Osmanlıdan Cumhuriyet’e Son Bozgun
(Vehbi Vakkasoğlu’nun Kitabı Tanıtma Yazısı 1-2)
Vakkasoğlu’nun Osmanlıdan Cumhuriyete Son Bozgun eseri, tanıtma yazısı – 1
Vehbi Vakkasoğlu Türkiye Tarihinin Mütarekeden Sivas Kongresine kadar dönemini , birçok kaynağa dayanarak anlatmış. Eser bir belgesel. Vakkasoğlu birçok kaynağı tarayarak farklı mülahazalara açık bir dönemi başarıyla anlatmış.
Osmanlıdan Cumhuriyete Son Bozgun isimli kitap on iki bölümden oluşturulmuş.
1918 sadece muhteşem bir devletin tarih sahnesinden çekilişi olmamış , aynı zamanda asırlardan beri süren hilal ve haç çarpışmasının da acı sonu olmuştur. Başta Rusya ve İngiltere olmak üzere bütün büyük devletlerin iştahını çeken cazip hazineler ilk defa bu tarihte hiçbir maddi engel kalmamak üzere sonuna kadar açılıyordu.Hasta Adam’ın artık komaya girdiği ve soyulmaya hazır bulunduğu ittifakla kabul ediliyordu. Ancak kimin eli hangi cebe uzanacaktı , çekişmenin konusu bu idi Osmanlının iliğini sömürmede en hızlı ve en hırslı devlet şüphesiz İngiltere olmuştur. Mondros Mütarekesini Fransa , İtalya ve Amerika’dan habersiz imzaladığı ortaya çıkmıştır.
Birinci Dünya Savaşının en mühim hedeflerinden biri ve belki de birincisi Müslüman Türk’ü sahneden silmekti.Ve işte nihayet dokuz cephede en müthiş imkansızlıklar iç inde aslanlar gibi çarpışan Mehmetçiğin silahı elinden alınıyordu. Vatanın ay yıldızlar süslü mavi göğünü bir yığın leş kargasının kara kanatları ve vahşi viyaklamaları almıştı.iki yüz yıl önce bu çöküşün işaretleri kendini belli etmişti, yaşlı devletin bünyesine taze kan vermek gereği daha birkaç asırdan beri konuşuluyordu. Ama bu nasıl yapılacaktı? Kurtuluş reçetesinin muhtevası hangi ölçülere göre tesbit edilecekti.? Osmanlıya yön verenler bu ölçüleri tesbitte akıl ve iman istikametinde pek az olmuşlar,umumiyetle dış tesirlere kapılmışlardı. Batıyı bütünüyle taklid etmek gibi yanlış bir metod, batı hayranlığını doğurmuş, aşağılık duygusu vermişti, aydınlara, yazarlara.
Batı bu arada boş durmuyor, Müslüman Türke şahsiyet ve karakter kazandıran ne varsa birer birer elinde almayı uygulamaya çalışıyordu. İngiliz sömürgeler bakanı Gladistone’in “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulundukça biz onlara hakim olamayız . Ne yapıp yapmalıyız , ya Kur’an ‘ı ortadan kaldırmalı ya da Müslümanları ondan soğutmalıyız”
Osmanlıyı çökertmenin en iyi yolu ona can ve ruh veren hayati unsurları manevi rabıtaları kırmaktan geçerdi. Osmanlı tarafından asılan patrik Gregorios’un bir mektubundaki tesbitleri Türkleri mahvetmenin nedenlerini anlatır. Onları yenmenin tek yolu maneviyatlarını sarsmaktır.Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi rabıtalarını kesretmek , dini metanetlerini zaafa uğratmak icap eder. Bunun da en kısa yolu , ananat-ı milliye ve maneviyelerine uymayan harici fikirler ve hareketlere onları alıştırmaktır.
Cevdet Paşa’ın tarihinde kaydettiği Sebestiyani’nin Napolyon’a sunduğu gizli bir layihada, Osmanlının can çekiştiğini doğrular ama , onları ele geçirmenin zorluğunu anlatır. İgnatyef Rus elçiliği yapmıştır, Osmanlı’da o da Sebestiyani’nin kanaatlerini paylaşır. İgnatyef Türkler ‘in islam ittihadını başarmasına da engel olmak gerektiğini söyler.
Avusturya başkakanı Prens Matternich de dost ikazlarda bulunur Osmanlıya “ Osmanlı Devleti günden güne zayıflamaktadır, saklamaya itirazım yoktur ki çöküş sebeblerinin başında Avrupalılaşma zihniyeti gelir. Hükümetinizi varlığınızın temeli olan dini kanunlarınıza saygı ve uygunluk esası üzerine kurunuz Avrupa medeniyetinin sizin kanun ve nizamlarınıza uymayan kanunlarını almayınız.Batı kanunlarının temelinde Hristiyanlık vardır. Siz Türk kalınız, lakin Türk kalabilmek için de Şeriata sıkı sarılınız. Asıl kanunları Şark’ın adet ve adabına tamamiyle zıt olan Avrupalı hükümetleri taklid , Müslüman ülkelerde zararlar meydana getirmekten başka hiçbir netice veremeyecektir. “Türk dostu Pierre Loti de aynı şekilde kendi kültür ve medeniyetimize kalmaya çağırır bizi. Loti batının huzursuz insanlarının maddi manevi akınlarıyla Osmanlıyı bozacaklarını , onları da kendileri gibi huzursuz edeceklerini , bu şekilde de barış , huzur ve iman dolu bu topraklara da yazık olacağından endişe duyar.
Said Halim Paşa , Gustave Le Bon ile sohbet esnasında , yazar ona şöyle söyler. “Bana iki yıl Osmanlı Şeyhülislamlığını verin , imparatorluğunuzu ayağı kaldırayım.”Mehmet Akif bunu duyunca ağlamıştır. İmparatorluğun yıkılmasının ötesinde bir bağımsız Türk devletinini imkan dışı hale getirmek de o dönemin meşum bir takım batılılarının gayesidir. Türk milleti yine de büyük bir millettir ve ayaktadır. Fuat Paşa söyler” Hakikaten de en kuvvetli devlet bizim devlettir. Zira siz dışarıdan biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz yine de bunca zamandır yıkılmıyor. “41
Namık Kemal de başka bir cümle kurar. “ Devlet-i ebed müddet sekerat-ı mevt halindedir. Altı asır şan ü şerefle payidar olmuş bir devlet-i muazzamanın can çekişmesi elbette ki yarım asır sürer. “
Tanpınar’in isabetli teşhisine göre 1774 le 1826yılları arası Osmanlının en büyük geçiş devrelerinden biridir. Bu devrede cemiyet havası bütün müesseseleriyle çözülüp dağılma havasına girer.
