Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Osmanlı Saray Kültüründe Buhur ve Gülsuyu Geleneği

Osmanlı Saray Kültüründe Buhur ve Gülsuyu Geleneği

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

OSMANLI SARAY KÜLTÜRÜNDE BUHUR VE GÜLSUYU GELENEĞİ
Serkan GEDÜK*

Yaklaşık dört yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim ve eğitim merkezi olmasının yanında hanedanın ikametgâhı olarak da kullanılan Topkapı
Sarayı, değişik dönemlerde farklı sultanların emirleriyle yapılan ek yapılar
ve yenilenmelerle görkemli bir boyut ve işlev çeşitliliği kazanmıştır. Osmanlı
hanedanı, Topkapı Sarayı’nı 19. yüzyılda Boğaziçi saraylarına yerleşene kadar
kullanmıştır.

Her türlü tören ve protokol detaylarının yaşandığı Saray’da sağlam devlet
anlayışının gerektirdiği, işlevsel sadelik mekânlara ve geleneksel Saray yaşamına
etki etmiştir. Bunun örneklerinden biri de Saray kültüründeki güzel koku ve
buhur geleneğidir.

Güzel kokunun kullanımı tarih öncesine dayanan eski bir gelenektir. Antik
dönemlerde ortaya çıkan küçük ve değerli koku kapları kimi zaman dinsel, kimi zaman da cezbedici bir özellikte kullanılmıştır.

Kokunun rahmanî bir lütuf olarak değerlendirildiği İslâm dininde, güzel koku sürünmek sünnet olarak kabul edilmiş, Hz. Muhammed (s.a.v) “gül kokulu peygamber” olarak nitelenmiştir.1 “Hz. Muhammed (s.a.v), Kudsi Hadisinde kendisine sevdirilen üç dünya nimetinden birinin güzel koku olduğunu belirtmiştir.”2

Yunus Emre ise; “Çiçek eydür ey derviş gül Muhammed teridir”diyerek güzel kokunun önemini özetlemiştir.3

Osmanlı saray kültüründe güzel koku için gül suyu ve buhur yakma bir gelenekti. Gül suyu sadece güzel koku amaçlı değil tatlandırıcı olarak da saray mutfağında kullanılmıştır. Gül suyunu serpmek için gülabdan, buhur yakmak için buhurdan

1.http://www.santigrat.com.tr/haberler/geleneksel/MjM=/osmanlida%E2%80%99da-parfum.htm. (08.02.2012)
2.http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-11524-34-guzel-koku-guzel-yasamin-anahtaridir.htm. (07.05.2011)
3 Beşir Ayvazoğlu, Güller Kitabı, İstanbul, 1996, s. 95

kullanılmıştır. Genellikle buhurdanlar gülabdanlar ile birlikte takım olarak
sunulurdu. Bu nedenle buhurdanlar gülabdanlarla aynı malzeme, işçilik ve
süslemeye sahiptir.

Gül suyu ve buhur yakma geleneği tarihsel süreç içinde iki ana başlık altında incelenebilir:

Birincisi Gül suyu ve Gülabdan; ikincisi ise Buhur ve Buhurdan.

Gül Suyu ve Gülabdan
Türkler, Orta Asya’dan bu yana gül suyu ve gül yağı geleneğinin içinde yaşamışlar
ve Anadolu’ya geldiklerinde de bu geleneği sürdürmüşlerdir. “Orta Asya
geleneğinde tanrılara adanmış atların ve diğer hayvanların güzel kokulu sularla
yıkandığı bilinmektedir”.4 Bu güzel kokuların içinde mutlaka gül de olmalıdır.

Türklerin gül suyu hazırlamasıyla ilgili bilgiye Divan-ı Lügat’it Türk’ten
ulaşabiliyoruz. Eserde çeşitli gül suyu şişelerinden söz edilir ve “Kumgan” adı
verilen bakırdan yapılmış gül suyu şişesinden Kaşgarlı Mahmud şöyle bahseder;
“öbür Türkler kovaya kumgan derler, kumgan; ibrik, güğüm, gül suyu şişesi;
ol kumganığ yolrattı. O güğümü parlattı.”5

Türkçe sözlükte yer alan “kumgan”
kelimesine göre Türkler gül suyu elde ediyorlardı.6

Gül suyu hakkında elimizde olan en eski kaynaklardan biri de İbn-i Batuta’nın
(1304-1396) seyahatnamesidir. Eserde, “Mardin ve Nusaybin çevresinde elde
edilen gül suyu hakkında; bu beldede elde edilen gül suyunun rayihavet nefaset bir benzeri yoktur denilmektedir”.7

Gül suyu üretimi, imbikten geçirme usulüyle yapılan gül yağı üretiminin
başlangıç safhasını oluşturmakta olup, taze gül yapraklarının kokusunun suya
geçirilerek hazırlanmasıyla oluşur. Hazırlanan bu gül kokulu suya “gül suyu” yani “gülab” denir. Gül suyu Osmanlı döneminde genellikle “gülabdan” denilen, içine gül suyu konulan ve üst kısmındaki ince ağzından gül suyu serpmek için kullanılan özel şişelerde sunulurdu. Genellikle pedestal ayakta yükselen gövdesi armudî formlu, boynu dar ve uzun olur; bu boynun ucundaki delik emzik, gül suyunun istenilen ölçüde dökülmesini sağlardı. Saray koleksiyonunda porselen, gümüş, altın, tombak ve cam gibi çok çeşitli örnekleri mevcut olup boyları genellikle 20-30 cm arasında8 değişmektedir.

