Ana Sayfa / KASTAMONU / İz Bırakanlarımız / Padişah Ağlatan Evliya; Karabaş Velî

Padişah Ağlatan Evliya; Karabaş Velî

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

I.

Sultan 4. Mehmed, Limni sürgünü sonrası İstanbul’a dönen K‍arabaş Velî hazretlerinin vaazlarına yine devam eder. Sık sık Atik Valide Camii’ne selamlık yapmaya başlar. Anlatıldığına göre padişah vaaz esnasında hislenerek ağlar ve şöyle dermiş:

“Bu Şeyh efendinin vaazı bana öyle tesir ediyor ki, İbrahim Edhem gibi tacı tahtı terk ile dağlara düşeceğim geliyor.”

Anadolu’nun İslâmlaşmasında ve genel itibarıyla sünnî bir hüviyet kazanmasında tasavvuf erbabının tesiri büyüktür. Bu dönüştürücü ve ıslah edici tesir Selçuklu devleti sahasında başlamıştır. Alparslan’ın veziri Nizâmülk’ün tasavvuf erbabına büyük kıymet verip desteklemesi, ayrıca kurduğu Nizamiye medreselerinin alimlerin ve tasavvuf erbabının merkezi haline gelmesi, Selçuklu sahasında Ehl-i Sünnet anlayışını pekiştirmiştir.

Zahirî ilimlerle tasavvufu mezceden Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî rh.a. bu medreselerde yetişmiş ve bir dönem müderrislik de yapmıştır. Onun eserleri, özellikle İhyâu Ulûmu’d-Dîn Ehl-i Sünnet’in en temel kaynaklarından biri haline gelmiştir.

Tasavvuf erbabı, tarih boyunca Hz. Peygamber efendimizin sünnetine dayalı anlayış ve uygulama üzerine kurulu hayatın temsilcisi olmuştur. Nitekim Selçuklu Sultanı Sencer, Yusuf Hemedânî hazretlerine bir mektup yazarak “Ashab-ı Kirâm’ın yollarından ayrılmayan büyük şeyhin hayat tarzını bildirmelerini ve kendilerine bir Fatiha niyaz etmelerini” dilemiş ve elli bin altın göndermiştir. Yusuf Hemedânî hazretleri sultanın bu isteğini, halifesi Abdülhâlik Gucdüvânî hazretlerine Makamât’ı yazdırmak suretiyle yerine getirmiştir.

İslâm âlimleri İslâmî ilimleri geliştirirken, mutasavvıflar da tebliğ ve irşad faaliyetleriyle İslâm’a hizmet etmişlerdir.

Tasavvuf erbabı genellikle ömür boyu aynı yerde yaşayıp ikamet eden kimseler değildir. Onlar dolaşıyorlar ve İslâm’ı, Sünnet’i anlatıyorlardı. Düşman karşısında zora düşüldüğünde bağlıları ile en ön safta savaşa katılıyorlardı. Arap Yarımadası, İran, Mâveraünnehr ve Orta Asya’daki bu durum Anadolu için de geçerlidir. Anadolu bu gönül erlerinin gayretleriyle fetholunmuştur. Fetih sonrası yerleşim ve halkın terbiyesi de büyük ölçüde bu zatların çabalarıyla gerçekleşmiştir. 17. yüzyılda yaşamış olan Karabaş Velî hazretleri işte bu kıymetli şahsiyetlerden biridir.

Arapkir’den Kastamonu’ya

Karabaş Velî hazretleri, 1611 yılında Arapkir’de doğmuştur. Asıl adı Alâeddin Ali’dir. Boyunun uzun olması dolayısıyla “Ali Atvel” (Uzun Ali), Halvetî tacı olan kara sarık bağladığı için “Karabaş” ve manen makam sahibi olduğu için de “Velî” denilmiştir. İsminden çok “Ali el-Atvel” yahut “Karabaş Velî” olarak bilinmiştir.

