Ana Sayfa / Yazarlar / Osmanlıdan Cumhuriyet’e Son Bozgun Kitabı 1-2 / Prof. Dr. Himmet UÇ

Osmanlıdan Cumhuriyet’e Son Bozgun Kitabı 1-2 / Prof. Dr. Himmet UÇ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Osmanlıdan Cumhuriyet’e Son Bozgun  

(Vehbi Vakkasoğlu’nun Kitabı Tanıtma Yazısı 1-2)


 Vakkasoğlu’nun Osmanlıdan Cumhuriyete Son Bozgun eseri, tanıtma yazısı – 1

Vehbi Vakkasoğlu  Türkiye Tarihinin Mütarekeden Sivas Kongresine kadar dönemini , birçok kaynağa dayanarak anlatmış. Eser bir belgesel. Vakkasoğlu birçok kaynağı tarayarak  farklı mülahazalara açık bir dönemi başarıyla anlatmış.  

Osmanlıdan Cumhuriyete Son Bozgun isimli kitap on iki bölümden oluşturulmuş. 

1918  sadece muhteşem bir devletin tarih sahnesinden çekilişi olmamış , aynı zamanda  asırlardan beri  süren hilal ve haç  çarpışmasının da acı sonu olmuştur. Başta Rusya ve İngiltere olmak üzere bütün büyük devletlerin  iştahını çeken  cazip hazineler  ilk defa bu tarihte  hiçbir maddi engel kalmamak üzere sonuna kadar açılıyordu.Hasta Adam’ın artık komaya  girdiği  ve soyulmaya hazır bulunduğu ittifakla kabul ediliyordu. Ancak kimin eli hangi cebe uzanacaktı , çekişmenin konusu bu idi  Osmanlının iliğini sömürmede  en hızlı ve en hırslı devlet şüphesiz İngiltere olmuştur. Mondros Mütarekesini  Fransa , İtalya ve Amerika’dan habersiz  imzaladığı ortaya çıkmıştır.

Birinci Dünya Savaşının en mühim hedeflerinden biri  ve belki de birincisi Müslüman Türk’ü sahneden silmekti.Ve işte nihayet dokuz cephede  en müthiş imkansızlıklar iç inde aslanlar gibi çarpışan  Mehmetçiğin silahı elinden alınıyordu. Vatanın  ay yıldızlar süslü mavi göğünü bir yığın leş kargasının  kara kanatları  ve vahşi viyaklamaları almıştı.iki yüz yıl önce bu çöküşün işaretleri kendini belli etmişti, yaşlı devletin  bünyesine taze kan vermek gereği  daha birkaç asırdan beri  konuşuluyordu. Ama bu nasıl yapılacaktı? Kurtuluş reçetesinin  muhtevası hangi ölçülere göre tesbit edilecekti.? Osmanlıya yön verenler  bu ölçüleri tesbitte akıl ve iman istikametinde  pek az olmuşlar,umumiyetle dış tesirlere kapılmışlardı. Batıyı bütünüyle taklid etmek  gibi yanlış bir metod, batı hayranlığını doğurmuş, aşağılık duygusu vermişti, aydınlara, yazarlara.

Batı bu arada boş durmuyor, Müslüman Türke  şahsiyet ve karakter kazandıran ne varsa birer birer elinde almayı uygulamaya çalışıyordu. İngiliz sömürgeler bakanı Gladistone’in “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulundukça  biz onlara hakim olamayız . Ne yapıp yapmalıyız ,  ya Kur’an ‘ı ortadan kaldırmalı  ya da Müslümanları ondan soğutmalıyız”

Osmanlıyı  çökertmenin en iyi yolu ona can ve ruh  veren hayati unsurları manevi rabıtaları  kırmaktan geçerdi.  Osmanlı tarafından asılan patrik Gregorios’un bir mektubundaki tesbitleri Türkleri mahvetmenin nedenlerini anlatır. Onları yenmenin tek yolu maneviyatlarını sarsmaktır.Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak  ve manevi rabıtalarını kesretmek , dini metanetlerini  zaafa uğratmak  icap eder. Bunun da en kısa yolu , ananat-ı milliye  ve maneviyelerine  uymayan harici fikirler ve hareketlere onları alıştırmaktır.

Cevdet Paşa’ın tarihinde kaydettiği Sebestiyani’nin Napolyon’a sunduğu  gizli bir layihada, Osmanlının can çekiştiğini doğrular ama , onları ele geçirmenin zorluğunu  anlatır. İgnatyef Rus elçiliği yapmıştır, Osmanlı’da o da Sebestiyani’nin kanaatlerini paylaşır. İgnatyef  Türkler ‘in islam ittihadını başarmasına da engel olmak  gerektiğini söyler. 

 Avusturya başkakanı Prens Matternich de  dost ikazlarda bulunur  Osmanlıya “ Osmanlı Devleti günden güne zayıflamaktadır, saklamaya itirazım yoktur ki çöküş sebeblerinin başında Avrupalılaşma zihniyeti gelir.  Hükümetinizi varlığınızın temeli olan dini kanunlarınıza saygı ve uygunluk esası üzerine kurunuz Avrupa medeniyetinin  sizin kanun ve nizamlarınıza uymayan kanunlarını almayınız.Batı kanunlarının  temelinde Hristiyanlık vardır. Siz Türk kalınız, lakin Türk kalabilmek için de Şeriata sıkı sarılınız. Asıl kanunları  Şark’ın adet ve adabına tamamiyle zıt olan Avrupalı hükümetleri  taklid  , Müslüman ülkelerde  zararlar meydana getirmekten  başka hiçbir netice veremeyecektir. “Türk dostu Pierre Loti de aynı şekilde  kendi kültür ve medeniyetimize  kalmaya çağırır bizi. Loti  batının huzursuz insanlarının maddi manevi akınlarıyla  Osmanlıyı bozacaklarını , onları da kendileri gibi huzursuz edeceklerini , bu şekilde de barış , huzur ve  iman dolu bu topraklara da yazık olacağından endişe duyar.