Edirne’nin başkent olmasından sonra, Edirne Sarayı’nda gül suyu imal edildiğine dair Tebdil Köşkü’nün altında II. Sultan Süleyman’ın bahçe ve havuzu olarak

4 Altıntaş, Edirne’de Gülcülük ve Edirne Gülü, s. 119
5 Divan-ı Lügat’it Türk, Çeviren Besim Atalay, TDK. Yayını, Cilt I, Ankara 1940, s353
6 Altındaş, a.g.e, s. 119
7 Surname-i Vehbi,Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, A3593, y.21b’den ayrıntı.
8 Şinasi ACAR, “Düşlerin Kokusu Buhurdan ve Gülabdanlar”, Antik Dekor Dergisi, Sayı,75, İstanbul, 2003, s. 109-114

gösterilen “Gülhane” kayıtlara geçirilmiştir.9 Bu da göstermektedir ki gül Türklerin hayatında kalıcı bir etki bırakmıştır.

1488 tarihinde inşa edilen Edirne Darüşşifası’nın “gülab-hane” veya “gülhanesi” bulunmaktaydı. 1489 tarihli Sultan II. Bayezid Darüşşifası vakfiye kayıtları incelendiğinde “Gülsuyu elde etmek için kurşundan mamul üç fırın” olduğu kayıtlarda geçmektedir. Ayrıca Darüşşifa’da kullanılan gül suyu miktarı fazlalığı nedeniyle gül suyu imal etmek için kullanılan “furun-ı gül” için yapılan masraf defterleri tutulmuştur.10

Edirne Sarayı’nda olduğu gibi Topkapı Sarayı’nda da gül bahçeleri vardı. Topkapı Sarayı topografyasını oluşturan Sur-i Sultanî alanının güney tarafında Marmara Denizi boyunca uzanan büyük bahçelerde gül ve çeşitli çiçeklerin yetiştirildiği bahçeler bulunmaktaydı. Bu nedenle bu bahçelere “Gülhane Bahçeleri” denilmektedir. Bu bahçelerin içinde bulunan Gülhane Kasrı’nda güzel güllerden gül suyu üretildiği bilinmekle birlikte, elde edilen gül suyunun Saray’ın ihtiyacını karşılayamaması nedeniyle Edirne Sarayı’ndan da gül getirtilmekteydi.11

Eldeki gül miktarının ihtiyacı karşılayamadığı dönemlerde “Helvahane
Defterleri” ne bakıldığında Edirne’den taze gül, gül suyu, gül şerbeti satın alındığı yazmaktadır.12

Osmanlı sarayında kullanılan gül ve gül suyu miktarının yetersizliğine ait
1642 tarihli bir belgeye göre, bir senede 2000 kg. gül suyu alınmıştır. Sarayda
yetiştirilen gül bunun dışındadır. 1626 yılındaki Ocaklı Defterleri’ne göre ise;
Edirne’den saraya 1626 yılında 4000 kg. gül suyu getirtilmiştir. Bu belgeler 17.
yüzyılda tutulan resmi kurum ve askeri sınıfların ihtiyaç duyduğu malzemelerin
temini için kurulan “Ocaklı Yönetim” sisteminin resmi kayıtlarıdır.13 Ayrıca
Edirne bostancıbaşısı ve kadısına, hassa bahçelerinin gül fidanı ihtiyacının
karşılanması için Edirne’den gül fidanı gönderilmesi hususunda fermanlar
gönderilmiştir.14

Saray bahçelerinden sarayın tüketimine sunulan en önemli gül çeşidi verd-i
ahmer (kırmızı gül) ve “verd-i sakız” (sakız gülü) gülleriydi.15

9 Altıntaş, a.g.e., s.129
10 Nilüfer Gökçe, ”Edirne Sultan II. Bayezid Darüşifahası Vakfiyesine Göre Darüşifahda Çalışan Personel ve Kullanılan İlâçlar”, IV Türk Ezacılık Tarihi Toplantı bildirileri, İstanbul, 2000, s. 3-10
11 Altındaş, a.g.e, s. 29-40
12http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/36/319.pdf. (07.05.2012)
13 Arif Bilgin, Osmanlı Saray Mutfağı, Kitapevi Yayınları, İstanbul, 2004 s. 28 ek 7
14http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/36/319.pdf. (10.04.2012)
15 Arslan Terzioğlu, Helvahane Defterleri ve Topkapı Sarayında Eczacılık, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları s. İstanbul,1992, s.62

