Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Kelimeler & Kavramlar / Öldükten Sonra Dirilme ve Âhiret Hâlleri

Öldükten Sonra Dirilme ve Âhiret Hâlleri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Haşir esnasında insan “ucbuz zeneb” tabir edilen kuyruk sokumu kemiğinden yaratılacaktır. Bu konuda peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “İnsan vücudunda bir kemik var ki, toprak onu hiçbir zaman yiyemez (çürütemez). İnsan kıyâmet gününde ondan yeniden yaratılacaktır.” Sahâbeler “O hangi kemiktir Ya Resûlallah!” dediler. O da “Kuyruk sokumundaki kemiktir (ucbuz zenebdir)” buyurdu.”

“Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının; şüphesiz o kıyâmet gününün sarsıntısı çok büyük (korkunç) bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden geçer. Ve her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş (gibi) görürsün, hâlbuki sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” (Hac, 1,2)

“Amel defteri kendisine sağından verilen kimse, kolay geçireceği bir hesaba çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle döner. Ama amel defteri kendisine arkasından verilen kimse: “Mahvoldum” diye bağırır ve çılgın alevli cehenneme girer.” (İnşikak, 7-12).

Fetret kelimesi dinî terim olarak, İsa (as) ile Peygamberimiz (asm) arasında peygambersiz geçen dönem için kullanılır. Bu dönemde yaşayan insanlara da “fetret ehli” denir.

“Her peygamberin Allah katında makbul bir duâsı vardır. Her peygamber duâsını dünyada yaptı. Ben ise duâmı kıyâmette ümmetime şefâat için sakladım”

Cennete peygamberlerden ilk girecek olan Peygamberimiz olacaktır. Ümmetlerden de ilk girecek olan Ümmet-i Muhammed olacak. Ümmet-i Muhammed cennet ehlinin üçte ikisini teşkil edecektir.

1.      Âhiret:

Âhiret kelimesi, evvelin mukâbilidir ve “son” mânâsına gelir. Âhiret, dünya hayatından sonra başlayacak olan ikinci hayat anlamına gelir. Âhiret, dünyanın ömrünün bitmesini ilan eden kıyâmetin kopmasıyla başlar, insanların cennet ve cehenneme yerleşmelerinden sonra sonsuza kadar devam eder. Bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren yaşanacak âleme de âhiret âlemi denir.

2.      Haşir:

İsrafil as’ın ikinci defa sura üfürmesiyle ikinci diriliş, yaratılış başlayacaktır. Bu diriliş göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda olacaktır. Kur’ân’da şöyle buyrulur: “Sizin yaratılmanız da, tekrar diriltilmeniz de (kudretimize nisbetle) bir tek nefsin (yaratılması ve diriltilmesi) gibidir.” (Lokman, 28) “Kıyâmetin kopması (veya diriltilmeniz) bir göz açıp kapayıncaya kadar, hatta daha kısa bir zamanda olacaktır.” (Nahl, 77)

Üstad Bedîüzzaman bu kısa zamanda dirilmeyi şu şekilde anlatır.

  1. Ruhların cesetlerde yerini alması, bir boru sesiyle dağılmış olan ordudaki askerlerin sıralarında çabukça toplanması.
  2. Cesetlerde hayatın yaratılması, bir düğmeyi çevirmekle milyonlarca lambayı bir anda yakmakla.
  3. Cesetlerin teşkilini de baharda ağaçların yaprak, çiçek ve meyvelerinin, değişik bitkilerin vücudunun ve küçük hayvancıkların vücudunun inşa edilmesiyle irtibatlandırarak anlatır.

Haşir esnasında insan “ucbuz zeneb” tabir edilen kuyruk sokumu kemiğinden yaratılacaktır. Bu konuda peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “İnsan vücudunda bir kemik var ki, toprak onu hiçbir zaman yiyemez (çürütemez). İnsan kıyâmet gününde ondan yeniden yaratılacaktır.” Sahâbeler “O hangi kemiktir Ya Resûlallah!” dediler. O da “Kuyruk sokumundaki kemiktir (ucbuz zenebdir)” buyurdu.”[1]

