Ana Sayfa / Yazarlar / Nurların izahı ve ‘yazmak’ / Mustafa H. KURT

Nurların izahı ve ‘yazmak’ / Mustafa H. KURT

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Risale-i Nur’a dair şerh, izah ya da tanzim çalışmaları hakkında Bediüzzaman Hazretleri’ne ait sözlerin, kendinde yazma-anlatma kabiliyeti olduğunu hisseden ve İslam’a hizmet kastıyla çevresine, insanlığa ya da bizzat kendi nefsine ‘anlatacak bir şeyleri’ olduğuna inanan müminlerce nasıl anlaşılması gerektiğine dair bir ‘fikir jimnastiğidir’ bu yazı… Görülebilecek hatalar elbette yetersiz fehmimdendir.” M. H.Kurt.

Risale-i Nur Külliyatı gibi ‘külliyetli’ bir esere imza atmış olan Bediüzzaman Said Nursî, ilk gençlik yılları da dahil seksen küsur yıllık ömründe pek çok eser kaleme almış bir alimdir. “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş hükmünde olduğunu ispat etme ve dünyaya gösterme”(1) gibi yüce bir gayeyle yazılan ve Sezaî Karakoç’un ifadesiyle, “tek başına bir İslam kültürü külliyatı olan”(2) bu kitaplar; ‘modern’ insanın dertlerine Kur’ânî devalar sunabilen pek kıymetli eserlerden oluşmaktadırlar.

“Asrın hastalığı” olan imansızlığa karşı, tam da “asrın idrakına uygun” tarzda devalar ortaya koyma gayesiyle yazılan Risale-i Nur; şüphe yok ki, ancak azamî derecede bir fedakarlık ile ‘Bediüzzaman’a’ has ilim ve hayranlık uyandıran örnek bir ihlasın mükafatı olma gibi pek çok vesilenin birlikteliğiyle yazılabilmiştir. Ve bundan dolayıdır ki bu eserler yıllardır, birçok ihtiyaç sahibinin başta imanî meselelerde olmak üzere başvurduğu “can simitlerinden” olmuşlardır.

Ne var ki zamanla, (Risale-i Nur’a gönül vermiş hemen herkesin de karşılaşabildiği şekilde), bu eserlerin iman ve Kur’ân hakikatlerini izah ederken takip ettiği o ‘kendine haslığı’ hakkında ve ‘İslam kültür atlası’ nitelemesine kaynak olan birikimden süzülmüş inci-mercanlarla süslü üslubu için, yeni kuşaklardan ‘anlayamıyoruz’ yakınmaları duyulmaya başlandı. Türkçenin uğramış olduğu kahredici erozyondan da kuvvet bulan bu yakınmaya çare olarak ise, Risalelerde bizler için artık ‘eski’ olan her kelimenin yerine ‘güncel’ kullanıma sahip başka kelimelerin konulması gibi ‘dahiyane’ çözümler üretildi çoğunlukla. Hem de o zaman bu türden bir sadeleştirmeye belki her on yılda bir ihtiyaç duyulabileceği de pek hesaba katılmadan…

Oysa Risaleleri anlama meselesinde kelimelere aşina olmanın önemini yadsımamakla birlikte; bu meselede, Risalelerde ele alınan konuların önemi ve derinliğinden kaynaklanan seviyeye dikkat çekmek daha doğru olacak gibi. Sözgelimi, kelimeleri gayet anlaşılır olan bazı bahislerden ancak işin ehlince aktarılabilen kimi hakikatlere şahit oldukça, meselenin salt kelime meselesi olmadığı daha iyi anlaşılmaktadır. Nitekim önsözünde “büyük bir boşluğu doldurduğu ve bir ihtiyacı giderdiği” söylenilen (Risaleler için özel hazırlanmış) “Kavramlar Lügatı’nda” da, Risaleleri anlama konusunda özellikle kavramlara dikkat çekiliyor:

“.. Risale-i Nur’dan bu niyetle istifade etmek isteyen bir kişinin önüne hemen iki büyük problem çıkar. Bunlardan birincisi, eserin kendine özgü bir dili olduğu için okuyucu tarafından ‘yabancı’ diye tarif edilen kelimelerin fazlalığı; ikincisi ise kelam ilmine dair kavramların (ıstılahların) çokluğudur. Bu problemlerden ilki aslında sözlük ya da lügat çalışmalarıyla kısmen halledilmiş durumdaydı. Fakat aynı şeyi kavramlar (ıstılahlar) için söylemek pek mümkün değildi.” (3)

