Ana Sayfa / Yazarlar / Ormanı yıkıp, otla avutmak! / Orhan SALCI

Ormanı yıkıp, otla avutmak! / Orhan SALCI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

A R A L I K

Orhan SALCI

 Ormanı yıkıp, otla avutmak!

Zaman zaman, yazılı ve görsel medyada ülkemiz ve dünyadaki su kaynaklarının her geçen gün biraz daha kuruduğu, kirletildiği ve buna bağlı olarak, Allah’ın bizlere bir ikram ve emanet olarak sunduğu su kaynakları etrafında oluşan canlı hayatın her geçen gün biraz daha zarar gördüğü ve yok olduğuyla ilgili haberler okuyoruz, dinliyoruz, izliyoruz..

Ülkemizde son elli yılda onlarca gölün, barajın ya tamamen yok olduğu ya da sularının oradaki canlı hayatını çok ciddi şekilde tehdit edecek şekilde  azaldığı bilimsel ve resmi raporlara yansımış ve istatistiksel bilgiler insanın tüylerini ürpertecek boyuta çoktan ulaşmış durumda. İnternetten kısaca bir arama yaparak ülkemizdeki sulak alanların ne durumda olduğuna bakmakta yarar var.

Ülkemizde mavi denizlerin yanı sıra, “yeşil deniz”lerimiz de var elbette:  “Orman denizlerimiz”..                                             

Batı Karadeniz bölgemiz ve özelikle Bolu-Kastamonu hattı, çam ormanlarımızın en yoğun ve en verimli, en görkemli olduğu, “Orman denizi” diye adlandırılmaya layık bir bölgemizdir.

Ancak yazının başında özellikle vurguladığım baraj ve göllerimizdeki yok olma tehlikesi, ormanlarımız için de geçerlidir ne yazık ki.

Bir göldeki su seviyesinin düşmesi, o gölde yaşayan canlı türleri ve o gölden faydalanan insanlar için ne kadar tehlikeli ise, ormanlarımızdaki seviyenin düşmesi de o denli belki daha büyük tehlikedir.

Doğup büyüdüğüm yerler Ilgaz Dağları’nın eteklerinde, devasa çam ağaçlarının boy attığı köylerdi.

Öylesine büyük çam ağaçları vardı ki, neredeyse  yağan yağmuru ve doğan güneşin ışıklarını dibine  sızdırmazdı.  Baktıkça bakmaya doyamadığım; mertlik, yiğitlik, babayiğitlik sembolü gibi gördüğüm, boyları belki 8-10 katlı apartmanlardan yüksek, dört beş kişinin kol kola verip etrafını saramadığımız, kuturu (çapı) 2 metreyi bulan heybetli çam ağaçlarımız vardı..

Rüzgarda sallanışları, uğultuları, hışırtıları çok sesli bir orkestranın çaldığı senfoni gibi, Mevlevi ayinlerindeki ulvi nameleri andıran “semah” gibiydi,  insanı bambaşka alemlere taşıyan..

Kış aylarında, devasa kollarını açıp, kucaklarını bembeyaz rahmetle dolduruşları; yanlarında, gölgelerinde yetişen genç fidanlara babalık, ağabeylik yapar, onları karın kışın zahmet ve külfetinden, kırılıp devrilmekten korumak içindi, öyle olmalıydı. Bu  asil, heybetli, hamiyetli duruşlarına hayran olurdum.. gözümde ve gönlümde adamlık ve babalık timsaliydiler..

Gelin görün ki artık ormanlarımızın o asil, heybetli babaları, ağabeyleri yok.. birer birer değil, biner biner kesildiler on yıllardır, halen kesilmeye devam ediliyorlar..

Devletin, ormanı korumak, geliştirmek için eğitip istihdam ettiği  memurları, orman katliam yarışına giriştiler adeta on yıllardır. Sanki, bu sene şu kadar üretim yaptık, diye büyüklerinden taltif alma yarışına girdiler. Falan orman deposu bu sene kırk bin metreküp üretim yaptı. Bir başkası bir o kadar.. yarıştılar, yarıştırıldılar.

Ne için? Üretim için.

Ne üretimi? Canlı ağaçlardan cansız (odun-tomruk) kereste üretimi..

Şimdi bakıyorum da eski memurlar daha bir insaflıydılar, daha bir korumacıydılar ya da biz onların insaflı olduklarını yeni yeni öğrendik. Zira ormanın içine girdikleri zaman, saatlerce gezerek ömrünü doldurmuş ağaçları arar, önce onlara numara verirlerdi kesilmeleri için. Ve bir bölgeden alacakları ağaç sayısı belli idi. O bölmenin doğal dokusunu bozmayacak, orman vasfına zarar vermeyecek, oradaki canlı hayatı etkilemeyecek kesimler yaparlar, yaptırırlardı..

Şimdi; Nasreddin hoca merhumun, ona da değmemiş, buna da değmemiş diye her şeyi yuttuğu gibi, eskiden, “buna dokunmayalım, bu daha büyüsün, bundan kereste olmaz” denilen fidan mesabesindeki ağaçların, bugün büyük bir iştahla, şehvetle kesildiğini görüyoruz, duyuyoruz.

Dağlar dağ olmaktan çoktan çıktı, ormanlarımız “orman” olma vasfını kaybetti..

Dibine gün ışığı vurmayan yerlerde boyumuz kadar fidanlardan başka ağaç görünmeyecek hale geldi, getirildi.

Dağda ağaç seçmek için gezmek angarya oldu artık. Adeta karşıdan bakıp şu dağdaki tüm çamları keselim diyecek kadar gözleri döndü, döndürüldü devlet adına iş yapan orman teşkilatı çalışanlarının.. hepsi mi? Değil elbet. Ama şahit olunanlara bakılırsa azınlık olmadıkları da kesin..