Saray ve çevresinde gül suyu ve gülden yapılan şuruplar ve macunların kullanımı çok fazlaydı. Gül suyuna ait belgeler incelendiğinde İstanbul çevresindeki gül bahçelerine ait bilgilere ulaşılabiliyor. Özellikle Osmanlı pazarındaki gül suyu satışıyla ilgili önemli kaynak 1640 tarihli Es’ar Defteridir.16 Bu defterde aktarlarda satılan malların içinde gül suyu satışıyla ilgili bilgiler yer alır; “Esar-ı Attaran; Güllab. Sultan Bayezid’de füruht olunan halis olmağile vukkiyyesi 24 akçaya ola. Güllab Bezzezistan önünde bey olunan mahlüt olmmağile vukkiyesi 20 akçaya vireler”17 burada gül suyunun en kalitelisinin Beyazıt’taki aktarlarda
satıldığı vurgulanmıştır. Aktarlarda satılan gül suyunun kilogram fiyatı 24
akçe iken, Bedesten’de satılan gül suyun kilogram fiyatının 20 akçe olması da
kararlaştırılmıştır.

Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde 1640 yılında İstanbul esnaflarını sayarken eski
bedesten önünde 14 adet gül suyu satan dükkân olduğunu ve burada çalışan 70
kişi olduğunu yazmıştır.18

Gül suyunun Osmanlı yaşamındaki önemini anlayabilmek için padişahlara
sunulan en önemli hediyeler listesine baktığımızda, gül suları ve özel hazırlanmış gülabdanlar önemli bir yere sahiptir.19 Özellikle padişaha hediye edilen gülabdanlar, genellikle mücevherlerle süslenip değerlerine değer katılmıştır.

1675 yılında yapılan Şehzade Mustafa ve Ahmed’in sünnet töreninde, Edirne
aktarlarının şehzadelere gül suyu hediye ettiklerini Hezarfen Hüseyin Efendi’nin
Telhîsü’l-Beyân Fî Kavânîn-i Âl-i Osmân adlı eserinde “Beray-ı Şehzade Sultan
Ahmed, Hediyye-i Attaran-ı Edirne; ”…çiçek suyu şişe üç, buhur suyu şişe üç, gül suyu şişe altı, sabun miski tabla iki…”
20 şeklinde belirtmiştir. Ayrıca, 1720 yılında şehzadeler için yapılan sünnet düğününde, esnaf loncalarının padişaha sunduğu hediyeler arasında gülabdan ve buhurdanlar görülmektedir.

Osmanlı sarayında yapılan bütün ziyafetlerde ve toplantılarda yemek sonrasında ellerin yıkanmasının ardından kötü kokuyu engellemek için gül suyu ikram etmek bir adetti. Gül suyunun takdimini sarayın özel hizmetkârlarından biri olan “vekilharç” yapmaktaydı. İkram edilen gül suyu “gülab makremesi veya gülab peşgiri” ile yapılıyordu. Önemli devlet büyüklerine şerbet, kahve ve gül suyu ikram edilir ardından buhur yakılırdı. “Özellikle Divana katılmamakla birlikte, divan günleri mutfak eminleri, sorulacak sorulara cevap vermek üzere Divan

16 Yaşar Yücel, 1640 Tarihli “Es’ar Defteri, Osmanlı Ekonomi Kültür Uygarlıkları Tarihine Dair Bir Kaynak, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara, 1992 , s. 36
17 Altındaş, a.g.e, s.125
18 Altındaş, a.g.e, s.127
19 Hezarfen Hüseyin Efendi, “Telhisü’l-beyan fi Kavanin-i Al-i Osman, Hazırlayan Dr. Sevim İlgürel, TTK yayınları, Ankara,
1988, s. 221
20 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Cevdet Sarayı No 686, Tarih 1096 (1685)

odasına yakın bir yerde beklerlerdi. Yine mutfak eminlerinin divan günü yemek
sırasında, vezirlerin yemek yediği sofranın başında beklemesi adettendi. Ulufe günleri, elçi ziyafetlerinde mehterbaşı ile vekilharç elçiye ve maiyetine gülsuyu ikram ederken mutfak emini de sadrazam ve diğer erkâna buhur sunardı.”21

Özellikle Ramazan ayının on beşinci günü geçtikten sonra, padişaha “gül suyu”takdim edilmesi gelenektendi. Enderun’daki Seferli Koğuşu’nda imal edilen gül suyu padişahtan başka saray mensuplarına, vükelâya, Harem’e, ulemaya zarif billur şişeler içinde dağıtılırdı.22

