Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Nurettin Yıldız Hoca’nın Risale-i Nurla İlgili Yanlışları / Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ

Nurettin Yıldız Hoca’nın Risale-i Nurla İlgili Yanlışları / Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Nurettin Yıldız Hoca’nın Yanlışları

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’den Nurettin Yıldız Hoca’nın Bazı Yanlış Anlaşılmaya Müsait İfadelerine Cevaplar

Nureddin Yıldız Hocamız, bir İslam âlimdir. Ancak Risale-i Nur hakkında bilerek veya bilmeyerek suizan celb edecek açıklamalar yaptığından ilmi bir şekilde tashih edilmeleri gerekmektedir. Biz de bu ihtiyaca binaen bazı izahlarını gözden geçirmesini istedik. Kardeşlerimizin istirhamlarını geri çevirmek olamazdı.

Herkes bilmelidir ki, Bediüzzaman, müslüman fertler ve cema’atler arasında birlik ve beraberliği sağlamak için ihlas ve uhuvvet düsturları adı altında bütün cihanı birbirine bağlayacak islamın ulvi düsturlarını fevkalade maharetle izah etmiştir. Ehl-i imanın çeşitli cema’atler halinde olmasını, bir ordudaki farklı bölük ve taburlara yahut bir çarşıdaki çeşitli mağazalarla veyahut da Kur’an bahçesinde dikilmiş farklı güllere ve meyve ağaçlarına benzeten Bediüzzaman, bu kardeşlik halinin muhafazası için hayatı boyunca gayret göstermiştir. 80 yıllık bir uzun ömür boyunca asla taviz vermediği bu düsturlardan bazılarını size de hatırlatmak istiyorum:

İkisi de Müslüman ve ikisi de hak yolda olan ve hatta veliyullah olduğu bilinen iki ehl-i imanın nasıl birbirine düştüklerini izah için, şu hakikatı hatırlatmıştır: “Ehl-i velayet, gaybi olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmının hakiki halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini, cennetle müjdelenen aşere-i mübeşşere denilen sahabenin arasındaki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i hakikat, birbirini inkar etmekle makamlarından sukut etmezler…

Bu sırra binaen “… öfkelerin yutanlar ve insanlardan sadır olan kusurları af edenler…” mealindeki ayette mevcut olan uluvv-i cenab düsturuna ittiba etmek; avam-ı mümininin şeyhlerine karşı olan hüsn-i zanlarını kırmamakla imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek; ehl-i imanı haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı mukabele ve hiddetlerinden kurtarmak ve din düşmanlarının iki hak grubun arasındaki husumetten istifade ederek, birinin silahıyla, itirazıyla ötekini cerhetmek ve ötekinin delilleriyle berikini çürütüp, ikisini de yere vurmak ve çürütmekten şiddetle kaçınmak icabetmektedir… Kısaca bu asırda ehl-i iman olan herkes kendini ma’zur biliyor ve ondan niza’ çıkıyor. Müslümanların niza’ından ehl-i hak zarar ediyor ve ehl-i dalalet istifade ediyor”[2].

Konu 1: Fetvalar Meclisi Sitesinde “Risale-i Nur bir Kuran tefsiri midir” sualine verdiği cevapta, Üstadı kısmen medh ettikten sonra “ o eserleri, Kur’an’ın tek tefsiri ve sonrasında bir daha yapılamayacak düzeyde görmek bir abartıdır. Zamanının iyisi onlardı, demek gerekir o kadar. Kur’an’dan başka ebedilik vasfı olan yoktur. Her şeyi yerli yerine oturtunca sorun olmaz” demektedir.

Evvela böyle bir iddia ne Risale-i Nur’da ve ne de Nur talebelerinin eserlerinde mevcut değildir. Tam tersine Kur’an’ın 350.000 tefsiri yapılmıştır. Bunların çoğu lafzi tefsirleridir. Risale-i Nur ise manevi bir tefsirdir denmektedir. Bunda ilmi ve İslami olmayan bir husus yoktur.

Kur’an’ın tek tefsiri olduğunu söyleyen ne Bediüzzaman’dır ve ne de Nur talebeleridir. Böyle bir cevap Nur talebelerini ve hatta Bediüzzaman’ı zımnen ittiham manasını taşımaktadır.

