Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Osmanlı Sosyal Hayatında Kitapların Yeri ve Önemine Dâir..

Osmanlı Sosyal Hayatında Kitapların Yeri ve Önemine Dâir..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

OSMANLI SOSYAL HAYATINDA KİTAPLARIN YERİNE VE ÖNEMİNE DAİR*

Kur’ân-ı Kerîm’in “oku” emriyle başlaması, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde ilmi ve ilim adamını methetmesi, “ibkâ-yı nik-nâm” arzusu, hususen de “Hayru’n-nâs men yenfa’u’n-nâs” [İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.] düsturu tarihimizin Osmanlı asırlarında ilim ve sanata büyük bir ehemmiyet verilmesini beraberinde getirmiştir. Devlet idaresinde bulunan kimseler ilim ve sanat erbâbını himâye etmişler, hususî dairelerinde âlim ve sanatkârların devam ettiği meclisler düzenlemişlerdir.1

Saray, tekke, medrese, kütüphane ve konaklardaki ilim, şiir-mûsikî meclisleri, eser mütalaaları, muhtelif ilimlere dair gerçekleştirilen sohbetler devrin ilim-sanat hayatının mahiyetini tayin etmiştir. İlim ve sanatta hâmî-mahmî ilişkisinin görüldüğü bu zamanlarda kişinin intisap ettiği daire edebî ve fikrî tekâmülünün yanı sıra mukadderatına da tesir etmiştir. İlim ve sanat ehli bir araya geldikleri bu yerlerde yeni telâkkiler ve fikirlerle temas kurmuşlardır. Sultan II. Abdülhamid devrine kadar farklı mekânlarda devam eden bu tesir, 1876 sonrası yerini matbuata ve mekteplere bırakmıştır.

Eskilerin kitapla kurduğu bağı gösteren mühim platformlar hiç şüphesiz tekkeler ve camilerdir. Tekkeler, tarih boyunca dil, edebiyat, mûsikî, tezhip, hat gibi Türk-İslam sanatlarının gelişmesinde çok önemli fonksiyonları yerine getirmiştir. Dergâhlar sadece ilmî, dinî, edebî sohbetlerin yapıldığı yerler olmamış, aynı zamanda sanat ve kültürün idamesini de sağlamışlardır.

Camiler ise medrese eğitiminin bir cüz’ü olmaları hasebiyle takrir olunan dersler ve kitapları ihtiva eden kütüphaneleriyle dikkati çeker. Özellikle medrese derslerinin devamı mahiyetindeki Cami dersleri fevkalâde ehemmiyeti haizdir.2

Türk, Arap, Fars dilleri ve edebiyat-larına ait müşterek düşünce ve sanatları yansıtan eserler buralarda ehil hocalar vasıtasıyla mütalaa edilmiştir. Buralarda görülen dersler bir taraftan devam edenlerin edebî, fikrî şahsiyetlerinin inkişafını sağlarken bir taraftan da Türk irfanını inşa etmiş, hatta idâme ettirmiştir.

Camilerde “koltuk”, “kuşluk” ve “ikindi” dersleri adı altında umumun istifadesine açık bir şekilde aklî ve naklî ilimlerin yanı sıra İslâm dünyasında müşterek düşünce, sanat ve edebiyatı yansıtan eserler mütalaa edilmiştir. Halkın dinî ve millî terbiyesini sağlayan ve “ulûm-ı âliye” olarak isimlendirilen tefsir3, hadis, fıkıh, akaid, tasavvuf, ahlâk, âdâb-ı muaşeret gibi ilimlerin yanında Arap, Fars ve Türk dili ve edebiyatlarının vasıflı metinleri, ilm-i aruz, şiir, muhtelif şerhler ve hüsn-i hat okutulan-okunan dersler arasındadır.4

Cami derslerinde okutulan Farsça eserlerin dikkat çeken müşterek hususiyeti hikemî/tasavvufî mahiyetleridir. Hemen hepsi didaktik bir üslupla kaleme alınmışlardır. Bu eserler aynı zamanda Farsçanın giriş, orta ve üst seviyelerde okutulduğunu da gösterir. Farsça eğitiminde Baharistan ve Tuhfe gibi eserler giriş; Pend, Bostan ve Gülistan orta; Gülşen-i Râz ile Hâfız, Örfî ve Feyzî divanları ise en üst seviye olarak kabul edilebilir.Örfî ve Feyzî divanları, dakik manalarla doludur. 