Gül suyu ikramına verilen önemi gösteren bir başka örnek, bu işte
görevlendirilenlerin sayısıdır. Bu ikramlarda genellikle 40 kişilik bir ekip
görevlendirilirdi. Sultan III. Selim, 1792 yılında 40 kişilik hizmetkâr ekibinin
görevli sayısını masrafların fazlalığı nedeniyle 15’e düşürmüştür.23

Osmanlı hareminde ise, gül suyu kadınların çok sevdiği ve bolca kullandığı kokular arasındaydı. Özellikle gül suyu cildi temizleyip, nemlendirdiği gibi, kırışıklıklara da iyi gelirdi. Cilt bakımlarında ve cilt hastalıklarında ise gül yağı kullanılırdı. Kokulu gül yaprakları, zeytinyağı ya da susam yağı içinde bekletilip yağ süzüldükten sonra kullanıma hazır hale getirilirdi. Harem’de gül suyu özellikle bayılmalarda, baş ağrılarında, ağız, boğaz ve kulak ağrılarında, cilt hastalıklarında ve bebekler için yapılan mamalarda tedavi amaçlı olarak bolca
kullanılmıştır.

Gül serinletici ve güzel kokusunun yanında, Osmanlı saray mutfaklarının
vazgeçilmez tatlandırıcısı olmuştur. Helvahane Bölümü’nde ilaç, macun, yağ,
şurup, şerbet ve kokulu sabunların (miski) yapılmasında gül suyu ve çiçek suyu bolca kullanılmıştır.24

Buhur ve Buhurdanlar
Arapça “bahür” sözcüğünden gelen “buhur” kelimesinin Türkçesi “tütsü” dür.

Yakıldığı zaman güzel koku veya kokulu duman çıkaran bitki, tohum, kök gibi
maddelere verilen isimdir. Buhurdan (Tütsülük) ise içinde tütsü yakılan maden, porselen veya seramikten yapılan özel kaplara verilen addır.
İlk çağlardan itibaren din ve büyü ayinlerinde kullanılan tütsü, tek tanrılı dinlerde de kullanılmıştır. Daha sonraki dönemlerde buhur tek tanrılı dinlerde de yerini bulmuştur. Özellikle Eski Mısır, Orta Doğu, Uzak Doğu ülkeleri, Avrupa ve İslâm ülkelerinde çokça kullanılmıştır. Buhur yakma işlemi, kurbanın manevî

21 Bilgin, a.g.e, s.36
22 Tevkii Abdurrahman Paşa, “Osmanlı Kanunnameleri” MTM III, İstanbul,1331, s. 521.
23 Altındaş, a.g.e., s.129
24 Altındaş, a.g.e., s.125

temizliği için, onlarla birlikte ateşe atılması biçiminde başlamıştır ki bu kullanım o dönem için özel bir kap yapılmasını gerektirmemiştir.25

Çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerde inanç farklılıkları bulunmasına rağmen, ateş
yakarak buhur elde etme, güzel kokularla mekânı doldurarak istenmeyen kokuları bastırma, yakılan maddelerin şifa verici olduğu bilinen özelliklerinden yararlanma ve belki de Tanrı’ya yakınlaşma, yukarıya doğru dağılan dumanın etkisiyle duaların Tanrı’ya daha kolay ulaşması ve manevi temizlenme sağlaması gibi ortak amaçların tümü ya da biri için kullanılmış olmalıdır. Aynı zamanda
buhurun güzel kokusu mekânları doldurarak melek ve iyi ruhları tütsü çevresine toplarken, iyi şeylerden hoşlanmayan şeytan, kötü ruhlar ve diğer zararlıları da kaçırdığına inanılırdı.26

Tütsü yakma geleneği İslâmiyet’te yoktur, ancak Hz. Muhammed’in kalabalık mekânlarda, mescitlerde ve camilerde kötü kokuları gidermek için tütsü yakılmasını istediği bilinmektedir.27 Ayrıca Hz. Ömer’in minbere oturduğu zaman azatlısı Abdullah el-Mücmir’ın buhur yaktığı ve bu sebeple “Mücmir” (buhurdan yakan) lakabını taşıdığı rivayet edilmektedir.
Coğrafyacı İbn Rüş ise (X. yüzyıl), Hz. Ömer’in Medine’deki mescide, üzeri insan figürleriyle süslü Suriye işi bir gümüş buhurdan hediye ettiğini bildirmektedir.28

Bu bilgiler, İslâm’ın ilk yıllarında mescitlerde buhur yakmanın bir gelenek haline dönüştüğünü göstermektedir. İslâm dininin yayılmasıyla birlikte Asya Türklerinin Anadolu’da kurmuş oldukları Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde buhur kullanımı özellikle dini törenlerde ve toplantılarda gelenek halini almıştır.”29