Peygamberimiz mahşerdeki bu dirilişin “üryan” yani çıplak olacağını da haber vermiştir. Hz. Aişe Resûlallah (asm)’den şöyle nakletmiştir: “İnsanlar kıyâmet gününde yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşredilecek.” Ben “Ya Resûlallah! Kadınlar erkekler toplu haldeyken birbirlerini görürler. (Bu nasıl olacak?)” dedim. Peygamberimiz şöyle buyurdu “Ey Aişe! (Mahşerdeki) durum insanların birbirine bakmasından daha çetindir. (Mahşerin dehşetinden birbirine bakacak durumları olmaz.)”[2]

Üstad Bedîüzzaman bu konuda şöyle der: Cenâb-ı Hak, insandan başka ruh sâhibi mahlukatına fıtrî birer elbise giydirdiği gibi; haşir meydanında sun’î elbiselerden üryan olarak, fakat fıtrî bir elbise giydirmesi, ism-i Hakîm muktezasıdır. Dünyada sun’î elbisenin hikmeti, yalnız soğuk ve sıcaktan muhafaza ve zînet ve setr-i avrete münhasır değildir; belki mühim bir hikmeti, insanın sâir nevilerdeki tasarruf ve münâsebetine ve kumandanlığına işaret eden bir fihriste ve bir liste hükmündedir. Yoksa kolay ve ucuz, fıtrî bir elbise giydirebilirdi. Çünkü bu hikmet olmazsa; muhtelif paçavraları vücuduna sarıp giyen insan, şuurlu hayvanatın nazarında ve onlara nisbeten bir maskara olur, mânen onları güldürür. Meydan-ı haşirde, o hikmet ve münâsebet yok. O liste de olmaması lâzım gelir.” (Mektubat)

3.      Mahşer:

Mahşer; öldükten sonra dirilip, kabirlerinden kalkan insanların toplanacakları yerdir. Haşir meydanına Arasat da denilmiştir.

Haşir esnasında yeryüzü düzlenerek düz bir arazi hâline getirilecektir. Bu konuda bazı âyetler şöyledir: “O gün yeryüzü bir başka yere, gökler, başka göklere dönüşecek ve bütün mahlûkat bir ve gücüne karşı konulmaz olan Allah’ın huzuruna toplanacaklardır.” (İbrahim, 48), “Sana dağlar(ın kıyâmetteki durumunu) sorarlar, de ki: “Rabbim onları ufalayıp savuracak. Böylece yerlerini dümdüz boş bir halde bırakacak. Orada ne bir çukur, ne de bir tümsek göreceksin.” (Taha, 105-107)

Haşir meydanında Şam bölgesi bir merkez olup, bütün dünya onun etrafında düzlenecektir. Bir hadiste Peygamberimiz (asm) “Şam, haşir ve neşir (toplanma ve dağılma) yeridir buyurmuştur. (Ed-Durru’l-Mensur) İbn Abbas (ra) da “Kim Şam’ın mahşer yeri olacağında şüphe ederse “Ehli kitaptan inkâr edenleri, ilk haşirlerinde (sürgünlerinde) yurtlarından çıkaran O’dur.” (Haşir, 2) âyetini okusun. Resûlullah [sürgün edilen Nadir kabilesinden] Yahudilere “Çıkın!” dediğinde, onlar da “Nereye çıkalım?” dediler. Peygamberimiz de “Mahşer yerine doğru (Şam’a gidiniz)” buyurdu.[3] demiştir.

Üstad Bedîüzzaman bu konuda şöyle der:

(Ve’l İlmü indallah) Hâlık-ı Hakîm’in herşeyde gösterdiği hikmet-i âliye, hatta tek küçük bir şeye, çok büyük hikmetleri takması açıkça işâret ediyor ki: Küre-i Arz, serseriyane, bâd-i heva azîm bir dâireyi çizmiyor. Belki mühim bir şey etrafında dönüyor ve meydan-ı ekberin dâire-i muhitasını çiziyor, gösteriyor ve bir meşher-i azîmin etrafında gezip, mânevî mahsulatını ona devrediyor ki; ileride o meşherde, insanların gözleri önünde gösterilecektir. Demek yirmibeş bin seneye yakın bir geniş dâirenin içinde, rivâyete binâen Şam-ı Şerif kıtası bir çekirdek hükmünde olarak o dâireyi dolduracak bir meydan-ı haşir bastedilecektir. (Mektubat)