Bu şiirlerin okutulması derslerin ne kadar iyi bir seviyede yapıldığının da göstergesidir. Farsçadan; Mevlana’nın Mesnevî-i Şerîf ve Fîhi Mâ Fîh’i ile menkıbelerinin toplandığı Ferîdûn b. Ahmed Sipehsâlâr’ın Risâle-i Sipehsâlâr be-Menâkıb-ı Hudâvendigar’ı; Feyzî-i Hindî, Hâfız ve Örfî’nin divanları; Sâdî’nin Gazeliyât, Bostan ve Gülistan’ı, Feridüddin Attâr’ın Pendnâme’si ile Mantıku’t-Tayr’ı; Kasîde-i Sülûkiye-i Hakânî; Rubâiyat, Celâleddin ed-Devvânî’nin ez-Zevra ve’l-Havra’sı, Şebusterî’nin Gülşen-i Râz’ı; Molla Camî’nin Divan, Baharistan, Lüccetü’l-Esrâr ve Levâyih gibi isimli eserleriyle Vehbî ve Şahidî’nin Tuhfeleri camilerde yaygın olarak okunan-okutulan eserler arasındadır.

Camilerde okunan Arap edebiyatı numuneleri her şeyden evvel Hz. Peygamber sevgisi ve hürmetinin ifadeleridir. 

Bununla beraber tasavvuf ve akaide dair Arap ve Türk edebiyatının klâsiklerinin okunması da adeta vecîbe olarak görülmüştür. Arap dili ve edebiyatından sarf, nahiv ve belagate dair eserler, tasavvufî kasîdeler, Muhyiddin İbn Arabî’nin Türk düşüncesinin membaı eserlerinden biri olan Füsûsu’l-Hikem’i; manzum akaid kitaplarıyla ilm-i aruzlar, Kasîde-i Bür’e, Kasîde-i Bürde, Kasîde-i Nûniyye, Kasîde-i Tâiye, Kasîde-i Hamriye’nin5 metinleri ve şerhleri, Muğni‘l-Lebîb ve Makamât-ı Harirî en çok okunan eserler arasındadır. 

Türk edebiyatından ise Mevlîd-i Şerîf (Vesîletü’n-Necât), Yazıcızâde’nin Muhammediyye’si ile Dürr-i Meknûn’u, Şifâ-i Şerîf ve Kısâs-ı Enbiyalar daha çok halkın istifade ettiği dersler olarak dikkati çeker. Bütün bu derslerin Türkçe tercüme, şerh ve haşiyeler eşliğinde okutulduğunu da belirtelim.6

Osmanlı asırlarının ilim, fikir ve sanat hayatının görüleceği yerlerden biri de konaklar, yalılar ve köşkler, daha umumî bir tabirle söyleyecek olursak evlerdir. Hususen siyasette, ilimde ve şiirde zirve şahsiyetlerin konakları yahut yalıları aynı zamanda devrin siyasî, ilmî, edebî ufkunu tayin eden yerler olması münasebetiyle fevkalâde önemi haizdir.

Kaynaklarda bezm-i edeb, daire, cemiyet, encümen, muhit, mahfil gibi kelimelerle de karşılanan meclislerde şiir, mûsikî, hat, kitap, tarih, hukuk gibi ilmî – bediî bahisler konuşulur; istidat ve iktidar sahibi kimselerin yazacağı mevzulara karar verilir; şairlerin iştihar edecekleri mahlaslar burada verilirdi. Bir nevi, muhitin ilgisi buralarda esere dönüşürdü. Buralara devam eden şairler tarafından “dâriyye” adı verilen kasîdeler tanzîm olunmuştur. Nefî’nin, Nâbî’nin ve daha birçok şairin dâriyyesi vardır. Asrın şuarası, padişah, sadrazam, şeyhülislâm, vükelâ ve ricâle takdim etmek üzere Ramazan ayına mahsus kasîdeler de inşâd etmişlerdir. Şâir Sabit’in Ramazaniye’si bu tarz kasidelerin en meşhurlarındandır.7