30 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Mütarekesi çok ağır şartlar taşımakta , adeta asırlık bir çınarı budaya budaya kuru ve cansız bir kütük haline getirmektedir. Mondros imzalandığı sırada sadrazam bulunan Müşir Ahmet İzzet Paşa’nın ifadesine göre “Eğer dokuz cephede vatanın henüz işgal edilmemiş mıntıkalarına doğru ilerlemekte olan düşmanları resmi vesikayla durdurmaya mavaffak olamamış olsa idik, elde müdafaa edilecek vatan parçası kalmayacaktı. “
Yahya Kemal o günleri anlatır:
1918
Ölenler öldü kalanlarla muztarip kaldık
Vatanda hor görülen bir cemaatiz artık
Ölenler en sonu kurtuldular bu dağdağadan
Ve göz kapaklarının arkasında eski vatan
Bizim diyar olarak kaldı ta kıyamete dek
Kalanlar ortada genç, ihtiyar, kadın , erkek
Harap olup yaşıyor taliin azabıyla
Vatanda korkulu rüya içindeyiz gerçek
Fakat bu çok süremez , mutlaka şafak sökecek
Ateş ve kanla siler bir gün ordumuz lekeyi
Bu insan oğluna bir şeyn olan mütarekeyi
Bu halk kavuşur annemiz o güzel vatana
Çocuklarıyla nasıl sarmaşırsa yaslı ana
O sarmaşıyla yaşar hür ve bahtiyar ancak
Bu gamlı günleri hiçbir zaman unutmayarak
Mondros Mütarekesi imzalanmasaydı düşman orduları bütün Anadolu’yu çiğneyerek istanbul’a dayanacaktı. Bütün Suriye’nin kaybı bir aydan az bir zamana sığdırılmıştı.
Cevat Rifat Atilhan anlatır:
“19 Eylül 1918 sabahı , büyük ve kahraman bir ordunun birdenbire çöküş tarihidir. Öyle bir çöküş ki tarihimizde benzeri yoktur. Dört uzun yıl her türlü zorluğa göğüs geren ve of demeden bütün meşakkatlere vatan ve Allah aşkı için mukavemet eden bir ordu muhtelif hıyanetlerin neticesi olarak seller gibi gerilere doğru akmaya başladı.”
Feci bir mağlubiyetti bu ..dünya siyonizmi , farmasonluğu, yerli hainler ve ittihad Terakki’nin kötü idaresi milleti felaketlere sürükledi.
30 Ekim 1918 tarihinde Limni adasının Mondros limanında Osmanlı devletinin ölüm ilanına benzeyen mütareke imzalanmıştı. Bahriye Nazırı Rauf Orbay Bey’in başkanlığındaki heyet gözyaşları içerisinde ateşkes antlaşmasını imzalamıştı. Artık son müstakil Türk devleti komaya girmiş , vatan ufuklarını yılgınlık , bezginlik ve ümitsizliğin kara bulutları kaplamıştı. Onulmaz acılarla sarsılan Müslüman Türk kalpleri , karmakarışık duygularla çarpmaktaydı.69
Osmanlı’nın çöküşü dış düşmanları olduğu gibi içimizdekileri de harekete geçirmiş , akla hayale gelmez hıyanetlere cinayetlere sevk etmişti.Ermeni ve Rum azınlırların vicdanı ve vefayı bir tarafa atan taşkınlıkları , Müslüman Türk’ü kalbinden yaralıyordu. Son vatan parçasının düşmanlar tarafından işgali sebebiyle kan ağlayan milletimiz , eşi bulunmaz bir müsamaha ve merhamet gösterdiği içindeki azınlıkların taşkınlıklarıyla bilhassa yaralanmıştır.
13 Kasım 1918 de İstanbul limanında demirleyen 55 yarçadan müteşekkil düşman donanması , mağlubiyetin acılığını bütün zehiriyle tattırırken , karaya çıkan haçlı askerlerince kritik noktaların işgal edilmesi de mustarip gönüllerde onulmaz yaralar açmıştı. Her gün yeni bir işgal hareketiyle gölgelenen ümitler, vatansever millete gülmeyi unutturmuştu.
O gün bütün harp yılları süresince kapalı kalmış kalmış bulunan itilaf devletleri elçilikleri taşkın törenlerle açılıyor , kraldan fazla kral taraftarı olan tatlı su Frenkleri ile Karşıyakalı vatandaşların taşkınlıklarını dünkü düşmanlarımız zorlukla yatıştırmak zorunda kalıyorlardı.İstanbul taş kesilmişti, basınımızın dili tutulmuştu.Ermeni ve Rum aznlığın sokaklarda gösterdiği taşkınlık ve şımarıklığın bir örneğini de mescliste mebuslar sergiliyordu. Sadrazam Tevfik Paşa ilk kabinesini kurduktan sonra meclise sunduğu beyannamesinde diyordu ki,
“Evvelbeevvel devlet ve millet-i Osmaniyenin şeref ve haysiyetiyle telifi kabil bir sulh yapmak için olanca gayretimizle çalışacağız. “
Divaniye Mebusu Fuat Bey haykırıyordu. “ Başşehrimiz İstanbul ve Beyoğlu yakalarına silahlı düşman askerleri çıkarılıyor. Bakırköy işgal altındadır, İskenderun işgal edilmiştir, Musul işgal ediliyor. Efendiler bu bir işgal değil bir istiladır, daha doğrusu korkunç bir ilhaktır. “
“Bir gün elbette sesimiz bütün kuvvetiyle yükselecek ve hak ergeç yerini bulacaktır. Türk evlerine düşman askerleri sokuluyor , kadınlarımızın harimine bile ehemmiyet verilmiyor”
Mecliste farklı simalar çok değişik nutuklar irad ettiler. Muş Mebusu İlyas Sami Efendi der”seferberliğin ilk yıllarında eski hükümet doğu illerinde en mükemmel silahları Ermenilere , en köhne silahları Türklere vermiştir.Bu itimadı daima kötüye kullanan Ermeni vatandaşlarımızın içinde türeyen çetelerin ve bunlara kumanda eden Ermeni mebusların harbin başlangıcında irtikap etmedikleri hıyanet ve cinayet kalmamıştır. Van vilayetimizin Rus orduları tarafından hücuma uğradığı kara bir günümüzde şehrin iç cephesi de bu çeteler tarafından kuşatılmış ve islam nüfuzunun yüzde ellisi bu alçaklar tarafından mahvedilmişti.OrtadaTürkler tarafından yapılmış bir katliam yoktur, doğrudan doğruya nefis müdafaası ve karşılıklı mukatele vardır.Artık bu gerçeğin aydınlanması ve bütün dünyanın gözleri önüne koyulması zamanı gelmiştir. “81
Bu konuşmaların ardından 21 Aralık 1918 de meclis feshedildi.
