Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Ramazanlık / Oruç ve çağımız insanı – 1

Oruç ve çağımız insanı – 1

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.
Mehmet Ali BULUT

İnsanı, ‘sosyal bir varlık’ olarak düzenleyen üç temel ibadet vardır. Bunlar Oruç, Hac ve Zekât’tır.

Zekât, malumunuz malî bir ibadettir. Sayısız hikmetlerinden biri de sağlıklı bir toplum için, ekonomik dinamikleri düzenlemek ve dengelemektir. Hac ise, sosyal dinamikleri…

İsiam’ın insandan beklediği temel görev iyiliktir; yani sâlih amel!

Sâlih amelin çerçevesi çizilmemiş. Mutlak bırakılmış! Zaman, mekân ve ortama göre değişebilir çünkü iyilik ve iyilik adı altında kendisine ihtiyaç duyulacak eylem!

Ama iyi bir toplumun göstergesi, iyiliği kendine amaç edinmiş fertlerin ekseriyet haline gelmesidir. Ancak o zaman toplum, insanın ruhundaki özlerin yeşermesine müsaade edebilir, mümbit bir arazi olabilir.

Evet, İslam, ekonomiyi zekâtı farz kılmak ve faizi yasaklamakla dengelemiş sosyal yapıyı ise hac ile düzenlemeyi ön görmüştür.  İslam pratikte var olan sınıfların asıl olmadığını, kral ile kölenin Allah ve hak nezdinde eşit olduğunu hac ile ispat eder. Hac cinselliğin bile askıya alındığı muazzam bir yeniden formatlanmadır.

Ama bütün bu fonksiyonları icra eden ferttir. Ferdi bu görevlere hazırlayan ise Oruç! Çünkü oruç, Kur’an’ın ifadesiyle “cahil, bencil, nankör, bozguncu ve kan dökücü” olan insanın, daha doğrusu bir yönüyle hayvan olan beni âdem müsveddesi Nesnasın, ‘mükerrem’ ve ‘eşref-i mahlûkat’ olan Benî Âdem’e dönüştürülmesi simyasıdır.

* * *

Elbette ibadetleri, bizatihi ilahi emirler oldukları için yapmalıyız ve yapıyoruz. Ama biliyoruz ki, ibadetler aynı zamanda beşeri saadeti dokuyan, onu temin eden, onu teminat altına alan ilahi sırlardır. Ve daha çok dünya hayatımıza bakarlar. Kadın ve güzel koku gibi dünya nimetidirler…

Nitekim Hz. Peygamber, “Bana dünyadan üç şey sevdirildi; kadın, güzel koku ve gözümün nuru namaz” buyurur..

Oruç da bir dünya nimetidir. Cenab-ı Hak, bir hadis-i kudsîde  “Ademoğullarınm bütün amelleri kendileri içindir. Oruç hariç; yalnız o benim içindir. Onun ecrini de ben vereceğim” müjdesi verir.

Oruç, insanı içerden ve dışarıdan donatan, teçhiz eden imar eden bir ameliyedir. Oruç, hem ferdin ruhu ve bedenî sağlığı, hem beşerin içtimai/toplumsal sağlığı bakımından sayısız hikmetler taşımaktadır.

Ramazan Orucu’nun;

1-Cenab-ı Hakk’ın rubûbiyetine,

2-insanın sosyal hayatına,

3- insanın ferdî hayatına,

4-nefsin terbiyesine ve

5- ilâhî nimetlerin şükrüne bakan sayısız hikmetleri vardır.

Bu hikmetlerin de sayısız vecihleri vardır

Birincisi; Orucun Rubûbiyete bakan yönüdür.

Cenab-ı Hak bu dünyayı, sürekli dolup boşalan, mevsim mevsim değişip tazelenen nimetlerle bezemiş. Ancak insanlar, ünsiyet ve süreklilikleri sebebiyle bu nimetlerin kıymetini layıkıyla bilemiyorlar. Hava’nın farkında olmadığımız, güneşin her gün doğmasının nasıl bir nimet olduğunu bilmeyişimiz ve düşünmeyişimiz gibi..

Oruç bunun hatırlatılması, fark edilmesidir. Bakarken görmediğimiz, görürken anlayamadığımız şeyin farkına varmak!

Ramazan ayında, müminler, muazzam bir ordu hükmüne geçerek, Ezeli Sultan’ın ziyafetine davet edilmişçesine akşam vaktinde bu Rahmani sofraya “buyur” edilmeyi beklerler. O haşmetli Rahmaniyet, Rezzakiyet ve Rahimiyyete karşı geniş ve intizamlı bir kulluk vazifesi sergilerler.

Böylece kul, yüzünü rızka ve nimete değil, Rızkı Veren’e ve Münim’e çevirir. Rızıkların fâni, Rezzák’ın bâkî olduğunu görür. Başkasındakine tamah etmez, kendisindekiyle böbürlenmez. Kulluğun tadına varır. Rahmeti sonsuz bir Sultan’ın gözetimi ve koruması altında olduğunu anlayarak, hürriyetini elde eder, özgüvenine kavuşur.