4.      Mahşer Yerinin Dehşeti:

Kur’ân’ın pek çok âyetinde mahşer yerinin dehşetli bir yer olacağı nazara verilerek insanlar ikaz edilmişlerdir. Onlardan bazıları şöyledir:

“Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının; şüphesiz o kıyâmet gününün sarsıntısı çok büyük (korkunç) bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden geçer. Ve her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş (gibi) görürsün, hâlbuki sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” (Hac, 1,2)

“Yaklaşmakta olan o felâket günüyle onları korkut! O gün yürekler gırtlaklara dayanmıştır, (kederlerinden) yutkunup dururlar. Zâlimler için ne samimî bir dost, ne de sözü dinlenecek bir şefâatçi vardır.” (Mü’min, 18)

“Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, işte o gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese, 33-37)

“İnkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabileceksiniz?” (Müzzemmil, 17)

Mahşer gününe bütün canlı varlıklar -öncekiler ve sonrakiler- bir araya getirileceği için “yevmü’l-cem” yani “toplanma günü” denilmiştir. Orada Âdem as’dan kıyâmete kadar yaratılmış bütün insanlar, cinler, melekler, hatta bütün hayvanlar bir araya getirilecektir. Mahşer meydanı bembeyaz, has undan yapılmış yufka ekmeği gibi olacak. (Buharî, Müslim). Cehennem 70.000 yularının her birinden 70.000 melek tarafından çekilerek getirilecek. Cehennem öfkesinden neredeyse çatlayacak gibi olacak. Cennet ise cehennemin hemen arkasında olacak. Yani cehennem haşir meydanıyla cennet arasında olacak.

Mahşerin dehşeti hakkında çeşitli hadislerde zikredilmiştir. Bazıları şöyledir:

Mahşer yerinin etrafını cehennem kuşatacak, güneş bir mil kadar insanlara yaklaşacak, insanlar amellerinin durumuna göre tere batacaklar. Herkes peygamberler de dâhil kendi derdine düşecek, insanlar peygamberlere şefâat için mürâcaat edecekler. Her peygamber insanları bir başka peygambere havâle edecekler. En son Peygamberimize mürâcaat edilecek ve Peygamberimiz insanlık âlemi için şefâatte bulunacak.

Buharî ve Müslim’in ittifakla rivâyet ettiği meşhur bir hadiste kısaca şöyle denilmiştir:

Mahşerin yeri o kadar dehşetli olacak ki, peygamberler bile “ben kendi derdime düştüm” mânâsında “nefsî, nefsî” diyecekler. İnsanlar kendilerine şefâat etmesi için önce Hz. Âdem’e mürâcaat edecekler. O kendi derdine düştüğünü Nuh as’a gitmelerini söyleyecek. Nuh as İbrahim as’a, İbrahim as Musa as’a, o da İsa as’a insanları yönlendirecek. İsa as insanları Peygamberimize yönlendirecek, insanların kendisine mürâcaat etmesiyle Peygamberimiz arşın altına gidip secdeye kapanıp Allah’a münâcatta bulunacak, yalvaracak. Allah onun duâsını kabul edecek. Bu kabulden sonra insanlara amel defterlerinin dağıtılması ve hesabın görülmesi başlanacak.

Mahşer yerindeki bekleme, hesap, kitap 500 sene olacak. Bu bekleme mü’min kullara çok kısa gelecektir.

5.    Amel Defterleri:

Allahu Teâlâ her insan için, iki melek (Kirâmen Kâtibîn) tayin etmiştir. Bunlar insanın hayır veya şer namına yaptığı her şeyi yazar ve hesabını tutarlar. Onların yazdığı Âdemoğlunun amelleri mahşerde bir amel defteri olarak kendisine verilecektir. Amel defteri insanın hayatı boyunca yaptığı iyiliklerin küçük veya büyük hepsini ihtiva edecektir. Bu bir âyette şöyle ifâde edilmiştir: Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. “Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!” Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf, 49)

Amel defterleri bazılarına sağından, bazılarına solundan, bazılarına ise arkalarından verilecektir. Bu bir âyette şöyle anlatılır: “Amel defteri kendisine sağından verilen kimse, kolay geçireceği bir hesaba çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle döner. Ama amel defteri kendisine arkasından verilen kimse: “Mahvoldum” diye bağırır ve çılgın alevli cehenneme girer.” (İnşikak, 7-12).  “Kitabı kendisine solundan verilen kimse: “Kitabım keşke bana verilmeseydi; keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim; bu iş keşke son bulmuş olsaydı; malım bana fayda vermedi; gücüm de kalmadı” der”. (Hakka, 25)

Amel defteri sağından verilenlere “Ashâb-ı Yemin”, solundan verilenlere “Ashâb-ı Şimal” denilir. Amel defterlerinin sağdan veya soldan verilmesi kişinin cennetlik veya cehennemlik olacağının ilk belirtileridir.

