Ana Sayfa / Yazarlar / “O Rahman ki, Arş’ı İstilâ (İsti̇vâ) Etti.”

“O Rahman ki, Arş’ı İstilâ (İsti̇vâ) Etti.”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“O RAHMAN Kİ, ARŞ’I İSTİLA (İSTİVA) ETTİ.” (Taha-5)
Ayet-i Celile’sini nasıl anlamalıyız?..

ARŞ, şeriat dilinde âlemin hepsini saran,
sınırlamanın ve beşer aklının takdirinin dışında,
hakikati Allah’ın ﷻ ilmine bırakılmış bulunan yüksek bir muhît olmak üzere yaygın olmuştur ki gökler, cennet, sidre, Kürsî hep bunun altında tasavvur edilir!..
Bu bir sondur ki, âlem tasavvuru burada biter.
Fakat Hakk’ın varlığı bitmez ve Sidre-i müntehâ geçilmeden Hak Teâlâ’nın ﷻ cemalinin müşahedesine erilmez.
Nitekim Resulullah ﷺ Mi’rac’da Sidre-i münteha’yı geçmişti.
Mesela “işine hâkim oldu” denildiği zaman bu istivânın cismanî olmadığında şüphe yoktur. Aynı şekilde “filan işine hâkim oldu” denildiği zaman da böyledir.
Burada ise fâil, “Kendisinin hiç bir benzeri olmayan” (Şûrâ, 42/11) Allah Teâlâ’dır.
Şu halde Arş üzerinde ilâhî istivâyı Allah ﷻ ile Arş’ın gerisindeki yaratıklar arasında bir uzaklık, bir mekânî aralığı gerektiren cismanî bir mânâ ile düşünmeye imkân yoktur.
Zira “Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz görmezsiniz.” (Vâkıa, 56/85).
Yani “Arş ile beraber istivâ etti” değil, “Arş üzerine istivâ etti” dir.
Bu ise Allah’ı, ﷻ âlemin kendisi ile birleştiren hulûl veya ittihat görüşlerini red ve iptal ile
“her şeye şahittir”,
“her şeyi kuşatıcıdır”,
“onun hiç benzeri yoktur” mânâlarının sonsuzluğunu hatırlatan nezih bir tevhid ispat eder.
Bunun için bu meselede büyük âlimler şu iki mezhepten biri üzerindedirler:
Birincisi
Selef mezhebidir ki,
Allah Teâlâ’nın ﷻ mekân ve yönden yüksek olduğunu kesin bir şekilde tasdik etmekle beraber Arş üzerine istivâsı sıfatına da -Allah’ın ﷻ irade ettiği şekilde- iman etmek ve tafsilatıyla te’viline dalmayıp,
“Onun açıklamasını ancak Allah bilir.” (Âl-i İmran, 3/7) ,
âyetinin delaleti üzere hakikatini Allah’ın ﷻ ilmine bırakıp,
“Kıyam bi’nefsihi’ olan Zatî sıfatı ile isimlendirirler!..
Ehl-i Sünnetçe asıl tercih ve itimad edilmiş olan da budur:
Efendimiz ﷺ “Ey dayımın oğlu, Arş’ın Rabb’ı, Arşın üstündedir, fakat yerleşme vasfı olmaksızın” buyurmuştur!..

İmam Mâlik b. Enes hazretlerine bir gün bir adam “İstivâ nasıldır?”
diye bu âyetteki istivânın nasıl olduğunu sormuş
ve İmam Mâlik de biraz başını eğip murakabeye daldıktan sonra
vücûdundan şiddetli bir ter boşanmış ve demiştir ki:
“İstivâ malûm; keyf (nasıl), makul değil;
buna inanmak vacib ve bu soru bid’attır.
Sanıyorum ki sen sapık bir adamsın.”
Bundan sonra emretmiş, o adamı huzurundan çıkarmışlar. Aynı mânâ selefin daha birçoğundan nakledilmiştir.
Bizim Hanefilere göre asıl rivayet edilen de, “Arş üzerine istivâ, Allah Teâlâ’nın ﷻ keyfiyetsiz bir sıfatı” olduğudur.

İkincisi,
sonradan ortaya çıkıp istivâdan tecsîm (cisimlendirme)
veya ittihat (birleşme) şüphesi çıkarmaya çalışan
ve selefin sözlerini bu konuda bir çeşit kapalılığa sevketmeye kalkışan nefsine düşkün kimselere karşı
müteahhirîn (sonra gelen âlimler)in
tercih ettikleri doğru te’vil mezhebidir ki,
aklî ve naklî delillere göre
Allah Teâlâ’ya ﷻ nisbeti caiz olmayan bâtıl ihtimalleri atarak caiz olduğunda şüphe
edilemeyecek doğru bir meâl araştırmaya girişmektir…