 Said Halim Paşa , Gustave Le Bon ile sohbet esnasında , yazar ona şöyle söyler. “Bana iki yıl Osmanlı Şeyhülislamlığını verin  , imparatorluğunuzu ayağı kaldırayım.”Mehmet Akif bunu duyunca ağlamıştır. İmparatorluğun  yıkılmasının ötesinde bir bağımsız Türk devletinini imkan dışı hale getirmek de o dönemin meşum bir takım batılılarının gayesidir.  Türk milleti yine de büyük bir millettir ve ayaktadır. Fuat Paşa söyler” Hakikaten de en kuvvetli devlet  bizim devlettir. Zira siz dışarıdan biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz yine de bunca zamandır yıkılmıyor. “41

Namık Kemal de başka bir cümle kurar. “ Devlet-i ebed müddet  sekerat-ı mevt halindedir. Altı asır şan ü şerefle payidar olmuş bir devlet-i muazzamanın  can çekişmesi elbette ki yarım asır sürer. “

Tanpınar’in isabetli teşhisine göre 1774 le  1826yılları arası Osmanlının en büyük geçiş devrelerinden biridir. Bu devrede cemiyet havası bütün müesseseleriyle  çözülüp dağılma havasına girer.

30 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Mütarekesi çok ağır şartlar taşımakta , adeta asırlık bir çınarı budaya budaya kuru ve cansız bir kütük haline getirmektedir. Mondros imzalandığı sırada   sadrazam bulunan  Müşir Ahmet İzzet Paşa’nın  ifadesine göre “Eğer dokuz cephede  vatanın henüz işgal edilmemiş  mıntıkalarına doğru ilerlemekte olan düşmanları resmi vesikayla  durdurmaya mavaffak olamamış olsa idik, elde müdafaa edilecek vatan parçası kalmayacaktı. “

Yahya Kemal o günleri anlatır:

 1918

 Ölenler öldü kalanlarla muztarip kaldık

Vatanda hor görülen bir cemaatiz artık

 

Ölenler en sonu kurtuldular  bu dağdağadan

Ve göz kapaklarının arkasında eski vatan 

 

Bizim diyar olarak kaldı ta kıyamete dek

Kalanlar ortada  genç, ihtiyar, kadın , erkek

 

Harap olup yaşıyor  taliin azabıyla 

 

Vatanda korkulu rüya içindeyiz  gerçek

Fakat bu çok süremez , mutlaka şafak sökecek 

 

Ateş ve kanla siler bir gün ordumuz lekeyi 

Bu insan oğluna bir şeyn olan mütarekeyi 

 

Bu halk kavuşur  annemiz o güzel vatana 

Çocuklarıyla nasıl sarmaşırsa yaslı ana

 

O sarmaşıyla yaşar  hür ve bahtiyar ancak

Bu gamlı günleri hiçbir zaman unutmayarak

 

Mondros  Mütarekesi imzalanmasaydı  düşman orduları bütün Anadolu’yu çiğneyerek  istanbul’a dayanacaktı. Bütün Suriye’nin kaybı bir aydan az bir zamana sığdırılmıştı.

 

Cevat Rifat Atilhan anlatır:

“19 Eylül 1918 sabahı , büyük ve kahraman bir ordunun  birdenbire çöküş tarihidir. Öyle bir çöküş ki tarihimizde  benzeri yoktur. Dört uzun yıl her türlü zorluğa göğüs geren  ve of demeden bütün meşakkatlere vatan ve Allah aşkı için mukavemet eden bir ordu muhtelif hıyanetlerin neticesi olarak seller gibi  gerilere doğru akmaya başladı.”

Feci bir mağlubiyetti bu ..dünya siyonizmi , farmasonluğu, yerli hainler  ve ittihad Terakki’nin kötü idaresi  milleti felaketlere sürükledi.  

30 Ekim 1918 tarihinde Limni adasının  Mondros limanında Osmanlı devletinin ölüm ilanına benzeyen mütareke imzalanmıştı. Bahriye Nazırı Rauf Orbay Bey’in  başkanlığındaki heyet gözyaşları içerisinde ateşkes antlaşmasını imzalamıştı. Artık son müstakil Türk devleti komaya girmiş , vatan ufuklarını yılgınlık , bezginlik  ve ümitsizliğin kara bulutları kaplamıştı. Onulmaz acılarla sarsılan  Müslüman Türk kalpleri , karmakarışık duygularla  çarpmaktaydı.69

 

Osmanlı’nın çöküşü  dış düşmanları olduğu gibi içimizdekileri de harekete geçirmiş , akla hayale gelmez hıyanetlere  cinayetlere sevk etmişti.Ermeni ve Rum azınlırların vicdanı  ve vefayı bir tarafa atan  taşkınlıkları , Müslüman Türk’ü kalbinden yaralıyordu. Son vatan parçasının düşmanlar tarafından işgali  sebebiyle kan ağlayan milletimiz , eşi bulunmaz bir müsamaha   ve merhamet gösterdiği  içindeki azınlıkların taşkınlıklarıyla bilhassa yaralanmıştır.

13 Kasım 1918 de İstanbul limanında  demirleyen  55 yarçadan müteşekkil  düşman donanması , mağlubiyetin acılığını  bütün zehiriyle tattırırken , karaya çıkan haçlı askerlerince kritik noktaların işgal edilmesi de  mustarip  gönüllerde onulmaz yaralar açmıştı. Her gün yeni  bir işgal hareketiyle  gölgelenen ümitler, vatansever millete gülmeyi unutturmuştu.

O gün bütün harp  yılları süresince kapalı kalmış kalmış bulunan itilaf devletleri elçilikleri taşkın törenlerle açılıyor , kraldan fazla kral taraftarı olan  tatlı su Frenkleri ile Karşıyakalı  vatandaşların  taşkınlıklarını dünkü düşmanlarımız  zorlukla yatıştırmak  zorunda kalıyorlardı.İstanbul taş kesilmişti, basınımızın dili tutulmuştu.Ermeni ve Rum  aznlığın  sokaklarda gösterdiği taşkınlık  ve şımarıklığın  bir örneğini de mescliste mebuslar sergiliyordu. Sadrazam Tevfik Paşa  ilk kabinesini kurduktan sonra  meclise sunduğu  beyannamesinde diyordu ki,

“Evvelbeevvel devlet ve millet-i Osmaniyenin şeref ve haysiyetiyle telifi kabil bir sulh yapmak için olanca  gayretimizle çalışacağız. “

Divaniye Mebusu  Fuat Bey  haykırıyordu.  “ Başşehrimiz  İstanbul ve Beyoğlu yakalarına  silahlı düşman askerleri çıkarılıyor. Bakırköy işgal altındadır, İskenderun işgal edilmiştir, Musul işgal ediliyor. Efendiler bu bir işgal değil bir istiladır, daha doğrusu korkunç bir ilhaktır. “

“Bir gün elbette sesimiz  bütün kuvvetiyle yükselecek ve hak ergeç yerini bulacaktır. Türk evlerine düşman askerleri sokuluyor , kadınlarımızın harimine bile ehemmiyet verilmiyor”