İlk tahsilini Arapkir’de yapmıştır. Daha sonra İstanbul’a gelerek Fatih medreselerinden birinde ilim öğrenmiştir. Daha sonra tasavvufa ilgi duyarak Kastamonu’ya gitmiş ve Şaban-ı Velî hazretleri dergâhında post-nişin olan İsmail Çorumî hazretlerine intisap etmiştir. Bir ara mürşidinin de isteğiyle Çankırı’ya giderek müridler arasındaki bazı tasavvufî meseleleri çözüme kavuşturur. İsmail Çorumî hazretlerinin vefatından sonra onun yerine geçen Muslihiddin Mustafa Efendi hazretlerinde seyr ü sülųkunu tamamlar. Şeyhinin 1662 yılında vefat etmesi üzerine yıllarca Arap topraklarında dolaşır ve 1670 yılında tekrar İstanbul’a gelip Üsküdar’da Rumî Mehmet Paşa Camii’nde inzivaya çekilir.

Dört yıl süren bu dönemin ardından Atik Valide Sultan Camii’nin bitişiğindeki dergâha tayin edilir ve kendisine yapılan vaizlik teklifini de kabul buyurur. Burada beş yıl irşad ile meşgul olur ve şöhreti yayılır. Zamanın padişahı Sultan 4. Mehmed dahi vaazlarını dinlemeye gelmektedir. Çekemeyen bazı kimseler onun hakkında ileri geri konuşarak söylemediği bir sözü ona atfederler. Bunun üzerine Karabaş Velî hazretleri aynı yıllarda başka tasavvuf büyüklerinin de sürgün edildiği Limni adasına gönderilir. Orada dört yıllık mecburi ikametten sonra tekrar İstanbul’a döner.

Cami kürsüsünde bir velî

Karabaş Velî hazretleri cuma günleri Atik Valide Sultan Camii’nde vaazlarına devam eder. “Sefîne-i Evliya” yazarı Hüseyin Vassaf’ın aktardığına göre, halk cuma günleri koşarak camiye gelir ve camiyi doldururlarmış. Hatta yer bulabilmek için kuşluk vaktinde gelirlerse yer bulabilirler, namaza bir saat kala hiç yer kalmazmış. Karabaş Velî hazretlerinin vaazları halk üzerine büyük tesir uyandırır ve herkes ağlarmış.

Sultan 4. Mehmed, Limni sürgünü sonrası İstanbul’a dönen Karbaş Velî hazretlerinin vaazlarına yine devam eder. Sık sık Atik Valide Camii’ne selamlık yapmaya başlar. Anlatıldığına göre padişah vaaz esnasında hislenerek ağlar ve şöyle dermiş: “Bu Şeyh efendinin vaazı bana öyle tesir ediyor ki, İbrahim Edhem gibi tacı tahtı terk ile dağlara düşeceğim geliyor.” Kaynaklarda Karabaş Velî hazretlerinin tekrar sürgün gönderilmesine bu sözün sebep olduğu belirtilir.

Cuma günleri olunca, padişaha “Selamlık nereye?” diye sorulduğunda “Üsküdar’da Valide-i Atik Camii şerifine…” derlermiş. Bu arzunun sürekli tekrar etmesi, Sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın dikkatini çeker ve padişahın dünya işlerinden el etek çekeceği korkusuna düşer. Karabaş Velî hazretlerini İstanbul’dan uzaklaştırma çaresini düşünür ve bulur. Padişahın haberi olmadan Karabaş Velî hazretlerine: “Padişahımız sizi Hicaz’a gönderme arzusundalar, yol masrafını gönderdiler.” diye teklifte bulunur. Gerçeği anlayan Karabaş Velî hazretleri: “A cânım, bizden bu kadar niye korktunuz? Biz padişaha tacı tahtı terk ettirmeden marifet sırlarını telkin edebilirdik.” der ve sonrasında Hicaz’a gitmek üzere yola koyulur.

