Ana Sayfa / Yazarlar / Oğulcuğum, Bir Gece de Bize Gel

Oğulcuğum, Bir Gece de Bize Gel

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Oğulcuğum..
Bir Gece de Bize Gel..

Herkes sokaklardan şikayetçi.
-Sokaklar serseri kaynıyor.
-Sokaklar fitne kaynıyor
-Sokaklar tehlike saçıyor,
-Sokağa çıkmaya korkuyoruz.. diyor herkes..

Ama ne hikmetse herkes dışarda, herkes sokakta..

-Maç var, gidelim.
-Toplantı var, gidelim.
-Konser var, gidelim,
-Konferans var, gidelim.
-Sergi var, gidelim.
-Miting var, gidelim
-Dernek çalışması var, gidelim,
-Parti çalışması var, gidelim
-Altın günü var, gidelim..
-Cenaze var, gidelim
-Yasin var, gidelim,
-Mevlid var, gidelim
-Sohbet var, gidelim,
-Ders var, gidelim..
-Veli toplantısı, sınıf toplantısı var, gidelim.

-Canım sıkıldı, çıkalım.
-Evde bunaldım, çıkalım.
-Çocuklar hava alsın, çıkalım.
-Alış veriş var, çıkalım.
-Yemek için çıkalım..
-Değişiklik olsun, çıkalım.
-Hava almak için çıkalım..
-Hava atmak için çıkalım..

Hep dışardayız.
Eve giresimiz gelmiyor…
Ev batıyor, ev bunaltıyor..
Bedenimiz evde olduğunda bile aklımız, fikrimiz, kalbimiz sürekli dışarda..

Evlerimizi boş bırakma pahasına bir yerleri doldurmak için, bir yerlerde görünmek, birileriyle görünmek, fotoğraf vermek için sürekli dışardayız..
Atalarımızın göçebelikten yerleşik hayata, medeni hayata geçtiklerinden bahsediyoruz ama bizler göçebeler gibiyiz, göçebeliği yeniden keşfediyoruz adeta.
Günlerimiz, gecelerimiz köşe kapmaca oynar gibi oradan oraya konmakla, oradan oraya göçmekle geçiyor..

Bir dostumuz var.
Askere gideceği zaman eş dost, akraba, arkadaş ziyaretletini o kadar abartmış ki, günlerce eve gelmemiş.
Merhume annesi dayanamamış,
“Oğulcuğum!.. Gitmeden bi gece de bize gel, bir gece de bizde yat..” deyivermiş.

Nasreddin Hoca’nın da benzer bir hikâyesi var.
Boşboğazın birisi gelmiş, “Hoca senin hanım çok geziyor..” diye şikayet etmiş..
Hoca merhum hem muhatabına ve hem yüzlerce yıl sonraki bizlere ders olacak bir cevap vermiş;
“Yalan söylüyorsun komşu. Hanım o kadar çok gezse yolu bizim eve de uğrardı..”

Hocanın fıkrası gerçek oldu sanki..
Artık beyler de, hanımlar da, çocuklar da evlerinin yolunu unuttular. Evlerinin yolunu kaybettiler, kendileri de kayboldular..
Özleseler de evlerine dönemiyorlar artık..

Evler, evin hanımlarını, beylerini;
beyler eşlerini, eşler beylerini;
Çocuklar annelerini babalarını;
Anne babalar çocuklarını kaybettiler, gelir diye bekliyor, arıyor, bulamıyorlar..
Bir gece de bize gelsen, bir gece de bizde yatsan diye yalvaracak hale geldiler..

Bir dostum yıllar önce belki biraz da bana nasihat etmek, mesaj vermek için; “Hanımların da hakları var.
Evlerde çok bunalıyorlar. Ara sıra da olsa dışarı çıkartmak, gezdirmek, alış verişe, pikniğe vs götürmek gerek..” demişti..

