Ana Sayfa / HABERLER & Yorumlar / “O namaza duruşunu nasıl tarif edersin, nasıl tarif edersin…”
Isparta Nur hizmetlerinin asırlık şahitleri, 16 Ağustos 2009 tarihinde vesi-lemizle Av. Hüsameddin Akmumcu’nun Isparta’daki evinde bir araya geldiler. (Soldan) Hüsameddin Akmumcu (86), Hasan Kurt (90) ve Mustafa Köklükaya (82)

“O namaza duruşunu nasıl tarif edersin, nasıl tarif edersin…”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Vefatının (15 Mayıs 2010) 7. sene-i devriyesinde rahmet dualarıyla andığımız;

MERHUM HASAN KURT AĞABEY’İN BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ’YLE HATIRLARI…

Bediüzzaman Said Nursi ile defalarca görüşen Hasan Kurt 1920 Isparta-Sav doğumlu. Askerliğini çavuş olarak yaptığı için Savlılar kendisine ‘Hasan Çavuş’ derler. Barlalı Bahri Çağlar’ın damadı, Demirci Salih’in bacanağı, Savlı Efe Şükrü’nün de dünürüdür. Şimdi rahmetli olan mezkûr ağabeylerin hepsinin de Risale-i Nur Külliyatında isimleri geçmektedir…

Hasan Çavuş’un kayınpederi Bahri Çağlar, 1926 senesinde Üstad Bediüzzaman Barla’ya ilk vardığında evinde bir hafta misafir kaldığı Muhacir Hâfız Ahmed’in damadıdır. Bacanağı Demirci Salih ise Üstadımızın Emirdağ Lâhikasında bahsettiği Eğridir Gölü’nde motorlu kayığın batma tehlikesini yaşayanlardan birisidir. Dünürü Efe Şükrü (Kazak) de Sav’da çok hizmetleri geçmiş kahraman bir nur talebesidir.

Hasan Çavuş defalarca Hazreti Üstadı görme saadetine mazhar olmuş; senelerce Hüsrev ağabeyin de hizmetlerini deruhte etmiş, İslamköylü Hâfız Ali ağabeyin vefatından evvel son sözlerini dinlemiş mübarek bir zattır. Kendisiyle 1993 senesinde Sav’da tanıştım. O tarihten itibaren her sene birkaç kez görüştük. Isparta hizmetleri için âdete canlı bir tarih olan Hasan ağabey, “Ağabeyler Anlatıyor” kitaplarımın en temel kaynaklarından birisi olmuştur. Hiç yorulmak bilmeyen ağabeyimiz, onlarca ağabeyden hatıra almama bana yardımcı olmuştur. Bir keresinde de Çam Dağı’na beraber çıktık. Anlattığı çok kıymetli hatıraları muhtelif zamanlarda kaydettim.

İşte onlardan birkaç hatıra:

Ömer Özcan

***

ÜSTADI GÖRÜNCE HEYECANIMDAN ORAYA YIĞILDIM

1920 senesinde Sav’da doğmuşum. Risale-i Nur’u bin kalemle yazan köy, şimdi kasaba olmuştur. Ben Nurları Üstad Kastamonu’da iken tanımış ve akabinde askere gitmiştim. 1943’de askerden yeni geldiğimde, Üstad ve talebelerini Denizli hapishanesinde toplamışlardı. Sav’dan, Denizli’ye mahkemeyi dinlemek için gitmeye karar verdik ve gittik.

Üstadımız, bütün cemaat gelsin de, cemaat olarak orada bulunulsun diye çok istiyordu. Zalimler, zannediyormuşlar ki, “işte, bu bir tek kişi çıkmış meydana, onu korkuturuz yahut zehirler öldürürüz, sustururuz” diye düşünüyorlarmış…

Kırk elli kişi Sav’dan ve etraf köylerden toplanıp Denizli’ye mahkemeyi dinlemeye bir gün evvelden gittik, otelde kaldık. Fakat bana uyku tutmuyordu. Mübarek zatı pencereden bari görsem diye. Neyse arkadaşlarıma bir şey demeden çıktım dışarı. Hapishanenin yerini öğrendim. Baktım başka bir nurcu daha gelmiş. “Üstad hangi pencerede acaba?” dedim. Bana “şu sarmaşıklı pencere ama yakınına fazla yaklaşma, Üstadımız incinir, hem polis de takip ediyor, geriden bak” dedi. Fakat pencerenin demir parmaklıklarına sarmaşıklar sarmış görmek mümkün değil. Neyse uzaktan baktım, baktım ama olmadı bir türlü. Ben de yanaştım pencerenin kenarına. Yanaşınca baktım Üstad eliyle sarmaşıkları iki yana açtı. Üzerinde o beyaz cübbesi vardı. Eliyle “hoş geldin kardaşım, hoş geldin kardaşım” diyordu.