Particilik
Meclisin feshedilmesiden sonra ittihad ve Terakki partisinin hükümetten düşmesi üzerine , muhalifler harekete geçmiş manasız parti çekişmeleri artmıştır.Hürriyet ve İtilaf partisinin ölçüsüz muhalefeti bir parti mücadelesinin sınırlarını aşmış birbirlerini tasfiye hareketine dönüşmüştür. İttihat terakkiye yapılanlar parti mücadele kıyımlar, sürgünler ve idamlarla haddi çoktan aşmıştır.
Mütarake devri büyük bir ahlaki buhrana da neden olmuştur. Sefalet ve sefahete rağmen yoksul halk dinini ve ahlakını korumuştur. Düşmanlarla vatandaşlarımızın samimi rabıtaları onları ruhen rencide etmiştir. Mütarekenin neden olduğu bu ruhi sefalet ve sefahetten dolayıdır. Hakka tapmayan millet her türlü istiklalini kaybetmekle yüz yüzedir. Frenkmeşrep aydınların düşmanlarla balolar tertip etmeleri ve değerlerinden insilah etmeleri yürek burkucudur.
Rusya’dan kaçın Beyaz Rusların açtıkları batakhaneler İstanbul halkını rezil ve hudutsuz bir ahlaksızlığın içine atmıştır. Sarayında muzdarip adam Sultan Vahdettin, diğer yanda Müslüman ve yoksul İstanbul halkı. İstanbulda sel gibi akan içki ahlakı bozmuş bu arada Yeşilay Kurulmuştur.
Yakup Kadri bozulmayı canlı gözlemlerle anlatır. Onun Sodom ve Gomore’si de Mütareke döneminin İstanbul’undaki ahlaki çözülmesini anlatır.” Hayatımda halk denilen insan kitlesinin bu kadar ahmaklaştığını bu kadar bayağılaştığını hiç görmemiştim”
Akif de :
Bu cennet yurdun hazanını gördüm
Ve viranelerin yascısı baykuşlara döndüm
İstilacı kumandanlar
27 Kasım 1918 ‘de İngiliz Generali Milne’nin galip devletlerin başkumandanı olarak istanbul’a girişini , sonra da 9 Şubat 1919 ‘da Fransız generali Franşe D’ esperey’in sahte vekar tafralı , general kılığı içinde acemi bir aktör olarak payitahta gelişleri rencide edici olaylara neden olur. Rum ve Ermeniler bir panayırda gibiydiler.Müslüman Türkleri can evinden vuran bu şenliklerdi. Azınlıkların şımarıklıkları nankörlükleri iğrençti. Süleyman Nazif Hadisat Gazetesinde Kara Bir Gün yazısı ile Müslüman Türk’e ümit veriyordu.”Bu hal mütehavvildir,Arapların güzel bir atasözü vardır. Sen sabret nasıl olsa zaman sabretmez.”
Süleyman Nazif yazı masasının başından alınıp Bekirağa Bölüğüne getirildi. Nazif Bey önce kendini sorguya çeken askeri hakime ders verdi.Sonra Ermeni tercümana itiraz etti. “Bu adam Osmanlı tebaasıdır, hükümetten yani müşterek hükümetimizden müsaade almadan tercümanlık yapamaz, başında kim olursa olsun hiçbir Osmanlı hükümeti de böyle bir alçaklığa izin veremez. Çünkü aynı seviyeye düşmüş olur.Ben söyleyeceklerimi evvela Türkçe söyler, sonra kendim Fransızca’ya çeviririm . O da sizlerin anlaması için .Beni asla ilhak edemeyeceğiniz bir Türk toprağında muhakeme ediyorsunuz”
Hugo selaseti içindeki Fransızcasıyla karşısındakileri perişan etmişti. Racine ve Corneile’den kahramanlık ve sadakat ve fazilet mısraları okudu. Fransız Generalin önüne çıkardılar, o mağrur boş adam onun yüzüne bile bakamadı. Süleyman Bey merhum asilane savundu ama Malta’ya sürüldü.
Süleyman Nazif’in kurşuna dizilmekten kurtuluşu bir sürprizdi.Frannsız generali yanında irtibat subayı olan Yüzbayı Hayri Bey’in ikna edici izahları bu yazının yerli azınlıkların tahrikçi taşkınlıklarına karşı ve uğranılan müthiş bir mağlubiyetin dayanılmaz acısı ile yazılmış olduğunu söylemelerinin tesiri olduğu gibi , Türklerle evli Fransız kadınların Fransız meraşaline koşmaları da tesirli olmuştur. Türklerle evlenip istanbul’a yerleşmiş ve yetiştirdikleri Türk yavrularına süt vermiş bu kadınlar , siyah çarşaflara bürünerek sokaklara fırlamışlar, büyük bir telaş ve heyecan içinde Fransız mereşalinin karargah yaptığı Kuruçeşme’deki Enver Paşa yalısına koşmuşlardı.
Kolay değildi bu Müslüman Türk düşmanı adamın kalbini yumuşatmak . O kadar düşmandı ki Osmanlıya karşı yılların biriktirdiği bir kinle , kendisini selamlamak için marş çalan Osmanlı muzıkasına , sus diyerek kırbacıyla hakaret etmişti. Atının ayakları altına serilen Türk bayrağını çiğnerken , şerefli bir askere yakışmayacak bir davranışta bulunduğunu düşünecek Ermeni kafa yapısında da değildi.
Türkleşmiş ve müslümanlaşmış bu hisli kadın , yürekleri katı ğenerali zayıf bir tarafından yakalamıştı.Şöyle diyordu göz yaşları içinde.
“Vatan ve hürriyet fikrinin anası olan Fransa’nın bu asil ve insani mefkureyi en iyi anlayan ve mükemmel dile getiren gümrah bir ruhu boğmak asla şanından olamaz. Edebiyata şeref veren bir kalemin hür Fransanın elinde kalmamasını rica ederiz.” Çarşaflı Fransız kadının Türk ve Müslaman’a inanmış hisli kadının heyecanlı çırpınışları ne kadar asildi.Nekadar büyük bir hatıraydı.
