Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Oryantalistlerin İslam’da İnsan İradesi ve Kader İle İlgili İddiaları ve Türkiye’deki Etkileri

Oryantalistlerin İslam’da İnsan İradesi ve Kader İle İlgili İddiaları ve Türkiye’deki Etkileri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Oryantalistlerin İslam’da İnsan İradesi ve Kader İle İlgili İddiaları ve Türkiye’deki Etkileri

Ahmet Hüsrev ERDAŞ

  1. GİRİŞ

Kader inancı ve buna karşılık İnsan İradesinin durumu düşünce tarihi boyunca hatta diyebiliriz ki insanlık tarihi boyuncu var olmuş ve bütün dinlerde devamlı surette tartışılmış bir inanç meselesidir. Hal böyle olunca bütün düşünce tarihi boyunca tartışılan ve tam olarak bir sonuca varılamayan bu mühim mesele tabiatıyla Oryantalistlerin İslami akidelere şüphe iras edebilmeleri için bulunmaz bir fırsat teşkil etmiştir.

Bu çalışmanın birinci hedefi, Oryantalistlerin İslam’da İnsan İradesi ve Kader meselesini ileri sürdükleri iddiaların öncelikle kendi içerisindeki tutarsızlığını daha sonra da Türkiye’deki etkilerini tespit edebilmektir. Bu hedefe sağlıklı bir şekilde ulaşabilmek için yöntem olarak öncelikle İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’an ve Hadislerden meseleye dair misaller getirilecektir. Daha sonra İslam âlemi içerisinde hâkim olan Eş’ari ve Maturidi mezheplerinin görüşleriyle birlikte, çok fazla bir etkiye sahip olmayan Mu’tezile ve Cebriye mekteplerinin de hâkim olan görüşleri hakkında muhtasar malumat verilecektir. Buradaki amaç bu konulara yabancı olanlara öncelikle doğru olan bilgileri vermektir.

Daha sonra Oryantalistlerin İslam’da İnsan İradesi ve Kader meselesini hakkında ileri sürdükleri belli başlı iddialar ele alınacak ve böylelikle sıhhatli bir mukayese yapma imkânı sağlanacaktır. Bu iddiaların detaylı olarak ele alınacağı yerlerde duyulan ihtiyaç üzerine, ikinci bir hedef olarak, özellikle son dönem Osmanlı uleması tarafından hem Oryantalistlere hem de ülkemizde onların fikirlerinden etkilenerek Kader inancını reddedenlere karşı verilen cevaplara yer verilecektir.

Bu çalışmamızda kaynak olarak öncelikle Kur’an ve Hadislerden misaller getirilecek, daha sonra İslami kaynaklarda Kader ve İnsan İradesi hakkında mücmel malumata yer verilecek ve akabinde ise Oryantalistlerin kendi kitaplarındaki (İslami akidelerle tenakuz arz eden ve hakikati yansıtmayan) iddiaları ve bu iddiaların Türkiye’deki yansımaları ele alınacaktır.

  1. İSLAM’DA İNSAN İRADESİ VE KADER

Öncelikle İslam dininin en temel iki kaynağı olan Kur’an ve Hadislerde insan iradesi ve kaderle ilgili olarak genel bir çerçeveyi çizdikten sonra İslam kelamındaki ana ekollere yer verilecektir.

  • . KUR’AN ve HADİSLERDE İNSAN İRADESİ ve KADER
    • Kur’an’da insan iradesi ve kader

Kur’an-ı Kerim’de hem Allah’ın mutlak hâkimiyetinden hem de insanın hür iradesinden bahseden birçok ayet vardır. Bunlardan öne çıkan bazı ayetleri hep birlikte inceleyelim.

  1. Allah’ın mutlak hâkimiyetine işaret eden ayetlere misaller:
  • Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.[1]
  • Sizi ve yaptıklarınızı Allah yaratmıştır.[2]
  • Gerçekten biz, her şeyi bir kaderle yarattık.[3]
  • Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.[4]
  • Dilediği şeyleri mutlaka yapandır.[5]
  • Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur.[6]
  • Allah her şeyi yaratıcısıdır.[7]
  • Allah’tan başka bir yaratıcı var mıdır?[8]
  • Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (inşâallah demedikçe) hiçbir şey için «Bunu yarın yapacağım» deme. Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı an ve: «Umarım Rabbim beni, doğruya yakın olan bir yola iletir» de.[9]
  • Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı “Ol” demekten ibarettir. Hemen oluverir.[10]
  1. İnsan iradesinin hür olduğuna işaret eden ayetlere misaller:
  • De ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.[11]
  • Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulacaktır. Kim bir günah kazanırsa onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah her şeyi bilendir, büyük hikmet sahibidir.[12]
  • Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.[13]
    • Hadislerde İnsan İradesi ve Kader

Hadislerde de aynı şekilde hem Kaderin belirleyici olduğuna hem de insanın hür iradesine ve kesbine işaret eden ifadeler vardır.

  1. Kadere işaret eden hadislere misaller:

Cibril Hadisi: Abdullah b. Ömer’in, babası Hz. Ömer’den naklettiği bu hadisin imanla ilgili kısmı şöyledir: … Adam: “Bana imandan haber ver” dedi.

  • Resûlullah (sav): Allah’a, Allah’ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır.” buyurdu.[14]

Hz. Adem ve Musa münakaşası: Hz. Adem ve Musa münakaşa ettiler.

  • Musa, Adem’e: “İşlediğin günahla insanları cennetten çıkaran ve onları şakâvete atan sensin değil mi?” dedi.
  • Adem de Musa’ya: “Sen, Allah’ın risalet vermek suretiyle seçtiği ve hususi kelamına mazhar kıldığı kimse ol da, daha yaratılmamdan (kırk yıl) önce Allah’ın bana yazdığı bir işten (kaderden) dolayı beni ayıplamaya kalk!” diye cevap verdi.”
  • Resûlullah devamla dedi ki: “Âdem Musa’yı ilzam etti!”[15]
  1. İnsan iradesine işaret eden hadislere misaller:
  • “Çalışın! Herkes yaratıldığı şeye erecektir! Herkes, (yazıldığı) ameliyle amil olacaktır!” buyurdular.”[16]
  • Resûlüllah: “Çalışın, buyurdular. Herkes kendisi için yaratılmış olana erecektir. Cennetlik olanlar, saadet amelinde olacaktır. Şekâvet ehli olanlar da şekâvet amelinde olacaktır.[17]
  • Ya Resûlallah! Hasta olduğumuzda tedavi olalım mı?” dediler.

Resûlüllah: ‘Evet, tedavi olunuz! Zira Allah yarattığı her derde deva yaratmıştır. Ancak ihtiyarlık müstesnadır!’ buyurdu.”[18]

  • . İSLAM KELAMINDA İNSAN İRADESİ ve KADER

İslam tarihinde insan iradesi ve kader bağlamında müteaddit ve müteferrik fikirler zuhur etmiştir. Bütün bu fikirlerin hepsine bu makalede tafsilatıyla yer vermek makul olmayacağından mesele genel hatlarıyla ele alınacak ve İslam âleminde farklı ana görüşlere yer verilecektir.

2.2.1. Mutezile (Kaderiyye)

Ashabu’l-adl olarak ta tesmiye edilen Mutezile, Kaderiyye ve Adliyye lakaplarıyla da zikredilir.[19] Bunlar Allah’ın iradesinin ezeli olmadığını, bilakis sonradan meydana gelen bir dileme olduğunu iddia ederler. Onlara göre bu irade ile Allah, hem kendi fiillerini hem de insanlara emrettiği iyi olan fiilleri dilemekte, buna karşılık yapılmasını yasaklandığı kötü ve çirkin olan fiilleri dilememektedir.[20] İnsan ise tamamen özgür bir iradeye sahiptir ve insan bu iradesini kullanarak kendi kaderini kendisi tayin eder.[21]

2.2.2. Cebriye

Cebir, kısaca kulun işlediği fiille ilgisini reddedip, o fiili Allah’a vermektir.[22] Allah’ın mülkünde sadece O’nun dilediği her şey gerçekleşir, dilemediği hiçbir şey olmaz.[23] İnsanlarda hür bir irade ve ihtiyar yoktur. Bilakis insanın iradesi tamamen Allah’ın mutlak zorlaması altındadır.[24] Bununla birlikte insan fiillerinde tesiri olan kudreti kabul edip te buna kesb diyenler cebri değildir.[25] Zaten kesb, kulun kudret ve iradesini fiile doğru sarf etmesi[26] demektir. Çünkü ihtiyari fiillerden mütevellit mes’uliyeti reddetmezler. Fakat ileride görüleceği üzere her nedense(!) bazı oryantalistler ve onların fikirlerinden etkilenenler Eş’ariye için insafsızca bu haksız ithamı yapmaktadırlar.

