Okulda Ahlâk

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Nurettin TOPÇU

Bahsetmek istediğimiz, ahlâk terbiyesidir. Yoksa ahlak evde başka, okulda başka türlü olamaz. Biz bir adamın şahsî hayatında ahläksız, ayle (aile) ve siyaset hayatında ahlaklı olabileceğine inanan, insan ruhunu yamalı bir bohçaya benzeten görüşleri dalkavuk felsefesine bağışlıyoruz Ahlak bir türlü olur. Yalnız onu mektep sıralarındaki gence nasıl aşılamalı? Terbiye pek ince bir san’attir. Ahlaki terbiyede ise insan ruhuna bağlı en ince değerleri işliyecek bir sabır ve meharet lâzimdır. Bunun için yeni ahlak kuramları meydana koyacak veya tanınmış ahläk görüşlerinden birini müdafaa edecek değiliz. Hepimizin ve bütün insanlığın ahlaki üstünlük diye tanıdığı ruha mahsus karakterlerin okulda kazanılması imkânlarını araştıracağız.

Ahlåk vericilikte en esaslı iş, örnek
olmaktır. Şu halde mürebbi yani muallim ve müdürler, talebeye örnek olmalıdırlar. Gence kazandıracağıimız ahlâkı, ona ancak kendi hareketlerimizle aşılayabiliriz. Gençler, iyilik ve fenâlıklarile, mürebilerin manevi varlıklarının bir nevi çıkartmasıdırlar. Biz onlarda kendimizi gördüğümüzü unutmayalım. Birer ahlak ülküsü olan dinlerde Veliler örnektirler, nazariyeler va’z etmezler. Ve ruh terbiyesi yolunda halkı zorlamadıkları halde, halk onların arkasından koşar. Sade varlıkları bir çağırıştır, bir kuvvettir. Varlığımızın, yetiştireceğimiz nesil için bir kuvvet olmasına çalışalım. Özümüzle sözlerimiz arasındaki başkalık, genç ruhlar için en müthiş zehir tesirini yapar. Gençlik karşısında imtihan vermekte olduğumuzu unutmayalım. Bu hususta bizdeki eksiği tamamlayacak olan, imitihanını başarı ile vermiş tarihin örneklerile dolu ananeyi gözden kaçırmamak läzimdır.

Örnek olma işinde ananeyi inkâr etmek bizi dümensiz bırakır. İnsan kalbi iyiliğe vurgun olduğundan, ananede geçen devirlerin fenalıkları kaybolmuş, her halde bir takım üstün değerler canlı bulunmaktadır. Milletimize ait ananelerden hangisinin fenalığını iddia edebiliriz? Kuşları satın alıp hürriyetlerini bağışlamaktan tutunuz da büyükler yanında bacak bacak üstü oturmamaya varıncaya kadar ananelerimizin hepsinde tarihimizin bir kısım ruhu saklıdır, hepsinde merhamet veya adalet destanları okunur, hepsini çocuklarımıza anlatmalıyız. Yoksa terbiyede elsiz ayaksız kalırız.

Ahlak terbiyesinde mektebin ayle ile elele vererek işini onunla paylaşmasını isteyenler, aylenin bugünkü yapısının farkında olmayanlardır. Bunlar aynı
zamanda sosyolojide ayle ile devletin evrimi kanunu denilen ufacık bilgiye de sahip değiller. Ayle, ilk insan cemiyetinin bütününden ayrılmıyordu. Daha cemiyetin bütün yapısından ayrı bir varlık olduğu halde nüfusu çok, vazifelerinin sahası pek genişti. Ayle geçirdiği evrim esnasında nüfusunu azalttı ve bu vazifelerini de azar azar kendi üzerinden attı. Bugünkü ayle ancak kendi dışında hazırlanmış olan her türlü düşünüşle hareket şekillerini kabul edici, edilgin bir kurumdur. Onun yapıcı iktidarı yoktur. Devlet ise, aylenin tam tersine bir evrim geçirmiştir.

O ilk cemiyetten bugüne kadar gittikçe genişlemiş vazifelerini artırmıştır. Aylenin bıraktığı vazifeleri o eline aldı ve yenilerini de bunlara ilave etti. Bu günkü devlet bizi her tarafımızdan kuşatıyor. Yük taşıyıcıya, satıcıya, muallime, işçiye, san’atkâra gideceği yolu o çizmektedir. San’at ve ticaret hayatı gibi aylenin de şu veya bu şekiller alması devletin ortaya koyduğu zaruretlerin eseridir. Ruhumuzdaki evrim bakımından hepimiz, ailelerimizin değil, devletin çocuklarıyız. Zengin veya fakir çocuğu olabilmek aylelerimize bağlı bir iştir. Läkin ruhumuzun terbiyesinde aylenin rolü ne kadar azaldığını görmek için, vaktile ayakta veya başı açık su içmeyen en koyu taassup sahibi ihtiyarların sinema iptilâsına kendilerini kolaylıkla kaptırabildiklerine bakmak kåfidir. Bugün aylenin yapıcı rolü hemen hemen sıfırdır, diyebiliriz. Fakat her şeyi devletten beklemek hakkımızdır. Zira hayatımızın düzen vericisi yalnız odur.