Kazım Karabekir Paşa
Paşa istanbul’a geldiğinde ümitsizliğe düşmez, hele bir köye çekilerek ağa olmak fikrine hiç iltifat etmez. Vatanın içine düştüğü feci durumdan kurtarılması için başvurulması gerekli çareler üzerinde düşünür. Harbiye Nazırı Abdullah Paşa’yı ziyaret ederek onunla iki konu üzerinde düşünür. Bunlar şark vilayetlerindeki Müslüman Türklere karşı girişilecek imha hareketleri ile ilgili uyarılar ve bazı çalışmalardı.Paşa Ermenilerin yakıp yıktıkları Müslüman köy vekasabalarında yaptıkları katliamların fotoğraflarını çekip istanbul’a göndermiştir. Parti kavgaları devam eder, gazeteler görevini yapmaz,
Paşa planını çoktan yapmıştır, ona göre vatanın kurtuluşu Anadolu’da gerçekleşecektir.Şarkta doğacaktır kurtuluş güneşi. Sultan Vahidettin ile görüşür. “ Sizi şayan-ı itimad muhtelif yerlerden sordum . Tek mert ve şayan-ı itimad bir kumandanım olduğunuzu anladım.Mevcudiyetinle iftihar ederim ,Cenab-ı Hak millete bağışlasın.Sizin gibi genç, mert ve şayan-ı itimad kumandanlara malik olan bir millet elbette zeval bulmaz.
Mustafa Kemal padişahın yaveridir, o da arkadaşlarıyla inandığı kurtuluş yolunu konuşur, 23 Aralık ‘da Tekirdağındaki 14 kolordu kumandanlığına tayin edilir. Kazım Karabekir,24 şubat 1919 da Erzurum’daki 15 kolordu kumandanlığına tayin edilir. Ocak ve Şubat aylarında Vilayat-ı Şarkiye Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kurulur. İttihad Terakki ve Hürriyet İtilaf kavgaları şuursuzca devam eder, Hürriyet İtilaf Rum, Bulgar , Ermeni ve Arnavut gurupların ihtilaflarını barındırır, hala ittihadçılardan intikam peşindedir. Milli Mücadeleye de karşı olmakta muzır gruplarla bir olmuştur.Bunlardan başka Kuvva-i Milliyeci gruplar da vardır. İstanbul’daki dağınıklık karşısında Kazım Karabekir “ Anadolu’ya ordu başına , başka çare yoktur, diyerek hareket eder. Fevzi Paşa ile görüşür onun tereddüdlerine rağmen Anadoluya geçecektir. Padişahla görüşür , tavsiyelerini ve duasını alır, ona ümit verir. Mustafa Kemal ile görüşür.” Paşam ben yarım Erzurum’a hareket ediyorum. İstanbul’da ne vaziyette kalırsanız kalınız bir şey yapmak mümkün değildir, burada itilafın arzularını tatbikten başa bir şey yapamayız. Hemen Anadolu’ya ordunun başına geliniz,milletin kurtuluş anahtarı Şark’tır.Orada herşey mümkündür, ordu da kuvvetlidir, halk da beraber gider. Milli istiklalimizi kurtarmak için mücadeleye girişmektir hedef, şark teşekküllerini Erzurum’da birleştirerek her hangi bir harekete karşı milli bir taarruz hazırlamayı düşünüyorum. Sizden ricam da bir an evvel doğuya gelmenizdir,Mustafa Kemal “ iyi olayım, çünkü ameliyat geçirmiştir,gelmeye çalışırım vadini verir.Mustafa Kemal ve ismet paşa ise istanbul’da kurulacak bir hükümette yer almak ve o şekilde mücadele etmek isterler. Karabekir Paşa ise böyle bir hareketin gelip çatmış milli hareketi akamete uğratacağı kanaatindedir.
Paşa Zonguldak, Sinop, Samsun’a uğrar, milli hareketi güçlendirmek için ümit dağıtır.3 Mayıs 1919 da sevgili Erzurum’a ulaşır.Gelişi halkı da askeri de sevindirir. Bir yıl önce Erzurum’u kurtarmıştır onlarla . Müdafa-i Hukuk cemiyetlerini güçlendirir, kürtlük konusundaki çalışmalar üzerine , cihan harbine katılmış aşiretlerin alay kumandanlarını çağırır, bunlara ırkçılık zihniyetinin nasıl kötü neticeler vereceğini , el birliğiyle vatan için çalışılmazsa iki dünyada da lanet kazanacaklarını anlatır. Onlar söz verir yemin ederler. Dördüncü aşiret AlayKumandanı Haydar Bey bu izahlardan sonra ayrılık fikrinin kalmadığını söyler ve bu zat bir yıl sonra Ermeni harekatında şehid olur.
Mütareke senesinde bir Cuma selamlığından sonra Sultan Vahidettin beni huzuruna kabul etti.” Paşa dedi durumu görüyorsunuz. Bu işler ancak Anadolu’da teşkilatlanılarak kurtarılabilir. Bana Anadolu’da teşkilat kuracak memleketi şu karanlık durumdan kurtarabilecek paşaların bir listesini yapıp getirin.
Sonra yine görüştük.
Paşa Mustafa Kemal paşa hırsız mı dır?
Haşa Padişahım !
Bir namussuzluğu ahlaksızlığı var mıdır?
Haşa padişahım !
Beceriksiz ve kabiliyetsiz midir?
Hayır Efendim . O hepimizden billgili kabiliyetli ve dinamiktir. O halde bu listeye niye onun adına yazmadınız?
Hiç düşünmeden cevap verdim:
Padişahım Mustafa Kemal Paşa yenilik, bilhassa öteden beri cumhuriyet taraftarıdır. Padişah elindeki kağıdı atar gibi masanın üzerine bıraktı, ayağa kalkıp pencereye döndü, limanda demirli itilaf devletleri İngiliz, Fransız , İtalyan, Yunan gemilerini göstererek :
Paşa Paşa bu gemileri görmek kanıma dokunuyor, bu memleket kurtulsun da isterse cumhuriyet olsun, kendine selamla birlikte tebliğ ediniz, Haftaya Cuma günü onu göreceğim.
Vatan kurtulduktan sonra San Remo’da şu cümleyi söyleyecek kadar feragat içindedir.