6.      Hesap:

İnsanların amel defterlerini almalarından sonra, dünyada yaptıklarının hesabını Allah’a vermeleri, bu hususta sorgu ve suale çekilmeleri demektir. Bu konuda pek çok âyet vardır. Bazıları şöyledir: “Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn, 115), “O gün siz bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz” (Tekâsür, 8).

Peygamberimiz (asm) tarafından “Mahşerde Allah’la kul arasında hiçbir aracı olmadan, Allah’ın kulunu  hesaba çekeceği ifâde” edilmiştir. Başka bir hadiste de “Âdemoğlu Rabbinin huzurunda beş şeyden hesaba çekilmeden ayakları kaymaz. Ömrünü nerede harcadığından, gençliğini nasıl geçirdiğinden, malını nereden kazanıp, nereye harcadığından, bildiğiyle nasıl amel ettiğinden.” (Tirmizî, Sıfatı’l-Kıyâme.). Başka bir hadiste şöyledir: “Kıyâmet gününde kul amellerinden ilk önce namazdan hesaba çekilir. Eğer namazı iyi çıkarsa felaha ermiş, hesabı geçmiş olur. Eğer namazı iyi çıkmazsa, zarar ve ziyana uğradı demektir. Eğer farzlarından bir noksan çıkarsa Rab Azze ve Celle meleklere hitâben “Bakınız! Kulumun nafilelerinden bir şey var mı?” der. Farzların noksanlığı onlardan tamamlanır. Sonra diğer amelleri de bu minval üzere cereyan eder.” (Tirmizî, Kitabu’s-Salat)

Hesaba çekilenlerden yaptıklarını inkâr edenler olursa, Allah onların ağızlarını mühürleyip, el ve ayaklarını konuşturacaktır. Bir âyette şöyle buyrulmuştur: “Nihâyet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şâhitlik edecektir. Onlar derilerine: Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz? derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştır. Yine O’na döndürülüyorsunuz, derler. Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz. (Fussilet, 20-22)

7.      Fetret Ehli:

Fetret kelimesi dinî terim olarak, İsa (as) ile Peygamberimiz (asm) arasında peygambersiz geçen dönem için kullanılır. Bu dönemde yaşayan insanlara da “fetret ehli” denir.

Eş’arî ve Mâturidî âlimleri fetret ehlinin durumu hakkında ihtilaf etmişlerdir. İmam Mâturidî’ye göre fetret dönemindeki insanlar Allah’ın varlığını ve birliğini aklen bulmak mecburiyetindedir. Aksi halde bu insanlar cehennemlik olurlar. İmam Şâfiî ve Eş’arî ise “Biz bir peygamber göndermedikçe azab etmeyiz” (İsra, 15) âyetine dayanarak fetret dönemi insanlarının ne halde olurlarsa olsunlar ehl-i necat (yani cehennemden kurtulmuş kimseler) olacağını kabul etmişlerdir. (Mahmud Alusî, Ruhu’l-Maâni)

Üstad Bedîüzzaman şöyle der: “Biz bir peygamber göndermedikçe azab etmeyiz” (İsra, 15), âyetinin sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar (yani cehennemden kurtulurlar). Bi’l-ittifak, teferruattaki hatalarından sorumlulukları yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eş’arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü İlahî teklif, peygamber göndermekle olur ve bundan haberdar olmakla teklif takarrur eder, kesinleşir. Madem gaflet ve uzun zamanın geçmesi daha önceki peygamberlerin dinlerini örtmüş, gizlemiş, o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünkü gizli kaldığı için hüccet olamaz. (Mektubat)

İmam Gazalî insanları üç kısma ayırır. Birinci kısım: Peygamberimizin ismini duymamış, kendilerine İslâm tebliğinin ulaşmamış olduğu kimseler. Bunlar ehl-i necat olacaklardır. İkinci kısım: Kendilerine İslâmiyet tebliğ edilmiş olanlar. Bunlar İslâm’ı kabul etmezlerse cehennemlik olurlar. Üçüncü kısım: İslâm’ın kendilerine yanlış tanıtıldığı kimselerdir. İmam Gazalî “Kanaatime göre bunların durumu birinci gurupta olanların durumu gibidir” der.[4]

Ehl-i fetret olan insanların mahşerde A’raf denilen yerde kalacağı da söylenmiştir.

