Ana Sayfa / Yazarlar / Nur’un İki Kurmayından Biri: Mustafa SUNGUR

Nur’un İki Kurmayından Biri: Mustafa SUNGUR

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Sungur Ağabey”i ilk defa, bir vesile ile ziyaret ettiği Birecik Dershane’sinde tanıdım.

Lise birde hevesli ve iştahlı bir talebeydim. Yine bir okul çıkışı başta Hüseyin (Ataç) ve Müslüm (Yurtçu) olmak üzere, “bazı” dost ve arkadaşlarla konuşa şakalaşa yola düşmüş (Elimdeki romanımsı bir şeyde ele aldığım gibi), mutad bir şekilde boş vaktimizi kıymetlendirmek üzere “o nurani mekanı”ın huzur verici iklimine can atmıştık.

İkindi’yi, ancak farzına ulaştığımız Mahmut Paşa Camii imamı, şimdi Risalehaber yazarlarından Mehmed Arslan hocamızın ardında kıldıktan sonra, “ikindi dersi” için mekan değiştirmiştik. Dersteki mevzu 15. Şua’daydı galiba. Aradan uzun yıllar geçtiği için tam hatırlayamıyorum gene de.
***
“Meselâ, dağlar, zîhayata ve insana lâzım olan bütün madenleri, ilâçları ve hayata lâzım şeyleri taşıyor ve birinin emriyle ve tedbiriyle gayet mükemmel bir hazine, bir ambar olduğu gibi; zemin dahi bütün o zîhayatın erzaklarını bir Rezzâk-ı Hakîmin kuvvetiyle yetiştiren kemâl-i mizan ve intizamla bir tarla, bir harman, bir matbahtır. Hattâ her insanın ve cismindeki herbir uzvun bir deposu ve mahzeni, hattâ bir hücrenin dahi bir ihtiyat mahzenciği bulunması gibi, git gide tâ dâr-ı âhiretin bir mahzeni dünyadır; ve Cennetin bir tarlası ve deposu, bu âlemdeki hüsünleri ve hasenatları ve nurları mahsul veren âlem-i İslâmiyet ve hakikatli insaniyet; ve Cehennemin bir ambarı ise, şerleri ve çirkinleri ve küfürleri mahsul veren ve şer olan ademden gelen ve hayır olan vücut âlemlerini telvis eden pis maddeler, taifeler; ve yıldızların hararet mahzeni, Cehennem; ve nurlar hazinesi, bir Cennettir ki..”

Bu pasajı hem okuyup hem de açıklayan Kamil Kankılıç ağabey, içeriye girenleri görünce ayağa kalktı, gelenlerden orta yaşlı, sevecen bakışlı ama bir büyük davanın hamili olması cihetiyle olabildiğince vakur ağabey oturmasını işaretlemeden önce kucakladı onu. Sağdan başlayarak bizlerle de… Bir yandan da:

“Maşaallah, maşaallah…” diyordu.

Kitabı ona vermeye çalışan büyüğü reddederek dinlemeyi seçen ağabeyin kimliğini dersin sonunda öğrendik. Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin “Hayatım hayatınla devam edecek” buyurduğu Mustafa Sungur Ağabey’di.

***

“MUSTAFA SUNGUR

Mütevazi bir insan, hizmeti düşünür her an,
Meskeni  bütün cihan, Kahraman Mustafa Sungur.
  
Kaynağından içmiş suyu, zerresine sindirmiş,
Kalbinde yanan ateşi, ihlâs ile dindirmiş.
  
Nur’un hâmili olmuş, taşımış tüm cihana,
SÖZLER naşiri olmuş, neşretmişler her yana.
  
Her dile tercümeye, onca gayret sarf etmiş,
Gelince  Nurlu haber, gâyet  hoşuna gitmiş.
  
Çıkmamış hiç dilinden gıybet denen nemîme,
Tevekkül kılmış Hakk’a,  ricâ,  akl-ı selim’e.
  
Hizmet-denince-hizmet, her şey bitti demektir,
O’nun için en-makbul, en-mukaddes emektir.
 
Saff-ı Evvel Ağbeyler, hakikaten ter-temiz,
Onlar sever Üstadı, biz onları severiz.
  
Onlar Aziz Üstada, kardeş, yoldaş olmuşlar,
O kasvetli zamanda, küfre karşı durmuşlar.
 
Nur’a iktifa edip, O’nda karar kılmışlar,
Isparta Kahramanı, arkadaşı olmuşlar.

İstirahat kabirde, burda koşturmak gerek,
Gidilecek çok yer var, gidip,  ulaşmak gerek.
  
Bediüzzaman evleri, dünyanın her yanında,
Sıcacık bir  tahassün, tüm dünya mekânında.
 
Medreseler, bir mektep, orda Nur’lar tahsilde,
Vakıf’lar, her bir yanda, ders veriyor kürsüde.
  
Ömrü Nur’a fedadır, Fedakâr Sungur Ağbey,
Cennet sana sezâdır, Essâdık Sungur Ağbey

Resûlümün (a.s.m.) sancağı, altında haşr olunuz,
Üstadımla birlikte, Cennette neşr olunuz.” mısralarıyla Eyüp Otman refikimce anlatılan ağabeyi görmek hususunda talihim bir defa da İstanbul’da güldü bana.

Tahsil yıllarımdı. Isparta Talebe Yurdu’ndaki Çarşamba derslerinden birindeydik. Dersin başında geldi bu sefer. Yanında tanımadığım bir yığın hizmet ehli…

Hatırladığım kadarıyla gazeteden birkaç yazar da arzı endamdaydı. İşaret ettiği bir vakıf ağabeye – galiba bir mektuptu- okutuyor, kendisi de izah ediyordu.