Mecliste farklı simalar çok değişik nutuklar  irad  ettiler. Muş Mebusu İlyas Sami Efendi der”seferberliğin  ilk yıllarında eski hükümet doğu illerinde  en mükemmel silahları Ermenilere , en köhne silahları Türklere vermiştir.Bu itimadı daima kötüye kullanan  Ermeni vatandaşlarımızın  içinde türeyen çetelerin  ve bunlara kumanda eden  Ermeni mebusların harbin başlangıcında irtikap etmedikleri  hıyanet  ve cinayet kalmamıştır. Van vilayetimizin  Rus orduları  tarafından hücuma  uğradığı kara bir günümüzde  şehrin iç cephesi de  bu çeteler tarafından  kuşatılmış  ve islam nüfuzunun  yüzde ellisi bu alçaklar  tarafından mahvedilmişti.OrtadaTürkler tarafından yapılmış bir katliam yoktur, doğrudan doğruya nefis müdafaası ve karşılıklı mukatele vardır.Artık bu gerçeğin aydınlanması  ve bütün dünyanın gözleri önüne koyulması zamanı gelmiştir. “81

Bu konuşmaların ardından 21 Aralık 1918 de meclis feshedildi.

 

Particilik

 

Meclisin feshedilmesiden sonra ittihad ve Terakki partisinin hükümetten düşmesi üzerine , muhalifler harekete geçmiş   manasız   parti çekişmeleri artmıştır.Hürriyet ve İtilaf partisinin  ölçüsüz muhalefeti  bir  parti mücadelesinin sınırlarını aşmış birbirlerini tasfiye hareketine dönüşmüştür. İttihat terakkiye yapılanlar parti mücadele kıyımlar, sürgünler ve idamlarla haddi çoktan aşmıştır.

Mütarake devri büyük bir ahlaki buhrana da neden olmuştur. Sefalet ve sefahete rağmen yoksul halk dinini ve ahlakını korumuştur. Düşmanlarla vatandaşlarımızın samimi rabıtaları onları ruhen rencide etmiştir. Mütarekenin neden olduğu bu ruhi sefalet ve sefahetten dolayıdır. Hakka tapmayan   millet her türlü  istiklalini kaybetmekle yüz yüzedir. Frenkmeşrep aydınların düşmanlarla balolar tertip etmeleri ve değerlerinden insilah etmeleri yürek burkucudur.     

Rusya’dan kaçın Beyaz Rusların açtıkları batakhaneler  İstanbul halkını rezil ve hudutsuz bir ahlaksızlığın içine atmıştır. Sarayında muzdarip adam Sultan Vahdettin, diğer yanda Müslüman ve yoksul İstanbul halkı. İstanbulda sel gibi akan içki ahlakı bozmuş bu arada Yeşilay Kurulmuştur.

 Yakup Kadri bozulmayı canlı gözlemlerle anlatır. Onun Sodom ve Gomore’si de Mütareke döneminin İstanbul’undaki ahlaki çözülmesini anlatır.” Hayatımda halk denilen insan kitlesinin  bu kadar ahmaklaştığını bu kadar bayağılaştığını hiç görmemiştim”

 

Akif de :

 

Bu cennet yurdun hazanını gördüm

Ve viranelerin yascısı  baykuşlara döndüm 

 

  İstilacı kumandanlar

 

27 Kasım 1918 ‘de İngiliz Generali Milne’nin  galip devletlerin başkumandanı olarak  istanbul’a girişini , sonra  da 9 Şubat 1919 ‘da  Fransız generali Franşe D’ esperey’in  sahte vekar tafralı , general kılığı içinde  acemi bir aktör olarak  payitahta gelişleri rencide edici olaylara neden olur. Rum ve Ermeniler bir panayırda gibiydiler.Müslüman Türkleri can evinden vuran bu şenliklerdi. Azınlıkların şımarıklıkları nankörlükleri iğrençti. Süleyman Nazif Hadisat Gazetesinde Kara Bir Gün yazısı ile Müslüman Türk’e ümit veriyordu.”Bu hal mütehavvildir,Arapların güzel bir atasözü vardır. Sen sabret  nasıl olsa zaman sabretmez.”

Süleyman Nazif yazı masasının başından alınıp Bekirağa Bölüğüne getirildi. Nazif Bey önce kendini sorguya çeken askeri hakime ders verdi.Sonra Ermeni tercümana itiraz etti. “Bu adam Osmanlı tebaasıdır, hükümetten yani müşterek hükümetimizden  müsaade almadan tercümanlık yapamaz, başında kim olursa olsun hiçbir Osmanlı hükümeti  de böyle bir alçaklığa izin veremez. Çünkü aynı seviyeye düşmüş olur.Ben söyleyeceklerimi evvela Türkçe söyler, sonra kendim Fransızca’ya çeviririm . O da sizlerin anlaması için .Beni asla ilhak edemeyeceğiniz bir Türk toprağında muhakeme ediyorsunuz” 

 Hugo selaseti içindeki Fransızcasıyla karşısındakileri perişan etmişti. Racine ve Corneile’den  kahramanlık ve sadakat ve fazilet mısraları okudu. Fransız Generalin önüne çıkardılar, o mağrur boş adam onun yüzüne bile bakamadı.  Süleyman  Bey merhum asilane savundu ama Malta’ya sürüldü.  

Süleyman Nazif’in kurşuna dizilmekten kurtuluşu bir sürprizdi.Frannsız generali yanında irtibat subayı olan  Yüzbayı Hayri Bey’in ikna edici izahları  bu yazının yerli azınlıkların  tahrikçi taşkınlıklarına  karşı ve uğranılan  müthiş bir mağlubiyetin dayanılmaz acısı ile yazılmış  olduğunu söylemelerinin tesiri olduğu gibi , Türklerle evli Fransız kadınların  Fransız meraşaline koşmaları da tesirli olmuştur. Türklerle evlenip istanbul’a yerleşmiş ve yetiştirdikleri Türk yavrularına  süt vermiş bu kadınlar , siyah çarşaflara bürünerek  sokaklara fırlamışlar, büyük bir telaş ve heyecan içinde  Fransız mereşalinin  karargah yaptığı Kuruçeşme’deki  Enver Paşa yalısına koşmuşlardı.

Kolay değildi bu Müslüman Türk düşmanı adamın  kalbini yumuşatmak . O kadar düşmandı ki  Osmanlıya  karşı yılların  biriktirdiği bir kinle , kendisini selamlamak için  marş çalan Osmanlı muzıkasına , sus diyerek kırbacıyla hakaret etmişti. Atının ayakları altına serilen  Türk bayrağını çiğnerken , şerefli bir askere yakışmayacak  bir davranışta bulunduğunu düşünecek Ermeni kafa yapısında da değildi.