2.2.3. Ehl-i Sünnet

Ehl-i Sünnetin gerek Eş’ariye gerekse Maturidiye kollarına göre; Allah’ın iradesi, ezelidir, kesinlikle sonradan meydana gelmemiştir ve her şeyi kuşatır. İradesinin dışında hiçbir şey vuku bulmaz.[27] Bununla birlikte insanın iradesi meselesinde Maturidi koluna göre; İnsanda müstakil bir cüz’i irade vardır[28] ve bu sahip olduğu irade ile karşısına çıkan seçeneklerden birisini tercih eder. Eş’ariye kolu ise; insanda mes’uliyeti mucip bir iradeyi kabul eder. Zira mükellef insan kendisine emredileni yapmaya gücü yeten kimsedir.[29] Fakat bu iradenin müstakil olmadığını ve Allah tarafından yaratıldığını[30] söyleyerek bu konuda (Allah’ın kudretine ve yaratmasına sınır koymama açısından) daha hassas bir tutum sergilemişlerdir. Zira onlar Allah’ın iradesinin yanında insan iradesinin mevcudiyetini kabul etmenin, irade sahiplerini ikileştireceğini düşünerek insan iradesine mevcut nazarıyla bakmamışlardır. Maalesef bu hassas tavrı tam olarak anlayamayanlar Eş’arileri cebr-i mutavassıt olarak nitelendirmişlerse de bu iddia doğru değildir. Çünkü onlara göre de insan tercih edici bir irade ile fiillerini tercih etmekte ve bunun karşılığında da mes’ul olmaktadır.[31]

2.2.5. Son Tahlilde İslam Kelamı

Allah insanı yeryüzünde halifesi olarak yaratmış, ancak O’na ibadet etmesini istemiş, çeşitli emir ve yasaklarla bu dünya hayatında imtihana tabii tutmuş, imtihanı neticesinde cennet ve cehenneminden haber vermiş, doğru yolu göstererek emretmiş ve doğru yolu seçmesi kendisine bırakılarak insana sorumluluk elbisesi giydirilmiştir.[32] Neticede mükâfat veya mücazatın tahakkuku ancak insanın serbest hareketiyle ve hür iradesiyle mümkün ve makul olabilir. Fakat insan iradesi fiillerin meydana gelmesi için tek başına yeterli değildir. Allah’ın iradesinin de insanın tercihlerini onaylaması gereklidir. Son tahlilde; tevhid dini olan İslam, Allah’ı sadece ilmi ve iradesi açısından değil, kudreti açısından da bütün kâinatta en küçük detayına kadar (ilmiyle, iradesiyle, kudretiyle) mutlak hâkim kılmakla birlikte insana da tercihlerinde hürriyet vererek sorumlu tutmuştur.

2.3. KAZA VE KADER ISTILAHLARI

Cürcani’nin tarifine göre “Kaza: Lügat bakımından; hüküm anlamındadır. Istılahta ise; üzerinde bulundukları, ezelden ebede cari olan ahvale göre, mevcudatın a’yanı hakkındaki ilahi ve külli hükümden ibarettir.”[33] Yani bu tarife göre “kaza” Cenab-ı Hakk’ın mahlukatı yaratmadan önce ne zaman ve nasıl yaratılacaklarına dair olarak ezelden hüküm (karar) vermesi demektir.

Yine Cürcani’nin tarifine göre “Kader; Mümkinatın, yokluktan varlığa birer birer, kazaya uygun olarak çıkmasıdır. Kaza ezelde, kader la yezaldedir. Kaza ve kader arasındaki fark şudur: Kaza levh-i mahfuz’da bütün mevcudatın topluca varlığıdır. Kader ise, şartları hâsıl olmasından sonra a’yan içinde, mevcudatın ayrılmış olarak varlığıdır.”[34] Yani “kader” mevcudatın ezelde verilen kazaya (karara) uygun olarak vakt-i zamanı geldiğinde Allah’ın kudretiyle yaratılmasıdır.

Ehl-i Sünnet itikadi mezhepleri ise bu iki ıstılahın esasında müttefik olmakla birlikte lafız açısından birbirinin tersi olarak kullanmışlardır. Maturidiler Cürcani’nin yukarıdaki taksimine göre fikir beyan ederler. Fakat Eş’arilerde ise durum yukarıdaki yaklaşımın tam tersidir. Yani Maturidilerin “kaza” dedikleri şeye Eş’ariler “kader”, Maturidilerin “kader” dedikleri şeye de Eş’ariler “kaza” demektedirler.[35] Benzer bir taksim Eş’ariler ve felsefeciler için de yapılmaktadır.[36]

Her hâlükârda, bu iki ıstılah Allah’ın her şeyi yaratılmazdan önce ilm-i ezelisiyle bilip takdir etmesi ve zamanı geldiğinde kudretiyle ademden vücuda çıkarması (yani yaratması) manalarında kullanılmıştır. Her iki mezhep aynı hakikat üzerinde ittifak halinde olup meselenin esasına müteallik herhangi bir fikri ihtilaf yoktur.

Kaza ve kader meselesini burada zikretmemizin sebebi:

Free Will and Predestination in Early Islam[37]( İslam’ın İlk Dönemlerinde Hür İrade ve Kader[38] olarak Arif Aytekin tarafından Türkçeye tercüme edildi.) kitabının yazarı Oryantalist W. Montgomery Watt kaza ve kader ayrımına kitabında hiç değinmeyerek (iki ıstılaha sanki birmiş gibi yaklaşarak) muhtemel bir kafa karışıklığına sebebiyet vermek istediği aşikârdır. Zira mezkûr kitabın ikinci baskısının önsözünde (muhtemelen gelen itirazlar üzerine) bu hususu sehven unuttuğunu ve ikinci baskıda bir daha düzeltmeye ihtiyaç olmadığını itiraf etmiştir. Bu durum bile oryantalistlerin İslami araştırmalarda ne kadar ciddiyetsiz ve gayr-ı samimi olduklarına bedihi bir delil teşkil etmektedir.

  1. ÖNE ÇIKAN ORYANTALİST İDDİALAR ve YANSIMALARI

Batılılar bilindiği üzere öteden beri Müslümanlara hem maddeten hem de manen galip gelebilmek maksadıyla ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. İşte bu kötü niyetlerinin fikri alandaki bir yansıması olan Oryantalistler İslami hakikatlerle bağdaşmayan çeşitli iddialar ileri sürmüşlerdir. Hususen Osmanlının son dönemlerindeki gerilemenin de tesiriyle gerek İslam dininin esaslarını fikren çürütmeye çalışmak ve gerekse Müslümanların üzerinde maddeten hâkimiyet kurmak ve bilhassa sömürgeciliği devam ettirebilmek ve dahi yaygınlaştırabilmek amacıyla bir nevi Haçlı seferlerini yeni dönemde fikri taarruzlara dönüştürmüşlerdir. Bu meyanda ileri sürülen birçok asılsız ve mesnetsiz iddiaların bir kısmını da İslam’da Kader inancı teşkil etmiştir. Bu hususta kendi içlerinde tutarlı olmayarak birçok çelişkilere düşmekle birlikte akla gelebilecek her türlü mantıksız ihtimalleri bile kesin bir gerçekmiş gibi ele almışlardır. Bu kötü gayelerine uyan her türlü iddiayı dillendirerek İslam akidesine zarar vermeye çalışmışlar ve bunun neticesinde teessüfle ifade ediyoruz ki onların bu menfi tutumu ülkemizde de tesir etmiş ve maalesef bir takım acı semerelerini dahi vermiştir. Şimdi genel hatlarıyla tespit edebildiğimiz kadarıyla bu iddialardan öne çıkanlarına ve ülkemizdeki yansımalarına yer verilecektir.

3.1. “Kader ve İrade Hürriyeti Fikrinin İslam Kaynaklı Olmadığı” İddiası

Birçok Batılı Oryantalist bilinçli bir şekilde İslam’da esasen insanın hür irade sahibi olmadığını bilakis bu görüşlerin (Kaderiye) İslam dışı kaynaklı olduğunu iddia etmektedirler.[39] Bu görüşe tam olarak katılmayıp İslam kaynaklı olduğunu söyleyenler bile az da olsa Hristiyanlığın etkili olduğunu söylemekten kendilerini alamamaktadırlar.[40] Bunun amacı, İslam geleneğinde akılcı bir eğilimin ve irade hürriyetinin aslında Yahudi-Hristiyan geleneğinden kaynaklandığını ispatlamaya çalışmalarıdır.[41] Ayrıca Kader inancının cahiliyeden kalma bir inanç olduğu imasıyla, Kur’an’ın İslam öncesindeki insan yaşamının iskeletini teşkil eden inançları kaçınılmaz olarak aldığını[42] iddia edenler de vardır. Ülkemizde ise bu iddialara kısmi olarak iştirak ederek Hadislerde cebirci anlayışın daha yaygın olması, ecel ve rızkın dehr (zaman) tarafından önceden tayin edilmiş olması gibi anlayışların İslam öncesi cahiliye dönemine ait olduğunu[43] söyleyenlerle birlikte, Kur’an birkaç semantik düzeltme ve yeniliğin dışında İslam öncesi ahlaki dili ve kavramları olduğu gibi kullandığını[44] söyleyerek Oryantalistlerden yaptıkları iktibaslarla bu fikre tamamen katılanlar da vardır. Öyle ki “Benzer bir tezi T. İzutsu da Kur’an üzerine yaptığı iki değerli semantik çalışma ile savunmaktadır.[45]” ifadelerinde kendini gösteren bu oryantalist hayranlığını dile getirmekten çekinmemişlerdir.