Konakların ve yalıların bir diğer hususiyeti de her konağın kendine mahsus bir kütüphanesinin ve kitapçı efendinin (hâfız-ı kütüb) bulunmasıdır. Hâfız-ı kütübler dairenin birinci dereceden daimî muvazzaflarındandır. Kütüphaneci önemlidir, çünkü mühim eserleri satın alır veya istinsah ettirir, araştırma yapar. Bir yerde, konaktaki ilim ve sanat hayatının belirleyicisi odur. Bunların kıymetli kısmı, ekseriya İlmiye ricâlindendir.

Kişinin ilgisine göre tesis edilen bu kütüphaneler ilme verilen kıymeti gösterir. Devrinin önemli ilim adamlarından Hoca Hayret Efendi’nin “Bir âdemin ilmine, yahud cehline, terekesinden çıkacak kitablar şehadet eder.” sözünü zikretmekte fayda vardır. İbnülemin, bu sözün kitabın çokluğuna değil, ilmî kıymetine dikkat çekmek için ifade olunduğunu belirtir. 

Bu kütüphaneleri nefis ve nadir eserlerle tezyîn etmek adettendir. Teclîd ve tezhip meraklısı olan rical, “musavver kaplar, münakkaş yazma kitaplar, müzeyyen ve müzehheb meşâhir-i hattâtîn yazılarıyla tahrir olunmuş Mushâf-ı Şerîf ve elvâh-ı nefîseye sahiptirler. Konaklara hemen her gün bir hattat devam eder. Kur’ân-ı Kerîm, Buhâri-i Şerîf, Şifâ-i Şerîf gibi mühim eserlerden birkaç sayfa kendilerine yazdırılarak hâneler bereketlendirilir.8

 Buralarda akdedilen meclislerde bu gibi eserlerin “elvan ve dekâyıkına” müteallik mübahaselerde bulunulur. İran’ın minyatür, İstanbul’un şemse, Edirne’nin usulî kaplarına çok rağbet edilir.

İslâmî bilimler genellikle naklî bilimler olduğu için, bilginin olduğu gibi korunması ve sonraki kuşaklara bozulmadan aktarılması önemlidir. Bunun en sağlam yolu da kitapların eski âlimlerin yazdığı şekliyle aynen hıfz ve istinsah edilmesidir. Harf inkilâbına kadar hat sanatı eski itibarını, ehemmiyetini kalemler, resmî yazışmalar ve özellikle konak sahiplerinin himayesiyle devam ettirmiştir. 

Ulemâ ve vüzerâ tarafından Mushâf-ı Şerîfler, Şifâ-i Şerifler, hilyeler, muhtelif camilere, köşklere meşk ettirilen âyet-i celîleler vasıtasıyla; diğer bir deyişle nadir ve nefis eserlerin istinsah edilmesi bu sanatın devamı için fevkalâde ehemmiyeti hâizdir.

İslâm âleminde resme rağbet edilmemesi hüsnü-hattın millî bir resim ittihaz edilmesini, dolayısıyla millî sanatlarımızın en güzellerinden biri addedilmesini beraberinde getirmiş, terakkisine pek çok çalışılmıştır. Halkı teşvik etmek için Türk hükümdar ve şehzâdelerinin, mülkî ve ilmî ricalin hüsnühatta rağbet buyurmaları, okuryazar kesiminin pek çoğunun bir başka meslek ihtiyar etmeyerek bu sanatı medâr-ı maişet addetmelerine vesile olmuştur.9

 Diyebiliriz ki millî sanatların bu şubelerinin muhafazasında ve sonraki nesillere intikalinde konaklar ve yalılar mühim bir fonksiyon icra etmişlerdir. Bu manada her bir yalının ve konağın sanat evi hüviyetini hâiz olduğunu söyleyebiliriz.

