Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Peygamber Efendimizin Çocukluğu

Peygamber Efendimizin Çocukluğu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Peygamberimiz (a.s.)ın Hz. Âmine’nin Kabrini Ziyaret Edişi

Peygamberimiz (a.s.); Hudeybiye umresine giderken, Ebva köyüne uğramıştı.[228] Annesi Hz. Âmine’nin kabrini ziyaret için Yüce Allah’tan izin istemiş, izin verilince de[229] gidip kabrin üzerini eliyle düzlemiş,[230] ağlamış, yanındakileri de ağlatmıştı.[231] Ne için ağladığı sorulunca:

“Rahmet duygusu beni rikkate getirdi de ağladım!” buyurmuştur.[232]

Abdulmuttalib Dedenin Peygamberimiz (a.s.)ın Üzerine Kanat Gerişi

Abdulmuttalib Dede; babasız ve anasız kalan torununu yanına alıp şefkatle bağrına bastı.

Oğullarından hiçbirine göstermediği şefkati ona gösterdi. Onun üzerine kanat gerdi, titredi durdu.[233]

Abdulmuttalib Dedenin; uyurken veya odasında yalnız iken, yanına hiç kimse giremez,[234] Kâbe’nin Hicr’inde serili minderine de, kendisinden başkası oturamazdı.[235]

Fakat, Peygamberimiz (a.s.) dedesinin yanından hiç ayrılmaz; odasında yalnız olduğu, uyuduğu sırada bile, dedesinin yanına serbestçe girer çıkardı.[236]

Kabe’nin gölgesinde serili minderin üzerine-babalarına tazim ve saygılarından dolayı-oğullarından hiçbiri oturmaz, çevresinde dururlarken; Peygamberimiz (a.s.) gelip dedesinin minderine serbestçe otururdu.

Amcalarının, kendisini minderden çekmek için tuttuklarını gördüğü zaman, Abdulmuttalib:

“Bırakınız oğlumu![237] Vallahi, onun büyük bir hal ve şanı vardır!” der, minderinin üzerinde yanına oturtup sırtını eliyle sıvazlar, o ne yapsa hoşuna giderdi.[238]

Peygamberimiz (a.s.), yine bir gün, dedesinin Hicr’de serili minderinin üzerine oturmuş, bir adam çekip kendisini minderden kaldırınca, ağlamaya başlamıştır.

Abdulmuttalib:

“Oğlum ne için ağlıyor?” diye sordu.

“Mindere oturma isteğine engel olundu!” dediler.[239]

Abdulmuttalib:

“Bırakınız oğlumu! Minderin üzerine otursun! Herhalde o, kendisinde bir şeref duyuyor. Onun ne kendisinden önce geçmiş, ne de sonradan gelecek hiçbir Arab’ın erişemeyeceği bir şerefe ereceğini umuyorum!” dedi.[240]

Abdulmuttalib Dede bu sevgili torununu yanına almadıkça yemek yemez;

“Oğlumu yanıma getiriniz!” der, yanına getirtirdi.[241]

Yemeği getirildiği zaman da onu yanına alır, bazan da dizine oturtup yemeğin en nefisini hep ona yedirir,[242] o gelmedikçe yemeklere el sürmez, onun gelmesini bekler, sırtını sıvazlar, başını ve ağzını öper, sözleri ve hareketleri hep hoşuna giderdi.

Edep ve terbiyesine de çok dikkat ederdi.[243]

Peygamberimiz (a.s.), sekiz yaşına kadar, yani Abdulmuttalib dedesinin vefatına kadar, onun yanında kaldı.[244]

Yemen Hükümdarı Seyf b. Zî Yezen’in Yanında Sakladığı Bir Kitapta Peygamberimiz (a.s.) Hakkında Yazılı Haberleri Abdulmuttalib’e Açıklayışı

Seyf b. Zî Yezen; Kisrâ tarafından Yemen hükümdarlığına tayin edilip[245] tahta oturduktan sonra her taraftan Arap heyetleri gelip kendisini tebrik ettikleri sırada,[246] Mekke’den gelen on kişilik tebrik heyetinin başında Abdulmuttalib b. Hâşim bulunuyordu.[247]

Abdulmuttalib ve arkadaşları, hükümdarı, hükümdar selâmıyla* selamladılar.

Abdulmuttalib, temsilci olarak hükümdarın önünde, ayakta durdu.[248]

Konuşmak için, hükümdardan izin istedi.[249]

Seyf b. Zî Yezen:

“Eğer krallar önünde konuşabilir kişilerden isen, sana izin verilmiştir.[250] Konuş bakalım!” dedi.[251]

Abdulmuttalib; Seyf b. Zî Yezen’in bulunduğu makama liyakatini, asaletini, babasının çok hayırlı bir hükümdar, kendisinin de onun hayırlı bir halefi olduğunu., belirttikten sonra:

“Ey hükümdar! Bizler, Allah’ın dokunulmaz kıldığı Harem’inin halkı ve Beyt’inin (Kabe’sinin) hadim­leri olup, zaferini tebrik heyetiyiz; ziyaretçi heyet değiliz!” dedi.