Okul, ahlâk hayatımızda etgin yani yapıcı olan devletin kurduğu büyük ayle ocağıdır. Yarinki cemiyetin bütün karakteri, duygu ve düşünüşleri burada hazırlanır. Terbiye ediciler bu büyük aylede baba rolünü yapacaklardır. Hocaya babadan çok şeref bağışlayan anane elbette isabetlidir. Baba ancak gökten yere indirir amma, hoca yerden göğe çıkarabilir. Muallim, hareketleriyle bilgilerini ve düşünüşlerini birleştirmiş, örnek olan babadır. Çocukluk ve gençlik çağlarınımn büyük kısmı onun himayesinde geçmektedir. Çocuklarımızı hayata hazırlık çağlarının en fazla zamanında onlara teslim ediyoruz. Bugün babanın, her bakımdan çocuk üzerindeki tesiri mualliminkinden pek azdır.
Gençliğin vicdanının yapıcısı pek geniş ölçüde muallimlerdir. Bir devrin vicdan hatalarını o devir neslini yetiştirmiş olan muallimlerin ruh düşkünlüğünde aramak hakkımızdır. Ve nesli, içine düştüğü uçurumdan ancak muallim kurtarabilir. Gandi muallimdi, ilk mektep çocuklarını yetiştirmekle işe başlamıştı. O, cemaatın başında bulunan imam rolünü yapmakla zaferine ulaşıyor.

Muallimin, her şeyden önce kendi
şahsını örnek vermek suretile, talebenin ruh ve ahlâkı üzerinde yapacağı işler şüphesiz pek çoktur. Bunların en başında merhamet ve adalet aşılamak gelir. Hoca talebesine karşı baba gibi merhametli olmalı, zulüm yapmamalıdır. Zulüm, kötü sözle, gözden düşürmekle, küçük görmekle, bir de intikamcı metodlarla not vermekle yapılır. Bu vasıtaları kullanan hoca gelecek nesiller ve insanlık için zâlim hazırlamaktadır.

Bazan mektepte en pısırık olanın hayatta zâlim ve ceberut karakter kazandığına bakılırsa o adamın, bu karakteri kendilerinden zulüm gördüğü hocalarından almış olduğuna hükmetmelidir. Daha mektepte iken köylünün altınlarını nasıl toplayacağını hesaplayan doktor veya hangi vasıtalarla apartmanlar sahibi olacağını tasarlayan hukukçu genç, elbette hocalarından insani bir merhamet terbiyesi almamış demektir; bu yolda örnek verecek hocalardan okumamış demektir. Genç ruhlara karşı merhametsizlik, fena hareketler karşısında mürebbilerin kullandıkları tek vasıta olan ittihamve ve hakarette de gözüküyor. Sanki mektep, iyilerin rakabet ettiği bir müsabaka yeri imiş gibi çok kere mürebbiler fena karakter taşıyan talebeyi hocanın cehennem vaazı gibi, tehditlere hakaretlere boğuyorlar; sonunda elbette o gençten bir ahlaksız tipi elde edilir. Halbuki mektep ruhları iyileştirecek, gençleri iyi ahlak sahibi yapabilecek bir kurumdur. Muallimin işi iyilerle öğünmek değil, genç ruhların hepsini iyi ve ahláklı yapabilmektir.
Talebenin fenalıkları karşısında bağlandığımız ittihamlarla hakâretler iyi düşünürsek kendimizedir. Ancak gençlere merhamet duyguları taşlayarak, onu kalb şefkatı ile karşılayarak millet ve insanlık için hayıryapıcı biri hale getirebiliriz. Kendileri gibi mektep sıralarında bulunan bir genç kızı aldatmakta hem de kendi için müthiş bir gaddarlık, bir merhametsizlik bulunduğunu talebeye anlatmak kolaydır. Çünkü her gencin aldattıklariyle yarınki hayatımız iffetsiz kadınlarla dolabilir ve bu iffetsizlerden her biri onları aldatmış olan gençlerden birisinin cocuklarına ana olurlar. Buna gençler kalplerinde eğer şimdiden razı iseler, bu yolda yürüsünler. Yoksa tereddüt ve şüpheler içinde biraz düşünsünler. Zira imanın yolu şüphedir. Bu imanın yolunu, gençlere telkin ettiğimiz merhamet ve şefkat sistemi içinde çizebiliriz. Zorluk daima kuvvetsizdir. Kalbin emirlerinden daha zorlu kuvvet bulunamaz.