Saray ve saltanat yıkıldı ne çıkar, vatan kurtuldu ya
2.Yazı
Vehbi Vakkasoğlu, Mütareke’den Sivas Kongresine kadar olan tarihi belgesel olarak, panoramik anlatmış. Eser otantik bir hüviyet arzediyor. Büyük bir tez olarak ele alınmış ve muayyen bir görüşe göre değil ,realitelere göre düzenlenmiş. Belli bir görüşe göre değil, olaylara göre şekillendirilmiş bir kitap.
Anadolu’ya geçmesi için Mustafa Kemal’i ikna eden, Sultan Vahideddindir. Padişah ona hattı-ı hümâyununu vermiştir.
“Yaveran-ı şehriyariyanemden Erkan-ı Harbiye Mirlivası Mustafa Kemal Paşa’ya“
Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişliğine tayin edilir. Bandırma Vapuru’na seçilmiş güvenilir adamlar seçmiştir, Mustafa Kemal bunlar on bir kişidir, hepsi büyük hizmetler yapmış ve savaş sonrasında önemli görevler yapmışlardır. Padişah, Mustafa Kemal’e yarış atlarını satarak 40 bin altın para vermiştir.
İngilizler Mustafa Kemal’in asıl gayesini anlayınca onu geri çağırmışlardır, devleti kullanarak, ama geri dönmemiş ve görevine devam etmiştir. Demek Mustafa Kemal 16 Mayıs 1919 da Samsun’a hareketi oradan Anadoluya çıkması, tamamen zat-ı şahanenin uygun görmesiyle olmuştur. Diğer kişisel hesaplar, çekemezlikler küçük şeylerdir. Oralarda kalmak oraları devam ettirmek şu satten sonra manasızdır.
Mustafa Kemal, Kazım Karabekir Paşa’ya çektiği telgrafta hem yardımlarını hem de birlikte hareket ederek kurtuluşa doğru gideceklerini ifade eder.
Mustafa Kemal Havza’da yirmi gün kalır, burada milleti, halkı tanır, konuşur. Orada Sıtkı Hoca harekete kazanılmıştır, artık bundan sonra bütün bu benzeri hocalar, şahıslar kazanılacaktır.Hoca konuşur;
“Yangın saçaklığı sardı. Yanıyoruz. Tek çaremiz silaha sarılmaktır, derhal silahlarınızı temizleyiniz. Derhal saldıracağız. önce içimizde ekmek bilmez hainleri sonra da yurdumuzu işgal eden düşmanları temizleyeceğiz” 131
Mustafa Kemal,13 Haziran günü Amasya’dan hareket ederken kalben müsterihti. Çünkü halkın içine inmiş ve ümitlenmişti. Sadece Havza’dan değil, civar kaza ve köylerden de gelenler olmuş Paşa onlarla ümitlenmişti. Bilhassa Mustafa Kemal’in davetine bir vilayet merkezinden heyet halinde ilk defa Amasya’dan gelinmiştir. Amasya Mütüsü Hacı Tevfik Efendi , milli mücadele safında olduğunu ilk ilan eden, elinde silah, şehrinin milislerinin başında savaşan din adamı olma şerefine sahiptir.
Mustafa Kemal, Milli Mücadelenin başında da sonraki safhalarında da sürekli ulemadan, müftülerden, şeyhlerden, din adamlarından fevkalade istifade etmiş, onlarla bağdaşmıştır. Amasya halkı Mustafa Kemal ve arkadaşlarına ümit vermiş ve cesaretlendirmiştir. Vatan ve din devlet muhafazası yolunda bir büyük ümit ortaya çıkarmıştır. Amasya girişinde Mustafa kemal karşılanmış, Müftü Efendi; “Paşam, bütün Amasya emrinizdedir, gazanız mübarek olsun.“ demiştir. Muhabbetle kucaklaştılar ve paşanın gözleri doldu.
Mustafa Kemal Paşa ile Amasya’da buluşan Ali Fuat Paşa ile Rauf Bey orada meşhur Amasya protokolünü, mukadderatını imzaladılar. Kararlar Kazım Karabekir Paşa’ya bildirildi, muvafakatı alındı. Amasya milli misakın temeli olabilecek kararlarının mekanı olma şerefini kazandı. Mustafa Kemal bunu ifade eder. “Müftü Efendinin temin ettiği imkanlarla tasavvur ettiğimiz hizmetlerimiz için en müsait yer Amasya’dır”
Müftü Tevfik Efendi yol boyunca Mustafa Kemal ve arkadaşlarının karşılanması konusunda öncülük etmiştir.
Amasya Protokolü, Anadolu’nun istiklali için ciddi bir disiplin içinde bir araya gelmenin ve devamın vesikasıdır. Mütarekeden sonra üzerine ölü toprağı serpilen millet iradesinin birden canlanmasıdır.Artık at şahlanmış ve yola çıkmıştır.
Mustafa Kemal 26 Haziran 1919 da Amasya’dan ayrılır, Kazım Karabekir Paşa onu istanbul’dayken Erzurum’a davet etmiştir, yine davete tekrarlar. “mıntıka-ı aciziyeye teşrif buyururlarsa arzı minnetdari eylerim”der. Çünkü Erzurum ‘da çok şey hazırlanmış, halk ve asker milli mücadeleye iştiyak duymaya başlamış, müdafaa-i hukuk teşkilatları en ücra köşelere kadar yayılmıştır.
Endişeler yine mevcuttur, çünkü Mustafa Kemal Ali Kemal’in bir kararı ile azledilmiştir.Tokat ve Sivas’da gördüğü askerler onu endişelendirmiş, ama onların onu karşılamak için çıktığını görünce rahatlamıştır. Mustafa Kemal Paşa İngilizlerin ısrarı ile kendisi hakkında tamim üzerine tamin neşreden Dahiliye Nezaretinin emirleri gereğince tevkif edileceği düşüncesiyle mütereddid ihtiyatlı ve şüphelidir. Bu durum bütün yol boyunca sürmüş, hatta Erzurum‘da bile kısmen devam etmiştir.
Paşa, 3 Temmuz’da Erzurum’a varır. Şehre 17 kilometre uzaklıktaki Ilıca ‘da karşılanır. Şehre girerken haşmetli bir istikbal karşılama yapılar. Paşa keyifsiz olmasının yanında Kazım Karabekir Paşa sadakat ve samimiyetinde her şeye rağmen berdevamdır. Müfettişlikten hatta askerlikten çekilmenize hiç teessür duymadan karar verebilirsiniz. Size mukaddesatım namına söz veriyorum ki müfettiş bulunduğunuzdan daha ziyade hürmetkar bulunuyorum. Sizi millete tanıtmak ve halkın ve ordunun hürmetini üzerinizden ayırmamak vazifemdir.