Bediüzzaman’ın söylediği şudur:

“Bu dürus-u Kur’aniyenin dairesi içinde olanlar, allame ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulum-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler’in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünki çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulum-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde birşey yazsa; soğuk bir muaraza veya nakıs bir taklidcilik hükmüne geçer. Çünki çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki: Risale-i Nur eczaları, Kur’anın tereşşuhatıdır; bizler, taksim-ül a’mal kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhde edip, o ab-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz!.”[3]

Konu 2: Fetvalar Meclisi sitesinde Risale-i Nur ve İhya-u Ulumiddin Eserlerine Mutedil Bakış başlıklı yazıda Nureddin Hocamıza uzun bir sual yöneltiliyor “Ben risale-i nur okuyor ve bir grup arkadaşa bu eserden dersler veriyorum. Risale-i nur hakkında düşünceleriniz nedir? İstifademe devam edeyim mi? ya da dikkat edilecek bir hususiyet var mıdır?” Bu soruya verdiği cevapta Nurettin Hocamız, “Said Nursi rahmetullahi aleyhin hiçbir eseri hatta eserlerinin tamamı asla Kur’an veya Kur’an gibi değildir”

Risale-i Nur’un haşa Kur’an gibi olduğunu gösteren bir ifade ne Risale-i Nur’da ve ne de Nur talebelerinin eserlerinde asla bulunmamaktadır. Hatta Risale-i Nur’un hadislerle de mukayesesi mümkün değildir. Hadisleri bile Kur’an ile mukayese etmem mümkün değildir. Böyle bir izah ittiham manasını ihtiva etmemektedir. İsterseniz Bediüzzaman’ı dinleyelim:

“Hadis der ayete: Sana yetişmek muhal!

Hadis ile ayeti müvazene edersen, bilbedahe görürsün beşerin en beligi, vahyin de mübelliği, o dahi baliğ olmaz

Belagat-ı ayete. O da ona benzemez. Demek ki: Lisan-ı Ahmedi’den gelen herbir kelam her dem onun olamaz.”[4]

Bu meselenin dillere dolanmasının sebebi 1. Şu’a’daki Kur’an ayetlerinin Risale-i Nur’a işaretleri meselesidir. Hatta Nureddin Hoca aynı fetvalar meclisinde Risale-i Nurdan Birinci Şua risalesi ve 33 ayetin işareti hakkında verdiği cevapta “Bediüzzaman hazretlerinin Şualar Risalesi Birinci Şuası Üstad Bediüzzamanın hüsnü kuruntusudur” diyecek kadar ileri gitmiştir. Önce

Bediüzzaman’ı dinleyelim:

Bediüzzaman’a göre, “Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan; ayetlerini, cümlelerini öyle bir şekilde nazmetmiş ve vaz’etmiştir ki, her cihetten ihtimal yolları bulunsun ki, muhtelif fehimler ve isti’dadlar, zevklerine göre hisselerini alabilsinler. Binaenaleyh ulum-u Arabiyyenin kaidelerine muvafık ve belagatın prensiplerine uygun ve ilm-i usule mutabık olmak şartiyle, müfessirlerin birbirine muhalif olan beyanatı ve ihtimalleri; zamanlara, tabakalara ve fehimlere göre murad ve caizdir diye hükmedilebilir.”[5]

İşte Bediüzzaman Hazretleri Sikke-i Tasdik-i Gaybi adlı eserinde, Kur’anın bütün bu özelliklerini göz önünde bulundurarak ve de İslami ilimlerde mevcut olan yukarıdaki kurallara uyarak şöyle demektedir: “Kur’an hakkında nazil olan bazı ayetler, fer’i bir tabakadan ve bir mana-yı İşarisiyle de Kur’an ile münasebeti çok kuvvetli bir tefsirine bakmak, şe’nine bir nakise değil, belki o lisan-ül gaybdaki i’caz-ı manevisinin muktezasıdır.” Dikkat ederseniz Bediüzzaman Kur’an’ın işaret ettiği fer’i tabakalardan biri ve işaret manasıyla Kur’an Risale-i Nur gibi bir Kur’an tefsirine işaret ediyor diyor.[6]

Buna en güzel misal Nur Ayetidir. Geliniz Bediüzzaman’ın konuyla alakalı izahlarını dinleyelim:

“Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’an’ın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı manevisi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur’an’ın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur’un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur’an izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek ayetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni kendini düşünen biri olarak ittiham edenlere hakkımı helal etmem.