3.2. “İslam’da İnsanın Hür İradesinin Olmadığı” İddiası

İslam düşüncesinde tam anlamıyla “Hür İrade” kavramının asla mevcut olmadığını[46], İslam dininde insan iradesine hiçbir değer verilmediğini,[47] Allah’ın hâkim-i mutlak olduğu, insanların ise onun elinde tamamen iradesiz oyuncaklar olduğunu[48] müstehziyane ifade ederek İslam’ın akılcı yaklaşımı mahkûm ettiğini[49] iddia etmişlerdir. Buna mukabil ülkemizdeki bazı akademisyenlerin Oryantalistlerin hakikate aykırı olan iddialarını reddetmektense hayreti mucip bir şekilde onları tasdik edercesine; “Esasen, Watt’ın da tesbit ettiği üzere, gerçek manasıyla hür irade “free will” kavramı İslam Kelam düşüncesinde yer almaz.[50]” ifadelerine yer vermeleri doğrudan doğruya bir etkilenmenin var olduğu ve boyutunu göstermesi açısından kesin bir delil teşkil etmektedir. Bununla kalmayıp işi daha ileri boyuta taşıyarak, Tanrının bildiğini söylemenin özgür iradenin olmadığını ifade ettiğini, çünkü Tanrının bildiğinin kesin olduğunu[51] söyleyerek, (trajikomik bir şekilde) Allah’ı İnsan özgürlüğünün en büyük rakibi olarak gören ve Allah tasavvurumuzun kimin zengin, kimin fakir olacağını, kazaları, felaketleri, vakitsiz ölümleri vs. “ilahi kader” adı altında meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramadığını[52] ileri sürerek bu yanlış imajı öldürmenin zamanının geldiğini söylemekten hicap duymamışlardır. Bir başkası ise başka bir zaviyeden yaklaşıp Fransız oryantalist Ernest Renan’ın 1883 yılında yaptığı bir konuşmasında; İslam’ın kaderci bir din olup serbest düşünceye açık olmadığından Müslümanların bilimde ilerlemesine engel olduğunu[53] iddia etmiştir. Hâlbuki Renan’ın iddiası Kader inancıyla ilgili değildir. Namık Kemal, bu zavallı akademi (!) hocasının vukufsuzluğunu birer birer göstererek, asar-ı cehaletinin ve garezinin neticesinde genel anlamda İslam dinini hedef aldığını[54] söyler. Bu fikirlerden etkilenenlerin İslam’da kader inancını inkâr edebilmek uğruna gerçekleri saptırmaları akademik ve etik kurallar açısından problemlidir.

3.3. “Kur’an’ın Cebr-i Mutlak Fikrinin Dayanağı Olduğu” İddiası

Oryantalistler ahlaki yönden zayıf bir takım insanların kulluk vazifelerini yerine getirmek istememelerinden neş’et eden cebr-i mutlak fikrinin yani Tanrı’ya mutlak bağlılığın böyle abartılı bir şekilde ifade edilmesine, Kutsal Kitabın (Kur’an) sağlam bir dayanak olduğunu[55] savunmakla yetinmemiş daha da ileri giderek Kur’an’ın İslam öncesi şairlerinin öğrettiği kadercilikten çok daha katı bir kaderciliği öğrettiğini gerçeklere tamamen aykırı bir şekilde iddia etmişlerdir.[56] Elbette ki peşin fikirli olarak kader inancını inkâr etmek isteyenler için bu iddialar albenili ve bir o kadar da zehirli bir yem olmuştur. Bu meyanda Watt’ın fikirlerine yer verirken “Kur’an’da ‘dehr’in yerini Allah almış ve insanın hayatı bu sefer, Allah’ın kontrolüne girmiştir. Yani, önceden belirleme fikri başka bir aktörün kontrolünde yine devam etmiştir.[57]” dediği yerde İzutsu’nun da Watt ile aynı kanaati paylaştığını söyleyerek[58] fikirlerine destek veren gayr-i müslim müsteşriklerden iktibas yapmayı ihmal etmeyenler, her nedense geçmiş İslam ulemasının fikirlerine itibar etmemiş ve bu menfi tutumlarıyla onların hakkını hakkıyla takdir etmemeleri sebebiyle –teessüfle ifade ediyoruz- âlem-i İslam’ın manevi tenfirine kendilerini hedef yapmışlardır.

Oryantalistlerin gizli bir desiseleri de bazen olmasını arzu ettikleri şeyin aksini iddia ederek Müslümanların bu iddialarının aksini savunmalarını temin etmeye çalışmalarıdır. Burada da Kur’an’ı cebrin kaynağı olarak göstermişler ve kurdukları bu tuzağa stratejik zekadan yoksun Müslümanları düşürmüşlerdir. Bu iddiaya karşısında bir misal olarak “İnsanın alınyazısı yani ne yapacağı cennetlik veya cehennemlik olduğu alnında da Levh-i Mahfuzda da yazılı değildir. İşte bu manada kader yoktur.[59]” cümlesini nazarlarınıza arz ediyoruz. Aynı şahıs Oryantalistlerin bu gizli tuzağına düştüğünün farkına varmadan İronik bir şekilde “İslam’ı kendi anarşist düşüncelerine alet eden kimseler veya İslam’ın aleyhine olmak üzere misyonerlerin ve müsteşriklerin, İslam’a yanlış, sapık fikirler sokmaya çalışanların oyununa gelen kimselerdir.[60]” ifadesinde kendisini de tarif ettiğinin herhalde farkında değildir.

Hâlbuki yukarıdaki ayetlerden verdiğimiz misalleri göz önüne aldığımızda insanın seçme hürriyetinin olduğu net bir şekilde anlaşılmakta ve insanın sürekli olarak aklını kullanması gerektiği vurgulanmaktadır. İşin aslı onların bu tutumları bizim için şaşırtıcı değildir. Bilakis asıl şaşırtıcı olan şey İslam’a hizmet etme iddiasında olanların bu fikirleri bilinçsizce savunmalarıdır.

3.4. “Kur’an’da En Fazla Çelişki Hür İrade ve Kader Doktrinindedir.” İddiası

Muannid müsteşrik Goldziher, Kur’an’dan bu mesele kadar hakkında zıt hükümler çıkarılmış olan başka bir akaid meselesinin olmadığını büyük bir heyecanla iddia etmiş ve iddiasını “İnsanda cüz-i irade olduğunu söyleyenler, aynı Kur’an’dan külli iradenin tam aksine sonuçlar veren kesin açıklamalar yapıyorlardı.”[61] diyerek temellendirmeye çalışmıştır. Aynı paralelde, Allah’ın bütün kâinatın mutlak hâkimi olmasıyla insanın ahlaki açıdan sorumlu olması arasındaki tezadın Müslüman aklında herhangi bir çelişkiye neden olmamasını[62] soran Wensinck, farkında olmadan aslında kendi zihninin bu konunun idrakinde yetersiz kaldığını itiraf eder gibidir. Ama ülkemizdeki Batı muhipleri onları bu fikirlerinde elbette yalnız bırakmayacak ve “Eğer Tanrı, insanın ne yapacağını daha önce tayin ediyorsa insanın yaptığı işlerden sorumlu olmaması lazım gelir.[63]” diyerek Kur’an’da geçen kader kelimesine ve türevlerine farklı bir anlam yüklenerek böyle bir inancın ortaya çıkarıldığını[64] iddia edecek kadar hakikatten uzaklaşmaları calib-i dikkattir. Bazıları kimseler ise bu vaziyet karşısında acizliğini dile getirerek “Goldziher’in Kur’an ayetlerinde çelişki bulunduğuna dair olan eleştirilerine nasıl cevap verilmelidir?” demekten kendini alamaz.[65]

3.5. “Hz. Muhammed Mekke’de Hürriyetçi, Medine’de Kadercidir.” İddiası

İslami akidelere binde bir ihtimalle bile olsa zarar verebilmek ümidiyle ellerinden gelen her türlü saçmalıkları söylemekten ictinab etmeyen azılı müsteşriklerden Goldziher, Hz. Peygamber’in Mekke’deki ilk dönemlerde sorumluluğu ve irade-i cüz’iyeyi tamamı ile kabul ettiğini, daha sonraları (gücü ele geçirdiğini ima ederek) Medine’de giderek bireysel hürriyetsizlik ve mutlak kadercilik doktrinine vardığı safsatasını dile getirmiştir.[66] Aynı konuya farklı bir zaviyeden yaklaşan Ringgren ise (Hz.) Muhammed’in tebliğinin son dönemlerinde fatalistik (kaderci) karakterli ifadelerin yer aldığını iddia ederek, Hz. Peygamber’in ilgisinin başlangıçta ahirete müteallik olduğunu ve bunu takiben daha sonraları Allah’ın mutlak hâkimiyetine yoğunlaştığını[67] söyleyerek hem İslam’ın iman esaslarına hem de Hz. Peygamber’in şahsiyet-i maneviyesini lekelemeyi hayal etmişlerdir. Araştırmamızda bu iddianın Türkiye’deki yansımalarına çok şükür ki rastlamadık. Heyhat, o damen-i muallaya böyle pest şüphelerin pis elleri elbette ki yetişemez.[68]

3.6. “İrade Hürriyeti ile İlgili Hadislerin Korunmadığı” İddiası

Bu mevzuyla ilgili olarak oryantalistler arasında esas itibarıyla farklı iddialar dile getirilmekte ve kendi aralarında bile fikri bir tutarlılık sergileyememektedirler. Zira meslekleri İslam âleminde fesat çıkarmak olan oryantalistlerden bilimsel etiğin gerektirdiği metodolojik bir tutarlılık ve hakkaniyet ölçülerine tabi olmalarını beklemek muhali talep etmek gibidir. Bu hususta Wensinck önceleri Hadislerde insan hürriyeti fikrinin olduğunu kabul etmiş fakat daha sonra Hadis geleneğinin irade hürriyetini savunan bir tek hadis bile muhafaza etmediğini[69] iddia etmiştir. Bu fikri temellendirmek için Watt, hadislerde kendine yol bulduğu görülen deterministik (kaderci) görüşlerin İslam öncesi materyallerden (cahiliye şiiri) neşet ettiğini[70] ileri sürerken, Ringgren Hadislerin kader konusundaki kelami tartışmalardaki (kaderci) delillere olan ihtiyacı gidermek için uydurulmuş olduğu iddia edecektir.[71] Metot olarak şüpheli ilmi hedefi[72] benimseyen oryantalistler bu tarz bir yaklaşımla bir taşla iki kuşu birden vurmaya çalışarak hem İslam’da kader inancına hem de hadislerin güvenilmez olduğuna dair asılsız sözler sarf etmişlerdir.