Türkler tarafından kullanılan ilk buhurdan örnekleri hayvan biçiminde
olup 8.yüzyıl Horasan atölyelerinde üretilmiştir. Büyük Selçuklu dönemine
gelindiğinde ise 11. ve 12. yüzyıllarda hayvan biçimli buhurdanlar yapıldığı
bilinmektedir. Bunlar özellikle ayakta duran yırtıcı hayvan ve kuş heykelleri
şeklinde bronzdan ve pirinçten imal ediliyordu. Bu buhurdanların genellikle
göğüs hizasında menteşeli bir kapak, özellikle ağız ve gövde kısımlarında ise
süsleme düzeni içinde açılmış delikleri bulunmaktaydı. Özellikle üçayağın
taşıdığı silindir gövdeli, kubbe kapaklı, kabartma, kalem işi veya ajur tekniğiyle
süslenmiş buhurdanlar kullanılırdı.30

25 Zeki Kuşoğlu, “Milletin ve Dinlerin Ortak Mirası Buhurdanlar”,İlgi Dergisi, Sayı 51, İstanbul, 1987, s. 33-35
26www.obarsiv.com/pdf/gulgunkoroglu_nihal.pdf. (03.01.2012)
27 Diyanet Ansiklopedisi, Cilt 5.1988
28 http://www.filozof.net/Turkce/nedir-ne-demek/11744-buhur-nedir-buhur-kokusu-ne-demek-tarihcesi-hakkinda-bilgi.
html. (05.12.2012)
29 Şinasi ACAR, “Düşlerin Kokusu Buhurdan ve Gülabdanlar”, Antik Dekor Dergisi, Sayı, 75, İstanbul, 2003, s. 109-114
30 Gerry Oberling – Grace Martin Smith, Osmanlı Sarayında Yemek Kültürü, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
İstanbul, 2001, s. 65

Osmanlı dönemine gelindiğinde Saray’da buhur yakmak gelenek halini almıştır.
Özellikle günde iki kez yenilen yemeklerin ardından bir seremoni halinde tütsü yakılması, gül suyu ve kahve verilmesi adet olmuştur. Özellikle Divan günlerinde verilen yemeklerin ardından eller yıkanırken bir hizmetkâr gül suyu dağıtır, bir diğer hizmetkâr ise odayı buhurla kokulandırırdı.31

Buhur Osmanlı padişahlarının gündelik hayatında da önemli bir yere sahipti.
Sultanlar genelde yemeklerini özel dairelerinin kubbeli dört odasından birinde yerlerdi. Padişah yemeğini her ne kadar yalnız yiyorsa da, hiçbir zaman yalnız kalmıyordu. Silahdarağa ve yemeğini hazırlamakla görevli özel hizmetkârlar eşliğinde yenilen yemekler, genelde meyveli hoşaflarla sona ererdi. Padişah yemeğini bitirip ellerini yıkadıktan sonra, sultanın giysileri ve odası yemek kokularından arındırmak için buhurla buharlanırdı.32

Buhur padişahın gideceği mekânlarda da çok kullanılırdı. Padişah camiye varmadan önce hazinedarbaşı camiye gidip, padişahın namaz kılacağı yeri
hazırlayıp, seccadesini yere serer ve buhur yakardı.33

Padişahların düzenledikleri şenlik ve düğünlerde buhur yakmak için özel
görevliler getirilmekteydi. “IV. Mehmed tarafından Edirne’de yaptırılan 1675
yılındaki sünnet düğününün ön hazırlıkları ve masrafları konusunda kaynaklar incelendiğinde detaylı hazırlıklar yapıldığı anlaşılmaktadır. İstanbul’dan Merzifon’lu Hüseyin Ağa getirilerek şenliğin aşçıbaşısı yapıldığı ve yanına 150 saray aşçısı ile 300 taşra aşçısı verildiği, ayrıca kahve, şerbet ve buhur dağıtmak için Eski Saray’dan 50 ve Zülfiyan’dan 50 olmak üzere 100 baltacı seçildiği kaynaklarda geçmektedir.”34

Osmanlı hareminde de yenilen yemeklerin ardından buhur yakılırdı. Valide sultan, hanım sultanlar, hasekiler ve birinci derecede gözde olanlar için ayrı sofralar kurulurdu. Bu sofralarda hep birlikte yemek yenirdi. Yemekten sonra eller peşkire silinip, ellere gül suyu sürülürdü; ardından buhur yakılıp, kahve içilirdi.35

Kadınların en çok kullandığı ve üzerinde taşıdığı koku çeşidi ise “tensuh”dur. Tensuh; gri amber, sarı sanır, gül suyu, gül yağı ve inci tozu gibi maddelerin
karışımından yapılan kokuydu.36
Buhurun Osmanlı sosyal hayatındaki önemini vurgulayan en önemli kanıtlardan birisi; Saray’ın güzel koku ihtiyacını karşılamakla görevli bir gurubun