Heyecanımdan oraya yığıldım… Gözüm de devamlı orada. Sonra “Kardeşim zarar görürsün, karakola götürürler, buradan ayrıl. Ben seni duama aldım kabul ettim. Buradan ayrıl mahkemeyi takip et” dedi. İnsan ayrılamıyor ki oradan. Neyse binanın arkasına doğru gittim, ama gözüm hâlâ orada. Baktım, Üstad gene işaret ediyor, “buradan uzaklaş” diyor. O zaman dayak bol, karakola gittin mi dayaktan kurtulamazsın, hem Üstad da zarar görecek…

Mahkemeyi dinledik, hâkim dinlemeyi serbest bıraktı. Neredeyse üç bin kişi var. Etraftan herkes gelmiş bizim gibi. Savcı bağırdı “binayı göçüreceksiniz!” diye, üst üste dinledik. Ben Üstada yakındım.

Üstad öyle heyecanlı ifade veriyor mübarek. Kollarını böyle sallıyor, kollarını sıvıyor, tam duyamıyoruz ama onlara işaret ede ede başlarına vurur gibi “Risale-i Nur memleketin necat vesilesidir” diye müdafaa etti. Neyse onları gene içeri aldılar…

ÜSTAD, TIPKI RESULULLAH GİBİ BAŞINDAN ÖPMEYİ ÇOK MÜHİM TUTARMIŞ

Üstad “Kardeşim Hüsrev, bu genç kimdir?” dedi. Hüsrev Ağabey: “Efendim, bizim odunumuzu bölen bu kardeşimizdir. Çok senedir bize hizmet ediyor” dedi. Üstad pencereden benim odun böldüğümü görüyordu uzaktan. Üstad: “Mâşallah! Mâşallah!” deyip beni okşadı, başımdan öptü.

Üstad başından öpmeyi çok mühim tutarmış. Bayram Ağabey öyle derdi: “Hizmetten memnun oldu mu başımızdan öperdi” derdi. Resulullah da öyle yaparmış. Üstad başımdan öptü, sırtımı okşadı, yüzümü gözümü okşadı. “İnşallah Cenab-ı Hak seni bu yoldan ayırmasın, cennet köşkleri nasip etsin sana” dedi.

ABDEST ALIRKEN ÇOK TİTİZ DAVRANIR

Hüsrev Abi: “Efendim, bu kardeşimiz abdest suyunuzu dökmek istiyor” dedi. “Dökebilir Kardeşim” dedi. “Cemaate iştirak etmek istiyor” dedi. “Edebilir” dedi. Elhamdülillah suyunu döktük, Hüsrev Abi tembih ediyordu, “Çok titiz davranır, şunu şöyle yap, bunu böyle yap, sapından değil altından tut, bir karar dök, çok dökme, az da dökme, nasıl işaret ederse öyle hareket et, peşkiri verirken iki ucundan tut, parmaklarınla tut.” Üstadın oturağı var, ona oturuyor büyük bir abdest bezi var, gerisini kendisi yapıyor artık.

ÜSTAD NAMAZA DURURKEN SANKİ EV SARSILIYORDU

O namaza duruşunu nasıl tarif edersin, nasıl tarif edersin. Kıbleye döndükten sonra: “İlâhî Yâ Rabbi!!!” diyor, bir dakika filan duruyor, tekrar bir daha: “İlâhî Yâ Rabbi!!!”, tekrar bir daha: “İlâhî Yâ Rabbi!!!” üç defa diyor. O öyle dedikçe, sanki sarsılıyor gibi ev. Öyle heybetli kılıyor Üstad.

Namazdan sonra tekrar elini öptüm, gene okşadı. “Ben seni ömrünün sonuna kadar duama dâhil ettim” dedi. İsmimi, babamın ismini sordu. Baban Mustafa, Annen Âişe, kendin Hasan. Belki de Âli Beyt olabilirsin” dedi.

ÜSTAD ELİYLE BİZE BAL YEDİRDİ

Üstad’ı esas görüşüm, vefatına kadar Isparta’da kaldığı onbeş sene içinde oldu. Eskiden beri Isparta’nın bütün icraatını Hüsrev Ağabey yapardı. Mesela; çoluk çocuğunu hep bu yola hibe, feda etmiş, evinden hiç çıkmadan devamlı yazıyla meşgul olmuş, Hâfız Ali’nin (R.H.) vefatından sonra yük ona kalmıştı. Te’lifat olsun, mektuplar olsun ona gelirdi. O çabuk çoğaltır, seri yazardı, nereye gidecekse götürülürdü. Biz Sav Köyü olarak sekiz kişi karar aldık, her gün bir kişi Hüsrev Ağabeyin evini yoklayacak, yazılanlar nereye gidecek, nereye götürülecek diye.