Türkleşmiş ve müslümanlaşmış bu hisli kadın , yürekleri katı ğenerali zayıf bir tarafından yakalamıştı.Şöyle diyordu göz  yaşları içinde.

“Vatan ve hürriyet fikrinin anası olan Fransa’nın bu asil ve insani mefkureyi  en iyi anlayan  ve mükemmel dile getiren gümrah bir ruhu boğmak  asla şanından olamaz. Edebiyata şeref veren bir kalemin hür Fransanın elinde kalmamasını rica ederiz.” Çarşaflı  Fransız kadının Türk ve Müslaman’a inanmış  hisli kadının heyecanlı çırpınışları  ne kadar asildi.Nekadar büyük  bir hatıraydı.

 

Kazım Karabekir Paşa

 

 Paşa istanbul’a geldiğinde ümitsizliğe düşmez, hele bir köye çekilerek ağa olmak fikrine hiç iltifat etmez. Vatanın içine düştüğü feci durumdan kurtarılması için  başvurulması gerekli çareler üzerinde düşünür. Harbiye Nazırı Abdullah Paşa’yı ziyaret ederek onunla iki konu üzerinde düşünür. Bunlar  şark vilayetlerindeki Müslüman Türklere karşı girişilecek imha hareketleri ile ilgili uyarılar ve bazı çalışmalardı.Paşa Ermenilerin yakıp yıktıkları Müslüman köy vekasabalarında yaptıkları katliamların fotoğraflarını çekip istanbul’a göndermiştir. Parti kavgaları devam eder, gazeteler görevini yapmaz,

Paşa planını çoktan yapmıştır, ona göre vatanın kurtuluşu Anadolu’da gerçekleşecektir.Şarkta  doğacaktır kurtuluş güneşi. Sultan Vahidettin ile görüşür. “ Sizi şayan-ı itimad muhtelif yerlerden sordum . Tek mert ve şayan-ı itimad bir kumandanım olduğunuzu anladım.Mevcudiyetinle iftihar ederim ,Cenab-ı Hak millete bağışlasın.Sizin gibi  genç, mert ve şayan-ı itimad  kumandanlara malik olan bir millet elbette zeval bulmaz.

Mustafa Kemal padişahın yaveridir, o da arkadaşlarıyla inandığı kurtuluş yolunu konuşur, 23 Aralık ‘da Tekirdağındaki 14 kolordu kumandanlığına tayin edilir. Kazım Karabekir,24 şubat 1919 da Erzurum’daki 15 kolordu kumandanlığına tayin edilir. Ocak ve Şubat aylarında Vilayat-ı Şarkiye Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kurulur. İttihad Terakki ve Hürriyet İtilaf kavgaları şuursuzca devam eder, Hürriyet İtilaf Rum, Bulgar  , Ermeni ve Arnavut gurupların ihtilaflarını barındırır, hala ittihadçılardan intikam peşindedir. Milli Mücadeleye de karşı olmakta muzır gruplarla bir olmuştur.Bunlardan başka Kuvva-i Milliyeci gruplar da vardır. İstanbul’daki dağınıklık karşısında Kazım Karabekir “ Anadolu’ya ordu başına , başka çare yoktur, diyerek  hareket eder. Fevzi Paşa ile görüşür onun tereddüdlerine rağmen Anadoluya geçecektir. Padişahla görüşür , tavsiyelerini ve duasını alır, ona ümit verir. Mustafa Kemal ile görüşür.” Paşam ben yarım Erzurum’a hareket ediyorum. İstanbul’da ne vaziyette kalırsanız kalınız bir şey yapmak mümkün değildir, burada itilafın arzularını tatbikten başa bir şey yapamayız. Hemen Anadolu’ya ordunun başına geliniz,milletin kurtuluş anahtarı Şark’tır.Orada herşey mümkündür, ordu da kuvvetlidir, halk da beraber gider. Milli istiklalimizi kurtarmak için mücadeleye girişmektir hedef, şark teşekküllerini Erzurum’da birleştirerek her hangi bir harekete karşı milli bir taarruz hazırlamayı düşünüyorum. Sizden ricam da bir an evvel doğuya gelmenizdir,Mustafa Kemal  “ iyi olayım, çünkü ameliyat geçirmiştir,gelmeye çalışırım vadini verir.Mustafa Kemal ve ismet paşa ise istanbul’da kurulacak bir hükümette yer almak ve o şekilde mücadele etmek isterler. Karabekir Paşa ise böyle bir hareketin  gelip çatmış milli hareketi akamete uğratacağı kanaatindedir.

Paşa  Zonguldak, Sinop, Samsun’a uğrar, milli hareketi güçlendirmek için ümit dağıtır.3 Mayıs 1919 da sevgili Erzurum’a ulaşır.Gelişi halkı da askeri de sevindirir. Bir yıl önce Erzurum’u kurtarmıştır onlarla . Müdafa-i Hukuk cemiyetlerini güçlendirir, kürtlük konusundaki çalışmalar üzerine , cihan harbine katılmış aşiretlerin alay kumandanlarını çağırır, bunlara ırkçılık zihniyetinin nasıl kötü neticeler vereceğini , el birliğiyle vatan için çalışılmazsa   iki dünyada da lanet kazanacaklarını anlatır. Onlar söz verir yemin ederler. Dördüncü aşiret AlayKumandanı Haydar Bey  bu izahlardan sonra ayrılık fikrinin kalmadığını  söyler ve bu zat  bir yıl sonra Ermeni harekatında şehid olur.  

Mütareke  senesinde  bir Cuma selamlığından sonra  Sultan Vahidettin beni huzuruna  kabul etti.” Paşa dedi durumu görüyorsunuz. Bu işler ancak  Anadolu’da teşkilatlanılarak kurtarılabilir. Bana Anadolu’da teşkilat kuracak  memleketi şu karanlık durumdan kurtarabilecek  paşaların  bir listesini  yapıp getirin. 

Sonra yine görüştük.

 

Paşa Mustafa Kemal paşa hırsız mı dır?

 

Haşa Padişahım !

 

Bir namussuzluğu ahlaksızlığı var mıdır?

 

Haşa padişahım !

 

Beceriksiz ve kabiliyetsiz midir?

 

Hayır Efendim . O hepimizden  billgili  kabiliyetli  ve dinamiktir. O halde bu listeye niye onun adına yazmadınız?