Yukarıda gösterildiği üzere lisan örfünde
“Arş’ı hükmüne aldı”, “mülkünün tahtına yerleşti” deyimleri,
tam sahip olmakla işin intizamından kinâye olarak kullanılır ki,
“mülkü bozuldu”nun zıddıdır!..
Şu halde “sonra Arş üzerine hükümrân oldu” (Âraf,54)
âyetinde de en açık ve en olumlu mânâ,
“bütün yaratıkları üzerinde devamlı emrini yürütmek ve muntazam bir şekilde hükümleri( Kün -yani ol.. emriyle) icra etmek sûretiyle eksiksiz kudretin nüfuzu ve iradenin cereyan etmesinden”
kinaye olmasıdır.
Bu mânânın gerçekte hakikatı şüphesiz olduğu gibi devamında
“O, geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter;
güneş, ay ve yıldızlar emrine âmâdedir.”(Âraf,54)
aynı şekilde Yûnûs Sûresinde
“Sonra arş üzerine hükümrân oldu, işleri nizama koyar.” (Yûnûs, 10/3)
buyurulması buna bir karine veya tefsirdir.
Hasan-ı Basrî hazretleri bunu “işine hâkim oldu” diye ifade etmiştir.
Nitekim Süfyân-ı Sevrî hazretleri bunu: “Arş’da bir iş yaptı ki, ona istivâ ismi verdi.” diye ifade etmiştir.
Diğer bazı âlimler de: Yani hepsi Allah Teâlâ’nın ﷻ
“Sonra göğe yöneldi ve onları düzenledi.” (Bakara, 2/29)
âyetinde açıklanan düzenlenmesiyle muradı üzere istikamet aldı demiştir ki,
bu da kinâyede anılan işin intizamı ile devamı,
iradenin cereyanı mânâsının diğer bir ifadesi olarak fiil sıfatına işaret demektir.
Halbuki
“O, gökte de ilâhtır, yerde de ilâhtır.” (Zuhruf, 43/84)
âyeti delaletince ilâhî nisbette böyle bir farklılık da düşünülemeyeceğinden
bu tefsir,
ilâhî istivânın bu geometrik mânâya da ölçü olamayacağını
ve bunu anlamak için bütün uzaklık
ve mesafe kaydının da kaldırılması gerekeceğini özellikle anlatmıştır.
Ve gerçekte mekan ve yön, uzaklık ve mesafe anlayışları da Arş’ın altındadır,
“Arş’ın üzerinde” değildir.
Allah, ﷻ her şey üzerine bidüziye hazır ve nâzırdır. ,
Onun tıpkısına benzer hiç bir şey yoktur.
“O ‘na bir denk de olmadı.” (İhlâs,4)
Şu halde istivâsı da, mahiyeti belli olan hiç bir istivâ ile kıyas kabul etmez!..
Selef imana dair konularda asla tevil ve tabire geçit vermezlerken,
ameli konularda alabildiğine tevil, tabir ve içtihattan yanadırlar.
Müteahhirin uleması (sonra gelen âlimler) ise bu ekol İmam Eşari ve Maturidi ile başlar günümüze kadar gelir itikadi alanda reyci yani tevil ve tabir taraftarı ameli alanda ise selef-i Salihi taklit ediyorlar.
Bu ekolün itikadi alanda selefe muhalefet etmesinin ciddi ve haklı gerekçeleri vardır.
Bunlardan en önemlileri Yunan felsefesinin İslam aleminde ciddi tahribatlarına set seçmek
ve Kur’an içinde ki müteşabih ifadeleri kullanarak avam insanlarda fitneye sebebiyet vermek ve teşbih ve tecsim fırkalarının önüne geçmektir.
Bu ve buna benzer sebeplerden dolayı tevil ve tabire izin verilmiştir.
Selef-i Salih dönemlerinde böyle içtimai yaralar ve sakıncalar olmadığı için tevil ve tabire ihtiyaç ve gerekçe hissedilmemiştir.
Zaten her iki ekolde hak ve sadık ekollerdir.
“HAKKIN ŞE’Nİ İTTİFAKTIR.” (12. Söz) 

Asrın İmamı Üstad Bediüzzaman Hazretleri (r.a) Ehl-i sünnetin
MÜTEAHHİRİN VE KELAM ALİMLERİ ile aynı görüşte ve aynı çizgidedir.
Bunun ispatı Risale-i Nurlarda,
o MÜTEŞABİH ifadelerin TEVİL VE TABİR edilmesidir.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri (r.a) bu hususta şunları söylüyor:
“Sual: Mebde ve me’haz itibarıyla ‘rikkatü’l-kalb’ manasını ifade eden bu iki sıfatın Cenab-ı Hak hakkında kullanılması caiz değildir.
Eğer mana-yı hakikatlerinin lazımı ve neticesi olan in’am ve ihsan kastedilirse, mecazda ne hikmet vardır?”

“Cevap: Bu iki sıfat -‘yed’ gibi- mana-yı hakikileriyle Cenab-ı Hak hakkında kullanılması muhal olan müteşabihattandır.

Müteşabihatta,
mana-yı mecazinin,
mana-yı hakikinin lafzıyla,
üslubuyla gösterilmesindeki hikmet,
insanların meluf ve malumları olmayan manaları
ve hakikatleri zihinlerine yakınlaştırıp kabul ettirmekten ibarettir.