Ülkemizde farklı saiklerle de olsa aynı fikirleri dile getirenler İslam akidesinin muhkem kalesine atılan mezkûr taşın iki hedefe birden isabet etmesine kendi elleriyle yardım ederek, hem Kur’an’da sadece beş iman esası olduğu halde Hadislerde kadere imanla birlikte bu sayının altıya çıkarıldığını hem de Cibril hadisinin bir kısım rivayetlerinde kadere imanın zikredilmemesinin, bunun sonradan ilave edilmiş olabileceği ihtimalini ortaya çıkardığını[73] savunmaya çalışmışlardır. Bu fikrin dolaylı ikincil bir yansımasına “Ayetlerde olmayan kader/kaza inancının hadislerle oluşturulduğu görülmektedir.[74]” ifadesinde hayretle tesadüf etmekteyiz.

Makam münasebetiyle Hadisleri itibarsızlaştırma gayretlerinin bir başka yansımasını burada zikretmek mecburiyeti hâsıl olmuştur. İslam dininin iki esas kaynağının Kur’an ve Hadisler olduğu bütün ümmetin icmâ’ıyla kabul edilen bir hakikat olduğu halde gayet pervasızca “Dinin bir kaynağı ve birinci kaynağı akıldır. Aklın verdiği hüküm din hükmüdür. Akıl sözsüz, yetenek halinde vahiydir. Dinin ikinci kaynağı Kur’an’dır… İslam dininin iki bilgi temel kaynağı akıl ve Kur’an’dır.[75]” diyenler oryantalistlerin amacına hizmet etmekten başka ne yapmışlardır? Zaten Aydınlanma’dan maksat, dinin yönlendirici olmaktan uzaklaştırılması ve yerine aklın ikame ettirilmesidir.[76] Bu ikameye delil teşkil etmesi açısından “İnsan aklı ile doğru hüküm verebilir ve aklın verdiği hüküm Allah’ın hükmü olur. [77]” ifadelerine bakılabilir.

Hadisleri güvenilir olarak kabul etmeyenler kitaplarında “Aristo’nun fikrini almak istiyorum. Ben bu fikre kendim ulaşmıştım… Aristo şöyle diyor: “Akıl daima doğrudur. Fakat arzu ve tahayyül ise bazen doğru ve bazen yanlış olur.” (Aristo, On the Soul)[78] ifadelerine yer verirken hem kendileriyle iftihar etmişler hem de Aristo’nun sözlerinin günümüze ulaştığını kabul etmişlerdir.

Acaba Hz. Peygamber’den yaklaşık 1000 yıl önce yaşayan Aristo’dan nakledilen bir söze itibar eden bir zihniyet, hangi mantıkla Hz. Peygamber’den nakledilen hadislere -günümüze 1000 yıl daha yakın olduğu halde- itibar etmez ve hadisleri kolaylıkla inkâr eder. Bu vaziyet karşısında vicdanı tefessüh etmeyenlerin acı teessüflerini müşahede etmekteyiz. Hz. Peygamberin sözleriyle de en azından aynı seviyede iftihar etmeleri ve Aristo’nun sözlerine inandıkları kadar dinin kaynağı olarak hadisleri de kabul etmeleri gerçek bir İslam âliminden beklenen tavır olmalıdır.

3.7. “İslam Dini Kadercidir.” İddiası

Bu iddiayı genel olarak şöylece ifade ederler: İslam’ın temel yaklaşımı kadercilikten yana[79] olduğu gibi Müslümanlar arasında daha çok fatalizm vardır.[80] Çünkü onlara göre; Kur’an’ın tevhid dini mesajı, umumiyetle dönemin Araplarının düşünce dünyasının kavramlarına uygun olarak ifade edildiğinden[81] ve o zamanın Araplarında da katı bir kadercilik süregeldiği için İslam da aynı çizgi üzerinden kaderci olarak söylem geliştirmiştir.

Sadece bu iftirayla yetinmeyen ve nefreti hakikati görmesine engel teşkil eden Macdonald işi Müslümanlara hakaret edecek seviyesizlikteki bir derekeye taşımış ve “Halen Müslümanların büyük çoğunluğu yarı–şuursuz bir şekilde Allah her yerdedir ve her şeyi kendi iradesiyle elinde tutar.”[82] demekten kendini alamamıştır. Aynı kanaati taşıyanlar bu meseleye kendilerince bir günah keçisi de bularak, Emevi halifeliği döneminde halifenin kararlarına karşı çıkmanın Allah’a karşı çıkmak şeklinde kabul ettirildiğini ve bu düşüncenin geniş halk kitleleri arasında yaygınlaştırıldığını[83] ifade edeceklerdir. Hatta işi daha da ileri boyutlara götürüp İslam Ümmetinin kahir ekseriyeti olan Ehl-i Sünnet’in hicrî birinci asırdan itibaren oluşturduğu “ilâhî kader” tarihinin, büyük ölçüde bir yanlışı ve giderek de bir nevi ahlaksızlığı meşrulaştırma tarihi olduğu[84] iddia ederek, hakaret dozajında Macdonald’ı geride bırakmışlardır. Gerçi din kardeşleri için “Avam dediğimiz, böcekler gibidir; bin yıl yaşasa da karınca karıncadır, solucan solucandır, tekâmül etmezler. Onları hiç kale almayalım.[85]” ifadelerini hiç çekinmeden dile getiren bir zihniyetten de ancak bu beklenir.

Aslında oryantalistler kendilerini o kadar çok etkilemiştir ki işi sadece Müslümanlara hakaret düzeyinde bırakmayıp İslam ulemasına kadar dil uzatılmış ve Kaderin insanın alınyazısı olduğuna inanan din hocalarının bunu yani kaderin kâinat nizamı olduğunu kavrayamadıklarını[86] iddia etmişlerdir. Keşke iş burada kalsaydı ve “Eş’ariliğin oluşturduğu kader teorisinin merkezinde yer alan, mülkünde kuralsız, kanunsuz, ahlaksız (çünkü ahlak bize hastır) tasarrufta bulunan Allah tasavvuru, İslam dünyasındaki birçok ahlaksızlığın, hastalığın nedenidir.[87]” ifadelerini buraya almak durumunda kalmasaydık. Burada çok büyük bir safsata vardır. Eğer ahlak biz insanlara has ise ahlaksızla muttasıf olması gereken de yine biz insanlar olmalıyız. Zira Allah’ı bununla muttasıf kılmak çok basit bir mantık aldatmacasıdır. Kader inancını inkâr etmek uğrunda Rabbülalemin için akla hayale gelmeyecek sözlerin pervasızca sarf edildiği ahlaksız bir zihniyetin deniyetini hayretler içinde görmek hakikaten üzüntü vericidir. “Onlar Allah’ı hakkıyla tanıyıp takdir edemediler.[88]” Rabbimiz bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın.

3.8. “Kadere İnancının Müslümanları Tembelleştirerek İslam Âleminin Geri Kalmasına Sebep Olduğu” İddiası

18. ve 19. asırlarda Batılıların elde ettikleri maddi ve ilmi kuvvet, ilim adamlarının, tarihçilerinin ve yazarlarının kendilerine aşırı derecede güvenmelerine yol açtı.[89] Bizde de maalesef tam tersi bir aşağılık kompleksi oluştu. Zira Batının ilerlemesine karşın Osmanlı’nın son dönemlerindeki maddi gerileme sebebiyle Oryantalistler güçlü olan haklıymış gibi bir zehaba kapılarak İslami hakikatlere daha fazla saldırmaya cür’et etmişlerdir. Özellikle Kader inancının Müslümanları tembelleştirerek geri kalmalarına sebep teşkil ettiği fikrini her fırsatta serrişte etmeye başladılar. Öyle ki kader meselesini dillerine dolayan Oryantalistler, Müslümanların geri kalmasının müsebbibinin İslam dini olduğu iddiasıyla bir propaganda başlatmışlardır.[90] O zaman ki Osmanlı ulemasının onların bu çarpıtıcı iddialarına gayet mantıki ve güzel cevaplar verdiğini görüyoruz. Fakat maalesef içimizdeki bu kompleks sebebiyle aynı paraleldeki fikirler daha sonraki tarihlerde de devam ederek günümüze kadar ulaşmıştır. Şimdi bu iddialardan bazılarını ele alalım; “Bu determine olma hissi, başkasının (Allah’ın) ellerinde pasif olma duygusu, zihinlerin derinliğinde ve bunun ötesi kendilerine İslam’ın geldiği Orta-Doğu halkında gayr-ı şuuri olarak yer edinen bir düşünceydi.”[91] “Fatalizm, iklimin sebebiyet verdiği ataletin iyice akla uygun hale getirilmesiydi.”[92]

İslami hakikatleri savunmak yerine yukarıdaki iddiaları doğru olarak kabul eden anlayış bilmecburiye suçu isnad edecek bir günah keçisi bulmak zorunda kalacaklardır. İşte bunlardan bazıları;

  • “Şimdi, Müslüman olmayanların iddia ettikleri gibi Müslümanlar Kur’an’a inandı ve iradelerini Allah’a teslim ettiler ve böylece iradesiz kalarak tembel oldular ve geri kaldılar, demelerinde cebriye veya yarı cebriye fikrinin hiç rolü yok mudur?[93]”
  • “Çalışmayıp açlıktan sürünenler suçu kadere yüklemiş, kurallara uymayıp trafik kazası yapanlar… Suç işleyip hapishanelere dolan ne kadar kâtil, hırsız, tecavüzcü, müfteri, uyuşturucu veya kadın tüccarı vb. kişiler için hükümetler bile “kader kurbanları” nitelemesi yaparak suçu kadere yüklemektedir.[94]“ Devamında ironik bir şekilde; “Böylece oryantalistlerin ve İslam-sevmezlerin eleştiri ve saldırıları için uygun bir ortam ve malzeme hazırlanmaktadır.[95]” ifadeleri yer almaktadır.