Artık vatan müdafaasında en müşkül düğümün çözüleceği bir yol ayrımıdır Erzurum. ..
…
Mütarekede Ayasofya’nın işgali korsusu ile Sultan Vahdettin caminin girişine bir müfreze asker yerleştirdi, herhangi bir işgal hareketine karşılık vereceklerdi hatta bir gün sirkeci tarafından camiiye bir müfreze düşman askerinin yaklaştığını görünce Hacı Ammara nöbetçi idi, kimseden izin almadan akere hazırol dedi, düşman yaklaşınca, süngü tak emri takip etti, düşman kumandanı durumun cddiyetini anlayınca üçüncü emrin nişan al, arkasından ateş et emrinin geleceğini gördü, ve askerini divan yolu istikametine çekti.azınlıkların teşviki ile yapılan bu sözde işgalsi hareket geri gitmişti.
Ayasofya’daki tabur kumandanı Muhtar bey bir tecavüz vaki olursa dört yüz arkadaş canları pahasına bu mabede düşman ayağı sokmayacaklarına Kur’an-ı Azim üş şana el basarak yemin etmişlerdir.” Ben şimdi Fatih Hazretlerinin türbesinden geliyorum, koca sultanın manevi huzurunda durdum, taburumun zabitan ve efradı namına ona kararımızı arz ettim. Son nefere kadar öleceğiz, bir tek nefer kalmayıncaya kadar emanetini müdafaa edeceğimize söz veriyoruz. Müsterih ol ey Koca Fatih, dedim ve geldim, hem ağlar hem de ağlatır.“
..
İttihat Terakki hükümetlerinin bütün çabalarına rağmen milli mücadele başlarında İzmir’de beş Türk bankasına karşılık 12 yabancı banka, 202 küçük Türk iş yerine karşılık büyük çapta 213 gayri müslim kişilelere ait iş yeri, dokuz Türk dava vekiline karşılık 27 gayrimüslim avukat, yedi Türk tabibine karşılık 88 gayri müslim doktor vardı. 159
15 Mayıs sabahı İzmir Körfezinde Yunan askerlerine taşıyan gemiler belirmişti, on altı gemiden meydana gelen taşıyıcılara İngiliz ve Yunan muhripleri refakat ediyordu. Çıkarma başladığı sırada İzmir limanında 30’un üzerinde savaş gemisi bulunuyordu ve bunlar İngiliz, Yunan, İtalyan, Fransız ve Amerikan bandıralı idiler. Etekli üniformalı Evzon askerleri karaya ayak basarlarken heyecan son haddinibulmuştu. Gemilerin düdüklerine İzmir’in bütün kiliselerinin çanları cevap veriyordu. Kadınlı erkekli yerli rumlar askerlerin üzerine çiçekler atarak “zito zito” diye haykırışıyorlardı. Bir bandonun çaldığı Rumca marşların yanı sıra dini merasim de başlamıştı.
Bir papaz, Asker evlatlarım, Elen çocukları, Bugün ecdad topraklarını yeniden fethetmekle İsa’nın en büyük mucizesini göstermi oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz, okadar sevaba girmiş olacaksınız, ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara karşı olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım. Haydi buyurunuz bütün azizler sizin arkanızda olacak. Atalarınızın toprakları sizleri bekliyor
İşgal başladı, askeri mahfile Yunan bayrağı çekmek için gelen saf nizamındaki birliğe attığı son kurşunlarından sonra, Hasan Tahsin onların açtığı kurşunla yere düştü. Cesedine yapmadık bırakmadılar.Hasan Tahsin’ önemlidir, Hasan Tahsin zeki ve çalışkan bir öğrenciydi, 1909’da Sorbonn’a tahsil için gönderildi. Vatanını milletini seven çok ateşli bir milliyetçi idi, o kadar ki 1911 yılında Fransa’da Osmanlı İtalyan savaşı ile ilgili bir filmi seyrederken Osmanlı askerinin barbar olarak takdim edildiği sırada sahneye tabanca ile ateş etmiştir. Teşkilat-ı Mahsusa’da görevliydi. Sahneye fırlayarak benim sizlerden farkım ne sorbon da okuyor ve dilinizi konuşuyorum. Ben de Türküm, Türkler bu filimde gösterildiği gibi vahşi ve zalim insanlar değillerdir. Karakolda ise ben vatanını seven bir insanın yaptığını yaptım .
Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Balkanlarda fesat karıştıran Bokston kardeşlerin oyununu bozmak için görevlendirilir. İstanbul’’da vedia isimli bir kızla nişanlanmıştı. Ona belki de geriye dönemem, benim yüzünden hayatın zehir olmasın, kiminle istersen evlen ve mutlu ol”
Bokston kardeşleri bir konferansta dinledi, daha sonra silahını üzerilerine boşalttı.
Sorgusu altı ay sürdü. On beş yıla mahkum edildi. Sonra Osmanlı cezayı beş yıla indirtti. Bir nakil sırasında kaçtı, ayağından yaralandı. İstanbul’a hareket etmekte olan bir trenle İstanbul’a geldi. Ömer Besim Paşa tarafından ayağındaki kurşun çıkarıldı.
İzmir’in işgali üzerine istifa eden Birinci Damat Ferit Paşa hükümeti yerine kurulan ikinci hükümetin siyasetinde önemli bir değişikliğin olmadığı, uğranılan sürprizin acılığı ve portestoların şevkiyle şu politika benimsenmişti. Batı Anadolu’da Yunanlılara karşı başlamış olan milli mücadele faaliyetlerini el altından desteklemek. Bazı değişiklikler yapıldı.
Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Efendi milletin vatanını müdafaa etmesi için fetva neşretti. Bu fetva Türkiye halkının haysiyet ve istiklalini kendi öz varlığı ile koruması yolundaki ilk sesleniş bu idi. Din adamlarından geliyordu. İzmir’in işgalinden dört saat on dakika sonra verilmiş bir fetvaydı.