Adâlet, okulda her an hâkim olması istenen bir ruh kuvvetidir. Muallimi merhameti içinde tam manasile âdil olması onun genç ruhlara tesir kuvvetinin en büyük sırrıdır. Muallim, para veya mevkiinde kalmak ve daha yükselmek için adâlete uygunsuz vasıtalar kullanmağa başladığı zaman ruhlar öksüz kalır, kalplerde sefalet başlar. Adâletin icabı mutlak surette bir türlü mektebin bulunmasını ister. Kumar ve piyango iptilalarını yıkar. Kumar ve piyango iki bakımdan felakettir. Ekonomi bakımından, paranın çok ellerden alınarak bir ele geçmesi muvazenesizlik doğurur; bu, açık bir adaletsizliktir.
Felâketlere kadar götürür. Ahlâk bakımından ferdi iradeyi tâli ve tesadüf elinde harap ede ede ruhu kütürüm hale getirir, çürütür, dejenere edici vasıtalardan biridir. Hem de kumar ve piyangoda herkesten toplanan paraların
kendi eline geçmesi hırsı, insanı başkalarına düşman, korkunç bir hutkâm haline koyar. Başkaları için yaşama emellerini yıkar. Velhasıl bunlar, meşru gözüken bir vasıtadan istifade ettirici
başkalarını yolma ve soyma yollarıdır.
Gençleri bu ruh sefâletlerinden igrendirmeliyiz. İmtihanların tâlie bağlı piyankoya benzeyen taraflarını tamamiyle düzeltelim, tesadüflerden büsbütün kurtarmalıyız.

Kalbe baglı bulunan vicdan hükümlerini bu saydığımız belâlardan kurtarmak için kalbin terbiyesi lâzım. Ve zannediyorum ki en çok ihmale uğrayan, kalp terbiyesi veya duyguların terbiyesi dediğimiz bu ruh hareketidir. Bu terbiyenin temeli, her temasta gence korku yerine sevgi duyurmaktır. Genç ruhtan mektep korkusu, muallim korkusu, imtihan korkusu gibi duyguları silmeli, ona mektep, muallim ve imtihan sevgilerini aşlamalıyız. Mektep bir çilehâne, muallim dehşetiyle, kırık notiyle bir korku heykeli, imtihan bir mihnet ve ceza şekli olmamalıdır. Bunlar birer sevgi kaynakları, ruhları bütünleyici vasıtaları kalbimizin ülküleri olmalidırlar. «Sınıfta bırakırım, mektepten kovarım, döverim, ezerim» diyen muallim daha başlarken bitmiş ve kendisine emanet edilen genç ruhları da kurutup bitirmiş demektir.
Muallim talebeye, onların ruhuna örnek getirici bir “arkadaş” olduğunu bilir ve bu fikrin sevgisini aşlarsa onları kurtarabilir, onlara destek ve kuvvet olabilir, onların körpe iradelerine hareket verebilir. Böyle olmazsa kahve köşelerinden mektebe çekecek kuvveti hiç bir yerde aramasın! Kalbi kurtarılamayan gençlik, sporun hutkâm bir müsabaka halini alan gayesiz ifratları içine yuvarlanır. Bu ifrat içinde ise maddeye aşırı bağlanma dolayısile insanlığından kaybeder, hayvan hayatına yaklaşır. Sinema hayallerinde avunma ve alkış fırsatları kollar. Sinemanın ahlâkımız için bir zehir olmasına rağmen büyük bir ticaret kurumu olması yüzünden gittikçe genişlediğini biliyoruz. Sinemada ruh yaratıcılığını ve her türlü çalışmasını kaybediyor. Uyanık iken, muayyen amaçlara çevrilmiş bir rüya görmek istiyoruz.

Çalışmak istemiyoruz. Ruh tenbelleşiyor ve edilgin hal alıyor. Filimlerin pek çoğunda görülen ve sosyoloji mektebinin ilâhlaştırdığı her kalabalıkta çınlayan alkışların takdis ettiği şehvet ve muvaffakiyet duyguları neslimizin dejenere oluşunda önemli rol oynamışlardır. Sinamada hep şehvetin çocuğu olan sevgilerle hoyrat muvaffakiyetleri alkışlayan şuursuz kütle içinde yarinki cemiyetin en büyük işlerini başarmaya hazırlanan gençlere hangi kalb duygusunu, hangi merhametle adalet sevgisini aşılayalım! Sinama bizim emeğimizle şiddetle çarpışmaktadır. O, mektebin amansız düşmanıdır. Günün birinde böyle bir gençlik, mahkemelerin adâlet sesi karşısında ve bir milletin adliye koridorlarında, tarihin bir Rum fahişesinin adiyle «Afrodit! Afrodit! diye haykırınca hiç şaşmayalım. Bu tebcil tarzını ona öğreten mektep değil, onun düşmanı olan kuvvetlerdir.