Bir gün ben vardım. Hüsrev Ağabey “Kardeşim Hasan, Gökdere Köyünden Hacı Abdurrahman iki kamyon meşe odunu göndermiş, Sav’dan ihlâslı gençlerden gelin nacaklarla, bıçkılarla o odunları bölüverin” dedi. Üstad üç ay kadar Hüsrev Ağabeyin üst katında kalmıştı. O zaman oluyor bu hâdise. Ben hemen haber yolladım, 37 kişi olduk. Evin önünde boşluklar vardı, odunlar oradaydı. Odunları bölerken yanımızda Mehmed Çavuş diye bir zat vardı, Sav Köyünden yaşlı bir zattı. Hemen sessizce “Üstad bize bakıyor” dedi. Üstad’a doğru baktım, ellerini kaldırmış dua edip duruyordu karşımızda.

Baktım Üstad selam verdi bize, geri çekildi. Aradan beş on dakika geçti, Rahmetli Bayram Ağabeyi göndermiş. “Bu odun bölen kardeşlerin; anne, baba, kendi isimlerini yaz getir, dua edeceğim” diye. Rahmetli Bayram Ağabey ismimizi aldı gitti. Aradan yarım saat geçti, hepimize birer delikli 25 kuruş göndermiş. Kırmızı bakırdan kenarları tırtıklı, resim olmadığından Üstad onlardan taşırmış. Sonra Zübeyir’i (R.H.) göndermiş. Dedi: ”Üstadımızın selamı var, hakkınızı helal etmenizi istiyor, o size hakkını helal ediyor, bu paraları 25’er lira yerine kullanacaksınız, kesenin dibine koyacaksınız” dedi biz çok sevindik.

Neyse biraz sonra iş bitti. İş bitince biz on sekiz kişi kalmışız. Hemen Zübeyr Ağabey geldi. “Kardeşler gitti mi?” dedi. Bir kısmının gittiğini söyledik. “Üstad size bal yedirecek” dedi. Mübarek Üstadımız o kadar memnun olmuş ki, çay kaşığından biraz büyük bir kaşıkla ortaya konan tabaktan kendi eliyle ağzımıza sırayla bal yediriyordu. Bir de “Kahramanlar! Kahramanlar! Savlı kardeşler!” diye eliyle okşuyordu bizi. Orada bize üç-beş dakika ders yaptı. “Kardaşlarım! Bilhassa Savlılar, siz çok şükredin ki, Cenab-ı Hak lûtfunu size ihsan etmiş. Çok köyler var ki; Risale-i Nur’dan hiç haberleri yok, bak elhamdülillah 37 kişi gelmişsiniz, bu hizmetiniz boşuna mı gidiyor sanıyorsunuz? İnşallah onun mükâfatını ötede göreceksiniz. Ne mutlu böyle hizmetler nasip olanlara” diye bize müjdeler verdi.

(Ömer Özcan Ağabeyler Anlatıyor-1)

Yazar : Ömer ÖZCAN

1950 yılında Milas’ta doğdu. Ortaokul ve lise eğitimini İzmir’de tamamladı. 1968 senesinde lise ikinci sınıfta iken Risale-i Nur’u tanıdı. 1969’da ‘Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’na (Bugünkü adıyla: Teknik Eğitim Fakültesi) kaydoldu… Ankara’da beş seneye yakın Bayram Yüksel Ağabeyin nezaretinde muhtelif Dersane-i Nûriyelerde kaldı. 1973 senesinde öğretmen olarak mezun oldu. 1973’den 1984’e kadar 11 sene Zonguldak’ta lise öğretmenliği yaptı. Sonra İzmir’e, mezun olduğu liseye öğretmen olarak atandı. 2000 senesinde aynı okuldan emekli oldu. Ömer Özcan evli ve iki kız babasıdır. Şimdi İzmir’de ikamet ediyor. Bütün mesaisini iman ve Kur’an hizmetlerine ayırmaya çalışmaktadır.
Ömer Özcan’ın Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri hakkında hatırı sayılır bir arşivi vardır. Kendisinde, Hz. Üstad’la görüşen veya görüşmeyen kadim ağabeylerden fotoğraf, ses, video veya yazılı olarak yaptığı kayıtlar mevcudtur. Ayrıca Risale-i Nur’un teksir veya matbaa olarak ilk baskılarının tamamına yakını Ömer Özcan’ın arşivinde bulunmaktadır. El yazılı orijinaller de vardır.
Ömer Özcan, Üstad Said Nursi Hazretleriyle hatıraları olan Ağabeylerle yaptığı röportajların bir kısmını kitaplaştırmıştır. “Risale-i Nur Hizmetkârları AĞABEYLER ANLATIYOR” adıyla seri olarak yayınlanmış sekiz kitabı bulunmaktadır. Yeni kitap hazırlıkları ve araştırma çalışmaları devam etmektedir.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kadın – Erkek İlişkisi Hakkında Âyetler ve Hadisler

KADIN VE ERKEĞİN GÖREVLERİNİ ANLATAN ÂYET VE HADİSLER İslam’da “kadın ve erkeğin birbirlerine karşı görevlerini” …

Kapat