Hal böyle olunca da, örneğin hakkında ‘İman Hakikatları’nın daha güzel anlaşılmasını sağlayan doyurucu izahlar’ tanımlaması yapılan eserlerle,(4) büyük bir boşluk doldurulmaktadır. Ve böylece ‘ciddi nazarların ciddiyetle Risale’ye yönelmelerini; onu zaten okuyor olanların ise daha bir dikkatle Risale-i Nur’a bakmalarına vesile olmayı gaye edinen’(5) pek çok eser de, ‘izaha dair duyulan bir ihtiyacın neticesinde’ kaleme alınmış olmaktadırlar. Zira böylesi bir gayeyle yazılmış kıymetli eserlerden birinde de dikkat çekildiği üzere, Risale ummanındaki incilerin çıkarılıp gözler önüne serilmesinin ‘ciddi muhataplar ve derinlikli bir muhatabiyet gerektirdiği’(6) ortadadır. Yani tevhid, ahiret, kader, nübüvvet, tecelliyat ve benzerleri gibi yüksek hakikatleri hem de “asrın insanının” istediği tarzda “mücmel ve kısa bir sûrette beyân etmek”;(7) üstelik bu hakikatleri özenle ve bilinçli seçilmiş kelimelerle izah ediyor olmak; okuyanını ve muhatabını, okuduğunu anlama hususunda ‘birazcık’ da olsa gayretli olmaya sevk etmektedir.

Bu gayretin ‘mahiyetine’ gelecek olursak; Risale-i Nur’a dair özellikle de çeşitli konularda şerh, izah ya da tanzim çalışmalarının faydasına ve gerekliliğine yürekten inanan birisiyim. Üstelik kendinde yazma ve anlatma istidadı olduğuna inanan her Nur talibinin, tartışmak bir yana; idrak edebildiği bir hakikatı izah ederek muhtaç gönülleri o hakikatler manzumesiyle buluşturmak gibi bir gayretle ve de nazarların Kur’ân hakikatlerine çevrilebilmesine vesile olmaya çalışmakla vazifeli olduğunu dahi düşünüyorum. Çünkü Risale-i Nur’a dair bu tarzda yapılacak iyi niyetli her çalışmanın:

“Ey kitabıma nazar eden zat! Şu karışık eserlerimle, bir nevi ıztırar içinde, büyük bir şeyin etrafını kazdığımı sanıyorum. Lakin onu keşfettim mi? Yahut o şey keşfedilecek mi? Veya ileride onu keşfedecek kimsenin ben yolunu mu kolaylaştırıyorum? Keşke bilseydim!”(8)

diyen Üstad Hz.nin kastettiği o “keşif” işinde bir değerinin olduğu kanaatindeyim…

İşte tam da burada, “Risale-i Nur’un kendi kendini izah etmesinin” ve “kalbin de hissedarlığının” yanında; ihtiyaç duyulduğu noktada Risalelerin ‘zihinler için de’ izahı veya şerhi tarzındaki çalışmalara dair Üstad Hz.nin bu meşhur uyarısına sözü getirmek istiyorum:

“Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehitler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahları veya tanzimleridir.” (9)

Risale-i Nur sevdalıları için önemli ölçülerin ortaya konulduğu bu cümlede; konumuzla ilgili bu ‘vazifenin’ nasıl yapılacağına dair, en başta genelden özele doğru kısmî bir hitapla dikkati çeken üç husus (üç kelime grubu) göze çarpmakta:

a- “Bu durûs-u Kur’âniye”,

b- “ulûm-u imaniye cihetinde”,

c- “yalnız şerh, izah veya tanzim”

Şimdi bu hususları biraz açmaya çalışalım:

a- Bu vazife tanımlaması, “Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanları” kapsar.