31 Oberling-Smith, a.g.e, s. 85
32 Oberling-Smith, a.g.e, s. 65
33 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinde Saray Teşkilatı, TTK Yayınları, Ankara, 1988, s. 210
34 Özdemir Nutku, IV. Mehmet’in Edirne Şenliği, TTK Yayınları, Ankara, 1972, s. 43
35 Oberling-Smith, a.g.e. s. 59
36 Yaman, a.g.e, s. 116

oluşturulmuş olmasıdır. Bu guruba “cemaat-i buhurciyan-ı hassa” denirdi.
16. yüzyılda, 18. yüzyıldaki buhurculara karşılık “cemaat-i amberine” gurubu
bulunmaktaydı. Buhurcuların 16. yüzyılda padişaha vermiş oldukları hediyeler arasında “bir kutu fitil buhur, bir top amber, bir sepet buhur yağı” gibi çeşitli hediyeler bulunmaktaydı. Bu hediyelere bakıldığında iki şekilde koku üretimi yapılmaktadır: Birincisi yakarak tütsü ile koku yayan esanslar, ikincisi yağ olarak kullanılan esanslardır.37

Tütsü saray dışında da çeşitli ev, konak ve tekkelerde bolca kullanılmıştır.
Özellikle sakal-ı şerif ziyaretlerinde, mevlit okunurken, ketebe alma38
törenlerinde, hafızlık icazeti ve iftar edilecek odada ezana çeyrek kala buhur
yakılması adetti. Genellikle kullanılan buhur malzemeleri misk, kitre, pelesenk,
ve ödağacı yağı, gül yağı ve kömür tozuyla yapılan tütsülerin saf amber kabuğu, amber, ardıç tohumu, günlük, sandaltozu gibi türler olduğu bilinmektedir.39

Saray ziyafetlerinde ve toplantılarında ikram edilen buhur; öd ağacı, gül suyu ve amberden yapılmaktaydı. 15.-16. ve 17. yüzyıllar ait üç muhasebe defterlerine göre Saray’a alınan baharat ve diğer tatlandırıcı çeşit ve miktarları
incelendiğinde; 1573-74 tarihleri arasında 20 dirhem (64 kg), Mısır’dan ise aynı tarihlerde 44,75 kıyye (57 kg), 1642-43 tarihleri arasında ise 144 dirhem ( 461 kg) çüb-ı /şecer-i ud (öd ağacı), 1489-90 tarihlerinde 22 miskal (100 kg), 1573-74
tarihleri arasında 167 miskal (765 kg), 204 miskal (934 kg), Mısır’dan amber (-i
ham) alındığı kayıtlarda geçmektedir.40

Saray’da buhur geleneğinin yaygın olması nedeniyle, bu amaçla hazırlanmış çok sayıda porselen, cam, gümüş ve tombaktan yapılmış 15. ve 19. yüzyıllar arasına tarihlenen çeşitli buhurdanlar, sarayda kullanılan mutfak eşyaları arasında yer almaktadır.

Osmanlı buhurdanları biçim olarak genelde çam kozalağı, haşhaş kapsülleri ve meyve şekilleri gibi formlarda üretilmiştir. Buhurdanlar genellikle geniş bir tabla üstüne tek ayaklı kaide üzerine oturtulmuş olup, yan taraflarında süslü ve büyük bir kulpla tutulurdu. Üstünden dumanın çıkması için kafesli bir kapak veya süslenmiş delikler bulunurdu. Genel olarak buhurdan kapakları sivri veya kubbe
şeklinde yapılmış olup, kapak kısmında tutamakları bulunurdu. Buhurdan

37 Bahattin Yaman, Osmanlı Saray Sanatkârları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2008, s. 115
38 Osmanlı döneminde sıbyan mekteplerinde temel seviyede yazı dersi verilirdi. Kabiliyetli olup ilerlemek isteyen hattat olmak isteyen öğrenciler devrin önemli hattatlarından ders alırlardı. Hattatlıkta yetişmiş olan talebeye “ketebe” verilirdi.
Bu olay ya camilerde ya da konaklarda törenle yapılırdı, ketebe töreni için çocuğun babası tarafından , sıbyan mektebindeki hocası, kalfası, akraba ve ahbapları, çocuğu sünnet eden cerrah, tezkereler yazılarak davet edilirdi. Annesi de çocuğun ebesini, diğer akrabalarını, icab eden ahbap hanımlarını davet ederdi.
39 Acar, a.g.m, s. 111
40 Bilgin, a.g.e, s. 270-276

biçimleri genelde yapıldıkları devrin sanatsal özelliklerini de taşırdı. Osmanlı
buhurdanlarının ortak özelliği “ateşlik” ve “külah” denilen iki bölümden meydana gelmesi ve üst kısımlarının genelde “Pençberk”,41 “Ulama”42 ve “Büteadı” adı verilen kıvrık dal motifleriyle süslü olmasıdır.43

