Ana Sayfa / Yazarlar / Otuz İkinci Söz Üzerine Notlar

Otuz İkinci Söz Üzerine Notlar

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bu söz farklı bahislerden oluşuyor. Dikkatimi en çok çeken İkinci Mevkıfın Üçüncü Maksadı’ndan sonra irdelenen hakikatlerdir. Kur’an’daki güzellik nevileri hüsün kelimesinden doğmuşlardır, Allah kelamının zerafeti gereği bütün güzellik türlerini hüsün ve ondan doğan ahsen, sonra muhsin, tahsin, ve diğer iştikaklarını kullanır kitabı boyunca. Estetikte yaygın olan üç güzellik kategorisi vardır, güzellik, kemal ve celal. Bediüzzaman şuunat-ı Rububiyeti anlatırken en çok bu kelimeleri kullanır. Allah’ın şuunat-ı kudsiyesi ve kullarının amelleri, ubudiyet bu üç kategori ile izah edilebilir. Bütün din bu üç büyük kateoriden doğmuştur denebilir, büyük bir tasnif yapılsa bunlardan doğan büyük bir ilahi estetik ortaya çıkar.

Bu bahiste hüsün yanında kemal ve kemalat, celal münhasıran anlatılmaz, ama bütün bu güzellikleri besleyen adeta bir muhit şemsiye gibi ifade ile  anlatılır. Bu Zat-ı Zülcelal’in kemalatı cümlesidir. Şu cümledeki gibi “umum kainattaki umum kemalat bir Zat-ı Zülcelal’in kemalinin ayatıdır ve cemalinin işaratıdır. Belki hakiki kemaline nisbeten bütün kainattaki hüsün ve kemal  ve cemal zaif bir gölgesidir” Hüsün ve kemal ve cemal ,onun zatının kemalinin delilleridir. Batı estetiğinde celal yüce kategorisiyle karşılanır, celal insanın idrak mıntıkalarının ihata sınırlarını aşan büyüklükler ve azamet karşısında duyulan ürpertidir. Bediüzzaman bu ürpermeyi namaz ile bağlantılı olarak anlatır, çünkü namaz üç büyük kateorinin emmuzecidir. Namazın beyni olan Fatiha sure-i şerifi de bu üç büyük kateorinin içine yerleştirildiği bir büyük suredir. Büyüklüğü o kadar azimdir ki Kur’an Fatiha’da mündemiçtir, Hz. Ali “Bu sureyi ömrüm boyu anlatsam bitiremem” diye buyururlar. Fatiha kapısından girip Kur’an’ın bahribîkeranına dalmak ve geri dönmek bize has bir durum değil, Hz. Peygamberin asm namazda sacdeden uzun süre kalkmaması üzerine paniğe kapılan Hz. Aişe o okyanustan Habibullahı geri çağırmıştır ve Resulullah “Ne var Ayşe, diye kıyıya gelmiştir”

Ahsenül Hâlikîn’ı izah ederken “Meratib-i Halıkiyetin en güzel en münteha mertebesinde bir Halık-ı Zülcelal’dir. Bunun başka bir türlü izahı yani yarattığı en güzel, en müntehadır. Güzel var, daha güzel var, en güzel var.  Neyi yaratmışsa en güzeldir, güzelliğin en nihayi noktasındadır. Hiçbir canlının fizyolojik ve psikolojik ve geometrisi daha güzel olamaz, madam koyun yaratıldığı günden itibaren tasarımı, fizyolojisi, fevaidi, biçimselliği ile kimsenin ondan daha güzel bir koyun tasarımı olamaz. Üstelik Allah ibda sahibidir, deneme yanılma yoluyla güzel yapmaz, ilk yaratır en güzel olandır, koyun biçimsel bir evrim geçirmemiştir. Bütün canlılar da böyle, evrimi düşünenler evrime uğramışlar müstakim akıldan geriye doğru gitmiş evrimcilerdir. Tekerleğin icadından otomobilin icadına kadar insan eksikleri göre göre gelmiştir, çünkü muhit nazarı yoktur Allah en mükemmeli bir anda yaratır. Müntehada da güzelliğin en son noktasıdır, arı Bediüzzaman ona şerbetci diyor, kimse onu daha harika tasarlayamaz en son noktadadır. Ayetler ile şanlandırılmış bir fiilin sahibidir, o küçük arı.Bana kalsa bütün arılan cennete, koyunlar onlar da bizim orda ne işimiz var. Balı o yapıyor o cennetin dışında biz yiyip içinde kalıyoruz. Tabii eğer kalırsak.

Bir açıklaması da şöyledir, ”Herşeyi herşeye layık bir tarzda, en güzel bir mertebede halkeder bir Halık’tır” Yukarda en güzel en münteha dedi, bunlar onun yarattıklarının özellikleri. Burda da herşeye layık bir tarzda diyor, anne bu elbise bana yakışmadı, diyen bir canlı yok, herkes elbisesinden  yaratılış özelliklerinden şikayetci değildir, insan dışında. En güzel mertebe cümlesi de yine onun yarattığından daha güzel yok. Bütün kainatı dünyayı levazımatı ile beraber bir anda en güzel şekilde yaratmak ancak Ona mahsustur. 