Okulun vereceği kalb terbiyesi, genci başkalarına yük olmadan yetişebilecek meziyetlere sahip kılar. Ona, hayatını namusiyle, alın teriyle ve kabil olduğu kadar güçlükle kazanmayı sevdirir. Hayatı, kurnazlıkla kolay kazanmak emellerinden uzaklaştırır. 

Mektep çocuklarına rozet dağıtma işini verirken acaba körpe izzeti nefislerin biraz sertleşme egzersizine tâbi olmasından korkmuyor muyuz? Ve bu işin başka kötülüklere de imkân hazırlayabileceğini hiç düşünmüyor miyiz?

Gençliğin terbiyesi, irade terbiyesidir. Hayatı, tesadüflerin elinde bir kumar, bir piyanko telâkki eden, sinama afyonlariyle uyuşturulmuş ruhlar, iradenin yüksek bir tecellisi, yüksek bir dilek beraberliği olan miliyetciliğe nasıl sahip oluyorlar, anlamıyorum. Yoksa milliyetcilik kelimelerle alkışlardan, merasimler ve ziyafetlerden mi ibarettir?

Millet, ferdî hürriyetin hakikat olduğu ve fertlerin hür bağlarla aralarında bağlandıkları birliktir. Millet, ferdiyet ister Aşiret veya imparatorluklar gibi sürülerin birlikte yaşaması değildir. Cemiyetçilik, hakiki ve anlaşılmış milliyet hayatına uygun değildir. Çünkü o, ferdî şahsiyeti ortadan kaldırmaktadır.

Okul, gençleri bir bütünün parçaları olmaktan kurtarmalıdır. Burada talebenin topluluk halinde bulunması, işi çok güçleştiren bir hadisedir. Sınıfta talebe, kendini bütünün kuvvetine sığınmış sanır ve ekseriya bütünün kuvvetine dayanır. Muallim, onların ayrı ayrı şahsiyetlerine çevrilmezse hepimiz büyük sanayi usuliyle seri halinde talebe çıkarmaktan ileri gidemeyiz Biz kalabalık içinde ferdiyetler, şahsiyetler yetiştirmek mecburiyetindeyiz. Okulda talebe
arasındaki iş beraberliklerinin, müsamere ve merasimlerin, gençlerin yetiştirilmesi işinde hiç değeri yoktur. Onları kalabalık içinde şahsi görüş ve yaratış kabiliyetlerine sahip kılabilmek esaslı işimizdir. Şahsi reyiyle kanaatını hiç bir cemaatin arzusuna feda etmez insan yetiştirmeliyiz. Kalabalığın değer kaynağı olmayıp tahakkümle gafletin kaynağı olduğunu onlara Gandi’nin şu söziyle anlatabiliriz: “Kalabalık yüzüme tükürse bastığım yerin çok sağlam olduğunu anlarım.”

Talebe, hayat adamı değildir. Bir insan, bir çok işleri, meslekleri aynı zamanda yapamadığı gibi, talebenin de kendine ait olan ruhi teşekkül meslekinin dışında başka işlere harcayacak vakti, enerjisi yoktur. Talebenin umumiyetle yatılı mekteplerde olduğu gibi,bütün zamanının ders için, ders ve mektep etrafında geçirmesinin temini lâzımdır. Hakkiyle okuyanlarla okuma dışındaki mesleklere kabiliyetli olanları da birbirinden ayırmalıyız. Her türlü çalışma tarzı, her meslek ahlâkî ve insanîdir, hepsine ihtiyaç vardır. Mekteplerden, fazla sayıda randıman istemekten vazgeçelim. Hakikate hiyanet etmemek için hakkıyle okuyamayanlar, okuma
“kabiliyetleri pek kıt olanlar mektepten çıkarılmalıdır. Mektepten resmîlik, özellik farkları kalkmalıdır. Ancak bir türlü mektep olur. Tedrisatın şekli kanunda birleştirileli çok yıllar geçti, tedrisatın ruhu da birleştirilmelidir. Mektebin eşiği, mabed gibi, ahläk dünyasının, ruh dünyasının eşiği olmalıdır.

Hareket Dergisi, Mart, 1943

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Fakir Arama Âdâbı

“Dini yalan sayanı gördün mü? O, yetimi iter-kakar ve asla fakir fukaranın doyurulmasını teşvik etmez” …

Kapat