İzmir 15 Mayıs 1919 perşenbe sabahı işgal edilmişti. Acı haber Denizli’ye ulaştığı zaman, gerçek ne kadar sert olursa olsun, irkilmeyen tek insan Müftü Ahmet Hulusi Efendi idi. O vatan ve haysiyet için neler yapılması gerektiğini düşünüyordu. Müftü Efendi sarcağı Bayram yerine getirmişler orada toplanan bütün millet huzurunda Müftü Efendi Mutasarrıf Faik Bey’e işgale mukavemet etmeyin hükümet emrine karşı olduğunu anlatıyordu. Denizliler’e hitap etti. Muhterem Denizliler, bugün sabahın erken saatlerinde İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir. Vatana karşı irtikap edilecek cü rümlerin Allah ve tarih önünde affı imkansız günahtır. Korkmayınız, meyus olmayınız. Bu liva-yı Hamd altında toplanınız ve mücadeleye hazırlanınız. Müftünüz olarak Cihad-ı Mukaddes Fetvasını ilan ve tebliğ ediyorum. 232 Müftü sadece Denizli’yi değil civarını da teşkilatlandırarak muhtemel bir ilhak kararına ret zemini hazırlamıştı.
10 Haziran 1919 ‘da faaliyete geçen Heyet-i Milliye adeta küçük bir devlet teşkilini andırıyordu. Hiçbir emir ve dış yardıma bel bağlamaksızın girişilen bu vatan müdafaası gayreti Erzurum Kongresi’nden bile 37 gün önce olmasının şerefini taşımaktadır. Aydın ‘da ise hükümet doktoru Mazhar Bey milli hareketi toparlamıştır. Miralay Şefik Bey de Denizli müftüsü gibi düşünür” Denizli müftüsü tutulacak en sağlam ve vatanperverane yolu bize göstermektedir
Tamamen alet olan İstanbul hükümetinin telkinlerine şiddetle karşı çıkmıştır, Müftü Hulusi Efendi. “Zat-ı Şahane aynı zamanda makam-ı hilafetin de sahip ve varisleridirler. Bu sahabet ve verasetin makbul ve meşru ve muta olması da ancak vatanın istiklal ve hürriyetiyle mümkün ve muteberdir”; “insan hayatıfanidir, Ebedi ve devlet müddet olması icap ve temenni edilen milletlerin ve devletlerin mevcudiyetleridir.239
Yunan hunharlığı haziran ayında da hızla yayılmaya devam etmiş, birçok kasaba ve köyle birlikte Nazilli, Akhisar ve Bergama peş peşe işgale uğramıştı . Menemen de yaptıkları zulümler Milletler Arası Tahkik Komisyonu’nda hususi bir bölümle anlatılmıştır. Tek bir silah atılmadan teslim edilen Manisa’daki silah ve cephaneler de Yunanlıların eline..
..
İstanbul Müslüman İstanbul hayatının en acı günlerini yaşıyordu. İstanbul’un İzmir işgaline tepkisi çok önemliydi. Çünkü esir bir şehir, bir başka esarete baş kaldırıyordu. İman şahlanmasıydı İstanbul mitingleri. Üniversite profesörleri 18 Mayıs 1919’da toplandılar, Besim Ömer Paşa açılış konuşması yaptı. ”Felaket o kadar derin ki mütehassıs olmayan ne bir Osmanlı ne de bir Müslüman vardır”
19 mayıs 1919 da Fatih belediyesi önünde toplanan 50 bin kişi siyaha boyanmış bayrakların gölgesinde durgun ve süzgündüler. Halide Edip kürsüye gelerek herkesi heyecanla ağlatan bir konuşma yaptı” Müslümanlar Türkler. Türk ve Müslüman bugün en kara gününü yaşıyor. Gece karanlık bir gece. Fakat insan hayatında sabahı olmayan bir gece yoktur. Yarın bu korkunç geceyi yırtıp parıldayan bir sabaha çıkacağız. Hanımlar bugün elimizde top tüfek denilen alet yok, fakat ondan daha büyük, ondan daha kuvvetli bir silahımız var. Hak ve Allah var. Top tüfek düşer. Hak ve Allah ise bakidir..254
Üsküdar ve Kadıköy’de de miting yapıldı. 23 Mayıs’ta yapılan Sultanahmet Mitingi İstanbul’da yapılanların en heybetlisi en canhıraşı idi.iki yüz bin kişinin katıldığı bu miting vatan derdine düşmüş Müslüman İstanbul’un yüz akı olmuştu. Şair Mehmet Emin Bey konuşur.”Türk’e gellince onun Allah ‘a secde iç in eğilen alnı hiçbir vakit esaret önünde eğilemez. Onun kılıç ve sapandan başka bir şeyle nasırlanmayan elleri asla zincirlere vurulamaz.”
Sultanahmet Mitingi’nin en heyecanlı kısmı Halide Edip’indir. ”Sokaklarda manalı bir sessizlik vardı. Müslümanlar olağanüstü sessiz fakat karanlık görünüyorlar. Hristiyanların hepsi kaygılı, saldırgan olmamakta, Müslümanların buhaliyle alay edip etmemekte mütereddid görünüyorlar. Bütün deşilen çıbanlar arasında en koy cerahat yerli Hristiyanların gürültülü zaferlerinden, arkalarını İngiltereye Fransa’ya vererek Türk’e yığdıkları öfkeden akıyordu.
O gün asıl Türkiye’yi ben gördüm. Karanlık bir sır olan İstanbul’un arkası asıl mahalleleri ağzını açmış, içine oturanları dökmüştü. Birçok ihtiyar kadın , birçok ihtiyar erkek gördüm. İstanbul’un artık sessiz ve görünmez ihtiyarları. Arkalarında hangi zamana ait olduğu bilinmeyen garip setreler. Redingotlar içinden hafif buruşuk boyunları yükseliyor, gözlükleri altından yaşlar beyaz sakallarına aktıkça akarak ağlıyorlardı.
Derin bir tekbir sadası bütün insan denizinin yüzeyini titretti. Aşağıdan yerin altından gibi pek bir ses dalgası , benzeri olmayan, hükmedici bir güzellikle uzarken yükseklerden siyah bayrakların beyaz minare direklerinden daha tiz daha yanık ve daha taze taze sesler aşkla, isyanla, fakat tatlı bir öldürücü güzellikle ta Marmara’ya yayılıyordu. Sultanahmet camiinin minareleri mavi boşluğa yükselen ilahi bir sanatkarın elinden çıkmış beyaz neyler gibiydi. Minarelerin dar şerefelerinden siyah bayraklar havada dalgalanıyordu. 265
Kürsünün önüne geldiğim zaman hayatımın en önemli dakikalarından birini yaşadığımı hissettim. Vücudumun her zerresi elektiriklenmiş gibiydi. Bu hal herhangi bir başka zamanda beni derhal öldürebilecek kuvvetteydi. Fakat o an benim için unutulmaz bir tecrübedir, çünkü his sesi çıkmayan bu 200 bin kişinin acısını bana aşılamıştı.