8.      Mîzan:

Kıyâmet günü, insanların kıymetli, iyi amelleriyle, değersiz, kötü amellerini ölçmek ve miktarını sâhiplerine göstermek üzere İlâhî bir mîzan, yani mâhiyeti bizce bilinmeyen bir terâzi, tartı âleti kurulacaktır. Bu mîzanın nasıl bir şey olduğunu ancak Allahu Teâlâ bilir. Biz ağırlıkları gram, kg veya ton ile uzunlukları cm, m, km ile ölçtüğümüz gibi, mahşerde kurulacak terâzide mânevî olan îman ve amelleri tartacaktır. Bu tartmak ve hesaplamak, adâlet ve hakkın tecelli edeceğine işârettir. Herkes orada, ne kadar küçük de olsa hakkını alacak böylece İlâhî adâlet tam olarak tecelli edecektir. Bu hususlara işâret eden âyetlerden biri şöyledir: “Kıyâmet günü için adâlet terâzileri kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez. (İnsanın yaptığı iş), bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getiririz. Hesap gören olarak biz yeteriz.” (Enbiya, 47)

Mîzanda cisimleşmiş ameller mi, amel defterleri mi, yoksa kişinin kendisi mi tartılacağı konusunda ihtilaf edilmiştir. Çünkü hepsine işâret eden hadisler vardır. Hepsinin tartılması veya değişik kişilere göre değişik muâmelenin edilmesi de mümkün görülmüştür. (Tefsir-i İbn Kesir)

Tartı neticesinde iyilikleri ağır basanlar cennetlik, kötülükleri ağır basanlar ise cehennemlik olmaya hak kazanmış olurlar. Şu var ki, îmanı olup da günahı çok olanlar cehennemde günahları mikdarınca kaldıktan sonra cennete girerler.

9.   Şefaat:

Âhiret gününde bir kısım günahkâr mü’minlerin affedilmesi ve bir kısım itaatkâr mü’minlerin de daha yüksek mertebelere ermeleri için Peygamberimizin ve diğer büyük zâtların Allahu Teâlâ’dan niyaz ve dilekte bulunmalarıdır. “Büyük günah sâhipleri hakkında peygamberlerin ve hayırlı mü’min­lerin şefâatta bulunma yetkileri vardır. Bu husus (tevâtür de­recesine ulaşmayan, fakat ahad haberlerden de kuvvetli olan müstefiz ve) meşhur hadislerle sâbittir” (Taftazanî, Şerhü’l-Akâid). Müddessir Sûresi’nin 48. âyetinde Cenab-ı Hak “Artık şefâat edicilerin hiçbir şefâatı onlara fâide temin etmeyecek.” buyurmaktadır. Eğer şefâat mü’minlere de fayda vermeyecek olsaydı âyette kâfirleri özel olarak ayırıp ifâde etmesinin bir anlamı olmazdı (Nureddin es-Sâbûnî, el-Bidâye, s. 83).

Peygamberimizin kıyâmet günü şefaat edeceğine dair hadisleri, Buharî, Müslim, başta olmak üzere, pek çok hadis âlimi rivâyet etmiştir. İslâm âleminde en geniş hadis koleksiyonu olarak kabul edilen, Kenzü’l-Ummal’de bu konuyla ilgili 86 aded hadis kayıt edilmiştir. Bu 86 hadisin toplamı, kalbinde îman ve insaf olan herkese bir kanaat verecek mâhiyettedir.