Bu ifadedeki “bu” işaret zamirinin Risale-i Nur dairesini kapsadığı zannedersem gayet açıktır, zira bu konuda daha en başta ve haklı olarak denilebilir ki: “Ee, zaten Sözlerin şerhi ve izahı gibi vazifeler elbette ki Risale-i Nur talebelerini muvazzaf kılar, hitap onlaradır”, ki bu doğrudur. Hem malum, ‘bu’ kelimesi ile en yakındakine, elde olana, bulunulan yerdekine işarette bulunulur. Bundan dolayı cümledeki “durûs-u Kur’âniye ibaresini niteleyen ‘bu’ kelimesinden kastın da, elbette ki o ‘bu’ yu kullananın, yani o Hazretin en yakınında olan Risale-i Nur dairesi olduğu aşikardır. Ancak bu mana bu kadar açık olmasına rağmen, bu cümlenin has daireye olduğu kadar, neredeyse ümmetin tamamına da hitap ettiğini savunan düşüncelerle de kimi zaman karşılaşılabilinmektedir…

Oysa Üstad Hz.nin bu -gizli- hitapta ‘durûs-u Kur’âniye’ değil de, ‘bu durûs-u Kur’âniye’ şeklinde bir ifade kullanmış olmasına tam da bu açıdan ayriyeten dikkat etmemiz gerekmekte..

Çünkü bu durumda mantıken: ‘şu durûs-u Kur’âniye’, ‘o durûs-u Kur’âniye’, ‘öteki durûs-u Kur’âniye’ gibi, başka işaret zamirleriyle nitelenmiş başka ‘durûs-u Kur’âniyeler’in de var oldukları; ancak gelecek olan cümlede ifade edilecek manaların ise diğer dairelerdeki mü’minlere değil, Üstad Hz.nin de dahili olduğu ‘bu durûs-u Kur’âniye’ dairesine dahil olan mü’minlere matuf oldukları ortaya çıkmakta. Dolayısıyla, çizilen hareket alanının muhatapları da, kendilerini “bu”, yani “Risale-i Nur diye tesmiye olunan durûs-u Kur’âniye dairesi” içine dahil sayanlar olmaktadır.

Böylelikle buradaki “bu” işaretinin, işaret ettiği şeyi (yani bu durûs-u Kur’âniye’yi) ‘şu, o, öteki’ vs. gibi benzerlerinin işaret ettiklerinden (yani diğer durûs-u Kur’âniyeden) ayırmasındaki kullanımıyla Üstad Hz.nin, adeta şöyle bir imada bulunmuş olduğu da düşünülebilir:

Bu ifade, bu daireye dahil olmayıp da başka durûs-u Kur’âniye dairesinde bulunan inananların hizmetlerine, metotlarına hiçbir şekilde müdahale eden bir hitap değildir. Zira hitaptaki hedef muhatabı nitelemek için, en baştan ‘bu’ denilerek söz konusu muhatabın aynı sıfata sahip diğer ‘türdeşlerinden’ (yani diğer durûs-u Kur’âniye dairelerine mensup olanlardan) ayrı tutulması, söz konusu hitabın da Üstad Hz.nin talim eylediği dersler dairesine dahil olanlara yönelik olduğunu göstermektedir zaten!…

Diğer Kur’ân hizmetlerindeki inananlar lüzum gördükleri her alanda eser verebilirler, her esere şerh, izah ya da tanzimde bulunarak hizmet etmeye çalışabilirler. Ki öyle de olmaktadır zaten. Sadece Kur’ân derslerinde değil, örneğin sanatın neredeyse her alanında dahi ‘Müslümanca yorumlara’ rastlayabilmekteyiz.

İşte bu konuda Risale-i Nur talebelerinden istenilen şey ise, aşağıda izah edileceği üzere; kendilerince ortaya konulabilecek her eserin değil de, yalnızca ulûm-u imaniye cihetiyle verecekleri eserlerin; yani ‘Sözlerin’, yani Risale-i Nur’un şerhi, izahı veya tanzimi suretinde olmasını sağlamalarıdır.

b- “ulûm-u imaniye cihetinden”…

Dikkat edersek, “..allâme ve müctehidler de olsalar vazifeleri, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahları veya tanzimleridir” denilmemiştir!

Şefkatin mücessem bir hali gibi yaşamış bir Üstadın ifadesi de böyle olamazdı zaten…

Zira iki virgülle ayrılan bir ara ifadeyle “ulûm-u imaniye cihetinde” gibi bir şefkat kapısı konulmuş ve bir hususa dikkat çekilmek istenmiş… Yani bu Kur’ân talimi dairesine, Risale-i Nur talebeliğine kendimizi mensup görüyorsak eğer, bu mensubiyetle birlikte allame ve müctehid seviyesinde bir birikime sahip de olsak; tüm mesainin sadece ‘bu Kur’ân dersinin’, yani Risalelerin şerh, izah ya da tanzimi çalışmalarına ayrılması gibi bir sınırlandırmayı -ve belki de gerekliliği-; ancak iman ilimleri-iman hakikatleri gibi, Risale-i Nur’un zaten ana teması ve asıl davası olan alanlarda çalışılması durumuna münhasır kılmıştır Üstad Hz..