Buhurdan kaplar Osmanlı Sarayında iki şekilde kullanılmıştır; Birincisi üç ayak
şeklinde tabla üstünde oturtularak; ikincisi ise üç tarafından zincirlerle asılarak.
Bu zincirler genelde 40-50 cm uzunluğunda olup, zincir bir halkaya bağlanıp büyük ziyafetlerde ve toplantılarda cemaat arasında dolaştırılırdı. Buhurdanların diğer bir kullanım şekliyse şamdan şekilli olanlardır. Bunlara “micmer” denirdi.
Micmer, amber ve diğer hoş kokulu ağaç tozlarından yoğurularak yapılan mum
şekline getirilen çubuklara verilen isimdir.44

Başlıca tütsü maddeleri; mürrisafi,45 sandal, sarı sabır, ödağacı, oliban, balbağı (aselbent), buhürumeryem (tavşankulağı), kalenbek, sandalağacı, ladin, günlük, şeker kamışı, üzerlik, tarcın, reçine, balzam, kurtulmuş limon kabuğu, karagüllük, tefarik , çöven tohumu, susam kökü, böcek türleri ve kokulu topraktır. Buhur malzemesi hazırlamak için öd ağacı bazen dal halinde, bazen de tozhalinde gül
suyu ile hamur yapılarak kalem veya levha şeklinde kurutulup hazırlandıktan
sonra çubuk, talaş, toz ve kabuk şeklinde yakılabildikleri gibi, bazen de belirli
oranlarda bir araya getirilerek özel bir karşım halinde kullanılmaktaydı.46

Sonuç olarak; Türkler Orta Asya’da, Orta Doğu’da ve Anadolu’da güzel kokuyla ilgili araç ve gereçleri bolca kullanmışlardır. Osmanlı saray kültüründe gül suyu kullanımı ve buhur yakılması vazgeçilmeyen adetlerden biri olmuştur. Kokunun Müslümanlıktaki önemi nedeniyle padişahlar güzel kokuya ve kokuyla ilgili araç ve gereçlere önem vermişlerdir. Bunun en güzel örneği Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya’yı gül sularıyla temizlettikten sonra ibadete açması ve Kâbe’ye giden hediyelerin başında gül suyu ve gül yağının gelmesidir. Osmanlı’da gül suyu ikramı ve buhur yakma seremonisinin kırk kişilik hizmetliler grubuyla gerçekleştirilmesi ve İstanbul’a gelen misk ve amberin padişah için alınmadan
bir başkasına satılmaması bu âdetin önemini ve Osmanlı teşrifatının görkemini net olarak göstermektedir. Gül suyu ikramlarında kullanılan gülabdan ve buhur

41 Kur`an-ı Kerim`de ayetleri ayırmak için nokta yerine kullanılan küçük yıldız ve çiçek biçimindeki öğeler de tezhiple
yapılırdı. Bunların geometrik biçimli olanları mücevher nokta, altı köşelileri şeşhane nokta, beş yaprağı andıran beş köşelileri
pençberk olarak adlandırılırdı.
42 Birbirine bağlı, devam eden manasına gelmektedir. Klasik ismi ile ulama, yakın tarihimizde batı dillerinden alınan ismi ile
raport denilen bu desenlerin, en belirleyici özelliği, her yönde istenildiği kadar genişleme kabiliyetine sahip oluşudur.     43 Erol Özkan, “Buhurdanlar”,Tarih Mecmuası, Sayı11, İstanbul, 1977, s. 81
44 Kuşoğlu, a.g.m, s. 34
45 Arabistan ve Habeşistan’dan getirilen kokulu bir zambak
46 Acar, a.g.m., s. 110

yakmak için kullanılan buhurdanlar, estetik kalitesi ve teknik özellikleri göz
önüne alındığında, saray hayatının o dönemki bolluk ve zenginliğinin birer
göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu yazıda gül suyu ve buhur geleneğinin tarihimizdeki vazgeçilmez önemine değinerek, güzel kokunun saray kültüründe ve sosyal hayattaki yeri vurgulanmaya çalışılmıştır.

Araştırmanın amacı halka mal olmuş
bu bilgileri, hafızalarda tekrar canlandırmaktır. Makalede ele alınan konuyu canlandırabilmeniz için, Saray’da kullanılmış olan gülabdan ve buhurdan eserlerden örnekler, gravür ve minyatürlerle desteklenmiş bir şekilde ek olarak verilmiştir. Bu güzel geleneğin günümüzde de hak ettiği yeri bulması dileğiyle…