Kemalat ve güzellik birbirinin içinde kemalat olmadan güzellik olmaz, güzellik olmadan kemalat olmaz. Estetikçiler kemalata yetkinlik diyor, yani olması gerektiği şeye yeterli demek. Herşey yetkin koyun kendine yeterlidir, “aa şuram eksik kalmış, Allah’ım bana gönder” demiyor. Tasarım biçimsel yetkinlik, ama kemal içli dışlı, maddi manevi tasarım.

Hayr ül muhsinin de yine hüsün kelimesinden doğmuş bir güzellik duyumu. Bir küçük ihsandan Allah’a giden yolu bulup onu Allah’a bağlamak, bu daha ileri bir estetik tasarım. Bu neyi sağlar kendi anlatır. “Hâlık ve münim tevehhüm  olunan  zahiri esbab, ehl-i gaflet nazarında Münib-i Hakiki’ye perde olur, ehl- gaflet onlara yapışır, nimet ve ihsanı onlardan bilir. Medih ve senalarını onlara verir. Kur’an der ki Cenab-ı Hak daha büyüktür, daha güzel bir Halık’tır. Daha iyi bir Muhsindir, O’na bakınız, O’na teşekkür ediniz.

Allah aynı zamanda bütün esması güzel olandır, bütün esması en ahsendir, en güzeldir.” Bütün kainat , kemalatıyla bu hakikata şahittir. “Lehülesmaül Hüsna” bütün esmasını ahseniyet ile tavsif şu manayı ifade ediyor.

Allah’ı lakıyıkla tanımak ancak Risale-i Nur okumakla mümkündür, sınav salonunda başarısız öğrenciye hocası “Dersine çalışmamışsın” der. Toplumsal kriterler yüzünden bir hakikatı görmeden gelmek insanları Allah’un huzurunda mahcub eder, beni layıkıyla tanımamış karşıma gelmişsin, ayıp değil mi? Doğu Anadolu’da Sorbon yok, bir köyden bir adam çıkmış bir nevzuhur, Allah’ı en güzel şekilde bütün eserlerinde tanıtıyor, ülkenin en kelli felli kurumlarından çıkmamış ilâhî bir tensiple müminlerin imdadına koşmuş, yerini yurdunu eleştirip hakikatten kaçamazsınız,

Ali Almış sancağını eline 

Segirdüp giderler mahşer yerine 

Hasan’ı Hüseyn’i almış yanına 

Ah ümmetim diye ağlar Muhammed

Bizim için ağlayan O, ama biz kendimize ağlamalıyız. 

Yunus harika, olağan üstü bir sanatçı, bir dörtlükte dinin bütün umdelerini görüyoruz; Ali, Sancak, Mahşer yeri, Hasan, Hüseyin ve ümmetine ağlayan Hz. Muhammed (asm). Bir dörtlüğü bu kadar trajik ve yerinde kayıtları yüklemek, ancak büyük sanatçıların özelliğidir, sermaye çok, adam yok, ahirette Siz yunus’u tanımadan mı geldiniz, Ya Bediüzzaman’ı Ahmet Yesevi’yi, Ahmet i Hani’yi.. yok yok yok, götür bunu zebani, uygun bir yere bırak demezler mi?

İnsan ehadiyet sırrıyla yaratılmış, yani bir evin yapılması için ne lazım onları bir araya getir o ev yapılır, bir insanın yaratılışı ve levazımatı Allah’ın kaç isminin onda temerküzü ile mümkündür. İşte bu ehadiyet sırrıdır. Bütün varlık insana koşarlar, ana  rahminde o küçük pıhtı nasıl olur da bir iki bin azası olan canlıya dönüşür, dünyanın en büyük heykel ve sanat atölyesi. Her yaratılana masraf çıkarsaydı Allah, bu masrafı şükür ile karşılarsan seni yaratalım yoksa vazgeçeceğiz, ne olurdu Allah bilir. Bizim dışımında canlılar da vesait ve esbabın mezahiriyle görünürler, vasıtalar ve sebeblerin aynasıyla, ama ehadiyette vesait ve esbab yok, bir anda sayısız esma koşarlar varlığın sultanını meydana getirmeye,

“Kainatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hacatına kemal-i intizam ve inayet ile koşturmak”

İşte insana ehadiyetin tecellisi aynalarda görünen yansımalardan daha harikadır, Ahsenül Hâlikîn, Hayrül Muhsinîn.. bu kadar anladım ne yapalım. 

Allah’ım şu metnin hakkı için kötülerin şerrinden bizi muhafaza eyle…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kimseden Vefa Görmesem de…

“Kimseden vefa görmesem de, vefa göstermeye devam edeceğim.” (Hz. Ali) Vefa; sözünü yerine getirme, sözünde …

Kapat