İki sefer bir arada

Hac sonrası Medine-i Münevvere’ye gelir ve burada Mustafa Efendi’ye halifelik verir. Bu zat Edirne’de medfundur.
Daha sonra Mısır kafilesiyle yola koyulurlar. Mısır’a üç konak mesafede kırk bin hacının dinlenmek için çadır kurduğu bir yerde, hava gayet açık olduğu halde bir sel geleceğini keşfedip durumu hacılara bildirir. Hacılar derhal oradan ayrılırlar ve hemen şiddetli bir yağmur başlar ve oraları sel basar. Hacılar Karabaş Velî hazretlerinin bu kerameti sayesinde felaketten kurtulmuşlardır.

Birkaç gün sonra Karabaş Velî hazretleri hastalanır ve Nahil kalesi civarında, 3 Ocak 1686 günü vefat eder. Kale civarında Gaylan köyü hurmalığına komşu Şeyh el-Gazâli denilen bir zatın kabri yanına defnolunur.

Karabaş Velî hazretleri Hicaz’a giderken müritleri sorarlar: “Efendim! Bizim tesellimizle kim meşgul olacak?” Şöyle cevap verir: “Benim tacımın altında kimi görürseniz Karabaş Velî odur.” Nitekim yola çıkmadan sarığını Seyyid Muhammed Nasûhî hazretlerine verir.  Hüseyin Vassaf, bu tacın geçtiğimiz asırda hâlâ muhafaza olunduğunu aktarıyor.

II.

Kaynaklarda aktarıldığına göre Karabaş Velî hazretleri beş yüz civarında halife bırakmıştır. Bunlardan biri ve oğlu olan Mustafa Manevî Efendi’nin bir kasidesi, hem Karabaş Velî hazretlerinin farklı meşrepler arasına hürmet sınırı koymayan tavrını, hem de tasavvufî bakışın müslümanların ortak değerlerine ayrım yapmaksızın ihtiramını göstermesi bakımından önemlidir.

Karabaş Velî hazretlerinin bir diğer özelliği farklı tasavvufî kollara mensup insanları, o yoldan ayrılmadan irşad etmesidir. Ehl-i Sünnet üzere olan bütün tasavvufî yollara kıymet vermiş ve hürmet nazarıyla bakmıştır. Kendisine bağlı olan insanlara da bu edebe dikkat etmelerini telkin etmiştir.

Karabaş Velî hazretlerinin bu özelliği, birleştiren, ayrıştırmayan bir tavırdır. Bu tavır elbette ihlâs ile alakalıdır. Zira onların niyetleri Allah rızası, hedefleri insanların manevi dünyalarını mamur kılmaktır.

Hak yolun büyüklerini selamlayan kaside

Karabaş Velî hazretlerinin oğlu ve halifesi Mustafa Manevî Efendi hazretleri uzunca bir kasidesinde Allah Rasulü s.a.v. başlayarak bütün Ashaba, tüm tasavvufî kollara ve mürşidlerine selam göndermiş, hürmetlerini akıcı bir lisan ile ifade buyurmuşlardır. Bu kaside, Karabaş Velî hazretlerinin bahsettiğimiz birleştirici tavrının şiire yansımış halidir.
Kasideye Allah’a selam ile başlayan, Mustafa Manevî Efendi hazretleri, önce sabah rüzgârını Medine’ye gönderir. Allah Rasulü s.a.v.’e ve Ashab-ı Kirama hürmetlerini sunmasını talep eder. Bazı bölümlerini sadeleştirerek aktardığımız kaside şöyle devam eder:

Önce yâr diyarına, Medine’ye

“Medîne şehrine var, o pâk Ravzâ’ya yüz sür
Varıp Sultan’ın ayağının tozuna selâm eyle.

Ebubekr ve Ömer, Osman, Ali ile Hasan Hüseyn
Sevgilinin kızı Hazreti Fatıma’ya selam eyle.

Süheyb-i Rûm, Ammar bin Yâsir, Hamza ve Abbâs
Bütün ashâb ile kardeşlerimizin ruhlarına selam eyle.”