Minarelerden gelen sesler kalabalık arasındaki yüzlerce ulema Müslümanlığın bu ilahi nakaratı olan Allahu ekber, Lailaheillallahu Allahuekber, Allahuekber ve lillahilhamd ile bu seslere katılıyordu.
Millete yemin ettirir. İnsanlık ve adalet esaslarına sadık kalmak. Hangi şartlar altında olursa olsun hiçbir kuvvete boyun eğmemek. Binlerce ses bir uğultu halinde “yemin ediyoruz” diye cevap verdi. Gök gürlemesini andırır insan sesleri yükseliyor ve Halide’nin ayaklarının altındaki kürsüyü sarsıyordu. Aynı zamanda itilaf kuvvetlerine bağlı uçaklar minarelerin arasında uçuyor, kalabalığı denetleyen bir polis vazifesi görüyordu. Nihayet Halide kürsüden aşağı baktığı zaman önünde bir sakat asker kalabalığı gördü. Hepsi itinayla giyinmişlerdi. Bu kürsüye en yakın olan yarım insan çenberinin arasında Fransız üniformalı yakışıklı ince yüzlü bir adam vardı. Bu General Foulon’du. Fransız doğan bu adamın yüreği o gün Türktü ve bütün Türk gençleriyle beraber onun da gözlerinden yaşlar akıyordu.
Kürsünün merdivenlerinde yeşil sarıklı bir adam oturuyordu. Anadoluluherhangi bir hocaydı. Top sakallarından aşağıya doğru gözyaşları akıyordu. “Halide Hanım Halide Hanım kızım diyerek ellerimden yakaladı. Ben onu kürsünün merdivenlerine oturtarak yanına iliştim. İhtiyar başı ellerimin üstünde ağlamaya devam etti. Ben de ağlıyordum, fakat arkasını okşayarak yukarıyı gösterdim. Git, dua et, dedim.
O da yukarı çıkarak kürsüden Türkçe olarak, memlekete dua etti. Ve bu suretle miting sona erdi.
Nizamettin Nazif “Ve büyük Halide’miz siyah çarşafı içinde daha alevli gibi bakan kara gözlerini yığına daldırarak kolunu havaya kaldırmış ve öyle bir
“Allah vaaar” deyivermişti ki kimsede can kalmamıştı.
Ben ne zaman geçsem Sultanahmet’ten içimde daima bir haykırış vardır.
Neredesiniz 1919 un çocukları. Gelin, gelin, gelin çiğneyin şu çimenleri . 269
Mustafa Kemal Paşa ile anlaşamayarak 1924’te kocasıyla birlikte ülkesinden ayrılarak, ancak 1939 da geri dönebilecetir, Halide Edip.
Halide Edip diyor “Türkler, Türkiye’nin ebedi hak ve istiklaline asla dokundurtmayacaklardır. Yarın Hak’kın Mahkeme-i Kübrası önünde zalimlerin hepsi mahkemeye çekilecek, onlara bizim kanımızı döktürdünüz diyecekler. İşte kardeşlerim işte evlatlarım, bu davanızdan kaçmayınız. O gün size hak verecekler. Hükümetler düşmanımız milletler dostumuz ve kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir. Yemin ediniz yedi yüz senelik Osmanı bayrağı. Osmanlı hakkı için can vermekten çekinimeyeceğinize yemin ediniz.
Yaşasın millet-i İslamiye, var olsun mukaddes halifemiz.
30 Mayıs 1919 ‘da Ayasofya Mitingi yapıldı. Yüz bin kişinin katıldığı bu mitingde de siyah örtülü kürsü ve simsiyah bayraklar çevreye hüzün ve göz yaşları saçıyordu. Ellerde pankartlar vardı, iki milyon Türk 200 bin Ruma feda edilemez. Osmanlı toprağı Yunanistan olamaz, İzmir Türktür, Türk olacaktır.
Cuma namazını müteakip hoca kürsüye çıktı milleti tekbir getirmeye davet etti, Allahuekber, Allahuekber feryadı dalga dalga her tarafı sardı. İsmail Hakkı Bey, biz Türkler silahımızı terkettik ama imanımızı teslim etmeyeceğiz. İman demek Allah’ın birliğine, azamet ve kudretine, sıfat-ı ezeliye ve subutiyesine bütün manasıyla rabt-ı kalp etmek demektir. Bizim silahımız imanımızdır, imanımızın hakkını müdafaa edeceğinize inanınız. Bugün mezarlarında kemikleri inleyen ecdadımızın ruhlarına imtisal ediniz ve haksızlığa karşı ilelebet daima ve daima feryad ediniz. Zafer bunun sonundadır.
Meydanların kapatılması üzerine ikinci Sultanahmet Mitingi camiide yapıldı.
İzmir’in işgalinden üç gün sonra İngiliz, Fransız ve İtalyan devletleri mümessillerine verilen protestoda on iki teşekkülün imzası vardı. Bunlar istilaya razı olmayın Türk milletinin zelil bir vaziyette kalmaktansa toprakların altında kalmayı tercih edeceklerini ifade ediyor. Ülemanın bu protestosu bütün Kurtuluş savaşı boyunca sesini ve tesirini artırarak devam etti.
İstanbul mitingleri Anadolu’yu fikirce uyandıracak geniş yankılar yaptı. Bütün milletin din ve vatan aşkı etrafında kenetlenmesine yok açtı.
- Çanakkale Şehitlerine - 18 Mart 2023
- 12 Mart Erzurum’un Düşman İşgalinden Kurtuluşu ve İstiklâl Marşı - 11 Mart 2023
- Mustafa Kavurmacı ile İlgili Bir Hatıra - 20 Kasım 2022
- Zafer Ayı Ağustos - 28 Ağustos 2022
- Kırkıncı Hoca, Hikmet Parıltıları - 22 Temmuz 2022
- Orhan Pamuk Maceram - 28 Ocak 2022
- Bir Yayıncıdan Rica - 3 Kasım 2021
- Resim ve Heykel Sanatı ve Denizli - 25 Ekim 2021
- Türkiye’nin Romanı Olarak Gün Doğmadan.. - 20 Ekim 2021
- Henri Troyat ve Lev Tolstoy Biyografisi - 9 Eylül 2021