Hadis âlimlerinden Kettanî mütevâtir hadisleri topladığı “Nazmü’l-Mütenâsir Fi’l Ehadisi’l Mütevâtir” adlı kitabında, Peygamberimiz (asm)’ın “Her peygamberin Allah katında makbul bir duâsı vardır. Her peygamber duâsını dünyada yaptı. Ben ise duâmı kıyâmette ümmetime şefâat için sakladım”hadisinin “Ebu Hureyre, Enes, Câbir, Abdullah b. Amr, Ubade b. Sâmit, Ebu Said El-Hudri, Abdurrahman b. Ebi Ukayl” gibi sahâbeler tarafından sahih olarak rivâyet edildiğini ve bu hadisin mütevâtir olduğunu söyler.

10.  Havz-ı Kevser:

Mahşer günü Allahu Teâlâ’nın Peygamberimize ihsan buyurduğu gâyet büyük bir havuzdur. Suyu pek tatlı ve pek ferahlatıcıdır. Sâlih mü’minler bu sudan içecek, mahşerin dehşetinden meydana gelen harâretlerini bununla gidereceklerdir. Bu havuzun mâhiyeti hakkında vârid olan bir hadis şöyledir: “Bir köşesinden diğer köşesine kadar olan mesâfe bir aylık yoldur. Kıyıları düz, suyu sütten beyaz, kokusu miskten güzel, bardakları yıldızlardan çoktur. Ondan içen, bir daha asla susamaz.” (Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi, c. 12, s. 236).

Bazı hadislerde her peygamberin bir havuzu olacağı ve ümmetinin kendi havuzundan içeceği de belirtilmiştir.

11.  Sırat:

Peygamberimiz (asm) sıratın, cehennemin üzerinden kurulmuş olan “kıldan ince” ve “kı­lıçtan keskin” bir köprü olduğunu haber vermiştir.[5] Cennetlikler bunun üzerinden geçerler. Cehennemlikler üzerinden geçerken ayakları sürçer ve cehenneme yuvarlanırlar. (Taftazanî, Şerhü’l-Akâid; Nureddin es-Sâbûnî, el-Bidâye, s. 92)

Âlimler sırat köprüsünün hadislerde “kıldan ince, kılıçtan keskin” denilmesinin, bu köprüden geçmenin zorluğuna işâret olduğunu söylemişlerdir. Bu köprüyü geçmek kişinin îman ve amel durumuna göre değişir. Yunus Emre’nin bir şiirinde “Sırat kıldan ince, kılıçtan keskincedir. / Varıp onun üstüne evler yapasım gelir” demesi, bu köprüden geçmenin sâlih kimseler için kolay olacağına bir işârettir.

Peygamberimiz bazı insanların bu köprüden bir göz açıp kapayıncaya kadar süratli, bazılarının şimşek gibi, bazılarının rüzgâr gibi, kuş gibi, hızlı koşan atlar develer gibi değişik süratlerde geçeceklerini, bazılarının cehenneme düşeceklerini haber vermiştir. (Müslim, Kitab’ul Îman).

12.  A’raf:

“Dağ ve tepenin yüksek kısımları” anlamına gelen A’râf, cennetle ce­hennemin arasında bulunan sûrun ve yüksek kısmın adıdır. Kur’ân’da A’râf’ta bulunanlarla ilgili olarak şöyle buyurulur; “İki taraf (cennetliklerle cehennemlikler) arasında bir perde ve A’râf üzerinde herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri halde (girmeyi) umarak, cennet ehline selâm size diye seslenirler. Gözleri cehennem ehli tarafına döndürülünce: Ey Rabbimiz, bizi zâlimler topluluğu ile beraber bulundurma, derler.” (A’raf, 46-47)

Âlimler, A’râf ve A’râflıkların kimler olacağı konusunda farklı görüşler söylemişlerse de ekseriyet A’raf’takiler sevap ve günahları eşit olup, cennete de, cehenneme de girmemiş olanlardır demişlerdir.

Bu konuda bir hadis-i şerif şöyledir: “Kıyâmet gününde mizan kurulur, hasenat ve seyyiat (iyilikler ve kötülükler) tartılır. Kimin iyilikleri kötülüklerine bitin yumurtası kadar ağır gelirse cennete girer. Kimin de kötülükleri iyiliklerine bitin yumurtası kadar ağır gelirse cehenneme girer.” Dinleyenler tarafından “Ya Resûlallah! İyilikleri, kötülüklerine eşit gelen kimse ne olacak?” denildi. Peygamberimiz de “(Onlar) A’raf ehlinden olacak” buyurdu ( ve sonra şu âyeti okudu) “Onlar cennete girmemişler, fakat girmeyi istemektedirler” (A’raf, 46) (Ed-Dürrü’l Mensur, c, 3, s, 463)

Sahâbelerden İbn Abbas, Huzeyfe, İbn Mes’ud, Ebu Hureyre (ra)’den de sevap ve günahları eşit olanların A’raf ehlinden olacakları nakledilmiştir.