Tevafukla işaretler eğer münasebat-ı maneviyeye dayanmazsa ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir masadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o Kelamdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususi bir surette dahil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delalet hükmünde onu gösterir. İşte gelecek ayat-ı Kur’aniyenin Risale-i Nur’a işaretleri ve tevafukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler..

Evet bu gelecek ayetler onüçüncü asrın ahirine ve ondördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kur’an ve iman hesabına bir hakikata işaret ediyorlar. Ve medar-ı teselli bir “Nur”dan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalalet fitnesinden gelen şüpheleri izale edecek Kur’ani bir bürhanı müjde veriyorlar. Ve o işaretlere ve remizlere tam mazhar ve o vazifeleri bihakkın görecek Risale-i Nur gibi bir tefsir-i Kur’ani olacak.

Halbuki Risale-i Nur bu mezkur noktada ileri olduğu, onu okuyanlarca şüphesiz olmasiyle delalet eder ki; o ayetler bilhassa Risale-i Nur’a bakıp ona işaret ediyorlar. Mesela bunlardan biri Ayet-in-Nur’dur ki, bunun manaca çok tabakaları ve çok vecihleri vardır. Ve o tabakalardan ve vecihlerden işari ve remzi bir vechi manaca ve cifirce nurlu bir tefsiri olan Risale-in-Nur ve Risalet-ün-Nur’a dört – beş cümlesiyle on cihetten bakıyor. Ve o tabakalardan ve o vecihlerden bir tabaka ve bir perde dahi mu’cizane elektrikten haber veriyor.”[7]

Bediüzzaman 33 ayetin İlm-i Beyan’daki manasıyla remizleri diyor. Bu ifadeleri anlamak için İşari Tefsir ne demek? İlm-i Beyan’daki işaret, ima ve remiz ıstılahları ne mana ifade ediyor? Bunları bilmek gerek.

Bu konuda bilinmesi gerekenler şunlardır:

Bediüzzaman, cifri kullandığı yerlerde hiç bir zaman “Ayetin açık manası budur.” dememiştir. Söylediği şudur: “Ayetin sarih manasının altında müteaddit tabakalar var. Bir tabakası da, İşari ve remzi manadır. İşari mana da bir küllidir; her asırda cüz’iyatları bulunur.” Ve devam ediyor: “İşte madem bu tevafuk-u cifri ve ebcedi, bir kanun-u ilmi ve bir düstur-u riyazi ve bir namus-u fıtri ve bir usul-ü edebi ve bir anahtar-ı gaybi oluyor. Elbette menba-ı ulum ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı ayat-ı tekviniyesi ve edebiyatın mu’cize-i kübrası ve lisan-ül-gayb olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül-Beyan, o kanun-u tevafukiyi, işaratında istihdam, istimal etmesi i’cazının muktezasıdır.”[8]

Sonuç olarak, Bediüzzaman’a göre, bir tabakanın mana-yı işarisinin külliyetindeki fertlerinin bu asırda tezahür eden ve münasebeti pek kuvvetli bir ferdi Risalet-ün-Nur olduğunu, onu okuyan herkes tasdik eder. Risalet-ün-Nur’un Kur’an’dan başka me’hazı yok, Kur’an’dan başka üstadı yok, Kur’an’dan başka mercii yoktur. Te’lif olduğu vakit hiçbir kitab müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’an’ın feyzinden mülhemdir.

İşte Sikke-i Tasdik-i Gaybi adlı risalede zikredilen otuzüç ayetin bil’ittifak, tekellüfsüz, manaca ve cifirce Resail-in-Nur’un başına parmak basmaları ve başta Ayet-in-Nur on parmakla ona işaret etmesi ve eskidenberi ulema ortasında ve edibler mabeyninde meşhur bir düstur ve hakikatlı bir medar-ı istihracat ve hatta hususi tarihlerde ve mezar taşlarında ediplerin istimal ettikleri maruf bir kanun-u ilmi iledir. Eğer o kanuna tasannu karışmazsa, işaret-i gaybiye olabilir. Eğer sun’i ve kasdi yapılsa, yalnız bir letafet, bir zerafet, bir cezalet olur.”[9]

Bediüzzaman hazretleri, hiçbir yerde bu ayet Risale-i Nur hakkındadır demiyor ve şahsını ön plana çıkarmıyor; sadece yukarıdan beri izah ettiğimiz İşari tefsirin kurallarını kullanarak Kur’an ayetlerinin işaret ettiği külli manaların yüzlerce işari manalarından birinin de Risale-i Nura işaret eylediğini belirtiyor.