Hükümdar Seyf:

“Ey konuşan kişi! Sen kimsin?” diye sordu.

Abdulmuttalib:

“Ben, Abdulmuttalib b. Hâşim’im” dedi.

Hükümdar:

“Demek, sen kızkardeşimizin oğlusun ha!” dedi*

Abdulmuttalib:

“Evet!” deyince, hükümdar:

“Yakınıma gel!” dedi.

Yaklaşınca, hem ona, hem arkadaşlarına:[252]

“Demek, sizler, Kureyşü’l-Ebâtıh’sınız?” dedi.

“Evet!” diye cevap verdiler.[253]

Hükümdar:

“Hoş geldiniz, safa geldiniz! Sizler, yanında emniyet ve huzur bulacağınız, bol bol ihsanlar veren bir kralın yanına geldiniz! Kral ilk konuşmanızdaki sözlerinizi dinledi ve akraba olduğunuzu anladı, ziyaret vesilenizi kabul etti. Sizler burada oturduğunuz müddetçe, gece ve gündüz sohbet edilmeye, oturulup konuşulmaya,[254] övülmeye,[255] ağırlanmaya, ayrılıp giderken de ihsan olunmaya layık,[256] şerefli,[257] şanlı[258] kişilersiniz!” dedikten sonra, maiyetine onların konuk ve elçiler konağına götürülüp misafir edilmelerini emretti. Emri yerine getirildi.

Orada bir ay oturdular.

Hükümdar, bir gün, Abdulmuttalib’e haber salıp:[259]

“Arkadaşlarının arasından bir tek sen benim yanıma gel!” dedi.

Abdulmuttalib, hükümdarın huzuruna vardığı zaman, onu yalnız bir halde buldu. Yanında hiç kimse yoktu.

Hükümdar Abdulmuttalib’i yanına yaklaştırdı, tahtında onunla birlikte oturdu.[260]

“Merhaba! Hoş geldin, safa geldin!” dedikten sonra;[261]

“Ey Abdulmuttalib! Ben sana bildiğim bir işin sırrını emanet edeceğim ki, o sırrı, senin yerindebaşkası olsaydı, açmazdım!

Fakat, ben, onun madenini sende gördüm.

Bunun için, onu sana açıklayacağım!

Yüce Allah bu hususta izin verinceye kadar, busırsenin yanında masun ve mahfuz kalsın!

Şüphesiz ki, Allah emrini yerine getirir.

Ben, gizli Kitab’da, kendimize tahsis edip başkasına kapalı tuttuğumuz ilimde; yaşamanın şerefi, ölmenin fazileti bulunan, genellikle bütün insanları ve heyet arkadaşlarını, özellikle de seni ilgilendiren çok büyük, çok şanlı bir haber buldum!” dedi.[262]

Abdulmuttalib:

“Ey hükümdar! Bütün göçebe halkı ardarda sana feda olsun! Nedir o büyük ve şanlı haber?” diye sordu.

Hükümdar:

“Tihâme bölgesinde bir çocuk doğacak. Alâmet olarak, onun iki küreği arasında bir ben bulunacak![263] Kıyamet gününe kadar, kendisinde imamlık, sizde de seyyidlik olacak!” dedi.[264]

Abdulmuttalib:

“Zât-ı Devletinden, lanet ve nefreti mucip haller sâdır olmasın!” diyerek onu hükümdar selam veduasıyla selamlayıp:

“Eğer hükümdarlık makamının heybetini, ululuğunu göz önünde tutmak zorunluluğu olmasaydı, sevincimi arttıracak beşâreti biraz daha açıklamak lütfunda da bulunmalarını kendilerinden dilerdim!” dedi.

Bunun üzerine, hükümdar:

“Bu zaman, onun doğacağı zamandır. Hatta, belki de doğmuştur!

Onun ismi Muhammed; babası ve annesi ölmüş olacak!

Kendisinin bakımını, dedesi ve amcası üzerlerine alacak!

Allah, onu apaçık tebligat yapan peygamber gönderecek!

Bizden, ona Ensar (yardımcılar) yapacak!

Dostlarını onlarla aziz, düşmanlarını da onlarla zelil kılacak!

O, arzın en kıymetli yerlerini fethedecek!

Onun doğumu ile, ateşgede sönecek!

Bir olan Rahmân’a ibadet edilecek! 

Küfür ve taşkınlıklar yasaklanacak!

Putlar kırılacak!

Şeytan recmolunacak, taşlanacak!

Onun sözü hak ile bâtıl arasını ayırıcı, hükmü sırf adalet, tam ve dosdoğru hüküm olacak!