Ben de kendisine latife yollu;
Adamın birisi demiş ki;
“Çocuklarınıza susmayı öğretin. Konuşmayı nasıl olsa öğreniyorlar..”
Bu zamanda hanımlara evde durmayı, evlerini, eşlerini, çocuklarını sevmeyi, önemsemeyi ögretmek lazım.
Nasıl olsa evden çıkıyorlar ve bir kere çıkınca bir daha girmek bilmiyorlar demiştim ve gülüşmüştük..
Sonraki yıllarda arkadaşımızın eşi devlet memuru oldu..

Bense halen aynı fikirdeyim, aynı yerdeyim.
Bir erkeğe, bir beye, bir yiğide eş olmanın, kaleler hükmündeki evlere/yuvalara sultan olmanın, ‘han’ım olmanın, bir milletin en büyük serveti, en kıymetli hazinesi, umudu, yarınları olan çocuklara anne olmanın üstüne bir şeref düşünemiyorum.

Ev hanımlarının, anneliğin örselendiği, itibarsızlaştırıldığı, aşağılandığı, hor, hakir görüldüğü bir ortamda ev hanımlarını ve ev hanımlığını, anneliği, aileyi korumanın, sürdürmenin, yeniden saygın, itibarlı, şerefli kılmanın en büyük dini, milli ve insani vazife olduğu kanaatindeyim.
Zaruri durum olmadıkça bir kadının tüm ruhuyla, tüm yüreğiyle, tam zamanlı anne, tam zamanlı eş, evinde tam zamanlı sultan olması gerektiğine inanıyorum..

Anne olma şerefine eren, bir evin, bir yiğidin gönlünün sultanı olan kadının üç kuruş için birilerinin yanında emir eri, yarı köle, yarı hizmetçi olmasını, hiç alakası olmayan yerlerde konu mankeni gibi, sığıntı gibi durmasını, istismar edilmesini kabullenemiyorum..

Modern çağın dinleşmiş ideolojileri ve ideologları evi, aileyi, yuvayı, kadını, çocuğu, eşler arası bağları kökünden sarstılar, kimyasını, genetiğini bozdular..

İmanlı, iz’anlı, hamiyetli, haysiyetli, milli manevi değerlere sahip insanların eşlerini, aile bağlarını, ailevi değerlerini, aile ilişkilerini terkeder, ihmal ederlerse kim koruyacak, kim sahip çıkacak, kim yaşatacak, sonraki kuşaklara kim, nasıl aktaracak?

Dine, devlete, vatana, millete, medeniyetimize hizmet etmesi beklenen dindar, milliyetçi, muhafazakar insanlar, gruplar, cemaatler, cemiyetler, tarikatler, STK’lar örfü, an’aneyi, milli değerleri, kadını, çocuğu ve aileyi öz değerlerimizle yeniden yoğurup korumayacaklarsa bu mücadeleyi kim verecek?

Eşlerimize, kızlarımıza, çocuklarımıza evde yaşamayı sevdirmek ama önce kendimiz sevmek adına hiç bir gayretimiz, hamiyetimiz, derdimiz, programımız olmayacak mı?

İçler acısı bir hale doğru gidiyoruz..
Ne evlerimizden içeri girebiliyoruz, ne evin içine sinebiliyoruz, ne evlerimize, yuvalarımıza sığabiliyoruz ve ne de kendi içlerimize, iç dünyalarımıza dönebiliyoruz..

Evlerimizin ve yüreklerimizi içerisi ıssız, sessiz, karanlık..
Hep dışarı kaçmak isteyişimiz, bir türlü ısıtıp aydınlatamadığımız, mamur edemediğimiz iç dünyamızdaki ürkütücü karanlıktan, boşluktan kacış mı yoksa..

Hoca Ahmet Yesevi ömrünün son altmış yılını bir mezarda geçirirken, Şeyh Saban-ı Veli ve emsali yüzbinlerce Allah dostu insanlar, haftalarca hücrelere, halvetlere, çilelere girerlerken dışarının karanlığından içlerinin aydınlığına kaçıyorlardı, içlerini aydınlatmak için dünyadan kaçıyorlardı anlaşılan..
İnsanın iç dünyası aydınlık ve mamur olunca bulunduğu yer zindan da olsa, çilehane de olsa saray gibi oluyor.
İçersi harabe olan saraylarda olsa da hiç bir yere sığamıyor, sığınamıyor.