Bu iddialara yine son dönem Osmanlı ulemasının ağzıyla cevap verelim ki safi zihinler bu yanlış fikirlerden etkilenmesinler.

Osmanlının son Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi bu fikirleri savunan Haşim Nihat’a reddiye olarak yazdığı eserinde “Para kazan, aç sefil kalma, karnını doyur, lokmayı ağzına götür, yorulunca dinlen… tarzındaki nasihatçilerden insanlar değil hayvanlar bile müstağnidir. Belki ulemanın vazifesi; dünya menfaatlerini istihsal ederken ahireti unutmayarak hak ve adalet gözetmek, namus dairesinde hareket etmek… Allah’a tevekülle mesaide yeis ve fütura düşmemek, kendi kuvvetine böylece bir manevi kuvvet zammetmek gibi faideli ve nurlu yolları insanlara göstermektir… Kader ve tevekkülün manaları hakkındaki galat telakkilerini anlatmak değil de, halkın ahlaki seciyelerini yeniden ihya ve iade etmek vazife olur.[96]”

Aynı meseleye Mevkifü’l-Beşer Tahte Sultani’l-Kader isimli eserinde de değinerek; “Bu akide insanı, kaderi beklediği için dünya ve ahirette faydalı işleri bırakmaya ve tembelliğe götürüyor da niçin yine fiil ve amel cinsinden olan çirkin işleri ve ma’siyetleri terke götürmüyor. Onların hastalığının esası din zayıflığından doğan kalp (iman) zayıflığıdır.[97]” şeklinde farklı bir açıdan mukni’ bir cevap vermiş ve “Bu zaman insanının dünyayı terk etmesi kaderden değil tembellik ve üretici çalışmanın yolunu bilmemek gibi başka bir sebeptendir.[98]” diyerek çözümü başka mahfillerde aramak gerektiğine işaret etmiştir. Aynı hususa işaret eden Bediüzzaman “Evet, ma’nen terakkî etmeyen avâm içinde kaderin cây-ı isti’mâli var. Fakat o da mâziyât ve mesâibdedir ki, ye’sin ve hüznün ilacıdır. Yoksa me’âsî (günah) ve istikbâliyâtta cârî değildir ki, sefâhete ve atâlete sebeb olsun. Demek kader mes’elesi, teklîf ve mes’ûliyetten kurtarmak için değildir. Belki fahir ve gururdan kurtarmak içindir ki, îmâna girmiş. Cüz’-i ihtiyârî, seyyiâta merci’ olmak içindir ki, akîdeye dâhil olmuş. Yoksa mehâsine masdar olarak tefer’un etmek (firavunlaşmak) için değildir”[99] diyerek oldukça orijinal bir açıdan hikmet gözüyle meseleye çözüm getirmiştir. Kaderi inkâr edenlerde görülen tekebbür hali, kendilerini sürekli methetmeleri ve insanlara karşı böbürlenmelerinin altında işte bu dakik sırrı anlamamaları yatmaktadır.

O zamanın basın-yayın organlarında da bu mesele çok mevzu bahis olmuştur. Misal olarak Derviş Vahdeti’nin Volkan gazetesindeki bir yazısından iktibas yapalım. “Kader diye anlaşılamayan hal netice-i teşebbüsatımızdır. Onu kimseye Allah bildirmemiştir. Makul olan her şeye teşebbüs edelim.[100]“ Ferit Kam hoca da Kader inancını itham edenlere karşı “Eğer İslam’a isnad olunan bu manasız tevekkül haklı olaydı, bugün İslam’ın namı yalnız tarih sayfalarında kalırdı… Dünyada hiçbir akıl sahibi yoktur ki, tarlasını ekmeden karşısına geçip otursun da hasat zamanı birçok mahsul almak ümidinde bulunsun.[101]” demekle Osmanlı tokadı niteliğinde tarihi ve zirai bir zaviyeden müthiş bir cevab-ı müskit vermiştir.

3.9. “Kur’an Hürriyetçi, Hadis Kadercidir.” İddiası

Son oryantalist olarak kabul edilen ve üslubundaki kelime oyunlarıyla kendisini yakinen bildiğimiz Watt, Kur’an ile Hadis arasında sanki bir zıtlık varmış ve birbirlerine aykırıymış gibi bir vehmi hissettirerek çoğu Hadisin fatalistik öğretisi ile Kur’an’ın anti-fatalistik öğretisinin arasındaki tezadı -nasıl olur da- az sayıda Müslümanın farkına varabilmiş olmasını tuhaf karşılar [102] ve “Kur’an’ın esas İslam’ında kader büyük bir çabayla reddedilir.”[103] diyerek bu iddiasını desteklemeye çalışırken yine kelimelerin ardına gizlemeye çalıştığı art niyetini yine aynı kelimelerde göstererek (Kur’an’ın esas İslam’ı), sanki İslam düalizmi varmış ve Kur’an ile Sünnet’in İslam’ları yekdiğerine mugayirmiş gibi safi zihinleri cerh etmeye çalışmaktadır. Hatta başka bir yerde Kaderi inkâr edenlerin hür irade fikrine karşı çok güçlü argümanların Hadislerde bulunduğunu iddia ederek[104] sanki Hadislerin kaderci olduğuna dair gizli bir şüpheye sezdirmeden zemin ihzar etmektedir. İşte bu şekilde ucuna zehirli bir yem taktığı zokasını zamanın bulanık suyuna atacak ve elini bile kıpırdatmadan birçoklarını kendi sapık fikirlerine hizmet ettirecektir. Kur’an’ın hürriyetçi olduğunu savunmaya çalışmak işte tam da bu açıdan tehlike arz etmektedir. Bu iddiayı ispatlamaya çalışanlar “Davud Rehber, Kur’an’da kullanılan bu fiilleri ve türevlerini tek tek tahlil ederek hiçbir yerde Allah’ın insan davranışını önceden belirlemesi anlamında cebir ve zorlama içermediğini gayet açık bir şekilde ortaya koymuştur.[105]” iktibasını yapmak suretiyle hem Kur’an’a bütüncül yaklaşmaktan uzak kalmışlar hem de farkında olmadan Hadislere karşı dolaylı bir ithama hizmet ederek isabet etmemişlerdir.

  1. UMUMİ DEĞERLENDİRMELER

4.1. Aydınlanma çağının etkisiyle fikir, dini hakikatlerin akla boyun eğmesini tercih etmiş[106] ve bunun neticesinde bazı Avrupalı düşünürler İslam dinini “kadercilik” ile itham etmişlerdir. Kader meselesiyle ilgili hemen her metinde bu oryantalist telakkinin mevzu bahis edilmesi, tesirin derecesinin büyüklüğünü göstermesi[107] açısından dikkat çekicidir.

4.2. Resme külliyen nazar edemeyenler için Mustafa Sabri Efendi’nin diliyle cevap vermek yerinde olacaktır; “Kaza ve kader inancının insanları tembelliğe sevk ettiği, bu sebeple Müslümanların diğer milletler arasında gerilediği iddiası uzun zamandan beri İslam memleketlerinde kabul görmüştür. Bu fikri yayanlar, bu yolla İslam’a hizmet ettiklerini iddia ederek Müslümanların inançlarının hatalı olduklarını söylemek suretiyle onları birer birer dinlerinden soğutmaya çalışan mülhid (inançsız ve oryantalist) kişiler olduğu halde bazı din âlimleri bu propagandaların tesiri altında, tevekkül, kaza ve kader gibi konularda Müslümanların inançlarının hatalı olduğu hususunda olmasa bile bu konuları yanlış anladıkları hususunda kitaplar yazdılar. Bunu yaparken çoğu zaman hataya düştüler.[108]” Zira Ferit Kam’ın da dediği gibi “Müslümanlar ‘Ne yapalım kader böyle imiş’ sözünü bir emr-i vâki (musibet) karşısında teselli için kullanırlar. Beşer tedbiri biterse, bu söz o zaman tekrar olunur. İşte gerçek bir Müslümanın itikadı bu merkezdedir… Demek ki hata İslamiyet’in bu itikadında değil, belki bu itikadın bazı kimseler tarafından yanlış tefsir edilmesindedir.[109]” Aynı duruma işaret eden İzmirli de bazı Avrupa müelliflerinin İslami akideleri Cebriye mezhebi olarak bilmelerinin tamamıyla gaflet eseri[110] olduğu kanaatindedir. Zira Oryantalizmin söylemine bakıp ta, dünya tarihi içinde Asya’nın Avrupa’nın silik bir kopyası olduğu düşünmek isabetli değildir.[111]

4.3. “Acaba İslamiyet namına bu akidelerin (kaza, kader, tevekkül) neresi muhtac-ı tashihtir ve neresi yanlıştır?[112]” diye soran Şeyhülislam’ın yine kendisi İslam âlimlerinin asıl vazifelerinin bu akidelerin beşerin çalışmasına mani olmayacağını insanlara anlatmak ve güzelce izah etmek olduğunu ifade ettiği yerde, kaderi yanlış telakki eden avam-ı Müslim’ini ayıplayanların aslında kendilerinin de bu ince noktayı tefrik etmekten aciz olduklarını ve kaderi ve tevekkülü avam gibi anlayıp yanlış telakki ettiklerini[113] söyler.