 

Hiç düşünmeden cevap verdim:

 

Padişahım Mustafa Kemal Paşa yenilik, bilhassa öteden beri cumhuriyet taraftarıdır. Padişah elindeki kağıdı atar gibi masanın üzerine bıraktı, ayağa kalkıp pencereye döndü, limanda demirli itilaf devletleri İngiliz, Fransız , İtalyan, Yunan gemilerini göstererek :

 

Paşa Paşa  bu  gemileri görmek kanıma dokunuyor, bu memleket kurtulsun da isterse cumhuriyet olsun, kendine selamla birlikte  tebliğ ediniz, Haftaya Cuma günü onu göreceğim. 

Vatan kurtulduktan sonra San Remo’da  şu cümleyi söyleyecek kadar feragat içindedir.

Saray ve saltanat yıkıldı ne çıkar, vatan kurtuldu ya


 

2.Yazı

Vehbi Vakkasoğlu, Mütareke’den Sivas Kongresine kadar olan tarihi belgesel olarak, panoramik anlatmış. Eser otantik bir hüviyet arzediyor. Büyük bir tez olarak ele alınmış ve muayyen bir görüşe göre değil ,realitelere göre düzenlenmiş. Belli bir  görüşe göre  değil, olaylara göre şekillendirilmiş bir kitap.

Anadolu’ya geçmesi için Mustafa Kemal’i ikna eden, Sultan Vahideddindir. Padişah ona hattı-ı hümâyununu vermiştir. 

“Yaveran-ı şehriyariyanemden Erkan-ı Harbiye Mirlivası Mustafa Kemal Paşa’ya“ 

Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişliğine tayin edilir. Bandırma Vapuru’na seçilmiş güvenilir adamlar seçmiştir, Mustafa Kemal bunlar on bir kişidir, hepsi büyük hizmetler yapmış ve savaş sonrasında önemli görevler yapmışlardır. Padişah, Mustafa Kemal’e yarış atlarını satarak 40 bin altın para vermiştir.

İngilizler Mustafa Kemal’in asıl gayesini anlayınca onu geri çağırmışlardır, devleti kullanarak, ama geri dönmemiş ve görevine devam etmiştir. Demek Mustafa Kemal 16 Mayıs 1919 da Samsun’a hareketi  oradan  Anadoluya çıkması, tamamen zat-ı şahanenin uygun görmesiyle olmuştur. Diğer kişisel hesaplar, çekemezlikler küçük şeylerdir. Oralarda kalmak oraları devam ettirmek şu satten sonra manasızdır.

Mustafa Kemal, Kazım Karabekir Paşa’ya çektiği telgrafta hem yardımlarını hem de birlikte hareket ederek kurtuluşa  doğru gideceklerini ifade eder.

Mustafa Kemal Havza’da yirmi gün kalır, burada milleti, halkı tanır, konuşur. Orada Sıtkı Hoca harekete kazanılmıştır, artık bundan sonra bütün bu benzeri hocalar, şahıslar kazanılacaktır.Hoca konuşur;

“Yangın saçaklığı sardı. Yanıyoruz. Tek çaremiz silaha sarılmaktır, derhal silahlarınızı temizleyiniz. Derhal saldıracağız. önce içimizde ekmek bilmez hainleri  sonra da yurdumuzu işgal eden düşmanları temizleyeceğiz” 131

Mustafa Kemal,13 Haziran günü  Amasya’dan hareket ederken  kalben müsterihti. Çünkü halkın içine inmiş ve ümitlenmişti. Sadece Havza’dan değil, civar kaza ve köylerden de gelenler olmuş  Paşa onlarla ümitlenmişti. Bilhassa Mustafa Kemal’in davetine  bir vilayet merkezinden  heyet halinde  ilk defa Amasya’dan gelinmiştir. Amasya Mütüsü Hacı Tevfik Efendi , milli mücadele safında olduğunu ilk ilan eden, elinde silah,  şehrinin milislerinin başında savaşan  din adamı olma şerefine sahiptir.

Mustafa Kemal, Milli  Mücadelenin başında da sonraki safhalarında da sürekli ulemadan, müftülerden, şeyhlerden, din adamlarından fevkalade istifade etmiş, onlarla bağdaşmıştır. Amasya halkı Mustafa Kemal ve arkadaşlarına ümit vermiş ve cesaretlendirmiştir. Vatan ve din devlet muhafazası yolunda bir büyük ümit ortaya çıkarmıştır. Amasya girişinde Mustafa kemal karşılanmış, Müftü Efendi; “Paşam, bütün Amasya emrinizdedir, gazanız mübarek olsun.“ demiştir. Muhabbetle kucaklaştılar ve paşanın gözleri doldu.

Mustafa Kemal Paşa ile Amasya’da buluşan Ali Fuat Paşa ile Rauf Bey orada meşhur Amasya protokolünü, mukadderatını imzaladılar. Kararlar Kazım Karabekir Paşa’ya bildirildi, muvafakatı alındı. Amasya milli misakın temeli olabilecek kararlarının mekanı olma şerefini kazandı. Mustafa Kemal bunu ifade eder. “Müftü Efendinin temin ettiği imkanlarla tasavvur ettiğimiz hizmetlerimiz için en müsait yer Amasya’dır”

Müftü Tevfik Efendi yol boyunca Mustafa Kemal ve arkadaşlarının karşılanması konusunda öncülük etmiştir.

Amasya Protokolü, Anadolu’nun istiklali için ciddi bir disiplin içinde bir araya gelmenin ve devamın vesikasıdır. Mütarekeden sonra üzerine ölü toprağı serpilen millet iradesinin birden canlanmasıdır.Artık at şahlanmış ve yola çıkmıştır.

Mustafa Kemal 26 Haziran 1919 da Amasya’dan ayrılır, Kazım Karabekir Paşa onu istanbul’dayken Erzurum’a davet etmiştir, yine davete tekrarlar. “mıntıka-ı aciziyeye teşrif buyururlarsa arzı minnetdari eylerim”der. Çünkü  Erzurum ‘da çok şey hazırlanmış, halk ve asker milli mücadeleye iştiyak duymaya başlamış, müdafaa-i hukuk teşkilatları en ücra köşelere kadar yayılmıştır.

Endişeler yine mevcuttur, çünkü Mustafa Kemal Ali Kemal’in bir kararı ile azledilmiştir.Tokat ve Sivas’da gördüğü askerler onu endişelendirmiş, ama onların onu karşılamak için çıktığını görünce rahatlamıştır. Mustafa Kemal Paşa İngilizlerin ısrarı ile kendisi hakkında  tamim üzerine tamin neşreden Dahiliye Nezaretinin  emirleri gereğince tevkif edileceği düşüncesiyle mütereddid ihtiyatlı ve şüphelidir. Bu durum bütün yol boyunca sürmüş, hatta Erzurum‘da bile kısmen devam etmiştir.