Şu üç hakikatı buraya almak istiyoruz:

Evvela; Resulullah’ın da beyanına göre, Kur’an ayetlerinin zahiri, batıni, İşari, sarih ve remzi çok manaları ve her asra hitab eden hakikatları vardır. “Her ayetin dalı var, budağı var; her dalın da başı var, sonu var, çetikleri var” şeklindeki hadis, bu manaya işaret etmektedir. Zira Kur’an’ın muhatabı bütün insanlardır. Kur’an, kainat kitabının tercümesidir. Kainatın rengini değiştiren her meseleyi vuzuha kavuşturmuştur. Hadiselerin satırları altında gizlenen hakikatları ortaya çıkaracak olan da yine Kur’an’dır. Dolayısıyla İslam ittihadını yakından ilgilendiren Risale-i Nur’a da, İstanbul’un fethine de ve Mısır fethine de herhalde işaret edecektir. Ancak sarahat demiyoruz, işaret diyoruz. Bu ifadeye dikkat etmek gerekir.

İkincisi: Bütün ilim tarihçilerinin -özellikle müslüman alimlerin- ilimlerin tasnifinde kendisinden bahsettikleri “cifir ve camia ilmi” diye bir ilim vardır. Bu ilim, bazı cahiller tarafından suiistimal edilmiş olsa bile, tamamen inkarı da mümkün değildir. Cifir, kaza levhası; camia ise kader levhası demektir. Kısaca Allah’ın kader ve kaza levhlerinde olmuş yahut olacak bazı şeyleri, yine Allah’ın koyduğu işaret ve gösterdiği yollarla ortaya çıkarma ilmine cifir ilmi denir. Bu ilmin nüshacılık ve üfürükçülükle ilgisi yoktur. Çünkü İmam-ı Gazali ve İbn-i Kemal gibi bu ilmi hakkıyla bilen zatlar tarafından da kullanılmıştır. Hz. Ali’nin, bu ilmi Resulullah’dan öğrendiği nakledilmektedir. Son asırda bu ilmi hakkıyla kullananlardan biri de, Bediüzzaman’dır. Kur’an, “Beldetün Tayyibetün” ifadesiyle İstanbul’un fethine işaret ettiği gibi, Mu’avvizeteyn suresiyle de 1971 hadiselerine işaret etmiştir. Birinciyi ilim, ikinciyi ilmin dışında kabul etmek, bir başka cahilliktir. Konuyu fazla uzatmak istemiyoruz[10].

Üçüncüsü: İbn-i Kemal bu ilmin ehemmiyetini “Er-Risalet’ül-Münire” adlı eserinde şöyle belirtmektedir: “Büyük evliyaların kerametleri de böyledir. Müşkil ve zor meselelerin istihracı gibi. Yani evliyalar, Kur’an ayetlerinden, hatta her kelimesinden ve harfinden ve hatta Resulullah’ın hadislerinden bazı mühim ve müşkil hakikatları istihraç etmişlerdir. Bu onlara ilham nuruyla müyesser olur (sh.8)”.

Bunları bilmemek tefsir usulündeki işâri tefsir konusunu incelememiş olmak demektir.

Bediüzzaman kend eserlerinin Kur’an ve Sünnetten sonraki bir mertebede olduğuna Birinci Şu’a’da defalarca açıkça işaret etmektedir:

“قُلْ اِنَّنِى هَدَينِى رَبِّى اِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ dir. Şu ayet-i meşhure külli manasının bu asırda muvafık ve münasib bir ferdi Risalet-ün Nur olduğu gibi, cifirle صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ kelimesi صِرَاطٍ deki tenvin “nun” sayılmak cihetiyle Risalet-ün Nur adedi olan dokuzyüz doksansekize (998) yine iki sırlı {(Haşiye): Yani mertebesine işaret için iki fark var. Risale-i Nur vahiy değil, ilham ve istihracdır.} fark ile baktığı gibi, هَدَينِى رَبِّى اِلَى صِرَاطٍٍ مُسْتَقِيمٍ cümlesinin makam-ı ebcedisi ile bin üçyüz onaltı (1316) ederek Risale-i Nur müellifinin tedrisiyle istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu en hararetli tarihi olan bin üçyüz onaltı adedine tam tamına tevafuk eder.”[11]