Konakların bir diğer hususiyeti de camiler, medrese ve mektepler haricinde eğitim hayatının feyizli bir devresini de ihtiva etmeleridir. Geniş bir nüfusu barındıran konaklarda ve yalılarda verilen eğitim şahısların ilmî, fikrî, edebî şahsiyetlerinin oluşması için fevkalâde önemli bir basamak hüviyetindedir. Biraz imkânı olanlar çocuklarını mektep yahut medreseye göndermeyip devrin ilim ve irfanıyla iştihar eden zatlarından ders almalarını sağlamışlardır. Lisan, edebiyat, mûsikî, hat, tezhip gibi konularda hususî muallimlik yapan hocalar10 hâne sahibinin çocukları ile sâir mensuplarına ilim ve hüner öğretip, sanat meşk ettirmişlerdir.11 Özellikle Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz devirlerinde her büyük konak “dârü’l-fünûn-ı millîden” bir şube hükmündedir.12 Çocukluk ve mektep hatıraları okunduğu vakit görülür ki müelliflerin bu senelerde yaşadıkları ve okudukları dimağlarına ve zihniyetlerine yön vermiş, evvela yetişme tarzına, sonra da eserlerine yansımıştır.

Özellikle 19. asırda konak ve köşklerdeki hususî kütüphanelerde okunan eserler üç farklı zihniyete mahsustur:

a. Geleneği temsil eden eserler

b. Yeni devre ruh veren müelliflerin eserleri

c. Batılı müelliflerin eserleri

Evlerde okunan, diğer bir deyişle halk irfanının tesisinde rolü bulunan eserler arasında “Muhammediye, Mesnevî, Mevlîd-i Şerîf, Kısâs-ı Enbiyalar, Bostan ve Gülistan, Divanlar, Kerbelâ mersiyeleri, Mızraklı İlmihâl, Âşık Garip, Hz. Ali Cenkleri, Battalnâme, Bin Bir Gece Masalları, Yunus Emre ilahileri” dikkati çeker. Asrın son çeyreğine kadar yaygın olarak okunan bu eserlerin yerini önce Namık Kemâl, Ziya Paşa, Ahmed Midhat ve Abdülhak Hamid gibi yeni bir edebiyat ve düşünce telâkkisiyle yazanlar, asrın sonlarına doğru ise Batılı müelliflerin yazdıkları almaya başlamıştır.

Kitap meraklıları ile onların oluşturdukları hususî kütüphanelerin ilim ve edebiyat tarihimizde müstesna bir yeri vardır. Hastalık derecesinde kitap düşkünü olan zatlar ve hâneleri eser kaleme alanların karşılaştıkları müşkülleri çözmek için müracaat ettikleri yerler arasındadır. Zamanın “ârif-i kâmil”i olan ve Cevdet Paşa’nın “millet-i İslâmiye içinde yerine konmaz âdemlerden biri” şeklinde tavsîf ettiği13 Şeyhülislâm Arif Hikmet’in hânesinde 12 bin kitap vardır. Bunlardan üç bin kadarını Medine’de inşa ettirdiği kütüphaneye göndermiş, kalan kısmını da göndermek üzere hazırlık yaparken vefatı vuku bulmuştur. Cevdet Paşa Encümen-i Dâniş’çe kendisine havale olunan Tarih’inin yazımı sırasında Efendi’nin dillere destan kütüphanesinden pek ziyade istifade etmiştir.14 Edebiyat, felsefe ve matematiğe dair verdiği derslerle meşhur Kethüdâzâde Arif Efendi’nin15 her ilme mahsus kırk sandık dolusu nefis yazma kitaplarının büyük kısmını vefatından sonra Şeyhülislâm Ârif Hikmet Efendi satın alarak Medîne-i Münevvere’de tesis ettiği kütüphanesine göndermiştir. 

Bu devirde kütüphanesiyle meşhur ricalden biri deYusuf Kamil Paşa’dır. “Dârü’l- Hikme” olarak nitelendirilen Vezneciler’deki konağında devrin ricali tefsîr-i şerîf okurlardı. Bu mecliste Mustafa Fâzıl Paşa okuyucu, Cevdet ve Şîrvânîzâde Rüşdü Paşalar gibi ulemâ kökenli vezirler mukarrir, Âlî ve Fuad Paşalar ile bir kısım zevat dinleyici sıfatıyla bulunmuşlardır. Konağın sahibi ise bu mecliste mümeyyizlik vazîfesini îfâ eylemiştir.16

Buraya devam edenler tarafından Paşa’ya takdim edilen kasîdeler birkaç cildi dolduracak hacimdedir. Konağın kütüphanecisi meşhur el-Hac Mehmed Zeki Efendi’dir.