Tersinden alırsak manayı; eğer çalışmalarımızda örneğin bazı iman hakikatlerini “kendimizce” vüzuha erdirme gibi bir yön bulunmuyorsa, o zaman ulûm-u sairede; yani diğer dinî ilimlerde, ya da sosyal bilimlerde, fende veya sanat kollarında, meslekî alanlarda vs.de elbette ki çalışmalarda ve hüsn-ü hizmetlerde bulunabiliriz.

Çünkü diğer türlü, ‘bu durûs-u Kur’âniye dairesinde’ bulunulup da, iman hakikatlerini kendince vüzuha erdirme gayesiyle gayret sarf edilmesi; bunu yapan allame ve müctehid de olsa yapılan iş zahmete girmektir, bir nevi vakitten ve emekten israf etmektir!..

Risale-i Nur ‘ulûm-u imaniye cihetinde’ bu vazifeyi zaten bihakkın yapmış,bütün hakaik-i imaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan ve isbat etmiştir.” Nitekim Üstad Hz.nin bahsimize konu olan yukarıdaki şerh ve izahla alakalı ifadelerinin devamında deniliyor ki:

“Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.” …

Kısacası, “Ulûm-u imaniyede”meseleleri kendimizce güya yeniden ele alarak, ortaya kendi eserimizi koyma yoluna gitmek yerine,  bu daire içerisindeki hakikat taliplerine düşen görev: İmanî ilimlerin anlaşılması, anlatılması ve yaşanması yönünden tüm emeklerini, çabalarını, birikimlerini; yalnızca, yazılan şu Sözlerin şerhlerine, izahlarına ya da tanzimlerine sarf etmeleridir.

Yani imanî meselelerin izahı ve ‘aktarımında’ Nur talebelerine çizilen had; müctehid de olsalar yeteneklerini, eserlerini “ulûm-u imaniye cihetinden” Kur’ân’ın zaten iman esaslarına bakan mükemmelce bir tefsiri olan Risale-i Nur’a hizmetkar kılmalarıdır, bu uğurda eser vermeleridir.

Daha da açarsak, diğer ilimler cihetinden böyle bir zorunluluk yoktur, nitekim olması da düşünülemez diyebiliriz. Üstad Hz.nin bu cümleyi ‘ulûm-u imaniye cihetinden’ şeklindeki bir ara açıklamayla birlikte telaffuz etmeyi tercih etmesi, bizim için, bununla has bir manaya işaret edilme gayesine dair yeterli bir delildir.

Çünkü bu ara açıklama ile, yani ‘ulûm-u imaniye cihetinden’ denilmesiyle; bu Kur’ân dersleri dairesine dahil olanlara mahsus o vazifelendirmede imanî ilimlerin diğer ilimlerden ayrı tutulduğunu; Risalelere dair şerh, izah ya da tanzim çerçevesinin de o diğer ilimleri değil, özellikle ve sadece iman ilimleri cihetini kapsadığının belirtilmesi manası pek uygun düşmektedir.

Bu da elbette çok çeşitli kabiliyetlere, fıtratlara ya da meraklara sahip insanların oluşturduğu böylesine büyük bir daireyi, oluşabilmesi muhtemel, “ilmî manada ancak bir tek imanî ilimler alanında hareket edilebilinir, sadece şerh vs. yazılabilir” tarzındaki görüşlerden kurtarmış oluyor. Bu ayrıntı da bu yönüyle elbette ki şefkatli bir ayrıntı oluyor.

Ayrıca bu meselenin, Risale-i Nur’dan beslenmiş bir düşünce hayatının entelektüel temsilindeki yetersizliği bir parça açıkladığını da düşünüyorum. Tıpkı diğer durûs-u Kur’âniye dairelerine mensup Müslümanların Risale-i Nur’a karşı mesafeli ‘nasipsizliklerinin’ bir sebebini, yine Nur talebelerinin (farkına vardıkları hakikatlere ‘köprü’ olma vazifesinde) hakkınca yerine getiremedikleri ‘velûd’ olma durumunda gördüğüm gibi…

c- ‘Şerh, izah ya da tanzim’ (ne gibi çalışmaları kapsar?)