“Risale-i Nur, Kuran gibidir” diyen biri var mı? Böyle iddia eden varsa şayet kim der eğer varsa bu bütün nur cemaatine atfedilerek nazara verilecek bir kişinin meczupluğu üzerinden cevap vermeye çalışmanın ne derece hakkaniyetli olduğu tartışmalıdır. Olmayan bir durumu varmış gibi lanse ettirmek ve o şekilde cevap vermek saf zihinleri bulandırmak ve şüpheye atmak acaba diye bakılmasına sebep olmak insanları Risale-i Nur ve talebeleri hakkında vesveseye düşürmek ve su-i zanna itmek olmuyor mu?

Konu 3: Yine demiş ki: “Aynı şekilde onun eserleri yani Sözler adıyla simgeleşen kitapları ‘Kur’an’ın tek tefsiri’ veya ‘bu zamanda başkası kabul edilemez yegane Kur’an tefsiridir’ de diyemeyiz. Bu sözü de dine ve akla mugayir görürüz.”

Böyle bir iddia asla Nurlar’da ve Nur talebelerinin eserlerinde bulunmamaktadır. Nurlarda olmadığı kesindir. Nur talebelerinin ifadelerinde böyle bir iddia varsa, kesinlikle yanlıştır.

“Mübalağa ihtilalcidir. Şöyle ki: Beşerin seciyelerindendir, telezzüz ettiği şeyde meyl-üt tezeyyüd ve vasfettiği şeyde meyl-ül mücazefe ve hikaye ettiği şeyde meyl-ül mübalağa ile, hayali hakikata karıştırmaktır.”[12]

Konu 4: Yine aynı sitede demiş ki :

“Said Nursi rahmetullahi aleyh ve eserleri yaklaşık bir asır öncesinin ifadesidir. O zamanın dili ve o zamanın konularını ihtiva etmektedir eserleri. Önemli bir bölümü asırlar geçse bile eskimeyecek konulardan oluşmuş olsa da dil ve üslup olarak bugünün dil ve üslubuna ters düşmektedir. Bu niteliği ile o eserlerin, tek kaynağa dönüştürülmesi, dillerinin muhafazasını ibadet anlamında bir konu gibi görme hatası, kabul edilemez bir düşüncedir. Kur’an dışında hiçbir kitap, dili ve mantığı kıyamete kadar baki kalacak kitap değildir, olamaz.”

Evvela, Süleyman kardeşimizin ifadelerini aktaralım: Bu dedikleriniz ne kadar hakikat ne kadar gerçek ne kadar ilmidir? Külliyatın tamamını okuyup mu bu kanaate vardınız yoksa tamamını okuyup anlamadan mı böyle bir kanaati cevap olarak verdiniz? Zira Risale-i Nurun dilini eleştirmek İslam’a bin yıl sancaktarlık yapmış bir milletin dilini eleştirmek olmuyor mu? Bugünün diline üslubuna ters düşmesi kimin suçudur ve siz bu konuda hangi tarafı tutuyorsunuz bin yıldır kullanılan bir üslubu dedelerinin lisanını kültürünü koruyanlarımı yoksa yok etmeye çalışanları mı? Dillerin muhafazasını ibadet anlamında gören bu hatayı yapan kimdir ki bütün okuyanları töhmet altında bırakmanıza sebep olmuş. Yoksa burada kuran harflerinin korunması İngiliz harflerine karşı kuran harflerini müdafaa eden bir camiayı hata ve günah içinde mi görüyorsunuz?

Şimdi de Bediüzzaman’ı dinleyelim:

“Mesail (İslami meseleler) iki kısımdır:

Birisinde telahuk-u efkar tesir eder. Belki ona mütevakkıftır. Nasılki maddiyatta büyük bir taşı kaldırmak için teavün lazımdır.

Kısm-ı diğeride esas itibariyle telahuk ve teavün tesirsizdir. Bin de, bir de birdir. Nasılki hariçte bir uçurum üzerinden atlamak veyahut bir dar yerden geçmekte küll ve küll-ü vahid birdir. Teavün faide vermez.