İkincisi; Şükrün ve teşekkürün gerekliliğini insana ihtar eder.

Oruç gibi bir tecrübe olmasa insan, nimetlerin ne anlam taşıdığını tam olarak kavrayamaz. Ormanların bizim için oksijen üretmek, güneşin her gün üzerimize doğmak, ağaçların her mevsim eteklerini meyvelerle doldurup bize sunmak zorunluluğu olmadığını, ancak oruçla anlarız.

Yiyebilecekken yememek, içebilecekken içmemek, varken yok saymak, hatta helal dairesinde bulunun birçok nimetten belli bir süre Allah için el çekmek, sonunda insanı, “ya olmasaydı” murakabesini yapacak yüceliğe taşır ve kalp, his, nefis, Mün’im-i Hakîkîye (Nimetlerin Gerçek Sahibine) şükretmeyi vazife bilir.

Demek ki oruç, hâlis, hakikî ve muazzam bir şükrün anahtarıdır!

 Üçüncüsü; Oruç, kişiyi sosyal bir varlık haline getiren bir kimyadır!

Allah insanları, maişet açısından farklı yaratmıştır. Kimisine rızkı yaymış, kimisine daraltmıştır. Böylece insanları birbirilerine omuz vermeye mecbur etmiştir.

Fakat öyle zenginler var ki, oruç olmasa, fakirin gerçek halini, açlık psikolojisini hiç bir zaman kavrayamayacak.

Oysa hemcinsine şefkat ve merhamet duymak, beşerin en soylu erdemlerindendir. Cenab-ı Hak, bir hadis-i kudside “Ey yeryüzündekiler, siz birbirinize merhamet edin ki, Allah da size etsin!” buyurur. (Demek ki oruç, beşeri semavî afetlerden de koruyacak bir nimet!)

Hemcinsinin halini nefsinde duymayan, onun halini tam olarak anlayamaz ki, ona merhamet etsin.

İşte beşere bu güzel hisleri ilham eden temrinlerin/amellerin en soylusudur Oruç!

Dördüncüsü; Oruç nefsin en iyi terbiyecisidir.

Bir ayet-i kerimede Cenab-ı Hak, “Ey kullarım yeryüzünde böbürlenerek yürümeyin. Ne sert basarak yeri delebilirsiniz, ne başınızı yükselterek dağları aşabilirsiniz” (İsrâ, 37)  buyurur.

Burada bir sınırlama, bir biçimleme söz konusu. İnsanın varlığını yapan ego’ya -nefs onun bir fonksiyonudur- sınırlarını hatırlatma bir had bildirme vardır.

Çünkü nefis dediğimiz ego, kendisini hür ve serbest ister, öyle bilir. Kayıt kuyut istemez. Daha da ileri gidip kendinde bir rububiyyet tevehhüm eder. Kendisini mülk değil, mâlik bilir.

Malumunuz, Cenab-ı Hak, Adem’i çamurdan -tabii bunu nasıl anlayacağımız kişilerin özel algılama kabiliyetine bırakılmalıdır- yaratıp Ruhundan üflemiştir. Demek ki Cenab-ı Hak’da var olan her bir isim ve sıfatın bir numunesi insanda mevcuttur.

İnsanda, -benzetmede hata olmasın- küçük bir tanrıcık gizlidir. Ona vedia bırakılmış bu ilâhî isim ve sıfatlar, Yaratıcı ile irtibat ve nisbetleri kesildiği zaman, içinde yer aldıkları mahiyete tanrılık fikrini ilham ederler.

Halbuki insana üflenen bütün bu isim ve sıfatlar, birer ölçücük, birer mistardırlar. Nasıl ki, metre mesafeleri, kilo ağırlıkları, derece hararetleri ölçüp anlamamıza yarıyorsa, ‘ene/ego’ de sonsuz azamet ve izzet sahibi Allah’ı kavramamıza, anlamamıza vesile olsun diye var edilmiştir. .

Ancak, Cenab-ı Hak ile nisbetleri kesildiği an -Küfür, zaten bu intisabı görmezliktir- kendilerinde bir rububiyyet -çünkü O’na aittirler- vehmederler.

İşte oruç, helâl nimetlerden bile el çektirerek, insana (daha doğrusu nefse bile ‘benim nefsim’ diyen Ego’ya), Rahman’ın müsaade ve izni olmasa’ yemek içmek gibi en sıradan işlerin bile yapılamayacağı gerçeğini ihtar eder. O an, o sıfat ve ismlerden ibaret olan Ego, mâlik değil memlûk olduğunu anlar. Gurur ve kibir ondan silinip gider…

Devamı var 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı

Peygamber Efendimizin Bayramı Bayram bir sevinç ve neşe günüdür. Yüce duyguların coştuğu, sevgi ve saygı, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kitapların Koruyucusu: “Yâ Kebîkeç”

Emârât-ı Müselmânî’den anda nesne yok ancak Elinde bir müzahref nesne var nâmı kebîkeçtir Osmanzâde Tâib …

Kapat