Bu sorudan önce şuna değinmekte yarar var ki; şerh, izah veya tanzimi Risale-i Nurları salt sadeleştirme, meseleleri izahta değişik örneklendirmelere gitme vs. gibi algılayan bir görüş her zaman mevcut olagelmiştir. İşte en çok da bu algıdan kaynaklanarak gösterilen ve gerek Risalelerin orijinalliklerini muhafaza ve gerekse de izah edenlerin şahsî efkârlarının yapılan izaha dehaletini engelleme refleksinden olacak; bazı Risale-i Nur talebeleri tarafından şerh, izah ya da tanzim konusunda uygulanan çok sıkı kısıtlamalar, ısrarla savunulmuştur.

Risale-i Nur Külliyatı’nı, orijinalliği korunmaya layık en önemli eserlerden biri görmekle birlikte, izahı konusunda şu ‘izahı’ paylaşmak istiyorum:

“..Hekimoğlu İsmail’in ekmek ve saksılı çiçekle Diyarbakır’da yaptığı konferansın tesirini hiç unutamıyorum. Köln’deki Pazar sabahları mütalaalı Ayet’ül Kübra derslerini hala anıyoruz. Şerafettin Kartal’ın Kayseri faaliyetlerindeki Risale-i Nur açılımlarını otuz beş yıldır kullanmaktan bıkmadık. Şener Dilek Beyin Çiçek Penceresi dersi neredeyse dizlerimizi hâlâ titretiyor. Nihat Ağabeyin Tire derslerinin tadı hala dillerde. Çantacı Necmi ağabeyin günahtan sakınmayla ilgili anlatımını unutmak mümkün değil. Molla Zâhit ve Şükrü Hoca’nın Kader izahına, Mustafa Özcan Beyin Ene’yi açmasına her zaman ihtiyaç var. Cüz-i ihtiyariyi, ilmin maluma tabi oluşunu Kırkıncı Hocamın örnekleri dışında anlatmaya çalışın bakalım, daha mı kolay oluyor, görün. Kenan Demirtaş, Ümit Şimşek, Hakan Yalman’ın açılımları faydalı mı değimli Allah için iyi düşünün. Mücahit Çeleyen’in Moral FM derslerindeki şerhlerinin ne zararı var. İsmet Hasenekoğlu’nun Manisa’daki Akşamüstü Derslerine bir katılın da bir daha izaha karşı olur musunuz bir görün. Münazarat’ı Süleyman Kösmene’den bir dinleyin. … Şerh ve izahın bilinçli ve dengeli olanına artık asla karşı çıkamazsınız. İsterseniz Şahin Hocaya, Denizli’de vazifelilerin R.Nurun anlaşılması ile ilgili üniversiteli talebelerin serzenişlerini, feryatlarını anlatışlarına şahitlik edin, bakın izahla ilgili olarak nasıl düşünürsünüz. Vakfınızın senedini karara bağlayan, Osmanlıcası da olan bir hakim, size: “R.Nurun dili bize ağır geliyor, keşke biraz açan birileri olsaydı.” desin de, bir de o zaman izah ve şerhi değerlendirin.” (10)

Şimdi mevzumuz olan kelimelerin sözlük anlamlarına kısaca değinmekte fayda var:

Şerh: Açma, ayırma, genişletme; Açmak, genişletmek.  Açıklamak. Anlaşılanı anlatmak. Bir yazı veya konuşmayı kolay anlaşılması için izah etmek, tafsil etmek.

İzah: Açıklama, açıkça anlatma; Açıklamak. Bir şeyi anlaşılır hâlde söylemek veya yazmak.

Tanzîm: (Nazım’dan) Düzeltme, düzenleme, tertipleme; (Nazımdan) Sıraya koymak. Sıralamak. Dizmek. * Düzenlemek. Tertiblemek. (11)

Ancak konumuz Risale-i Nurlar’ın şerh, izah ya da tanzimleri olduğu için, bu kelimelere dair Risale-i Nur camiası içerisinde yapılan şu makul değerlendirmeyi hemen zikretmek lazım:

“Risale-i Nurun metinleri üzerinde şerh ve yazılar yazmak, o metnin anlaşılırlığını geniş kitlelere götürmek içindir. Mesela kalemi kuvvetli bir nur talebesi Risale-i Nurun bir meselesini alıp kendi üslubu ile onu genişleterek bir kitap yazsa, bu şerh sınıfına girer.” Veya: “Risale-i Nurun konuları çok derin ve mücerret olmasından dolayı,  anlaşılması için açıklama ve izaha ihtiyaç vardır. İkincisi, dil olarak şimdiki kuşaklar Risale-i Nurun üslubuna uzak olduğu için, izah edilmesi bir ihtiyaç halini almıştır.” (12)