O daima iyiliği buyuracak ve işleyecek, kötülükten de sakındıracak ve onları ortadan kaldıracaktır!” dedi.

Abdulmuttalib:

“Ömrün uzun, saltanatın sürekli, şan ve şerefin yüce olsun!

Acaba hükümdar bu hususta beni sevindirecek bazı açıklamalar daha yapmak lutfunda bulunurlar mı?” dedi.

Hükümdar Seyf:

“Örtülerle örtülü Beytullah’a, mucizelere ve semavî kitablara andolsun ki, ey Abdulmuttalib! Hiç hilaf yok, muhakkak ki sen onun atasısın!” deyince, Abdulmuttalib sevincinden yere kapandı.

Hükümdar:

“Başını yerden kaldır! Kalbin ferahladı. Ömrün uzadı. İşin yükseldi!

Sana, anlattıklarımdan, idrak ettiğin, kavuştuğun birşey var mı?” dedi.

Abdulmuttalib:

“Evet ey hükümdar! Benim çok sevgili, üzerine titrediğim bir oğlum vardı. Onu senin kavminin şere­flilerinden birinin kızı olan Âmine birli Vehb b. Abdi Menaf ile evlendirin iştim. Âmine, dünyaya bir çocuk getirdi.[265] Onun ismini Muhammed koydum.[266] İki küreğinin arasında da bir ben vardır! Anlattığın alâmetlerin hepsi de kendisinde mevcuttur.[267] Onun babası ve annesi de vefat etmiştir. Kendisinin bakımını, ben ve amcası, üzerimize almış bulunuyoruz” dedi.

Bunun üzerine, hükümdar Seyf:

“Onun hakkında sana söylediklerim, senin söylediğin gibidir.

Oğlunu iyi koru!

Onun hakkında Yahudilerden sakın!

Çünkü, Yahudiler ona düşmandırlar!

Fakat, Allah onlara bu hususta yol ve fırsat vermeyecektir.

Yanındaki heyet arkadaşlarından, yalnız sana açmış olduğum şeyleri, onlara da dürülü tut! Sakın açayım deme!

Sizde bulunacak reisliği, onların ve oğullarının da kıskanıp onun başına gaileler çıkarmayacak­larından emin değilim.

Eğer onun peygamber olarak gönderileceğinden önce ölmeyeceğimi bilseydim, süvarilerim ve piyadelerimle birlikte gider,[268] Yesrib’i (Medine’yi) hicret yurdu,[269] devletime başkent yapardım ![270]

Ben, Nâtık Kitab’da ve Sabık İlimde buldum ki: Yesrib onun hicret ve nusret yurdu,[271] işinin muhkemleşeceği, kabrinin ve yardımcılarının bulunacağı yer olacaktır![272]

Ne olurdu, onu âfet ve belalardan ben koruya idim!” dedi.

Hükümdar; Kureyş heyetinden her bir delegeye onar köle, onar cariye,[273] yüzer deve,[274] beşer ratl (ntl) altın, onar ratl gümüş,[275] Yemen elbiselerinden ikişer kat elbise, içi anberle doldurulmuş birer kutu;

Abdulmuttalib’e ise, bunlardan onar kat verilmesini emretti ve ona:

“Bir yıl geçince, onun (Peygamberimiz (a.s.)’ın) işinden neler vukua geldiğinin haberini bana getir!” dedi.[276]

Abdulmuttalib, heyet arkadaşlarına, sık sık:[277]

“Ey Kureyş cemaatı! İçinizden hiç kimse hükümdarın bana olan bol ihsanına gıpta da, kıskançlık da etmesin!

Hükümdarın bütün bu ihsanı, bana ve benden sonra soyumdan geleceklere olacak şeref ve izzetin yanında, çok az kalacaktır!” derdi.

Kendisine:

“Bu, ne zaman olacak?” dediklerinde de:[278]

“Bir zaman sonra zuhur edecek, açığa çıkacak;[279] dediğim şey[280] bilinecektir!” derdi.[281]

Seyf b. Zî Yezen, ne yazık ki, yıl geçmeden öldü.[282] Daha doğrusu, öldürüldü. Yemen’den tardettiği Habeşlilerden edindiği hizmetçiler bir gün hükümdarı kendisine mahsus avlanma yerinde yalnız başı­na bulunduğu sırada harbeleriyle mızraklayıp öldürerek dağ başlarına kaçmışlar, hükümdarın adamları da onların hepsini yakalayıp öldürmüşlerdir.[283]

Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi 

Devamı var. 

Önceki bölüm:

Peygamber Efendimizin Çocukluğu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Yeni FETÖ’lerin Önünü Almak…

"Cümlenin maksudu bir amma rivâyat muhtelif.” Herkesçe bilinen “sağırlar diyalog”u fıkrası asıl maksadımı ifade etmiyor …

Kapat