4.4. Bunun bir sebebi de eski âlimlerin görüşlerinin farklılık ve kapalılık arz etmiş olmasıyla birlikte, sonraki gelen sathi zihinlerin bunu kavramayıp hak yoldan sapmış olmalarıdır. Hatta bazı batı felsefecileri ve onların fikirlerini aynen takip eden oryantalist muhipleri, Ehl-i Sünnet görüşünün Cebriye görüşüyle örtüştüğünü zannederek veya Cebriyeye yapılan tenkid ve itirazların Ehl-i Sünnetin görüşü için de geçerli olduğunu sanarak[114] oryantalistlerden etkilenerek büyük bir hataya sürüklenmişler ve çözümü kader akidesini inkâr etme cihetinde aramışlardır. Bu durum karşısında tepkisiz kalmayıp “Yazıklar olsun kaza ve kaderi yanlış anlayanlara ve Hakk’a tevekkülü su-i tefsire uğratanlara!..[115]” diyerek haykıranlar geçmişten günümüze seslenir gibidirler.

4.5. Kaza ve Kaderle, insan hürriyetini ve iradesini uyuşturamayanlar çoktur. Bunun başka bir sebebiyse kaza ve kadere antropomorfik (kıyasun ani’l-insan) mana verilmesidir.[116] Hâlbuki meseleyi teenni ile tefekkür eden bir zihin kadere iman etmenin Allah’ü Teala hazretlerine imanda dâhil olduğunu yakinen anlayacaktır. Çünkü kaza ve kadere imanın; Allah’ın ilim, irade ve kudret (tekvin) sıfatlarının bütün kâinata şümullerini bilip tasdik ettikten sonra hâsıl olan bir neticeden ibaret olduğu[117] muhakkik ulema beyninde aşikârdır.

4.6. Yapılan temel hatalardan birisi de, Allah’ın ilim ve iradesiyle insanın ihtiyari amellerini uzlaştırmak isterken belki de aklın erişmekten aciz olduğu bir şeyle meşgul olup bizim için kapalı olan bir imtihan sahasına yani sırr-ı kadere nüfuz etmeye çalışmaktır.[118] Zira Bediüzzaman Said Nursi’nin Kader Risalesinde ifade ettiği gibi “Kader ve cüz’-i ihtiyârî, İslâmiyet’in ve îmânın nihâyet hududunu gösteren, hâlî ve vicdânî bir îmânın cüz’lerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir.[119]” Bu sırrı anlayamayanlar kendileri gibi mahlûk olan zaman ve mekân sınırları içerisindeyken o küçücük sınırlı akıllarıyla zamandan ve mekândan münezzeh olan Hâlık-ı zül Celâl’in ahvalini tamamen anlamaya çalışmaları haddi aşmaktır ve akl-ı beşerin fevkindedir.

4.7. Oryantalistlerin dinimiz hakkında bazı bahisler tanzim ederek bizim “kültürlülerimizin” gözlerini kamaştırmış, batılı araştırıcılar karşısında hissettiğimiz kompleks, noksanlık ve kendimize güvensizlik duygusu en nihayette şarkiyatçılara sevgi ve hürmet duygusuna dönüşerek devam etmiştir.[120] Oryantalistlerin bu iddiaları koro halinde ve ısrarla tekrarladıkları ve bu tekrarın etkisiyle Müslümanları dinlerinden ve İslami hayat tarzından koparmaya yönelik siyasi bir proje olduğu aşikârdır.[121] Öyle ki din âlimlerinin manevi mücadelede pasif olmaları, vahye saldıran oryantalistlere meyletmeleri, batılı hayat tarzına özenmeleri ve bu hücumlarla karşı karşıya gelmeksizin kader gibi dini akidelerimizi değiştirmeye kalkışmaları son derece çirkin bir zaaftır.[122]

4.8. Oryantalistlerin eserlerindeki bilgileri olduğu gibi alarak (İktibas Şahitliği) bir nevi onların bilgilerini şahit göstermek ne kadar doğrudur? Zira klasik doktrinde Müslüman olmayan için velayet statüsü tanınmadığından gayr-i müslimlerin Müslümanlar hakkında şahitlik yapması mümkün görülmez.[123] İşte bu sebeple burada bir öneri niteliğinde artık oryantalistlerin eserlerinden iktibaslar yaparak yani onların yalan yanlış bilgilerini şahit göstermekten özellikle ilahiyat akademisinin vazgeçmesinin zamanı gelmiştir. Zira ilmimizi ve tarihimizi bilmemiz için Batılı kaynaklara itimad etme zamanı geçmiştir. Onların isteklerinin aksine dinimize ve dindar olan âlimlerimize tam güvenme zamanı gelmiştir.[124] Aksi halde dindar olmayan akademisyenlerin[125] pozitivist bilimin etkisiyle meydana elde ettikleri yanlış bilgiler yüzünden dini akidelerimizden daha da uzaklaşmak zorunda kalacağız. Ama çok yakın bir istikbalde -Allah’ın izniyle- gelecek nesil şarkiyatçılara nasıl böyle aldanıldığına hayret edeceklerdir.[126]

4.9. Kader inancında mündemiç olan bir diğer mühim mesele de otoritenin kimin elinde olduğu mevzusudur. Zira kulların Allah’ın (haşa) güç yetiremediği şeylere güç yetirdiklerini iddia edenler, Rabbülâlemîn için tanımadıkları otorite, güç ve imkanı, kullarına vermiş olurlar ki Cenab-ı Hak, yalancıların, iftiracıların ve azgınların sözlerinden münezzehtir.[127] İmam Eş’ari’nin bu husustaki tespiti hakikaten takdire şayandır.

  1. SONUÇ

Oryantalistlerin İslam’da kader ve insan iradesi bağlamındaki iddialarının hemen hepsini dikkatle incelediğimizde kendi aralarında ve eserlerinde bile oldukça tutarsız ve bilimsel etikten uzak olduklarını görülmektedir. İddialarındaki bütün bu yanlışlar sadece paradigmalarından kaynaklanmamaktadır. Ayrıca eserleri, içten içe İslam dinine karşı duydukları nefretin tecessüm etmiş bir hali olarak, mütalaa edilmektedir.

Oryantalistlerin gizli bir desiseleri de bazen olmasını arzu ettikleri şeyin aksini iddia ederek Müslümanların bu iddialarının aksini savunmalarını temin etmeye çalışmalarıdır. Bu münasebetle Oryantalistlerin İslami araştırmalarda ne kadar ciddiyetsiz ve gayr-ı samimi oldukları bedihidir.

Ülkemizde Oryantalistlerden menfi cihette etkilenerek kader inancını şiddetli bir şekilde inkâr etmeye çalışanlar, İslam âleminin geri kalmasının veya toplumdaki bir takım ahlaki zafiyetlerin bulunmasının ardında kader inancının yattığına kendilerini inandırmışlardır. Halbuki aynı kader inancıyla asırlardır âleme üstün gelen İslam medeniyetini görmezden gelmek en hafif tabirle gaflettir.

Netice itibarıyla bizde oluşan kanaat ve hakikat şudur ki; bütün bu menfi vaziyetin yegâne sebebi son yüz yıldaki dinsizlik cereyanının etkisiyle Müslümanlarda etkisini gösteren imâni ve ona bağlı olarak ahlaki yozlaşmadır. Âlimlere düşen vazife de öncelikle insanlarımızı iman cihetinde yetiştirmek ve imanın bir yansıması olan güzel ahlakla teçhiz etmek olmalıdır. Yoksa ahirete, ceza gününe, cennet ve cehenneme imanı zayıf olanlar hırsızlık yaptılar diye suçu İslam’da ahiret inancında bulup ahireti inkâr etmek akıl karı değildir.

Ayrıca sözde münevverlerin ve akademisyenlerin oryantalistlerin fikirlerine aldanmalarında her zaman bir art niyet aramak isabetli olmayabilir. Çünkü insan fıtratı mucibince sürekli olarak hakikati merak eder ve araştırır. Bazen yaptığı araştırmalarda farkında olmayarak aldanabilir veya maalesef şuursuz bir şekilde aldatabilir. Bütün bu ihtimalleri göz önünde bulundurarak herkesin kendisine ve sözlerine çok dikkat etmesi gerekir. Zira farkında olmadan İslam düşmanlarının tuzağına düşerek onların sapık fikirlerine hizmet ediyor olabiliriz. Dolayısıyla herkesin kendi kalbini yoklaması gerekmektedir. Allah etmesin farkında olmadan “dindar olmayan akademisyenlere” dönüşebiliriz.