Dört halifeye ve ashabın büyüklerine selam ilettikten sonra, sabah rüzgârını Cennetü’l-Baki mezarlığına gönderir:

“Bakî ehline bir bir erişip baştan başa cümle
Varıp her birine benden bu fakirden selâm eyle.

Erişip İbn Abbas kabrini bir hoş ziyaret kıl
Bütün ashâba, Sultan’ın Amca Oğlu’na selam eyle.”

Oradan uğra Bağdad’a…

Mustafa Manevî Efendi hazretleri, Medine’den sonra sabah rüzgârını Bağdat’a gönderir. Bağdat ki evliyalar diyarıdır, imamlar, müçtehidler yurdudur. Onların her birine hürmetlerini sunar. Abdülkadir Geylanî hazretlerinden başlar, Ehl-i Beyt’in büyüklerinden İmam Musa Kâzım hazretlerine selam gönderir. Sonra İmam-ı Azam rh.a. ve bütün müçtehit imamlara, irfan ehline selam gönderir:

“Oradan uğra Bağdad’a, o toprağa yüz sür
Ve Kutbu’l-Aktâb şeyh Abdülkadir Geylân’a selam eyle.

Eşiğine yüzünü sür feda kıl canla başı
O Abdülkadir’in sen dergâhına selam eyle.

Eriş Musa Kâzım’a, hem imamlar zümresine hep
Zamanının biriciği olan o ismi Numan’a selam eyle.

Gelmiş geçmiş bütün müctehitlerin hep
Kabirlerini kıl ziyaret, ehl-i irfana selam eyle.”

“Kutupların baş çeşmesi Şah-ı Nakşibend’e”

Bağdat’tan sonra Şah-ı Nakşibend hazretlerine selam gönderir. Şah-ı Nakşibend ki, kutupların kana kana feyz içtikleri baş çeşmedir. Sonra sırayla bütün İslâm coğrafyasını gezer:

“Nakşibendîlerin, hâceganın ve kutupların baş çeşmesi olan,
O çok kıymetli Pîr’e, o büyük okyanusa selam eyle.

Dolaşıp Rum (Anadolu) diyarını, hep ziyaret eyle onları,
Gelip Şâm-ı Şerîfe, oradaki Kur’an denizine selâm eyle.”

Sonra nice sahabenin yattığı Şam’a uğrayan sabah rüzgârı, her birine hürmetini sunar. Tabii ki başlarında da Allah Rasulü s.a.v.’in müezzini Bilal Habeşî r.a. vardır. Ardından evliyanın büyüklerinden Muhyiddin ibn Arabî k.s. hazretlerine selam gönderir:

“Bilal ile nice ashâb ve ehlullah yatmaktadır
Ve Muhyiddin Arabî’ye, hem arslanın şeyhine selam eyle.

Demişler orda yetmiş bin kadar peygamber vardır
Salât ile selam et cümle hepsine selâm eyle.

Bütün peygamberlerin pâk merkadına bir bir var
Mübarek ruhlarına pek gönülden selam eyle.

Çoğunun merkadi malum değildir, şüphesiz gerçek
Hepsinin pâk ruhuna dostça selam eyle.

Hususan Şam içinde rahmete gark olanlardan
Ne denli var ise hep ehl-i imana selam eyle.

Ne denli var ise hep enbiya ve evliya birden
Zebur İncil ve Tevrat, Ehl-i Kur’an’a selam eyle.”

“Yemen şehrine var, Üveys’i ziyaret eyle”

Mustafa Manevî hazretleri, bu kez de sabah rüzgârını Tabiîn’in büyüklerinden Üveys Karenî r.a. hazretlerini ziyaret için Yemen’e gönderir, sonra diyar diyar dolaştırır:

“Yemen şehrine var Üveys’i ziyaret eyle ey cânım
Karen köyündedir, ona çok çok selâm eyle.

Odur kutupların baş çeşmesi âlim ve arif-i billah,
Yemen’deki o Rahman’dan feyzler getiren mübarek rüzgâra selam eyle.

Habeş iklimini dolaş, Cezayir semtine uğra
Velî Dede denilen inci mercana selam eyle.