Ne için? Üretim için. Aferin için.

Yok ederek üretmek üzere mi eğitim almışlar diye sormadan edemiyor insan..

Köylüler orman için tehdit görülmüştür hep.

Oysa durum, son yıllara gelinceye, resmi yoldan çıkarmalara kadar tam tersiydi.

Köylü ormanı hep korudu. Yakmadı, yakandan korudu. Yıkmadı, yıkandan korudu. Kışlık odun ihtiyacını karşılaması, birilerince çok görüldü belki ama onlar odun için ağaç kesmediler, kesilenlerin artıklarından, bir şekilde yıkılıp devrilenleri temizleyerek yakacak ihtiyaçlarını karşıladılar..

Köylü Ormanı hep sevdi. Devletin emri ve izniyle kestiği ağacı keserken bile ona acıdı, acıyarak kesti. Kendi kesmese başka birilerine kestirileceğini bildiği için, çoluk çocuğunun nafakası için kesti.

Çünkü o insanlar o ormanların içinde doğdu, onlarla yaşadı. Belki her bir ağaçla ilgili bir anısı vardır orman köylüsünün.. Ve yok olan her bir ağaçla bir anısının yok olduğunu bilir, kesilen her bir ağaçla yüreğinden bir şey kopup yok olduğunu hisseder.

Devletin bizim ormanlarımız ve ağaçlarımızla  ilgili bir anısı yok elbet. Devletin hesapları var, istatistikleri var, maliye hesabı var, karı var, zararı var..  Devlet ormana böyle bakar elbet. Ve devleti temsil eden, o yörede doğup büyümemiş, -zaten orman da görmemiş-  memurun, mühendisin de bir anısı yok, olamaz o güzelim ormanlarımızla, ağaçlarımızla ilgili..

Gölgesinin izi yüzüne değmediği, rüzgarda söylediği şarkılar kulağına girmediği ağaçla bir bağı olmayan, belki hiç orman görmeden Orta Anadolu’nun bozkırlarında büyümüş bir çalışanın o ağaçla gönül bağı olamaz,  hürmeti olamaz, şefkati olamaz, olamıyor..

O, sadece, aldığı emri bilir.. yapacağı üretimi, alacağı iltifatı ve ikramiyeyi, görevde yükselebileceği mevkileri bilir.. ve ormandan yaptığı her üretim! devlet kademelerinde yükselmesi için ağaçtan merdiven olmaktan başka bir şey ifade edemez..

Hâlbuki bilinçli olması beklenmeyen köylü, üç beş liraya tamah edip ormanı tahrip etmek istese de işin eğitimini almış bir mühendis vb çok yönlü bir bakışla buna engel olmalı değil midir?

Su seviyesi diyerek başladık söze. Ama ısrarla Orman seviyesi de denmeli artık.

Yirmi sene önceki orman yüksekliği yok artık.

Yirmi sene önceki ağaç kalitesi, sayısı yok..

Yirmi sene önceki canlı hayat yok. Ormanlarda hayat süren, hayat bulan onca endemik tür, onca bitki türü, mantar çeşidi, kuş çeşidi, canlı çeşidi yok..

Sular çekilince nasıl balıkların hayatları ve türleri tehlikeye giriyor, aynı tehlike, ormanlarımız ve ormanlarımızdaki canlı hayat için de geçerli.

İşin vahametinin görülmesine ve çözümüne  yardımcı olacağını düşündüğüm birkaç soru sorarak ve cevabını resmi yetkilerden almayı umarak yazımı bitireyim..

Her yıl Kastamonu’daki orman işletmelerince üretilen kereste ve odun miktarı  kaç bin metreküptür? Yüz  metreküp kereste için kesilen ağaç sayısı, elli sene, yirmi sene önce ne idi şimdi nedir?

Her yıl  Kastamonu Orman işletmelerinde (ortalama) kesilen ağaç sayısı nedir? Son elli yılın, mümkün değilse yirmi yılın ortalamaları nedir?

Bu kesilen ağaçların yerine gelmesi için kaç yıl kesim yapmadan beklenilmesi gerekmektedir?

50 cm çapında bir çam ağacının yetişmesi için kaç yıl gereklidir?

Tüm servet devletindir mantığıyla yapılan kesimlerden, orman köylüsünün ve milletimizin uzun vadede neler kaybedeceğinin hesabı yapılmış mıdır?

Devlet ve devlet adına iş gören, yetki kullanan ilgililer, kerestelik olarak gördükleri tüm ağaçları tıraşlamak niyet ve kararında mıdırlar? Köylerin kenarlarında, yol güzergâhlarında, mesire yerleri gibi alanlarda olsun yaşlı, büyük, anıt ağaç vasfında ağaçlar, ağaçlık alanlar bırakma lütfunda bulunmak isterler mi?

Orman köylüsünün ormanla ilgili tüm hatırası, bu muhteşem güzellikler, turizm imkânı, -telafisi imkansız olarak- yok edilene kadar, gelecek nesillere fotoğraflardan başka orman mirası bırakılmayana kadar kesimler devam edecek midir?

Dur diyecek, en azından dikkat! diyecek bir hamiyetli ses çıkmaz mı devlet çarkından..?

Her yeşil görünen yer orman olarak mı adlandırılmaktadır, öyle mi adlandırılmalıdır?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
İşârâtü’l-İ’câz tahrif mi edildi? / Vehbi KARA

Vehbi KARA İşârâtü’l-İ’câz tahrif mi edildi? Bir müddettir sosyal medyada Risale-i Nur’ların Diyanet İşleri Başkanlığı …

Kapat