İşte zannımca mesele de burada düğümleniyor. Nurların izahına dair bu makul sebepler; Üstad Hz.nin bazı özel şartlara ve ihtiyaçlara binaen bazı talebelerine has kılarak verdiği çeşitli ruhsatlar da(13) misal gösterilerek, ‘izah için sadeleştirmeye’ delil sayılıyor.

Ancak A.Badıllı Ağabey, Üstad Hz.nin Risale-i Nur’la ilgili bazı tasarruflara ve tashihlere dair verdiği bu tarz bazı izin ve ruhsatların 1944-1949 yılları arasına mahsus olduğunu; ve “mezkûr izin ve ruhsatlarıyla kendini ziyadesiyle selâhiyetdar gören bazı zâtların tanzim işlerini çoğalttığını gören Hz.Üstad’ın, o türden çalışmaları 1949 yılından başlıyarak 1953’lerde tamamen durdurma cihetine gittiğini ve böylece o izin ve ruhsatları kaldırmış olduğunu belirtmektedir. Ve bu hususta da, Üstad Hz.nin, o dönemde bazı kelime ve kavramları ‘tercüme’ edilerek basılmak istenen Muhakemat’a dair bir çalışmadan haberdar olunca; bu çalışmayı hemen durdurup, bu işle meşgul olan kâtip talebesini başka hizmetlere tevcih etmesi örnek gösterilmektedir. (14).

Bu konudaki bir başka örnek de Üstad Hz.’nin iş’arî olarak o tip izin ve ruhsatların kaldırıldığına dair şu sözlerine yer verilmekte:

Sâniyen : Nur’un metni, izaha ihtiyacı olsa, ya satırın üstünde, ya kenarında hâşiyecikler yazılsa daha münasipdir. Çünki metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lâzım gelir. Hem su-i isti’male kapı açılır, muarızlar istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik müdakkik olmaz, yanlış bir mâna verir, bir kelime ilâve eder, ehemmiyetli bir hakikatı kaybetmeye sebeb olur. Ben tashihatımda böyle zararlı ilâveleri çok gördüm. Hem benim tarz-ı ifadem, bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor. Bir parça dikkat ve teenni ister. Belki bunun da bir faydası bir hikmeti var…” (15)

Ayrıca  “Hz. Üstad’ın Hizmetkârlarından Sungur, Hüsnü, Bayram, Abdullah” imzalarıyla, 1986 yılı Ramazan Bayramını tebrik için kaleme alınarak, mevzu ile alakalı açıklamalara da yer verilen bir yazıdaki örnekler arasından, en azından şu satırlara da yer vermek aydınlatıcı olacak:

Hatt-ı Kur’anla yazılan ve neşredilen Asâ-yı Mûsa’nın sonundaki takriz ve lügatçe, yeni harfle tab edilen Asâ-yı Mûsada yoktur. Hz.Üstadın tensibi iledir.(16)

Ancak şunu belirtmekte fayda var ki, buradan çıkarılacak sonucun; izah, şerh ya da tanzimle alakalı olarak hiçbir şekilde herhangi bir çalışmada bulunulmaması gerektiği ve bu tür çalışmalarla Nurlara zarar verileceği şeklindeki görüşlere haklılık sağlayamayacağı da açıktır.

Kastedilen, Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi ya da kişilerin kendilerince düzenlemelere gitmesi şeklindeki faaliyetlerdir. Zira Asa-yı Musa, İman ve Küfür Muvazeneleri, Siracu’n-Nur, Tılsımlar Mecmuası gibi eserler de bizzat Üstad Hz.’nin tanzime dair ortaya koyduğu mümtaz örneklerdir. Dahası; Küçük Sözler, Hizmet Rehberi gibi çalışmalar ise Üstad Hz.nin muhterem bazı talebelerince tanzim edilen eserlerdir… Hem, ihlasına, imanına kendimizce şehadet edebileceğimiz nice Nur talebesinden de bu tarzda, Sözler’e dair şerhler, izahlar ya da tanzimler diyebileceğimiz inci taneleri ümmetin istifadesine sıkça sunulmaktadırlar…