İşte bu sebeple biz daima Rabbimizin bize öğrettiği şekilde şöylece dua etmeliyiz:

“Sana Kitâb’ı indiren O’dur; onun bir kısmı muhkem âyetlerdir ki onlar kitâbın anası (esâsı)dır, diğerleri ise müteşâbih (âyetler)dir. Ama kalblerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onun te’vîlini aramak için hemen müteşâbih olanının peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vîlini ancak Allah bilir. İlimde râsih (derinleşmiş) olanlar da. (Onlar:) ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz tarafındandır!’ derler. Ve (ondan, selîm) akıl sâhiblerinden başkası ibret almaz.

(Hem onlar derler ki:) ‘Rabbimiz! Bizi hidâyete erdirdikten sonra kalblerimizi (haktan) eğriltme! Ve bize, tarafından bir rahmet ihsân eyle! Şübhesiz ki Vehhâb (çok ihsân edici) olan, ancak sensin!’” Amin…

Dipnotlar

[1] İnsan 76/30

[2] Saffat 37/96

[3] Kamer 54/49

[4] Hadid 57/22

[5] Buruc 85/16

[6] Kasas 28/68

[7] Zümer 39/62

[8] Fatır 35/3

[9] Kehf 18/23-24

[10] Yasin 36/82

[11] Kehf 18/29

[12] Nisa 4/110 – 111

[13] Enbiya 21/23

[14] Müslim, İman

[15] Buhari, Kader 11

[16] Müslim, Kader 8

[17] Buhari, Kader 4, Müslim, Kader 6

[18] Ebu Davud, 3855

[19] Şehristani: Milel ve Nihal, Çev. Mustafa Öz, İstanbul, Litera Yayıncılık, 2011, s. 57

[20] Gölcük, Şerafeddin: İslam Akaidi, Konya, Esra yayınları, 1994, s. 176.

[21] Gölcük, Şerafeddin: İslam Akaidi, Konya, Esra yayınları, 1994, s. 178.

[22] Şehristani, Milel ve Nihal, Çev. Mustafa Öz, İstanbul, Litera Yayıncılık, 2011, s. 85

[23] Gölcük, Şerafeddin: İslam Akaidi, Konya, Esra yayınları, 1994, s. 176.

[24] Gölcük, Şerafeddin: İslam Akaidi, Konya, Esra yayınları, 1994, s. 178.

[25] Şehristani: Milel ve Nihal, Çev. Mustafa Öz, İstanbul, Litera Yayıncılık, 2011, s. 85

[26] Sadeddin-i Taftezani: Şerhu’l Akaid, Çev. Talha Hakan Alp, İstanbul, Yasin Yayınevi, 2008, s. 208.

[27] Gölcük, Şerafeddin: İslam Akaidi, Konya, Esra yayınları, 1994, s. 176.

[28] Topaloğlu, Bekir: Kelam İlmi, İstanbul, Damla Yayınevi, 2004, s. 146.

[29] Şehristani: Milel ve Nihal, Çev. Mustafa Öz, İstanbul, Litera Yayıncılık, 2011, s. 93.

[30] Topaloğlu, Bekir: Kelam İlmi, İstanbul, Damla Yayınevi, 2004, s. 146.

[31] Gölcük, Şerafeddin: İslam Akaidi, Konya, Esra yayınları, 1994, s. 178 – 179.

[32] Gölcük, Şerafeddin: İslam Akaidi, Konya, Esra yayınları, 1994, s. 179.

[33] Seyyid Şerif Cürcani: Ta’rifat (Terimler Sözlüğü), trc. Arif Erkan, İstanbul, Bahar Yayınları, 1997, s. 181.

[34] Gölcük, Şerafeddin: İslam Akaidi, Konya, Esra yayınları, 1994, s. 179.

[35] Yüksel, Emrullah: Sistematik Kelam, İstanbul, İz Yayıncılık, 2012, s. 71.

[36] Sırrı Giridi: Nakdül Kelam fi Akaidi’l-İslam, Dersaadet, h. 1324, s. 117.

[37] Watt, W.Montgomery: Free Will and Predestination in Early Islam, London, Luzac & Company LTD, 1948.

[38] Watt, W.Montgomery: İslam’ın İlk Dönemlerinde Hür İrade ve Kader, trc. Arif Aytekin, İstanbul, Bereket Yay, 2011.

[39] Goldziher, Ignaz: Introduction to Islamic Theology and Law, İngilizceye trc. Andras and Ruth Hamori, New Jersey, Princeton University Press, t.y., s. 81.

[40] Wensinck, Arent Jan: The Muslim Creed, New Delhi, Oriental Books R.C., t.y., s. 52.

[41] Taşcı , Özcan: Kader ve İnsanın Sorumluluğu, İz Yayıncılık, İstanbul, 2009, s. 38-39 (Benzer bir görüş için bkz. İlhami Güler, İman Ahlak İlişkisi, Ankara, 2003, s. 9)

[42] Watt, W.Montgomery: The Formative Period of Islamic Thought, Oxford, Oneworld Pub., 1998, s. 114.

[43] Bağcı, H. Musa: İnsanın Kaderi (Hadislerin Telkin Ettiği Kader Anlayışı), Ankara, Ankara Okulu Yay., 2009, S. 289

[44] Güler, İlhami: Allah’ın Ahlakiliği Sorunu, Ankara, Ankara Okulu, 2014, s. 36. (George E. Hourani, Ethical Presuppositions of the Quran’dan iktibasla)

[45] Güler, İlhami: Allah’ın Ahlakiliği Sorunu, Ankara, Ankara Okulu, 2014, S. 37 (T. İzutsu, God and Man in the Koran’dan iktibasla)

[46] Watt, W.Montgomery: İslamın İlk Dönemlerinde Hür İrade ve Kader, trc. Arif Aytekin, İstanbul, Bereket Yay, 2011, s. 8.

[47] Goldziher, Ignaz: İslamda Fıkıh ve Akaid, çev. İlhan Başgöz, Ankara, Ardıç Yayınları, 2004, s. 108.

[48] Goldziher, Ignaz: Introduction to Islamic Theology and Law, İngilizceye trc. Andras and Ruth Hamori, New Jersey, Princeton University Press, t.y., s. 77. Ayrıca bu eserin Türkçe çevirisi için bakınız. İslamda Fıkıh ve Akaid, çev. İlhan Başgöz, Ankara, Ardıç Yayınları, 2004, s. 102.

[49] Wensinck, Arent Jan: The Muslim Creed, New Delhi, Oriental Books R.C., t.y., s. 52.

[50] Turhan, Kasım: Kelam ve Felsefe Açısından İnsan Fiilleri, İstanbul, İFAV Yay., 2003, s. 34.

[51] Atay, Hüseyin: İrade ve Hürriyet, Ankara, Atay ve Atay Yay., 2002, s. 23 Bu kitabın iktibasları, (Encylopedia of Britannica, Encylopedia of Religion and Ethics, The Encylopedia of Religion) yazarın İslami kaynakları kullanmaması oldukça dikkat çekicidir.

[52] Güler, İlhami: Allah’ın Ahlakiliği Sorunu, Ankara, Ankara Okulu, 2014, S. 153

[53] Sarmış, İbrahim: Kur’an’da Kader, İstanbul, Düşün Yay., 2014, S. 13

[54] Namık Kemal: Renan Müdafaanamesi, Yayına Haz. M. Fuad Köprülü, Ankara, Milli Kültür Yay., 1962, s. 62.

[55] Goldziher, Ignaz: İslam’da Fıkıh ve Akaid, çev. İlhan Başgöz, Ankara, Ardıç Yayınları, 2004, s. 103.

[56] Ringgren, Helmer: İslam Kaderciliği, çev. Resul Öztürk, y.y., Bilge Adamlar, t.y., s. 170.

[57] Güler, İlhami: Allah’ın Ahlakiliği Sorunu, Ankara, Ankara Okulu, 2014, S. 78 (W.Montgomery Watt, Free Will and Predestination’dan iktibasla)

[58] Güler, İlhami: Allah’ın Ahlakiliği Sorunu, Ankara, Ankara Okulu, 2014, S. 78 (T. İzutsu, The Concepts of God and Man’den iktibasla)

[59] Atay, Hüseyin: İslam’ın İnanç Esasları, Ankara, Ankara Üni. İlah. Fak. Yay. No:194, 1992, s. 217

[60] Atay, Hüseyin: Dinde Reform ve Atatürk’ten Kesitler, Ankara, Atay ve Atay Yay., 2003, s. 117

[61] Goldziher, Ignaz: İslamda Fıkıh ve Akaid, çev. İlhan Başgöz, Ankara, Ardıç Yayınları, 2004, s. 103-104.

[62] Wensinck, Arent Jan: The Muslim Creed, New Delhi, Oriental Books R.C., t.y., s. 49.

[63] Atay, Hüseyin: İrade ve Hürriyet, Ankara, Atay ve Atay Yay., 2002, s. 23

[64] Sarmış, İbrahim: Kur’an’da Kader, İstanbul, Düşün Yay., 2014, S. 26 (H. Musa Bağcı, İnsanın Kaderi’nden iktibasla)

[65] Koçar, Musa: Kader Mes’elesi, İstanbul, Ensar Neşriyat, 2014, s. 256.

[66] Goldziher, Ignaz: İslamda Fıkıh ve Akaid, çev. İlhan Başgöz, Ankara, Ardıç Yayınları, 2004, s. 108.

[67] Ringgren, Helmer: İslam Kaderciliği, çev. Resul Öztürk, y.y., Bilge Adamlar, t.y., s. 170.