Bazı âlimler fetret döneminde olduğu gibi, herhangi bir peygamberin tebliğini duymadan ölen insanlarla, müşriklerin küçükken ölen çocuklarının da A’raf’ta olacaklarını söylemişlerdir. (Zad’ül Mesir)

A’raf dâimi kalınacak bir yer değildir. A’raf’takiler bir süre bekletilecekler, sonra Allah’ın lütfuyla cennete gireceklerdir.

13.  Cennet:

Cennet, hatır ve hayale gelmeyen cismanî ve ruhanî bütün lezzetlerle, nimetlerle dolu olan ebedî bir mükâfat yeridir. Mü’minler Cennette pek çok nimetlere kavuşacaklar, bu nimetlerin en büyüğü ise Cenâb-ı Hakk’ı görmek ve O’nun cemâlini seyretmek olacaktır. Ehl-i Sünnete göre cennet yaratılmış olup şu anda da mevcuttur (Taftazanî, Şerhü’l-Akâid).

Cennete peygamberlerden ilk girecek olan Peygamberimiz olacaktır. Ümmetlerden de ilk girecek olan Ümmet-i Muhammed olacak. Ümmet-i Muhammed cennet ehlinin üçte ikisini teşkil edecektir.

Cennette bazı insanlara beş yüz senelik bir cennet verileceği, hatta cehennemden en son çıkan ve cennete en son girecek adama dünyanın on misli bir mülk verileceği peygamberimiz tarafından bildirilmiştir.

Cennet sekiz tabakadır ve en yüksek yeri Firdevs cennetidir. Peygamberimiz (asm) “Allah’tan cennet istediğinizde Firdevs cennetini isteyin. Çünkü o cennetin hem ortası, hem de en yüksek yeridir” buyurmuştur.

Cennet hayatı ebedîdir. Peygamberimiz cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdiklerinde cennetle cehennem ortasında bütün insanların göreceği bir mevkide ölümün bir koç suretinde getirilerek kesileceği “Bundan sonra size ölüm yok!” deneceğini, bunun cennetliklerin sevincini artırırken, cehennemliklerin de üzüntü ve acılarını artıracağını” bildirmiştir.

  1. Cehennem:

Bütünüyle kâfirler için yaratılmış, geçici olarak günahkâr mü’minlerin de içine gireceği sonsuz azap yeridir. Kelime olarak “derin kuyu” anlamına gelen cehennem, âhirette kâfirle­rin sürekli olarak, günahkâr mü’minlerin de günahları ölçüsünde cezalandı­rılmak üzere kalacakları azap yeridir. Cehennem de cennet gibi yaratılmış ve şu an mevcuttur.

Cehennem yedi tabakadır ve bu tabakaların en alt kısmında münâfıklar bulunacaktır. (Nisa, 145)

Cehennem simsiyahtır.

 

[1] Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşratis saat, İki Sur Arasındaki Zaman Babı.

[2] Müslim, Kitabu’l-Cennet, Dünyanın Fenası Babı.

[3] İbn Kesir, Tefsir-i Nesefî, Dar-ü İhyaü’l-Kütübil Arabî, Mısır, c. 4, s. 238.

[4] İmam Gazalî, İslâm’da Müsâmaha (Faysalu’t Tefrika Beyne’l İslâm ve’z-Zendaka), Marifet y, İst, 1990, s, 71-73.

[5] Ahmed. Müslim sahabi Ebu Said El-Hudri’nin “Bana ulaştığına göre (cehennem üzerine kurulan) köprü kıldan ince kılıçtan keskincedir.” Dediğini rivayet eder (Kitab’ul İman).

İrfan Mektebi Dergisi, 49. Sayı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
10’ar Maddeyle; vakar olursa ne olur, olmazsa ne olur?

Vakar olursa ne olur? 1.     Vakar olursa, tevazu olur. 2.     Vakar olursa, semahat olur. 3.     …

Kapat