Bu kaçışın başka bir boyutu daha var..
Yazık ki artık insanlar evlerinin içlerindeyken bile TV, tablet, telefon ekranlarına, sanal âlemin dehlizlerine doğru yolculuklara çıkıyor ve oralarda da kendilerini ve birbirlerini kaybediyorlar..

İnsanlık üçüncü mağara dönemini yaşıyor.
Elbette kabul ediyor değiliz, ama olayın vehameti anlaşılsın diye söylemekte sakınca görmüyorum;
İlk insanları ilkel mağara adamı diye tanımlayanlar var..
Bu iddiayı kabul etmiyoruz.
Fakat savaş ve bazı sebeplerle geçici de olsa insanların mağaralarda, kaya evlerde vs yaşadığı dönemler olmuş..
Bu birinci mağara dönemi..

Her apartmanın devasa mağaralar, mağara evler olduğunu ve dolayısıyla apartman hayatının da ikinci mağara dönemi olduğunu düşünüyorum..
İnsanların ruhen, ahlaken mağara adamlarına benzedikleri, insanı değerlerini nisbeten kaybettikleri dönem..

Üçüncü mağara dönemi ise sanal âlem, internet..
İnternetin, akıllı cihazların dehlizlerinde kaybolan nesillerle yüzyüzeyiz artık.

Metavörs ise dördüncü nesil mağara hayatı olarak önümüzde duruyor. Ağzını kocaman açmış yutacağı avlarını, kurbanlarını bekliyor..
Akılların, kalplerin ruhlar alemine göçtüğü, insanların hortlaklar, uyur gezerler gibi, bitkisel hayata girer gibi yaşayacakları bir dönemin esigindeyiz.
Gelecekte insanın insan kalabilmesini sağlamak için en başa yani yuvalarımıza, evlerimize, birbirimize, dini, milli değerlerimize yani kendimize dönmek zorundayız.

“Hadi gelin evlerimize geri dönelim..”
Evde insan var..
Evde insanlık var..
Evde huzur var..
Evde bereket var..
Evde rahmet var..
Evde ahretliklerimiz var.. Cennette beraber olacağımız, bizi Cennete götürecek ve bizim Cennete götürmek zorunda olduğumuz eşimiz, cocuklarımız var..

Evler terkedilemez.
Zira evler kaledir.
Evler karagahtır, ordugahtır.
Evler fabrikadır; ilim, irfan, insan, medeniyet evde üretilir, en güzel evde öğretilir.
Evler en güzel okuldur.

Ne evlerimizi, ne de evdekilerimizi terkedemeyiz, ihmal edemeyiz..

Savaşta düşman ilk önce ve en ağır şekilde asker eğitim ve silah üretim tesislerine saldırıp yok etmek istediği gibi, kültür-medeniyet savaşlarında en ağır saldırılar cami, okul, aile gibi manevi kalelere, karargahlara ve üretim-eğitim merkezlerine yapılır, oralar dagıtılmak, çökertilmek istenir..

İşgal edilmesini istemiyorsak ihmal edemeyiz..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Yorumlar

  1. avatar
    Şemsettin Kırış

    Orhan Hocam kalemine sağlık, duygularımıza tercümân olmuşsun. Akıcı ve çok kolay okunan bir kalemin var. Bu çok değerli “evimize geri dönelim” yazısını “eski komşuluğumuza geri dönelim” ve ” köyümüze geri dönelim” yazıları takip etsin inşâ Allah. Selâm ve dualarımla.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ecir Terimi

ECİR (الأجر) Ücretli, emekçi, işçi. Ecir, bir İslâm hukuku terimi olarak, "bir hizmet akdiyle bir …

Kapat