“Bu ulum-u imaniyede fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.” ifadesine gelince,

“Vazifeli ya…” diyordu. “Müceddid ya…”

İçimden tamamlıyordum onu: ” Bir nevi  bu asrın mehdisi, AMA BUYURDUĞU GİBİ “BİR NEVİ”…”

Daha sonra Dost Tv’de yayınlanan bir canlı yayında:

“İstikbal’de Risale-i Nur dünyanın anayasası olacak yani…” derken “Helaket ve felaket asrı”ndan sonra çıkacak mesut günleri – Üstad’ından ders alarak elbet- işaret ediyordu, belli ki…

Son zamanlarında hem bu kanaatını “tadil” etmesi, hem de Risaleleri sadeleştirme niyetlerine şiddetle karşı çıkması yüzünden O’na karşı “nazlanan” dostların varlığı bile eminim ki onun camianın “zındıkanın parmak sokmasıyla” hercümerce gelen manzarası karşısında bile engin şefkatini çekmiş, hepsine – tıpkı Üstad’ı gibi- muhabbet ve uhuvvet şartıyla dua etmesine vesile olmuştu.
***
“Dört-beş yıl kadar önce idi… Yakın oturduğumuz bir ders arasında söz bir vesile ile Risâle’lere indeks, lügatçe ve dipnot ilâveleri ile sadeleştirme arayışlarına gelmişti. Kestirmeden gidip, kendisine hitabla:

“Sungur abi, Risâle-i Nurların diline dokunmayı hıyânet telâkki ediyorum!” dedim.

Birden o güzel simâsı aydınlandı, yüzü güldü ve kendisene muhalefet ettikleri anlaşılan birilerine duyurmak ister gibi:

“Ben de öyle görüyorum kardeşim, ben de!” dedi.

Nitekim Nurların sadeleştirilmesinin infiâl uyandırdığı yakın geçmişte Üstad’ın hayattaki talebelerinin âdeta lokomotifi olmuş, bir mektubla sadeleştirme faaliyetlerine karşı müştereken çıkılmasında büyük gayret sarfetmişti.” (Hüseyin Yılmaz)
***
Muhterem muhibbim ve – mazideki- mesai arkadaşım Hüseyin Yılmaz’ın gazetedeki satırlarını pek manalı buluyor, Risale-i Nur’un dilinin “Asil Türkçe’nin istikbali” olması cihetiyle mahfuz kalma bayrağını dalgalandırmaya devam ettirmeliyiz diyorum. Ta ki…

Yazar : Mehmet Nuri BİNGÖL

BİYOGRAFİ
1961’de Şanlıurfa/Birecik’te doğdu. İlkokul ve ortaokulu aynı ilçede okudu. 1982’de İstanbul Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Anadolu’nun çok yöresinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı.
Yazgı, Köprü, Bizim Külliye dergilerinde hikâye, deneme ve makaleleri yer aldı. Gap Gündemi, Tasvir, Yeni Nesil gazetelerinde yazıları yayımlandı. Birecik yıllıklarına alınmış şiirleri, yaptığı derlemeleri ve değişik site ve kitaplara alınmış makale, mülakat ve köşe yazıları bulunuyor.
Kitaplaşan iki eseri ve tefrika romanları Mehmet Nuri EMİNLER mahlasıyla yayımlanmıştır. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğine devam ediyor. Birecik’te temsilciliği açıldığı ilk günden beri Eğitim-Bir-Sen üyesi. Dört kızı ve üç torunu bulunuyor. Şanlıurfa/ Birecik’te ikâmet ediyor.

Tarık Buğra ile yaptığı mülakatın iktibas edildiği eserler:
Politika Dışı (Tarık Buğra)
Tarık Buğra’yla Söyleşiler (Mehmet Tekin)

Hikâyelerinin İktibas Edildiği Eserler:
Kedinâme (M. Nuri Yardım, 2019)
Dergizan Yıllığı (Ramazan Seydaoğlu, 2020)

İktibas edilen mahalli derlemeleri:
Cumhuriyetin 50. Yılında Birecik Yıllığı
Cumhuriyetin 70. Yılında Birecik Yıllığı

Tefrika Romanları:
Yokuşta ( 1986)
Yokuşta Tırmanış-1 (1984)
Yokuşta Tırmanış- 2 (1988)
Kafkasya’da Sarp Ufuklar (1981)

Kitapları:
Sürgündeki Çeçenya (1. Baskı: 1996; 2. Baskı: 2000) Gençlik Yayınevi
Nur Üstad (Biyografi- Deneme; 2002) Erguvan Yayınevi
Siyahtan Turkuaza (15 Temmuz) [Hikâyeler] 2021. KDY yayıncılık
Ver Elini Türkmeneli [Gönül Sayhası-1] (Roman) 2021, KDY Yayıncılık
Azada Yürüyüş [Gönül Sayhası-2] (Roman), 2021, KDY Yayıncılık, "Bir Başka Çeşme" (2022- KDY- Öyküler)

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Yorumlar

  1. avatar

    Onların hepsi kumandan maşaallah, tahisis, tefrik isabetli olmaz, zira talim ve tavzif aynı elden…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Osmanlı Camilerinin Girişlerinde Neler Yazıyor?

Osmanlı Camilerinin Girişlerinde Neler Yazıyor? 1 / 16 Osmanlılar sekiz yıl hüküm süren ama sarayına …

Kapat