Paşa, 3 Temmuz’da Erzurum’a varır. Şehre 17 kilometre uzaklıktaki Ilıca ‘da karşılanır. Şehre girerken haşmetli bir istikbal karşılama yapılar. Paşa keyifsiz olmasının yanında Kazım Karabekir Paşa sadakat ve samimiyetinde her şeye rağmen berdevamdır. Müfettişlikten hatta askerlikten çekilmenize hiç teessür  duymadan karar verebilirsiniz. Size mukaddesatım namına söz veriyorum ki müfettiş bulunduğunuzdan  daha ziyade hürmetkar bulunuyorum. Sizi millete tanıtmak  ve halkın ve ordunun hürmetini  üzerinizden ayırmamak vazifemdir.

Artık vatan müdafaasında en müşkül düğümün çözüleceği bir yol ayrımıdır Erzurum. .. 

Mütarekede Ayasofya’nın işgali korsusu ile Sultan Vahdettin caminin girişine bir müfreze asker yerleştirdi, herhangi bir işgal hareketine karşılık vereceklerdi hatta bir gün  sirkeci tarafından camiiye bir müfreze düşman askerinin yaklaştığını görünce Hacı Ammara  nöbetçi idi, kimseden izin almadan akere hazırol dedi, düşman yaklaşınca, süngü tak emri takip etti, düşman kumandanı durumun cddiyetini anlayınca üçüncü emrin nişan al, arkasından ateş et emrinin geleceğini gördü, ve askerini divan yolu istikametine çekti.azınlıkların teşviki ile yapılan bu sözde işgalsi hareket geri gitmişti. 

Ayasofya’daki tabur kumandanı Muhtar bey bir tecavüz vaki olursa dört yüz arkadaş canları pahasına bu mabede düşman ayağı sokmayacaklarına Kur’an-ı Azim üş şana el basarak yemin etmişlerdir.” Ben şimdi  Fatih Hazretlerinin türbesinden geliyorum, koca sultanın manevi huzurunda durdum, taburumun zabitan ve efradı namına ona kararımızı arz ettim. Son nefere kadar öleceğiz, bir tek nefer kalmayıncaya kadar emanetini müdafaa edeceğimize söz veriyoruz. Müsterih ol ey Koca Fatih, dedim ve geldim, hem ağlar hem de ağlatır.“ 

..

İttihat Terakki hükümetlerinin bütün çabalarına rağmen milli mücadele başlarında İzmir’de beş Türk bankasına  karşılık 12 yabancı banka, 202 küçük Türk iş yerine karşılık büyük çapta 213 gayri müslim kişilelere ait iş yeri, dokuz Türk dava vekiline karşılık 27 gayrimüslim avukat, yedi Türk tabibine karşılık 88  gayri müslim doktor vardı. 159 

15 Mayıs sabahı İzmir Körfezinde Yunan askerlerine taşıyan gemiler belirmişti, on altı gemiden  meydana gelen taşıyıcılara İngiliz ve Yunan muhripleri refakat ediyordu. Çıkarma başladığı sırada İzmir limanında 30’un üzerinde savaş gemisi bulunuyordu ve bunlar İngiliz, Yunan, İtalyan, Fransız ve Amerikan bandıralı idiler. Etekli üniformalı Evzon askerleri  karaya ayak basarlarken heyecan son haddinibulmuştu. Gemilerin  düdüklerine İzmir’in bütün kiliselerinin çanları cevap veriyordu. Kadınlı erkekli yerli rumlar  askerlerin üzerine çiçekler atarak “zito zito” diye haykırışıyorlardı. Bir bandonun çaldığı Rumca marşların yanı sıra  dini merasim de başlamıştı.

Bir papaz, Asker evlatlarım, Elen çocukları, Bugün ecdad topraklarını yeniden fethetmekle İsa’nın en büyük mucizesini göstermi oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz, okadar sevaba girmiş olacaksınız, ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara karşı olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım. Haydi buyurunuz bütün azizler sizin arkanızda olacak. Atalarınızın toprakları sizleri bekliyor

İşgal başladı, askeri mahfile Yunan bayrağı çekmek için gelen saf nizamındaki birliğe attığı son kurşunlarından sonra, Hasan Tahsin onların açtığı kurşunla yere düştü. Cesedine yapmadık bırakmadılar.Hasan Tahsin’ önemlidir, Hasan Tahsin zeki ve çalışkan bir öğrenciydi, 1909’da Sorbonn’a tahsil için gönderildi. Vatanını milletini seven çok ateşli bir milliyetçi idi, o kadar ki 1911 yılında Fransa’da Osmanlı İtalyan savaşı ile ilgili bir filmi seyrederken Osmanlı askerinin barbar olarak takdim edildiği sırada sahneye tabanca ile ateş etmiştir. Teşkilat-ı Mahsusa’da görevliydi. Sahneye fırlayarak  benim sizlerden farkım ne sorbon da okuyor ve dilinizi konuşuyorum. Ben de Türküm, Türkler bu filimde gösterildiği gibi vahşi ve zalim insanlar değillerdir. Karakolda ise ben vatanını seven bir insanın yaptığını yaptım . 

Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Balkanlarda fesat karıştıran Bokston kardeşlerin oyununu bozmak  için görevlendirilir. İstanbul’’da vedia isimli bir kızla nişanlanmıştı. Ona  belki de geriye dönemem, benim yüzünden hayatın zehir olmasın, kiminle istersen evlen ve mutlu ol”

Bokston kardeşleri bir konferansta dinledi, daha sonra silahını üzerilerine boşalttı.

Sorgusu altı ay sürdü. On beş yıla mahkum edildi. Sonra Osmanlı cezayı beş yıla indirtti. Bir nakil sırasında kaçtı, ayağından yaralandı. İstanbul’a hareket etmekte olan bir trenle İstanbul’a geldi. Ömer Besim Paşa tarafından ayağındaki kurşun çıkarıldı.

İzmir’in işgali üzerine istifa eden Birinci Damat Ferit Paşa hükümeti yerine kurulan ikinci hükümetin siyasetinde önemli bir değişikliğin olmadığı, uğranılan sürprizin acılığı ve portestoların şevkiyle şu politika benimsenmişti. Batı Anadolu’da Yunanlılara karşı  başlamış olan milli mücadele faaliyetlerini el altından desteklemek. Bazı değişiklikler yapıldı.

Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Efendi milletin vatanını müdafaa etmesi için fetva neşretti. Bu fetva Türkiye halkının haysiyet  ve istiklalini  kendi öz varlığı ile koruması yolundaki ilk sesleniş bu idi. Din adamlarından geliyordu. İzmir’in işgalinden dört saat on dakika sonra verilmiş bir fetvaydı.

 İzmir 15 Mayıs 1919 perşenbe sabahı işgal edilmişti. Acı haber Denizli’ye ulaştığı zaman, gerçek ne kadar sert olursa olsun, irkilmeyen tek insan Müftü Ahmet Hulusi Efendi idi. O vatan ve haysiyet için neler yapılması gerektiğini düşünüyordu. Müftü Efendi sarcağı Bayram yerine getirmişler orada toplanan bütün millet huzurunda Müftü Efendi Mutasarrıf Faik Bey’e  işgale mukavemet etmeyin hükümet emrine karşı olduğunu anlatıyordu. Denizliler’e hitap etti. Muhterem Denizliler, bugün sabahın erken saatlerinde İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir. Vatana karşı irtikap edilecek cü rümlerin Allah ve tarih önünde affı imkansız günahtır. Korkmayınız, meyus olmayınız. Bu liva-yı Hamd altında toplanınız ve mücadeleye hazırlanınız. Müftünüz olarak Cihad-ı Mukaddes  Fetvasını ilan ve tebliğ ediyorum. 232 Müftü sadece Denizli’yi değil civarını da teşkilatlandırarak muhtemel bir ilhak kararına ret zemini hazırlamıştı.

10 Haziran 1919 ‘da faaliyete geçen Heyet-i Milliye adeta küçük bir devlet teşkilini andırıyordu. Hiçbir emir ve dış yardıma  bel bağlamaksızın girişilen bu vatan müdafaası gayreti  Erzurum Kongresi’nden bile 37 gün önce olmasının şerefini taşımaktadır. Aydın ‘da ise hükümet doktoru Mazhar Bey milli hareketi toparlamıştır. Miralay Şefik Bey de Denizli müftüsü gibi düşünür” Denizli müftüsü tutulacak en sağlam ve vatanperverane  yolu bize göstermektedir

Tamamen alet olan İstanbul hükümetinin telkinlerine şiddetle karşı çıkmıştır, Müftü Hulusi Efendi. “Zat-ı Şahane aynı zamanda makam-ı hilafetin de sahip ve varisleridirler. Bu sahabet ve verasetin makbul ve meşru   ve muta olması da ancak vatanın  istiklal ve hürriyetiyle mümkün ve muteberdir”; “insan hayatıfanidir, Ebedi ve devlet müddet olması icap ve temenni edilen  milletlerin ve devletlerin mevcudiyetleridir.239    

Yunan hunharlığı haziran ayında da hızla yayılmaya  devam etmiş, birçok kasaba ve köyle birlikte Nazilli, Akhisar ve Bergama peş peşe işgale uğramıştı . Menemen de yaptıkları zulümler Milletler Arası Tahkik Komisyonu’nda hususi bir bölümle anlatılmıştır. Tek bir silah atılmadan teslim edilen Manisa’daki silah ve cephaneler de Yunanlıların eline..

..

İstanbul Müslüman İstanbul hayatının en acı günlerini yaşıyordu. İstanbul’un İzmir işgaline tepkisi çok önemliydi. Çünkü esir bir şehir, bir başka esarete baş kaldırıyordu. İman şahlanmasıydı İstanbul mitingleri. Üniversite profesörleri 18 Mayıs 1919’da toplandılar, Besim Ömer Paşa açılış konuşması yaptı. ”Felaket o kadar derin ki mütehassıs olmayan ne bir Osmanlı  ne de bir Müslüman vardır”

19 mayıs 1919 da  Fatih belediyesi önünde toplanan 50 bin kişi siyaha boyanmış bayrakların gölgesinde  durgun ve süzgündüler. Halide Edip kürsüye gelerek herkesi heyecanla ağlatan bir konuşma yaptı” Müslümanlar Türkler. Türk ve Müslüman  bugün en kara gününü yaşıyor. Gece karanlık bir gece. Fakat insan hayatında sabahı olmayan bir gece yoktur. Yarın bu korkunç geceyi yırtıp parıldayan bir sabaha çıkacağız. Hanımlar bugün elimizde top tüfek denilen alet yok, fakat ondan daha  büyük, ondan daha kuvvetli bir silahımız var. Hak ve Allah var. Top tüfek düşer. Hak ve Allah ise bakidir..254

Üsküdar ve Kadıköy’de de miting yapıldı. 23 Mayıs’ta yapılan Sultanahmet Mitingi İstanbul’da yapılanların en heybetlisi en canhıraşı idi.iki yüz bin kişinin katıldığı bu miting vatan derdine düşmüş Müslüman İstanbul’un yüz akı olmuştu. Şair Mehmet Emin Bey konuşur.”Türk’e gellince onun Allah ‘a secde iç in eğilen alnı hiçbir vakit esaret önünde eğilemez. Onun kılıç ve sapandan  başka bir şeyle nasırlanmayan elleri asla zincirlere vurulamaz.”

Sultanahmet Mitingi’nin en heyecanlı kısmı Halide Edip’indir. ”Sokaklarda manalı bir sessizlik vardı. Müslümanlar olağanüstü sessiz fakat karanlık görünüyorlar. Hristiyanların hepsi kaygılı, saldırgan olmamakta, Müslümanların buhaliyle alay edip  etmemekte mütereddid görünüyorlar. Bütün deşilen çıbanlar arasında en koy cerahat yerli Hristiyanların gürültülü zaferlerinden, arkalarını İngiltereye Fransa’ya vererek Türk’e yığdıkları öfkeden akıyordu.

O gün asıl Türkiye’yi ben gördüm. Karanlık bir sır olan  İstanbul’un arkası asıl mahalleleri ağzını açmış, içine oturanları dökmüştü. Birçok ihtiyar kadın , birçok ihtiyar erkek gördüm. İstanbul’un artık sessiz ve görünmez ihtiyarları. Arkalarında hangi zamana ait olduğu bilinmeyen garip setreler. Redingotlar içinden hafif buruşuk boyunları yükseliyor, gözlükleri altından yaşlar  beyaz sakallarına  aktıkça akarak ağlıyorlardı.