[68] Bediüzzaman Said Nursi: Mektubat 1 (Osmanlıca nüsha), İstanbul, Altınbaşak Neşriyat, 2011, s. 19.

[69] Wensinck, Arent Jan: The Muslim Creed, New Delhi, Oriental Books R.C., t.y., s. 51.

[70] Watt, W.Montgomery: Free Will and Predestination in Early Islam, London, Luzac & Company LTD, 1948, s. 166.

[71] Ringgren, Helmer: İslam Kaderciliği, çev. Resul Öztürk, y.y., Bilge Adamlar, t.y., s. 171.

[72] Mustafa Es-Sibai: Müşteşrikler ve Hedefleri, çev. Kemal Çobanbeyli, İstanbul, Sinan Yay, 1971, s. 20.

[73] Bağcı, H. Musa: İnsanın Kaderi (Hadislerin Telkin Ettiği Kader Anlayışı), Ankara, Ankara Okulu Yay., 2009 S. 290

[74] Sarmış, İbrahim: Kur’an’da Kader, İstanbul, Düşün Yay., 2014 (H. Musa Bağcı, İnsanın Kaderi’nden iktibasla) S. 27

[75] Atay, Hüseyin: Dinde Reform ve Atatürkten Kesitler, Ankara, Atay ve Atay Yay., 2003, s. 113

[76] Muhammed El-Behiy: İslami Düşüncede Oryantalist Etki, çev. İ. Sarmış, İstanbul, Ekin Yay, 1996, s. 114

[77] Atay, Hüseyin: Dinde Reform ve Atatürkten Kesitler, Ankara, Atay ve Atay Yay., 2003, s. 112

[78] Atay, Hüseyin: İrade ve Hürriyet, Ankara, Atay ve Atay Yay., 2002, s. 22.

[79] Wensinck, Arent Jan: The Muslim Creed, New Delhi, Oriental Books R.C., t.y., s. 51.

[80] W. Montgomery Watt, Free Will and Predestination in Early Islam, London, Luzac & Company LTD, 1948, s. 172.

[81] W. Montgomery Watt, Islamic Philosophy and Theology, Edinburgh, University Press, t.y. , s. 26.

[82] Macdonald, Duncan Black: The Religious Attitude and life in Islam, London, Darf P.L., 1985, s. 213.

[83] Bağcı, H. Musa: İnsanın Kaderi (Hadislerin Telkin Ettiği Kader Anlayışı), Ankara, Ankara Okulu Yay, 2009, s. 151 (Watt , Free Will and Predestination in Early Islam’dan iktibasla)

[84] Bağcı, H. Musa: İnsanın Kaderi (Hadislerin Telkin Ettiği Kader Anlayışı), Ankara, Ankara Okulu Yay, 2009, s. 152

[85] Kaya, Mahmut: Kader Mes’elesi, İstanbul, Ensar Neşriyat, 2014, s. 91

[86] Atay, Hüseyin: İslamın İnanç Esasları, Ankara, Ankara Üni. İlah. Fak. Yay. No:194, 1992, s. 217

[87] Güler, İlhami: Allah’ın Ahlakiliği Sorunu, Ankara, Ankara Okulu, 2014, s. 152

[88] Zümer 67

[89] Mustafa Es-Sibai: Müşteşrikler ve Hedefleri, çev. Kemal Çobanbeyli, İstanbul, Sinan Yay., 1971, s. 55

[90] Özdinç, Rıdvan: Akıl İrade Hürriyet, İstanbul, Dergah Yayınları, 2013, s. 36.

[91] Watt, W.Montgomery: Free Will and Predestination, London, Luzac & Company LTD, 1948, s. 169.

[92] Watt, W.Montgomery: Free Will and Predestination, London, Luzac & Company LTD, 1948, s. 170.

[93] Atay, Hüseyin: İslamın İnanç Esasları, Ankara, Ankara Üni. İlah. Fak. Yay. No:194, 1992, s. 220

[94] Sarmış, İbrahim: Kur’an’da Kader, İstanbul, Düşün Yay., 2014, s. 13

[95] Sarmış, İbrahim: Kur’an’da Kader, İstanbul, Düşün Yay., 2014, s. 13

[96] Mustafa Sabri Efendi: Dini Müceddidler, Osmanlıca Nüsha, İstanbul, Evkaf Mat., h. 1340, s. 101-102

[97] Mustafa Sabri Efendi: İnsan ve Kader, (Mevkifü’l-Beşer Tahte Sultanil Kader) çev. İsa Doğan, Samsun, Bayrak Yay., 1989, s. 297-98.

[98] A.g.e, s. 303

[99] Bediüzzaman Said Nursi: Tılsımlar (Osmanlıca nüsha), İstanbul, Altınbaşak Neşriyat, 2009, s. 80.

[100] Derviş Vahdeti: Volkan, İstanbul, İz Yayıncılık, 1992, s. 286

[101] Kam, Ömer Ferit: Dini Felsefi Sohbetler, Ankara, Diyanet İş. Bşk. Yay., t.y., s. 145-146

[102] Watt, W.Montgomery: Free Will and Predestination in Early Islam, London, Luzac & Company LTD, 1948, s. 170.

[103] Watt, W.Montgomery: Free Will and Predestination in Early Islam, London, Luzac & Company LTD, 1948, s. 172.

[104] Watt, W.Montgomery: The Formative Period of Islamic Thought, Oxford, Oneworld Pub., 1998, s. 104.

[105] Güler, İlhami: Allah’ın Ahlakiliği Sorunu, Ankara, Ankara Okulu, 2014, s. 95 (Daud Rehber, God of Justice’den iktibasla)

[106] Muhammed El-Behiy: İslami Düşüncede Oryantalist Etki, çev. İbrahim Sarmış, İstanbul, Ekin Yay., 1996, s. 115

[107] Özdinç, Rıdvan: Akıl İrade Hürriyet, İstanbul, Dergah Yayınları, 2013, s. 37.

[108] Mustafa Sabri Efendi: İnsan ve Kader, (Mevkifül Beşer Tahte Sultanil Kader) çev. İsa Doğan, Samsun, Bayrak Yay., 1989, s. 293

[109] Kam, Ömer Ferit: Dini Felsefi Sohbetler, Ankara, Diyanet İş. Bşk. Yay., t.y., s. 145

[110] İzmirli İsmail Hakkı: Yeni İlmi Kelam II, Osmanlıca Nüsha, İstanbul, Matbaa-i amire, h. 1340-43, s. 207.

[111] Bulut, Yücel: Oryantalizmin Kısa Tarihi, İstanbul, Küre Yayınları, 2010, s. VIII.

[112] Mustafa Sabri Efendi: Dini Müceddidler, Osmanlıca Nüsha, İstanbul, Evkaf Mat., h. 1340, s. 98

[113] Mustafa Sabri Efendi: Dini Müceddidler, Osmanlıca Nüsha, İstanbul, Evkaf Mat., h. 1340, s. 98.

[114] Abdullatif el-Harputi, Tenkihu’l Kelam, çev. İbrahim Özdemir, Elazığ, TDV Elazığ Şb. Yay., 2000, s. 205.

[115] Bilmen, Ömer Nasuhi: Muvazzah İlmi Kelam Dersleri, Osmanlıca, İstanbul, Evkaf-ı İslamiye Mat., h. 1339, s. 334.

[116] Filibeli Ahmed Hilmi: Üssü-i İslam (Yeni Akaid), Ankara, TDV Yay., 1997, s. 54.

[117] Manastırlı İsmail Hakkı: Telhis’ül Kelam, s. 74.

[118] Muhammed Abduh: Tevhid Risalesi, çev. Sabri Hizmetli, Ankara, Fecr Yayınları, 1986, s. 114.

[119] Bediüzzaman Said Nursi: Tılsımlar (Osmanlıca nüsha), İstanbul, Altınbaşak Neşriyat, 2009, s. 80.

[120] Mustafa Es-Sibai: Müşteşrikler ve Hedefleri, çev. Kemal Çobanbeyli, İstanbul, Sinan Yay., 1971, s. 56.

[121] Özdinç, Rıdvan: Akıl İrade Hürriyet, İstanbul, Dergah Yayınları, 2013, s. 40.

[122] Mustafa Sabri Efendi: İnsan ve Kader, (Mevkifü’l-Beşer Tahte Sultanil Kader) çev. İsa Doğan, Samsun, Bayrak Yay., 1989, s. 294.

[123] Apaydın, H. Yunus: İslam Ansiklopedisi, Şahit maddesi, TDV, 2010, cilt:38, s. 278-283.

[124] Mustafa Es-Sibai: Müşteşrikler ve Hedefleri, çev. Kemal Çobanbeyli, İstanbul, Sinan Yay., 1971, s. 58

[125] Yıldırım, Suat: Oryantalistlerin Yanılgıları, İstanbul, Ufuk Kitapları, 2003, s. 67.

[126] Mustafa Es-Sibai: Müşteşrikler ve Hedefleri, çev. Kemal Çobanbeyli, İstanbul, Sinan Yay., 1971, s. 57

[127] Ebu’l-Hasan el-Eş’ari: İbane, Çev. Mehmet Kubat, İstanbul, İşrak Yayınları, 2008, s. 175.

Kaynak: İrfan Mektebi Dergisi, Ağustos 2015

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Küfrün Himayesine Razı Olmayan Kalp

Ali URAL Müslümanlar azap çekerken bireysel olarak güvenlikli bir alanda yaşamanın yüz kızartıcı bir şey …

Kapat