Konuyla alakalı olarak son sözde Üstad Hz.’nin bir izahına daha değinerek, bu konudaki kanaatimizi özetlemekte fayda var:

“Evet, Risale-i Nur size mükemmel bir mehaz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, mesela Kur’ân kelâmullah olduğuna ve i’câzî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve hâkezâ, mükemmel bir izah ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir. Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş; başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşaallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil(*) ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ile ve Dokuzuncu Şuânın Dokuz Makamını tekmille ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek.” (17)

Yukarıda da belirtildiği üzere, bir nur talebesi allame ve müçtehit de olsa, “imanî meselelerde” ortaya koymak istediği bir eserini ancak Risale-i Nur’un ifade ettiği iman hakikatlerinin “sınırsız çerçevesinde” şerh, izah ya da tanzim suretinde ele alabilir. Ancak Nur medreselerinde elbette ki Nurların okutulması gerekliliği, yapılacak izahların ise ancak izah sahibinin şahsî süzgecinden geçmiş ve bu süzgecin müsaade ettiği “sınırlı çerçevede” bilgiler olduğu ise hiç unutulmamalı. Ve keşfettiğine inandığı bazı imanî incelikleri yine Risale-i Nurdan bir konuya şerh, izah ya da tanzim suretinde yazabileceği kitap, makale, öykü, araştırma gibi ‘vasıtalarla’ insanları o hakikatlere sevk edebilir, bu hakikatlerin anlaşılmasında faydalı olmaya çalışabilir.

Tıpkı iman derslerinde Nurlara perde değil de, köprü olarak ama sözlü bir şekilde yapılabilen izah, şerh ya da tanzimin yazılı halleri gibi…

Faydalı olacağına inandığı başka alanlarda ise böyle bir çerçeve yoktur, ilmin ve sanatın her müsbet alanında eserler verebilir. Ve bu ölçüleri gözeten çalışmalarıyla da kim bilir, belki daha nice nazarları Kur’ân’a ve Kur’ân’ın iman esaslarını tefsir eden o Nurlara çevirerek nice hakikatlerin daha idraklere ulaşmasına vesile olabilir.

Bu meselede konunun ehlince yapılmış veya yapılacak olan her türlü izahın her zaman için büyük değere sahip olduğunu da özellikle hatırlatarak; ‘öylesi vasıtalarla da olsa’, Nurlara daha iyi muhatap olabilmemizi diliyorum.

İnayet ve tevfik Allah’tan…

Dipnotlar:

1-       Tarihçe-i Hayat, Envâr Neşr., İst.1989, s.51.

2- S.ARSLAN, ‘Risale-i Nur’un Üslubuna Dair’,http://www.koprudergisi.com/index.asp? Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=929.

3-   (Önsöz: S.GÜNDÜZALP) A. BAŞAR-Ş.EREN, Risale-i Nur Külliyatı İçin KAVRAMLAR LÛGATI, Zafer Yay.,İst.2006,s.6.

4-       M.KIRKINCI, Hikmet Pırıltıları, Zafer Yay.,İst.2004,s.11.

5-       M.KARABAŞOĞLU, Risale Okumaları, Zafer yay., İst.2001, s.5.

6-       aynı yer, s.5.

7-       Sözler, Envâr Neşr. İst.1989, s.653.

8-       Mesnevi-i Nuriye Tercümesi, Ümit ŞİMŞEK, Nesil Yay. İst.2009, s.235

9-       Mektubat, Envâr Neşr., İst.1986, s.426.

10-    H.KÖPRÜCÜOĞLU, Risale-Nurlar İzah Edilmeli mi?, http://www.karakalem.net/ ?article=2327

11-    Osmanlıca-Türkçe Sözlük, TÜRDAV, Ziya Ofset, İst.1997; Osmanlıca-Türkçe Yeni Lügat, A. YEĞİN, Engin Ofset, İst.1983.