(1821-1881). Burada kendisine tahsis olunan maaş mukâbilinde daire mensuplarına Mesnevî okutur ve Paşa’nın istediği kitapları istinsah eder.17 Kütüphanesiyle meşhur ricalden bir diğeri de Ahmet Vefik Paşa’dır. Ömer Faruk Akün’ün de bahsettiği üzere onun kütüphanesi, Doğu ve Batının bilhassa tarih ve edebiyat sahasındaki külliyatları ve en muteber kitapları yanında, elde edilmesi güç Çağatayca eserleri, Evliya Çelebi Seyahatnamesi gibi yazma eserleri barındırmaktadır. Bu muazzam kütüphanenin bulunduğu Rumelihisarı’ndaki köşk, payitahta ayak basan Batılı âlimlerin ve sanatkârların hem kitaplardan hem de sahibinin ilminden, sohbetinden istifade etmek için uğradıkları bir ziyaretgâh hükmündedir. Paşa’nın vefatından sonra borçlarını ödeyebilmek için kitapların bir kısmı satılmış, geri kalanları da ölümünden iki sene sonra basılı bir kataloğu yapılarak satışa sunulmuştur. Buradaki kitaplar, Rıza Paşa gibi kitap meraklılarından Prag Üniversitesi’ne kadar çeşitli yerlere dağılmış bulunmaktadır.18 Eserlerin bir kısmı ise devrin hükümeti tarafından satın alınarak Dârülfünûn Kütüphanesi’ne konulmuştur.19

Zamanının âlim ricalinden olan Sadrazam Said Paşa’nın hânesinde nefis ve nadir eserleri ihtiva eden bir de kütüphanesi vardır. İbnülemin, Said Paşa’nın avukatı tarafından kendisine gönderilen basma listede muhtelif ilimlere dair çeşitli lisanlarda yazılmış 1077 adet kitap ve mecmuanın -merhumun müsellem olan ilim ve faziletine göre ümid edilenden azdır- varlığından söz eder.20 Bu eserlerden nüshası nadir bazılarını İbnülemin daha sonra satın almıştır.

Kitap meraklısı bir zat olan Maliye Nâzırlarından Nazif Paşa, resmî vazifeleri hâricinde konağında mütalâada bulunur. Zamanın bazı büyükleri ve kitapseverleri gibi o da nüshası nadir, hattı ve tezhibi güzel kitapları satın alır, bunların iyi bir şekilde muhafazasına itina eyler. Vefatından sonra Paşa’nın bütün hayatı boyunca topladığı bu eserleri ailesi zaruret yüzünden satmak mecburiyetinde kalmıştır. Ancak bir kaçına işaret edebildiğimiz hazine değerindeki bu kütüphanelerin maalesef pek azı zamanımıza intikal edebilmiş, diğerleri ya peyderpey satılmış ya ecnebi memleketlere gitmiş yahut da İstanbul’unyangınlarından ötürü günümüze intikal edememiştir.

Bu hususta ayrıntılı bilgi için bk. Gelibolulu Mustafa Âlî, Mevâıdü’n-nefâis fî Kavâıdi’l-Mecâlis, haz. Mehmet Şeker, TTK, Ankara 1997; Gelibolulu Mustafa Âlî, age, haz. Orhan Şaik Gökyay, Tercüman 1001 Eser, 

İstanbul 1978; Abdülkadir Karahan, XIV. Yüzyıl Sonlarına Kadar Türk Kültürü ve Edebiyatı, İÜ Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1985; 

Haluk İpekten, Divan Edebiyatında Edebî Muhitler, MEB, İstanbul 1996; 

Tuba Işınsu Durmuş, Tutsan Elini Ben Fakirin: Osmanlı Edebiyatında Hamilik Geleneği, Doğan Kitap, İstanbul 2009; Şemsettin Şeker, Ders ile Sohbet Arasında On Dokuzuncu Asır İlim, Kültür ve Sanat Meclisleri, Zeytinburnu Belediyesi Yay., İstanbul 2013.