Bu kıyasa binaen fünunun (müsbet bilimlerin) bir kısmı, büyük taşın kaldırılması gibi teavüne muhtaçtır. Bunların ekseri, ulum-u maddiyedendir. Diğer bir kısmı, ikinci misale benzer. Tekemmülü def’i, yahut def’i gibi olur. Bu ise, ağlebi maneviyat veya ulum-u İlahiyedendir. Lakin eğer çendan telahuk-u efkar bu kısm-ı saninin mahiyetini tağyir ve tekmil ve tezyid edemez ise de; bürhanların mesleklerine vuzuh ve zuhur ve kuvvet verir.”[13]

Bediüzzaman’ın Nurlar’da incelediği mevzular maddi ilimler değil ilahiyat tabir edilen ilimlerdir. Bunların modası asla geçmez; eski veya yahut yenidir denmez. Kaldı ki, ifadelerde değişiklik olacaksa, Bediüzzaman bunu da baştan ifade etmiştir:

“Gazetelerde neşrettiğim umum makalatımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, asr-ı saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.

Şayet müstakbel tarafından üçyüz sene sonraki tenkidat-ı ukala mahkemesinden tarih celbnamesiyle celb olunsam, yine bu hakikatları tevessü’ ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim.

Demek, hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır. اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ”[14

Netice olarak, birbirine benzeyen ağaçları yekdiğerinden ayıran meyveleridir. Yirmisekiz sene hapis hayatı çilesini çektikten ve seksen sene dopdolu bir hayat yaşadıktan sonra, bundan 55 sene evvel ebediyyete intikal eden Bediüzzaman ağacının meyveleri ortadadır. Rahmetli Osman Yüksel’in tabiriyle “şimdi Türkiye’de, her teşekkülün, vatanını seven her kesin, önünde hürmetle durması lazım gelen bir kuvvet vardır: Said Nursi ve talebeleri”[15].

Bkz. Öncelikle suallerim aşağıda belirttiğim Fetvalar Meclisi Sitesinden alıntıladığım konu başlıkları ve linklerde olan yazılarınız içinden olacaktır

Kur’an’da Risalelere İşaret Var mı?

http://www.fetvameclisi.com/fetva-kuranda-risalelere-isaret-var-mi-10995.html

Bediüzzaman ve Risalesi hakkında

http://www.fetvameclisi.com/fetva-bediuzzaman-ve-risalesi-hakkinda-7551.html

Sohbet meclisleri

http://www.fetvameclisi.com/fetva-sohbet-meclisleri-5838.html

Risale-i Nur ve İhya-u Ulumiddin Eserlerine Mutedil Bakış

http://www.fetvameclisi.com/fetva-risale-i-nur-ve-ihya-u-ulumiddin-eserlerine-mutedil-bakis-43411.html

Risale-i Nur Tefsir midir?

http://www.fetvameclisi.com/fetva-risale-i-nur-tefsir-midir-32391.html

Badıllı ağabeyinde reddiyesi;

http://www.risaleajans.com/nur-alemi/abdulkadir-badilli-kuranda-risalelere-isaret-var-mi

———————————-

[1]  Hocamıza 7-8 soru yönelterek mesele gündeme taşınmıştır. Onun tesbitlerinden de istifade ederek biz sadece dört soruya cevap vereceğiz. Zira diğer sorular da aynı mihverde dolanmaktadır.

[2]  Bediüzzaman, Kastasonu Lahikası, 144

[3] Mektubat sh. 426

[4]   Sözler sh. 732

[5]  Bediüzzaman Said Nursi, İşaratü’l – İcaz, İmanı Bilgayb, sh. 40.

[6]  Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sh. 94-95.

[7]  Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sh. 69-71.

[8]   Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sh. 95 vd.

[9]  Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sh. 94-95.

[10]  Katip Çelebi, Keşf-üz-Zunun, c. 1, sh. 591-592; Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 95vd.

[11]  Sikke-i Tasdik-i Gaybi sh. 83

[12]  Muhakemat sh. 31-32.

[13]  Muhakemat ( 17

[14]  Tarihçe-i Hayat sh. 76.

[15]   Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, sh. 618

Kaynak : Risale Ajans

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Önceki yazıyı okuyun:
Ahmet Aytimur Ağabey Vefât Etti – Kendisiyle yapılmış tek röportaj!

Ahmet Aytimur ağabey vefat etti  İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci'ûn Hayatını iman-Kur'an hizmetine adamış …

Kapat