Derin bir tekbir sadası bütün insan denizinin  yüzeyini titretti. Aşağıdan yerin altından gibi pek bir ses dalgası , benzeri olmayan, hükmedici bir güzellikle uzarken  yükseklerden siyah bayrakların beyaz minare direklerinden daha tiz daha yanık ve daha taze taze sesler aşkla, isyanla, fakat tatlı bir öldürücü  güzellikle ta Marmara’ya yayılıyordu. Sultanahmet camiinin minareleri mavi boşluğa yükselen ilahi bir sanatkarın elinden çıkmış beyaz neyler gibiydi. Minarelerin dar şerefelerinden siyah bayraklar havada dalgalanıyordu. 265

Kürsünün önüne geldiğim zaman hayatımın en önemli dakikalarından birini yaşadığımı hissettim. Vücudumun her zerresi elektiriklenmiş gibiydi. Bu hal herhangi bir başka zamanda beni derhal öldürebilecek kuvvetteydi. Fakat o an benim için unutulmaz bir tecrübedir, çünkü his sesi çıkmayan bu 200 bin kişinin acısını bana aşılamıştı. 

Minarelerden gelen sesler kalabalık arasındaki yüzlerce ulema Müslümanlığın bu ilahi nakaratı olan  Allahu ekber, Lailaheillallahu Allahuekber, Allahuekber ve lillahilhamd ile bu seslere katılıyordu. 

Millete yemin ettirir. İnsanlık ve adalet esaslarına sadık kalmak. Hangi şartlar altında olursa olsun hiçbir kuvvete boyun eğmemek. Binlerce ses bir uğultu halinde  “yemin ediyoruz” diye cevap verdi. Gök gürlemesini andırır insan sesleri yükseliyor ve Halide’nin ayaklarının altındaki kürsüyü sarsıyordu. Aynı zamanda itilaf kuvvetlerine  bağlı uçaklar minarelerin arasında uçuyor, kalabalığı denetleyen bir polis vazifesi görüyordu. Nihayet Halide kürsüden aşağı baktığı zaman  önünde bir sakat asker kalabalığı gördü. Hepsi itinayla giyinmişlerdi. Bu kürsüye en yakın olan yarım insan çenberinin arasında Fransız üniformalı yakışıklı ince yüzlü bir adam vardı. Bu General Foulon’du. Fransız doğan bu adamın yüreği o gün Türktü ve bütün Türk gençleriyle beraber onun da gözlerinden yaşlar akıyordu. 

Kürsünün merdivenlerinde yeşil sarıklı bir adam oturuyordu. Anadoluluherhangi bir hocaydı. Top sakallarından aşağıya doğru gözyaşları akıyordu. “Halide Hanım Halide Hanım  kızım diyerek ellerimden yakaladı. Ben onu kürsünün merdivenlerine oturtarak  yanına iliştim. İhtiyar başı ellerimin üstünde ağlamaya devam etti. Ben de ağlıyordum, fakat arkasını okşayarak yukarıyı gösterdim. Git, dua et, dedim.

O da yukarı çıkarak kürsüden Türkçe olarak, memlekete dua etti. Ve bu suretle miting sona erdi. 

Nizamettin Nazif “Ve büyük Halide’miz siyah çarşafı içinde daha alevli gibi bakan kara gözlerini yığına daldırarak  kolunu havaya kaldırmış ve öyle bir 

“Allah vaaar” deyivermişti ki kimsede can kalmamıştı.

Ben ne zaman geçsem Sultanahmet’ten içimde daima bir haykırış vardır. 

Neredesiniz 1919 un çocukları. Gelin, gelin, gelin  çiğneyin şu çimenleri . 269 

Mustafa Kemal Paşa ile anlaşamayarak 1924’te kocasıyla birlikte ülkesinden ayrılarak, ancak 1939 da geri dönebilecetir,  Halide Edip. 

Halide Edip diyor “Türkler, Türkiye’nin ebedi hak ve istiklaline  asla dokundurtmayacaklardır. Yarın Hak’kın  Mahkeme-i Kübrası önünde zalimlerin hepsi  mahkemeye çekilecek, onlara bizim kanımızı döktürdünüz diyecekler. İşte kardeşlerim işte evlatlarım, bu davanızdan kaçmayınız. O gün size hak verecekler. Hükümetler düşmanımız milletler dostumuz ve kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir. Yemin ediniz yedi yüz senelik Osmanı bayrağı. Osmanlı hakkı için  can vermekten çekinimeyeceğinize yemin ediniz.

Yaşasın millet-i İslamiye, var olsun mukaddes halifemiz.

30 Mayıs 1919 ‘da  Ayasofya Mitingi yapıldı. Yüz bin kişinin katıldığı bu mitingde de siyah örtülü kürsü ve simsiyah bayraklar  çevreye hüzün ve göz yaşları saçıyordu. Ellerde pankartlar vardı, iki milyon Türk 200 bin Ruma feda edilemez. Osmanlı toprağı Yunanistan olamaz, İzmir Türktür, Türk olacaktır.

Cuma namazını müteakip hoca kürsüye çıktı milleti tekbir getirmeye davet etti, Allahuekber, Allahuekber feryadı dalga dalga her tarafı sardı. İsmail Hakkı Bey, biz Türkler silahımızı terkettik ama imanımızı teslim etmeyeceğiz. İman demek Allah’ın birliğine, azamet ve kudretine, sıfat-ı ezeliye ve subutiyesine  bütün manasıyla rabt-ı kalp etmek  demektir. Bizim silahımız imanımızdır, imanımızın hakkını müdafaa edeceğinize inanınız. Bugün mezarlarında kemikleri inleyen ecdadımızın ruhlarına imtisal ediniz ve haksızlığa  karşı ilelebet daima ve daima feryad ediniz. Zafer bunun sonundadır.

Meydanların kapatılması üzerine ikinci Sultanahmet Mitingi camiide yapıldı.  

İzmir’in işgalinden üç gün sonra İngiliz, Fransız ve İtalyan devletleri mümessillerine verilen protestoda on iki teşekkülün imzası vardı. Bunlar istilaya razı olmayın Türk milletinin zelil bir vaziyette kalmaktansa  toprakların altında kalmayı tercih edeceklerini ifade ediyor. Ülemanın bu protestosu bütün Kurtuluş savaşı boyunca  sesini ve tesirini artırarak devam etti.

İstanbul mitingleri Anadolu’yu fikirce uyandıracak geniş yankılar yaptı. Bütün milletin din ve vatan aşkı etrafında kenetlenmesine yok açtı.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Tarikat ve cemaatlere niçin saldırıyorlar? / Vehbi KARA

Tarikat ve cemaatlere niçin saldırıyorlar? 15 Temmuz FETÖ darbesini bahane edip bütün dindarlara, cemaatlere ve …

Kapat