Cami dersleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Şemsettin Şeker, “Edebî Şahsiyetin Teşekkülünde Cami Derslerinin Rolü”, The Journal of International Social Research, c. 5, nr. 22, Yaz 2012, s. 174-203.

Tefsîr-i Keşşâf ile Rûhu’l-Beyân Tefsîri en çok okunan tefsirleridir. Özellikle Zemaşerî’nin Keşşâf ismiyle meşhur tefsiri müderrislik imtihanında hemen her talibin bilmesi gereken eserlerdendir.

Bazı camilerin vakfiyelerinde “cihât-ı fer’iyye”, yani vakfın ikinci derecedeki gayesine ait olan hizmetler arasında Buhâri, Müslim, Şifâ-i Şerîf, 

Delâilü’l-Hayrât gibi eserlerin okunması meşrut (şartlı) vazife olarak gösterilmiştir.

Harputlu Ömer Naimî Efendi’nin şerhi bu asırda en çok okutulanlar arasındadır.

Modern dönemlerde ihmal edilen, hatta küçümsenen şerh ve haşiye meselesi hakkında bk. İsmail Kara, Unuttuklarını Hatırla! Şerh ve Haşiye 

Meselesine Dair Birkaç Not, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013; Yekta Saraç, (2006), “Şerhin Kavram Boyutu ve Tarihî Arkaplânı”, Türk Edebiyatı 

DİPNOTLAR

Tarihi, c. II, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 121-132.

Manzûme için bk. Mehmet Tevfik Çaylak, İstanbul’da Bir Sene içinde, “Ramâzaniyye”, İletişim yayınları 1991.

Balcızâde Tahir Harimî, Tarihi Medeniyette Kütüphaneler, Vilayet Matbaası, Balıkesir 1931, s. 529-530.

İnal, İbnülemin Mahmud Kemâl, Son Hattatlar, MEB, İstanbul 1955, s. 3.

Pakalın, Mehmet Zeki,, Mâliye Teşkilâtı Tarihi IV, Maliye Bakanlığı, Ankara 1978, s. 35.

Balıkhâne Nazırı Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, haz. Ali Şükrü Çoruk, Kitabevi, İstanbul 2001, s. 20.

Abdurrahman Âdil, “Yeni Osmanlılar Tarihi ve İnkılâbât-ı Fikriye 

Münâkaşaları”, Hâdisât-ı Hukukiye ve Târihiye, cüz 3, 15 Mayıs 1341.

Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir II, haz. Cavit Baysun, TTK, Ankara 1986, s. 73.

Ahmet Cevdet Paşa, Tarih II, Dersaâdet 1309, s. 102.

Naci, Muallim, Osmanlı Şairleri, (Haz. Cemal Kurnaz), MEB Yay., İstanbul 1995, s. 172.

İbnülemin M. Kemâl, Kemâlü’l-Kâmil, İÜ Nadir Eserler Kütüphanesi İbnülemin kısmı, T3341, v. 115/a-b.İbnülemin, SH, s. 639.

Bkz. Ömer Faruk Akün, “Ahmet Vefik Paşa”, DİA, c. II, İstanbul 1989, s. 150-151.

İbnülemin M. Kemâl, Evkâf-ı Hümayun Nezareti’nin Târih-i Teşkilâtı ve Nuzzarin Terceme-i Hâli, Evkâf-ı İslâmiye Matbaası, Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliye 1335, s. 114.İbnülemin, Son Sadrıazamlar, s.1253.


*Dr. Şemsettin ŞEKER

Kabataş Erkek Lisesi, Türk Dili Edebiyat Öğretmeni -dinvehayatdergisi

 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Önceki yazıyı okuyun:
Çörekçizâde Lûtfî

ÇÖREKÇİZÂDE LÛTFÎ(d.1221/1806-ö.1299/1881) Tekke şairi Kastamonu’nun İsfendiyar Mahallesinde 1806 yılında dünyaya gelmiştir. "Çörekçizâde" lakabıyla tanınan Lûtfî, …

Kapat