Kaynakça
Acar, Şinasi, “Düşlerin Kokusu Buhurdan ve Gülabdanlar”, Antik Dekor Dergisi, Sayı 75, İstanbul, 2003,
s. 109-114
Altıntaş, Ayten, “Osmanlı Geleneğinde Gülhane ve Gülhane Günü”,Uluslararası 4. Türk Kültür Kongresi Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, Cilt III.1997, s. 29-40
Altıntaş, Ayten, “Edirne’de Gülcülük ve Edirne Gülü”, Yöre, Sayı 34, Ocak 2003, s. 3-10
Altıntaş, Ayten, “Gül, Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve Gelenekteki Yeri”, Eczacılık ve Tıp Tarihi Serisi 1, 2009, İstanbul, s. 119-138
Ayvazoğlu, Beşir, Güller Kitabı, İstanbul, 1996
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Cevdet Tasnifi Saray, No 686, Tarih 1096 (1685)
Baytop, Asuman, Türkiye’deki Eski Bahçe Gülleri, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2001
Bilgin, Arif, Osmanlı Saray Mutfağı, Kitapevi Yayınları, İstanbul, 2004
Divan-ı Lügat’it Türk, Çeviren Besim Atalay, TDK. Yayını, Cilt I, Ankara 1940
Diyanet Ansiklopedisi. Cilt 5, 1988
Esad Efendi, Teşrifat-ı Kadime, İstanbul, 1979
Gökçe, Nilüfer “Edirne Sultan II. Bayezid Darüşifahası Vakfiyesine Göre Darüşifahda Çalışan Personel ve
Kullanılan İlaçlar”, IV Türk Ezacılık Tarihi Toplantı bildirileri, İstanbul, 2000, s. 3-10
Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü’l-beyan fi Kavanin-i Al-i Osman, Hazırlayan Dr. Sevim İlgürel, TTK
yayınları, Ankara, 1988, s. 221
Kazancıgil, Ratip, Edirne Sarayı ve Yerleşim Planı, Edirne 1994
Köroğlu, Gülgün Bizans Döneminde Buhur Geleneği ve Buhurdanlar, 23 Mayıs 2007
http://www.obarsiv.com/pdf/gulgunkoroglu_nihal.pdf
Kuşoğlu, Zeki, “Milletin ve Dinlerin Ortak Mirası Buhurdanlar”, İlgi, Sayı 51, İstanbul, 1987, s. 33-35
Nutku, Özdemir, IV. Mehmet’in Edirne Şenliği, TTK Yayınları, Ankara, 1972
Oberling, Gerry – Smith, Grace Martin, Osmanlı Sarayında Yemek Kültürü, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, İstanbul, 2001
Özkan, Erol, “Buhurdanlar”, Tarih Mecmuası, Sayı 11, İstanbul, 1977, s. 81-83
Sak, İzzet, Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı, 23.12.2012
http://Dergiler.Ankara.Edu.Tr/Dergiler/18/36/319.Pdf
Terzioğlu, Arslan, Helvahane Defterleri ve Topkapı Sarayında Eczacılık, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları,
İstanbul, 1992
Tevkii Abdurrahman Paşa, “Osmanlı Kanunnameleri” MTM III, İstanbul,1331, s. 521
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinde Saray Teşkilatı, TTK Yayınları, Ankara, 1988
Yaman, Bahattin, Osmanlı Saray Sanatkârları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2008
Yücel, Yaşar, 1640 Tarihli Es’ar Defteri, Osmanlı Ekonomi Kültür Uygarlıkları Tarihine Dair Bir Kaynak,
Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1992, s. 36
http://www.filozof.net/Turkce/nedir-ne-demek/11744-buhur-nedir-buhur-kokusu-ne-demek-tarihcesi-
hakkinda-bilgi.html 1582 sünnet düğününde, At Meydanı’na getirilen
seyyar çiçek bahçeleri. Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi. 199b’den ayrıntı.
1720 yılında şehzadeler için yapılan sünnet
düğününde, esnaf alayının padişaha sunduğu
hediyeler arasında gülabdan ve buhurdan
görülmektedir. (Levni, Minyatürü: 18 yüzyıl).
Gül koklayan Fatih Sultan Mehmed Minyatürü
Fatih Sultan Mehmed Ayasofya’yı gül sularıyla
yıkattıktan sonra ibadete açmış ve güzel kokması
için tütsü yaktırmıştır.
Pirinç Gülabdan
1901 tarihlidir. Armudî form gövdeli olup, kaide
kısmı ve gövdesi kabartma dal ve çiçek motiflidir.
Boyun kısmı altı köşeli olup, üzerinde “Ferdane’nin
hayratıdır, 1319” yazı ve tarihlidir. Yükseklik. 25 cm,
Kaide Çapı: 9 cm. Topkapı Sarayı Müzesi Bakır Bölümü : 25/2255

 

* Topkapı Sarayı Müzesi, Çin ve Japon Porselenleri Bölüm Sorumlusu, Restoratör ve Sanat Tarihçi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Üstad Subay’a, “namazını askerin ta ortasında kıl” dedi

Geçen yıl bugün vefat eden merhum Enver Galip Ceylan Hocaefendi'yi rahmetle anıyoruz. Hocaefendi, Ordu ilinin Perşembe …

Kapat