kaydedecektir…

Üstad’ın vefat sonrası altmışlı yıllar, Nurculuk hareketinin bir nevî fetret yıllarıdır: Birinci fetret. Darbe zeminin zulmânî atmosferi, Yassıada’da devlet adına işlenen alçakça cinâyetler, Kayalar Ağabey’e Nurculuk dairesi içinde yaşatılanlar bu fetretin göze çarpan sebepleri olarak kayd edilebilir.

Yetmişlere doğru toparlanmaya başlayan Nurcular’ın ön saflarında, Ankara’yı taşeron gibi kullanan Batılı düşmanlarımızın temsilcisi zındıka komitelerinin nazarına ilk bakışta şu isimler çarpar: Zübeyir Gündüzalp, Bekir Berk ve Mustafa Nezihi Polat…

Gündüzalp, Bediüzzaman’ın bir numaralı şakirdidir ve Nurcuların toparlanmasında zihnî ve ameli büyük emeği geçmiştir. Bekir Berk, gözünü daldan budaktan sakınmayan, devleti ve devlet işlerini bilen Üstad’ın ve Nur dâvâsının kahraman avukatıdır. Mustafa Nezihi Polat, Erzurum’dan kalkıp İstanbul’a gelmiş; önce İttihad sonrasında da Yeni Asya Gazetesi’nin başına geçmiş, zehir gibi işleyen bir kafa ve yorulmak bilmeyen bir gayret âbidesidir.

Elbet de Nurcular da, Nurculuk da bu üç isimden ibaret değil, ama neresinden bakılrsa bakılsın ilk nazara bu üç isim çarpmaktadır. Ankara Devletini, Nurculuğu imha için taşeron olarak kullanan zındıka komitelerinin bu üç ismi görmemesi, onların telefine çalışmaması akla ve iz’ana mugayirdir. Bu kuvvetli kanaati delilleriyle ortaya koyamamak, doğruluğuna halel vermez. Zirâ daha sonradan yaşananlar, maalesef bu ülke ve âlem-i İslâm’ın düşmanlarını sevindirecek gelişmelerdir.

71 Mart Muhtırasının öncesi ve sonrasında ülkede baş gösteren Cehennemî atmosfer bir çok entrikanın da rahm-ı mâderidir. Nurcular için bu bir kaç yıl, telâfisi neredeyse imkânsız büyük kayıpların yıllarıdır. Yazık ki, bu kayıpların tabiî kayıplar olduğuna inanmanın imkânı yok!…

Önce gayret ve hamiyeti tasavvurun fevkindeki Mustafa Nezihi Polat, 24 Ağustos 1970 gecesi arabasıyla seyir halinde iken karşıdan gelen bir kamyonun altında kalarak Zeytinburnu sahilinde hayata veda eder. Sonra hastalık ve yoğun ilaç kullanmasının tabiî neticesi gibi görünen bir ölümle Zübeyir Gündüzalp bu fânî hayat defterini kapatır. Ve nihayet en elim âkibetin hedefi Nur dâvâsının büyük avukatı Bekir Berk, akıl ve havsalanın almayacağı şeni bir iftiranın hacâlet ve baskısı altında ülke topraklarını terkedip Mekke’ye hicret etmek zorunda kalır.

Bu üç vakanın birinci ve üçüncüsü yığınla şübheyi mucibdir… Nur dâvâsının düşmanlarının kasdı ile olsa bundan daha iyisine muvaffak olamazlardı ki, kanaat ve hissiyatim o merkezdedir. Zübeyir ağabeyin vefaatı tabiî gibi görünse de, o gün nasıl ve hangi ilaçları, hangi kanallarla aldığı tetkike cidden muhtaçtır. Kapısını çaldıklarım, merhumun yakın davâ arkadaşları ve tanıdık doktorların nezaretinde olduğunu, ilaçlarla ölüme sürüklenmiş olma ihtimalinin mümkün olmadığını söylüyor.

Ne var ki, Kahire’nin büyük câmilerinden imamlık kadrosundan emekli olan İngiliz casuslarının varlığını bilen biri olarak, maalesef bu akla çok yatkın ihtimali göz ardı edemiyorum. Üstad’ın vefatından sonraki bu büyük kırılma noktasında Zübeyir Gündüzalp’ın ölümünün Zındıka komitelerince arzu edilip, tatbik sahasına konulmamış olmasını düşünemiyorum… Nur hareketi târihindeki çok şenî su-i kasd örnekleri bu ihtimale açık kapı bırakmamı zarurî kılıyor…

Nurculuk hareketinin bilhassa ictimaî sevk ve idâresinde bâriz şekilde önde yer alan bu üç isminin devre dışı bırakılmış olması, ikinci ve büyük bir fetret devrinin kapısını aralar.

Bu üç ismin yerinin Üstad’ın saff-ı evvel talebelerince doldurulması tabiî iken, garib bir şekilde öyle olmayıp ikinci, üçüncü sırada yer alan isimler öne çıkar. Kaybedilen üç büyük ismin yerini doldurması beklenen yeniler, bilhassa ictimaî sevk ve idâre noktasından selefleriyle kabil-i kıyas olmayan küçük çaplı insanlardır. Bu ağır hüküm ve tesbitin hedefi ne bu insanları rencide etmek, ne de veballerini zayıf sırtıma yüklenmektir. Ne var ki, hakikat budur ve fakir hakikati söylememek lüksüne hiçbir zaman sahib olmadı…

Yetmişli yılların başlarında açılan bu yeni devir, bir tarafta büyük kayıpları kayda geçirirken beri taraftan da yeni bir takım isim ve teşekkülleri not eder.

O zamana kadar Nurculuk hareketinin içinde yer alan Gülen ve hareketinin uç verdiği yıllar da maalesef bu üç büyük ismin kaybından sonrasına rastlar. Gülen, kuvvetli hitabeti ve mebzul göz yaşları ile kitlelerin üzerinde müessir olabilecek bir isimdir. Öne çıkma gayretleri, o yıllarda Hz. İsa olduğuna dair erken yayılan rivâyetler, Nurculuk hareketinin başına geçme ihtimalini baltalar. Arzu edilen, plânlanmak istenen Gülen’in Nurcuların başına geçmesi miydi, bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki, bu mümkün olmayınca Gülen, kendisine has, kendisinin sevk ve idâre ettiği, Nurculukla râbıtaları oldukça zayıf ama büsbütün kopuk olmayan hareketini, Nurculuk hareketinin bu ikinci fetret yıllarında başlatır.

Makale okuyucunun sabrını zorlayacak kadar uzadı. İyisi mi, Gülen ve hareketinin seyri ve ana hatları ile bazı tesbitleri bir sonraki yazıya bırakalım…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Önceki yazıyı okuyun:
Nur Mesleği İtibariyle İstifadeye Medar Hatıralar / Eyüp Ekmekçi

Eyüp Ekmekçi Nur Mesleği İtibariyle İstifadeye Medar Hatıralar Bismihi Esselamü Aleyküm Ve Rahmetullahi Ve Berakatühü …

Kapat