Mesela ‘yed’in mana-yı mecazisi insanlara me’nus olmadığından,
mana-yı hakikinin şekliyle,
lafzıyla gösterilmesi zarureti vardır.”

(İşaratü’l-İ’caz)

Mecaz ve teşbihi amacının dışına çıkarıp zahiri üzerine tatbik etmek, tam bir cehalettir.
Bilinmeyen bir şey bilinen bir şey ile akla yaklaştırılır.
Bu yaklaştırma işinde bilinen sadece bir vasıta ve araçtır,
yoksa maksat ve esas değildir.
“Osmanlı devletini ayakta tutan iki unsur askeriye ve ilmiye sınıfıdır”
sözü en güzel
“Osmanlı kılıç ve kalem üstünde durur” sözü ile ifade edilir.
Böyle teşbih ve mecazlarda üstün ve keskin bir ifade etme gücü ve sanatı vardır.
Bunları yerinde kullanmak ve yerinde anlamak çok güzel bir anlama ve anlatma metodudur.
Meselâ adamın biri BEREKETin nasıl olduğunu bir türlü kavrayamazmış,
birgün ders anlatan hoca bereketten bahsedince,
adam bereketin nasıl bir şey olduğunu anlayamadığını söylemiş, Hoca adama;
-“Mesleğin nedir” diye sormuş,
-“Kasap” demiş adam,
Hoca, “koyunlar sene de kaç tane doğurur” demiş,
Adam, “- bir veya iki, demiş, Hoca tekrar “-Köpekler sene de ne kadar doğurur” demiş, Adam;
“-En az yedi, sekiz” demiş.
Her şehir de günde yüzlerce koyun ve kuzu kesildiği halde,
Köpekler de hiç kesilmediği ve yılda da yedi sekiz tane doğurduğu halde sokaklarda tek tük görünür,
Koyun ve kuzular ise sürüyle gezer, işte bu BEREKET’tir” demiş.

“VE KEZA, İTİKADDA DA TATİL İFRATTIR,

TEŞBİH TEFRİTTİR, TEVHİD VASATTIR.”(işaratü’l-İ’caz)

“Ehl-i sünnet mezhebi, Cebiriyye ve Mutezilenin vasatıdır.” (İşaratü’l-İ’caz)

Ehli sünnet; peygamberimizin ve sahabilerin yolunda olan, her türlü aşırılıktan uzak Müslümanlara verilen isim olup, Cebiriyye, Mu’tezile, Kaderiye, Müşebbihe, mürcie gibi batıl görüşlere karşı çıkmıştır.

Cebriyye mezhebi ifrattır; kulların fiillerinde insan iradesini tamamen devre dışı bırakır, Mu’tezile mezhebi de tefrittir; tesiri insana verir.

Ehli sünnet mezhebi vasattır. Çünkü bu mezhep ikisi arasındadır. Hidayeti Allah’a ﷻ, fiillerin başlangıcını, (tercih ve kesb) isteme yönünü kulun cüz’i iradesine , neticenin yaratılmasını( nasip-kısmet olarak) yine Alemlerin Rabbinin Küllî iradesine verir.

“Ve keza, itikadda da tevhid mezhebi de ta’til ve teşbihin vasatıdır” (İşaratü’l-İ’caz)

Meselâ; batıl bir itikat mezhebi olan, ta’til olarak ifade edilen Muattıla Allah’ı (haşa.!) sıfatlardan uzak görmekle, Allah ﷻ hakkında sıfatlarını kabul etmemek gibi ifrata düşmüştür,

Ve yine bâtıl birer mezhep olan Müşebbihe ve Mücessime, Allah’ın (haşa.!.) cisim olduğunu ve insana benzediğini savunmakla-teşbih- tefrite düşmüşlerdir.

“Ehli sünnet -itikadda Maturidi ve Eş’arî- mezhebi; Allah ﷻ hakkında sıfatları kabul etmekle birlikte Allah’ı ﷻ ve sıfatlarını insana veya başka bir varlığı benzetmemekle (-tevhid-) vasattır.” (İşaratü’l-İ’caz)

-SECDE-
4. Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istivâ eden Allah’tır. O’ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçınız vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?-Secde-4
-HADİD-
1. Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmektedir. O, azîzdir, hakîmdir.
2. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. O, diriltir, öldürür. O, her şeye gücü yetendir.
3. O ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O, her şeyi bilendir.
4. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’ın üzerine istivâ edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.
5. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Bütün işler ancak O’na döndürülür.
6. Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar. O, kalplerde olanı bilir.

-FURKAN SURESİ-
59. Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden (ona hükmeden)
İLMİ İNDİLLÂH!..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Prof. Dr. Esad COŞAN Hocaefendi’nin Dilinden Hacı Bektaş Velî Hazretleri

Doktora çalışmalarım sırasında, IV. Yüzyıl'da yaşamış bir şahsın hayatı üzerinde incelemeler yaparken, Hacı Bektâş-ı Velî'nin bir …

Kapat