Bütün Anadolu, Acem, Fars ve Buhara kalmasın, dolaş
Şam’a gel Cennet ehline selam eyle.

Özellikle diyâr-ı Kerbelâ’da aşk ile dolaş
Hepsine binlerce gönülden hüzünlü selam eyle.

Kerbelâ Şehidi’nin ruh-i pâkinden meded iste
Mecâzî olmasın vallah, hakiki selam eyle.

Dolaşıp gel Konya şehrine hususiyle
O Sultanlar Sultanı Mevlâna’ya selam eyle.

Büyük Şeyh Sadreddin ne işler bir sual eyle
Ayağını öp, o Kur’an havuzuna  selam eyle.

Müfessirler onun tefsirine hayran olurlar hep
Sürüp yüzler toprağına, o heybetli sultana selam eyle.”

“Varıp Kastamonu şehrine özel muhabbetle…”

Mustafa Manevi Efendi hazretleri, Konya’dan sonra tasavvuf yolunun büyüklerini sayar. Hasan Basrî, Dâvud Taî, Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistâmî, Necmeddin Kübrâ, Seyyid Ahmed Rufaî, Seyyid Yahya Şirvânî -Allah hepsinin sırrını mukaddes kılsın- hazretlerinden bahseder, hepsine selam gönderir.

Daha sonra Karabaş Velî hazretlerinin de şeyhi olan Şaban-ı Veli k.s. hazretlerine, ardından Hacı Bektaş Veli ve Hacı Bayram Veli hazretlerine selam gönderir. Bursa’ya uğrar, velileri bir bir sayar. Oradan Üsküdar’a yol alır.

Anadolu’daki diğer Allah dostlarına selam gönderir:

“Varıp Kastamonu şehrine özel muhabbetle
Gavs-ı azam Pîr Şa’ban’a selam eyle.

Erişip Hacı Bektaş dergâhına muhabbetle
Balım Sultân’a, o Allah aşığına selam eyle.

Hususan Hacı Bayram-ı Velî’ye tazim eyle
Evliya huzurunda divan ehline selam eyle.

Var ordan Eşrefzâde’ye, Emir Sultan’a yüzler sür
Dolaşıp Bursa şehrini şerefle selam eyle.

Kıymetli ve büyük Hazreti Niyazi Mısrî’ye
Keremler eyle, billahi yürekten selam eyle.

Dahi ol Şeyh Üftâde huzuruna saadetle
Bütün hep asfiyaya, yakîn ehline selam eyle.

Erişip Üsküdar’a Hazreti Pîr Şeyh Hüdâî’ye
Onun yüreğinde gölgelenen mihmana selam eyle.

Oradan Rumeli’ne geç Ebu Eyyübe’l-Ensarî’nin
Mukaddes huzuruna var, edeple selam eyle.”

Mustafa Manevî Efendi hazretleri, bütün İslâm coğrafyasını dolaştıktan sonra, İstanbul’a getirir sabah rüzgârını.

Yukarıda geçtiği gibi, İstanbul’daki büyükleri de sayar ve en son Eyyüb Ensarî r.a. hazretlerinin huzuruna varır, hürmet ve selamını iletir, ardından kasidesini dua ile bitirir:

“Bütün Cennet erbabına bizi ilhak etsin Allah
Keremler eyle, var hurilere, gılmana selam eyle.

Benim maksudum yegane Hazreti Allah
İlâhî, Manevî’ye sen rahmetle selam eyle.”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Seyyid Hasan Efendi

Müftü es-Seyyid Hasan Efendi 1083/1673 yılında Kastamonu Müftüsü olarak görev yapan es-Seyyid Hasan Efendi, aynı …

Önceki yazıyı okuyun:
Bediüzzaman’ın “Ahbabım” Dediği Japon Başkumandanı

Bediüzzaman’ın “Ahbabım” Dediği Japon Başkumandanı /Mehmet Selim Mardin Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatından bilinmeyen konulardan birisi …

Kapat