12-    Sorularla Risale-i Nur Editör, http://www.sorularlarisaleinur.com/subpage.php?s=show _qna&id =17740

13-   Kastamonu L. (El yazımı), s.278: “Fakat yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçenin farklı olduğundan yeni Türkçe için bazı kelimat-ı Arabiyyede tasarruf edildi. Siz de öyle yapabilirsiniz. Risale-i Nur yirmi sene evvelki Türkçe ile konuşur. O zamanı göremeyen gençlere teshilat olmak için bazı tabirleri değiştirirseniz iyi olur.”;

Emirdağ L. (El yazımı), s.298: “Çok faal ve imanı ve ihlâsı çok kuvvetli Ahmed Nazif evvelce yazmış ki, Zülfikar ve Asa-yı Musa’daki mânası anlaşılamayan müşkil bazı Arabî kelimeleri tercüme etmek gibi hizmeti benden isterdi. Benim şimdiki hâlim ve devam eden hastalığım ve maddî sıkıntılarım müsaade etmiyor. Sizler iki veya üç zâtı bu vazifa ile benim bedelime meşgul ediniz. Fakat çok inceden inceye gitmesinler. Hattâ mânayı bozmayan yanlışlara çok ehemmiyet verilmesin…” A.BADILLI, Risale-i Nur’un Neşir Tarihçesi, Timaş Yay., İst.1987, s.21. 

14-    a.g.e., s.27-28.

15-    Emirdağ L. (El yazımı) s.661, A.BADILLI, a.g.e., s.23.

16- a.g.e., s.81. Bu konuda, saf-ı evvel Talebelerce Üstad Hz.’den yapılan ve ‘metinlerin muhteviyatıyla da çelişmeyen’ bir hayli sayıda ve de birbirini destekleyen sözlü nakillerin mevcudiyeti de bizi düşündürmeli. (M.H.KURT).

* Buradaki ‘Tekmil’den kastın, neşir ve izah suretiyle o hakikatlerin muhtaç gönüllere ulaştırılmasına çalışmak olduğunu unutmayalım. Diğer türlü, Risalelerin eksik bırakılıp da ‘ancak bu tür çalışmalarla anlaşılabileceği’ gibi müfrit fikirlere kapı açmış olabiliriz. (M.H.KURT).

17-    Kastamonu Lâhikası, Envâr Neşr. İst.1990, s.56.

Yazar : Mustafa H. KURT

Mustafa H. Kurt: 1974 yılında Gaziantep'te doğdu. Cumhuriyet Lisesi (1992) ve Gaziantep Üniversitesi Tarih bölümünden mezun oldu (2000). Türkiye’de ve Almanya’da eğitimcilik yanında farklı iş kollarında çalıştı. Yazarımız, kastamonur.com yanında hâlihazırda çeşitli dergi ve haber sitelerinde yazıyor.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Yorumlar

  1. avatar
    Turhan KARADERE

    Güzel izah etmişsiniz. Yalnız yazıp çizenlerin bir kısmının merkezileşme ve uzaktakileri nurlara davet yerine, potansiyel, hazır “müşteri” gibi görmeleri, zaten dersini okumakta/yaşamakta olanları hârice (çevrelerine, eserlerine, başka kitaplara vs) çekme gayretleri problem teşkil ediyor. Aynen cemaati potansiyel oy deposu görüp nizaya sebep olan siyasiler gibi..

    Esas ve merkezî olanın medreseler, vakf-ı hayat edenler, doğrudan hizmet-i imaniyeyle meşgul olanlar (dar ve has daire) olduğu teslim edilmezse, kitap vb yazanlar temsiliyet davası güder, nazarlarını ve nazarları âfâkîleştirme yolunu tutturmaya devam ederlerse ve yazdıkları şeyler, hizmeti ve mesleğimizi kuvvetlendirmeyip bozarsa itirazlar durmaz, durmamalıdır da..

    Esası yitirmeyen çalışmalar, eninde sonunda takdire mazhar oluyor. Badıllı Abi’nin tarzı güzel misaldir.

    “Esas olan Nurların okunması ve medreselerdir, fakat..” demek başka; “Tabi nurları mutlaka okuyalım, fakat…” demek bambaşka.

    Bir de yazıdaki b şıkkını(“..allâme ve müctehidler de olsalar vazifeleri, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahları veya tanzimleridir”) teşvikten çok, ikaz ve biraz da sınırlama olarak akgılamak daha makul görünüyor; hem sıfatla sınırlama hem de illâ yazacaklarsa.. manasında. Engelleme değil, fakat teyakkuz..

    Yazı üslûbunuz ve hakikati taharrî tarzınız için tekrar teşekkür ederim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Başbakan, Isparta ve Bediüzzaman / Prof. Dr. Himmet UÇ

Sayın Başbakanımız Isparta’daydı. Öğleden sonra hükümet meydanında onu bekledim. Bir kurşun dökmesi İstiklal Marşı bir …

Kapat